BeyazKelebek
New member
Kabir azabı var mı?
Sorusu ilk duyulduğunda akla gelebilecek başka sorular vardır. Bu soruların başında "tabi vardır bize bugüne kadar hep böyle öğretildi ne yapılmak isteniyor bu soruyla?" gibi bir soru sorulabilir. Ya da "bu tür meseleler bize ne fayda sağlayacak? Olsa ne olur olmasa ne olur? "gibi samimi ama ihmalkar bir soruda sorulabilir. Ancak birinci soruya verilecek cevap, hiç şüphesiz inanç ilkelerimizin kesin olmayan zanni rivayetlerle belirlenemeyeceği, gaybi konularda kulaktan dolma bilgilerle görüş sahibi olamayacağımızı belirtmek olacaktır. İkinci yaklaşıma ise bu tür Kur’an dışı inançlara gösterilecek müsamahanın insanların din anlayışlarındaki erozyonu ve bulanıklığı görmezlikten gelmek anlamına geldiğini söylemek yeterli olacaktır.
Hayatımızın ve diğer dünya hayatımızın seyrini belirleyen yegane rehber Kur’an-ı Kerim olmalıdır.
Ahiret inancımızı da şekillendiren temel kaynağımız Allah tarafından korunan Furkan olan Kur’an’dır... Öncelikle Dini algılama metodumuzu Rabbimizin istediği ve Son Rasul Sevgili peygamberimizin uyguladığı tarzda netleştirmeli ve bu usul birlikteliğinden sonra Sorulara cevap aramalıyız.
Apaçık olarak anlaşılsın diye bizlere gönderilen ( 2/75, 14/4, 43/3, 41/44) Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber (as)’ın Gaybı bilemeyeceğini (6/50), Ancak Rabbimizin bildirdiği ve Kur’an’ında kayıtlı tuttuğu Gayb haberleri (Kıssalar, kıyamet anı, Cennet cehennem vs.) nin Rasul’e bildirildiği Kur’ani bir gerçektir. (bknz. Kur’an 72/25-27, 28/45-6, 12/3, 12/102-103, 21/45, 33/2) Rasul’ün ancak Kur’an’a tabi olduğunu da (Bknz. Kur’an 4/105, 46/9, 10/15, 43/43) görmekteyiz.
GAYBİ KONULARDA ÖLÇÜ
İtikad, Allah’ın inanmamızı istediği esaslar bütünüdür. Müslümanlar için, hak dinin temelini bildiren tek kaynak ise, "hakk’ul yakin" (kat’i, kesin bilgi) olan Kur’an’dır. İnsanlar için Allah katından indirilen Kur’an hem gaybi, hem dünyevi alanda bizlere itikadi ölçüler bildirir. Allah’ı birlemek, Resullerine, kitaplarına, meleklerine ve ahiret gününe inanmak, İslam itikadının esaslarını oluşturur. (2/177) İtikadi esaslar veya Tevhid inancı, mutlak gayb alanını da, müşahade alanını da kuşatır.
İtikadın gaybi alanı, Rabbimizin bildirdiği dışında, mutlak bilgisizliği içerir. Zaten gayb, insan idraki ile algılanamayan ve bilgisine ulaşılamayan alandır. Müminler Rabbimizin Kur’an’la bildirdiği mutlak gayb haberlerine iman ederler. (2/3) Kur’an’ın insan sözü olmadığına, Allah katından bildirildiğine dair kesin itikadımız, Kur’an’da geçen gayb haberlerine olan imanımızı da oluşturur. O halde, mutlak Gayb konularında haktan hiç bir şey ifade etmeyen zanni bilgi ve yorumlardan (10/36) kaçınmalı, gaybla ilgili bilgilerimiz sadece Kur’an’la temellenmelidir.
Gaybi haberlere dayanan itikadımızın Kur’an’la sınırlandırılması, "subut-i kat’i" (sabitliği kesin) bir kaynak muhkemliği sağlar. Kur’an’ın tümü subut-i kat’i iken Kur’an dışı hiçbir gayb haberi kesin sabitlik taşımaz. Gaybla ilgili hadis rivayetlerine gelince; bunların içerikleri bir yana; haber kesinliği itibariyle subut-i kat’ilik ölçüsüne ulaşamazlar. Ahad veya meşhur hadislerin hemen hemen hepsi sabit lafızlarla değil, mana üzere rivayet edilmişlerdir. Kesinliği sabit olmayan bir söz rivayetinin ise aktarılması, ifade kesinliği taşımaz.
