alem-i ervah
New member
- Katılım
- 20 Ocak 2006
- Mesajlar
- 463
- Tepkime puanı
- 4
- Puanları
- 0
Evet, iki tarz bakış vardır: Birisi; eserdeki san'at ve marifeti ustasından bilerek, her bir eseri ustasıyla birlikte mütalaa edip öylece bakmaktır. Diğeri ise eserdeki san'at ve güzelliğin ustadan değil de eserin kendisinden kabul ederek bakmaktır.Adeta ustasını hiçe sayıp o eserin kendiliğinden meydana geldiğini, dolayısıyla da bütün san'at ve güzelliğin de eserin bizzat kendisinden geldiğini iddia etmektir.
İşte Kuran-ı Kerim'in ders verdiği ve Peygamber Efendimizin baktığı tarz birinci tarzdır. Yani varlıklara Yaradanı namına bakmak, ve onlardaki san'at ve güzelliği Yaradanından bilmektir. "(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?" Kur'an-ı Kerim varlıklardan ve keyfiyetlerinden bahsederken, elbette ALLAH (c.c.) namına bakıyor, ve baktırıyor. Şimdi şu birinci bakış tarzının doğruluğu ve insanı doğruya götüreceği net bir şekilde izah edilirse, elbette bunun zıddı olan ikinci bakış tarzının yanlışlığı ve insanı yanıltacağı açıklanmış olur.
Bir hat san'atı eserleri sergisine gidiyoruz ki orada değişik üslupla yazılmış onlarca şaheser teşhir ediliyor. Gerçekten de görenleri hayran bırakacak türlü türlü san'at ve büyük maharetlerle yapılmışlar. Biz o salonda sadece bizim gibi seyircileri görüyoruz, san'atkar ortada görünmüyor. Şu halde diyebilir miyiz ki o eserlerde görülen san'at ve güzellik eserlerin kendisindendir. Yahut boyanın fırçanın maharetindendir. Elbette diyemeyiz. Çünkü fırça ve boya binlerce sene o kağıdın yanında bekleseler de bir gün kalkıp o eseri meydana getiremeyecekleri açıktır. Demek eserdeki san'at ustasından geliyor. Öyleyse eserdeki güzellik ustasından geldiği kabul edilmeli; ustasız ne o eser ne de üzerindeki san'at ve güzellik meydana gelemeyeceği bilinmelidir. Ustasız olamayacağına göre elbette ustasını hiçe sayarak o esere bakmak yanlış bir bakıştır, yanlışa götürür.
İşte bu misalde olduğu gibi her bir mahluk da Cenabı Allah'ın harika birer san'at eseridir. O mahlukatın varlığı da üzerindeki bütün güzelliği de Yaratıcısı olan Allah'dan gelmektedir. Kitap kalemle yazıldığı halde, kitaptaki ilim ne kağıtdan ne de kalemden olmadığı gibi, varlıklardaki san'at ve güzellik de sadece Yaradanına aittir. Elbette san'atkarsız san'at eseri olamayacağı gibi Yaratıcısız da mahluk olamaz. Bütün varlıklar ve onların üzerindeki harika san'atlar elbette doğrudan doğruya ve sadece Allah' aittir. O halde varlılardaki san'atın radıcısına ait olduğu bilinmeli ve öyle mütalaa edilmelidir. Yoksa san'atın sahibi olmazsa san'at da olamazdı. San'at ancak san'atkarı olan Allah'ın Varlığı ile vardır. Sanatı inkar etmek bile usatasını inkar etmeye delil teşkil etmez. Çünkü gözünü kapatıp da "görmüyorum, o halde yoktur" demek bir safsatadan başka bir şey değildir.
İkinci tarz bakış ise tamamen asılsız ve hakikatsizdir. Yaratıcısı yok sayılarak varlıklara balmak ve öylece mütalaa etmek; san'atkarsız san'atın, ustasız binanın, katipsiz kitabın, kısacası failsiz fiilin varlığını kabul etmek gibi ahmakları dahi utandıracak kadar bayağı bir safsatadır, bir hurafedir. Fiili gördüğü halde failini, san'atı gördüğü halde sahibini inkar etmek, iki zıddı bir arada kabul etmek gibi en büyük bir hurafedir.
Demek her bir mevcut Allah'ın harika san'at eserleridir. Kendisine bakan bir yönü varsa, Yaradcısına bakan bin yönü vardır. Üzerindeki her bir güzellik ve san'at, her bir mana ve hikmet Yaradıcısına ait olduğundan, her birsi teker teker Allah'a bakar, Yaradanını gösterir. Biz de varlıklara bakıp san'atı görelim ve sahibini tanıyalım.
