Bilim adamlarına göre bütün duyularımızın, algılarımızın kaynağı beynimiz. Mesela elimizle dokunur, beynimizle algılarız. Görüntüler göze gelir, beyin tarafından değerlendirilir.
Fiziksel varlığımızla ilgili bütün konular gibi, duyularımız da deneysel bilimin konusu. Elbette söyleyecek söz yok.
Ama sevginin, nefretin, idrakin, tefekkürün, ibretin ve aklın; kısaca manevi saydığımız hallerimizin merkezi de beyindir deniliyorsa, bir kez daha düşünmek gerekir.
Öyle ya hayvanların da bizimkine az-çok benzeyen beyni var. Peki bizim farkımız?
Aynı görüntüden, aynı sesten, aynı olaydan, bir hayvanla bir insan aynı şekilde mi etkilenir?
Sahi; üzülen, sevinen, aşık olan, inanan, inkâr eden, muhakeme ve mukayese eden organımız beynimiz olabilir mi?
“Manevi” hallerimizin kaynağını ve merkezini düşünürken, kutsal kaynaklarımızda beyin yerine başka bir kavram çıkar karşımıza: Kalbimiz.
Göğüs kafesimizdeki o yumruk büyüklüğündeki organımızdan söz etmiyoruz. Gözle görülmeyecek, elle tutulmayacak bir cevher sözünü ettiğimiz.
İnsanın asıl merkezi. Bizi biz yapan yanımız.
Daha imanın tarifinde bile onunla karşılaşırız: “İman, kalple tasdik, dille ikrardır.”
İman ettiği gibi inkâr eden de kalptir: “Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla iman ettik diyen...” (Maide/41)
Bizi bir arada tutan ya da uzaklaştıran da kalbimiz: “Allah, müminlerin kalplerini birbirine ısındırıp bir araya getirdi.” (Enfal/63)
Hisseden, titreyen, ürperen de kalp: “Gerçek müminler o kimselerdir ki, yanlarında Allah anılınca kalpleri ürperir.” (Enfal/2)
Eğri veya doğru olan tarafımız kalbimiz: “Kalplerinde eğrilik olanlar, sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için ayetlerin müteşabih olanlarına tutunup, onlarla uğraşır dururlar.” (Âl-i İmran/7)
Bazen yufka kadar inceldiği halde, bazen taştan da katı olan kalp: “Sonra kalpleriniz katılaştı. Artık onlar taş gibi, hatta ondan da katı! Çünkü öyle taş var ki, içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi var ki, çatlar da bağrından su kaynar. Ve öyle taşlar var ki, Allah’a olan tazimi sebebiyle düşüp parçalanır. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara/74)
Düşünme organımızın beynimiz olduğundan ne kadar eminiz? “Kur’an’ı düşünmezler mi? Yoksa kalplerinin üzerinde üst üste kilitler mi var?” (Muhammed/24)
Ve: “Peki bu inkârcılar biraz olsun dünyayı gezip dolaşmazlar mı ki, hiç değilse bu sayede düşünüp duygulanacak kalplere, gerçeğin sesini işitecek kulaklara sahip olsunlar. Ne var ki, onlarda kör olan gözler değil, asıl kör olan sinelerindeki kalpler!” (Hacc/46)
İnsanlık alemi bugün bazı yanlarını abartırken, abarttığı yanları üzerine medeniyet inşa ederken, onu insan yapan tarafını, yani kalbini unutmuş görünüyor.
Oysa huzur ve barış dolu bir dünya kurmada ve hesap günü ak-pak alınla ebedi mutluluk yurduyla kucaklaşmada bir tek şey tutacak elimizden: Kalb-i Selim...
Fiziksel varlığımızla ilgili bütün konular gibi, duyularımız da deneysel bilimin konusu. Elbette söyleyecek söz yok.
Ama sevginin, nefretin, idrakin, tefekkürün, ibretin ve aklın; kısaca manevi saydığımız hallerimizin merkezi de beyindir deniliyorsa, bir kez daha düşünmek gerekir.
Öyle ya hayvanların da bizimkine az-çok benzeyen beyni var. Peki bizim farkımız?
Aynı görüntüden, aynı sesten, aynı olaydan, bir hayvanla bir insan aynı şekilde mi etkilenir?
Sahi; üzülen, sevinen, aşık olan, inanan, inkâr eden, muhakeme ve mukayese eden organımız beynimiz olabilir mi?
“Manevi” hallerimizin kaynağını ve merkezini düşünürken, kutsal kaynaklarımızda beyin yerine başka bir kavram çıkar karşımıza: Kalbimiz.
Göğüs kafesimizdeki o yumruk büyüklüğündeki organımızdan söz etmiyoruz. Gözle görülmeyecek, elle tutulmayacak bir cevher sözünü ettiğimiz.
İnsanın asıl merkezi. Bizi biz yapan yanımız.
Daha imanın tarifinde bile onunla karşılaşırız: “İman, kalple tasdik, dille ikrardır.”
İman ettiği gibi inkâr eden de kalptir: “Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla iman ettik diyen...” (Maide/41)
Bizi bir arada tutan ya da uzaklaştıran da kalbimiz: “Allah, müminlerin kalplerini birbirine ısındırıp bir araya getirdi.” (Enfal/63)
Hisseden, titreyen, ürperen de kalp: “Gerçek müminler o kimselerdir ki, yanlarında Allah anılınca kalpleri ürperir.” (Enfal/2)
Eğri veya doğru olan tarafımız kalbimiz: “Kalplerinde eğrilik olanlar, sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için ayetlerin müteşabih olanlarına tutunup, onlarla uğraşır dururlar.” (Âl-i İmran/7)
Bazen yufka kadar inceldiği halde, bazen taştan da katı olan kalp: “Sonra kalpleriniz katılaştı. Artık onlar taş gibi, hatta ondan da katı! Çünkü öyle taş var ki, içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi var ki, çatlar da bağrından su kaynar. Ve öyle taşlar var ki, Allah’a olan tazimi sebebiyle düşüp parçalanır. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara/74)
Düşünme organımızın beynimiz olduğundan ne kadar eminiz? “Kur’an’ı düşünmezler mi? Yoksa kalplerinin üzerinde üst üste kilitler mi var?” (Muhammed/24)
Ve: “Peki bu inkârcılar biraz olsun dünyayı gezip dolaşmazlar mı ki, hiç değilse bu sayede düşünüp duygulanacak kalplere, gerçeğin sesini işitecek kulaklara sahip olsunlar. Ne var ki, onlarda kör olan gözler değil, asıl kör olan sinelerindeki kalpler!” (Hacc/46)
İnsanlık alemi bugün bazı yanlarını abartırken, abarttığı yanları üzerine medeniyet inşa ederken, onu insan yapan tarafını, yani kalbini unutmuş görünüyor.
Oysa huzur ve barış dolu bir dünya kurmada ve hesap günü ak-pak alınla ebedi mutluluk yurduyla kucaklaşmada bir tek şey tutacak elimizden: Kalb-i Selim...