Böyle yanlış bir bakışla hakikate ulaşılamaz. Gözünü kapayan güneş yoktur, her yer karanlıktır der ama sadece kendisini aldatır.
Demek ki, ALLAH (c.c.) namına bakmak, varlıklardaki san'ata, o eserdeki sanatın sahibi olan Yaradıcısıyla beraber bakmak ve öylece mütalaa etmekle olur.
Ahmet YÜKSEL
İşte Kuran-ı Kerim'in ders verdiği ve Peygamber Efendimizin baktığı tarz birinci tarzdır. Yani varlıklara Yaradanı namına bakmak, ve onlardaki san'at ve güzelliği Yaradanından bilmektir. "(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?" Kur'an-ı Kerim varlıklardan ve keyfiyetlerinden bahsederken, elbette ALLAH (c.c.) namına bakıyor, ve baktırıyor. Şimdi şu birinci bakış tarzının doğruluğu ve insanı doğruya götüreceği net bir şekilde izah edilirse, elbette bunun zıddı olan ikinci bakış tarzının yanlışlığı ve insanı yanıltacağı açıklanmış olur.
Bir hat san'atı eserleri sergisine gidiyoruz ki orada değişik üslupla yazılmış onlarca şaheser teşhir ediliyor. Gerçekten de görenleri hayran bırakacak türlü türlü san'at ve büyük maharetlerle yapılmışlar. Biz o salonda sadece bizim gibi seyircileri görüyoruz, san'atkar ortada görünmüyor. Şu halde diyebilir miyiz ki o eserlerde görülen san'at ve güzellik eserlerin kendisindendir. Yahut boyanın fırçanın maharetindendir. Elbette diyemeyiz. Çünkü fırça ve boya binlerce sene o kağıdın yanında bekleseler de bir gün kalkıp o eseri meydana getiremeyecekleri açıktır. Demek eserdeki san'at ustasından geliyor. Öyleyse eserdeki güzellik ustasından geldiği kabul edilmeli; ustasız ne o eser ne de üzerindeki san'at ve güzellik meydana gelemeyeceği bilinmelidir. Ustasız olamayacağına göre elbette ustasını hiçe sayarak o esere bakmak yanlış bir bakıştır, yanlışa götürür.
İşte bu misalde olduğu gibi her bir mahluk da Cenabı Allah'ın harika birer san'at eseridir. O mahlukatın varlığı da üzerindeki bütün güzelliği de Yaratıcısı olan Allah'dan gelmektedir. Kitap kalemle yazıldığı halde, kitaptaki ilim ne kağıtdan ne de kalemden olmadığı gibi, varlıklardaki san'at ve güzellik de sadece Yaradanına aittir. Elbette san'atkarsız san'at eseri olamayacağı gibi Yaratıcısız da mahluk olamaz. Bütün varlıklar ve onların üzerindeki harika san'atlar elbette doğrudan doğruya ve sadece Allah' aittir. O halde varlılardaki san'atın radıcısına ait olduğu bilinmeli ve öyle mütalaa edilmelidir. Yoksa san'atın sahibi olmazsa san'at da olamazdı. San'at ancak san'atkarı olan Allah'ın Varlığı ile vardır. Sanatı inkar etmek bile usatasını inkar etmeye delil teşkil etmez. Çünkü gözünü kapatıp da "görmüyorum, o halde yoktur" demek bir safsatadan başka bir şey değildir.
İkinci tarz bakış ise tamamen asılsız ve hakikatsizdir. Yaratıcısı yok sayılarak varlıklara balmak ve öylece mütalaa etmek; san'atkarsız san'atın, ustasız binanın, katipsiz kitabın, kısacası failsiz fiilin varlığını kabul etmek gibi ahmakları dahi utandıracak kadar bayağı bir safsatadır, bir hurafedir. Fiili gördüğü halde failini, san'atı gördüğü halde sahibini inkar etmek, iki zıddı bir arada kabul etmek gibi en büyük bir hurafedir.
Demek her bir mevcut Allah'ın harika san'at eserleridir. Kendisine bakan bir yönü varsa, Yaradcısına bakan bin yönü vardır. Üzerindeki her bir güzellik ve san'at, her bir mana ve hikmet Yaradıcısına ait olduğundan, her birsi teker teker Allah'a bakar, Yaradanını gösterir. Biz de varlıklara bakıp san'atı görelim ve sahibini tanıyalım.
Böyle yanlış bir bakışla hakikate ulaşılamaz. Gözünü kapayan güneş yoktur, her yer karanlıktır der ama sadece kendisini aldatır.
Demek ki, ALLAH (c.c.) namına bakmak, varlıklardaki san'ata, o eserdeki sanatın sahibi olan Yaradıcısıyla beraber bakmak ve öylece mütalaa etmekle olur.
Ahmet YÜKSEL