Kur’an’da gaybi haberlerin değerlendirilmesinde dikkat edilecek en önemli husus, gaybi bilgi içeren ayetlerin kesinliği oluşudur. Gayb alanında zan barındıran ve asla kesin olamayacak rivayetlerle itikad oluşturulamaz. Gayb haberlerde mahiyetini bilemeyeceğimiz konularda tartışmamamız gerekmektedir. Bu konuda Kur’an’la sabit olan Rasulullah’ın tavrını örnek almalıyız. (7/187)
Sahih hadis rivayetlerine dayanan gaybi bilgiler ise, ancak Kur’an’daki gayb haberlerinin bir tekrarı veya daha basitleştirilmiş bir anlatımı veya açıklaması olabilir. Zira Gayb’ın bilgisine muttali olan Rasulullah (as)’ın Kur’an dışı bir gayb haberini dinin temeli olarak bildirmesi düşünülemez. Bu bağlamda "kıyametin zamanı ve alametleri" "mehdinin zuhuru" "Kabir hayatı" gibi gaybi haberleri bildiren rivayetler Kur’a’ın kesin ayetleri göz önüne alındığında sahih olamazlar. Müminler inançlarını yakin, kesinlik temeli üzerine dayandırmalı, vehim ve zandan kaçınmalı, gaybın mutlak alanıyla ilgili felsefi ve kelami tartışmalara fırsat vermemelidirler.
ZERDÜŞTLÜK’TE KABİR HAYATI İNANCI VAR MI?
Aryan mitolojisini incelerken, hemen nihai büyük hesaplaşmaya geçemeyiz. Bu mitolojide büyük hesaplaşmadan Yani kıyametten önce ferdi hesaplaşma durağı vardır. Birey olarak insanın, bilinen hayat sürecinin sona ermesi. Diğer bir deyimle insanın ölümü ile başlayan ferdi hesaplaşma süreci, Aryan-Zerdüşt mitolojisinde değişik zaman dilimlerinde değişik şekillerde yorumlanmıştır.
Zerdüştlerde ölüm son değildir. Buna göre insanlar öldüklerinde, ruhlarının yeraltı ülkesine doğru "seyahati" başlar. Gitmek durumundaki bu ülke, "ölümlü ilk insan" olan Yima'nın yönettiği yeraltı krallığıdır. Fakat ruhların bu krallığa seyahati hemen başlamadığı gibi kolay da değildir. İnsanın ruhu (Urvan-Avdenak. Urvan teni şekillendiren, onun belli bir şekle girmesini sağlayan ruhsal öğedir) ayrıştığı cesedin başından, üç gün boyunca ayrılmaz. Bu üç günlük süre ölünün aşağıya doğru seyahatinde hayati öneme sahiptir. Çünkü bu süre boyunca şeytani güçler tetikte beklemektedir.
Bu savunmasız ruha saldırmak için fırsat kollamaktadır. Bunu önlemek için bütün iş, ölünün geride kalan yakınlarına düşmektedir. Onlar bu süre boyunca mezarı başında ağlaşır, dua ederler Görüldüğü üzere Kabir Hayatı inancı İran Coğrafyasında etkin olan Zerdüştlük inanışında mevcuttur.
EHL-İ KİTAB’DA KABİR HAYATI İNANCI VAR MI?
"Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız Ehl-i Kitab’a Sorun". 21:7 ayeti gereğince Yüce Rabbimiz, Kur’an Ehli Müminlere Daha önceki Vahiy metinlerine de Korunmuş olan Son Vahyi Ölçüt edinerek Bilgi Sahibi olmak için başvurulabileceğini belirtmiştir. İlginç olan nokta ise Ne Eski Ahidde ne de Yeni Ahidde Kabir azabıyla ilgili hiçbir inanış ve bilgi yer almamaktadır.
Allah’a karşı sorumlu olanların eylemlerinin O’nun tarafından hatırlatılacak olmasına karşın (Malaki. 3:16 ; Esin. 20:12 ; İbranilere Mek. 6:10); İncil’de, ölüm durumu süresince herhangi bir bilince sahip olduğumuzu gösteren hiçbir şey yoktur. Buna ilişkin aşağıdaki açık ifadelerin aksini söylemek zordur:
"(İnsanınki) nefes (ruh) çıkıp gider, kendisi toprağa geri döner; ayni günde (anda) düşünceleri yok olur" (Mezmurlar 146:4).
"Ölüler hiçbir şey bilmezler…onların sevgisi, onların nefreti ve onların kıskançlığı, şimdi yok olmaktadır" (Vaiz 9: 5,6). "Ölüler diyarında hikmet yoktur (Vaiz 9:10) - düşünce yok ve bundan ötürü bilinç yoktur.
Eyüp ölüm esnasında, "sanki hiç olmamış gibi" olduğunu söyler (Eyub, 10:18). O, bizim doğmadan önce sahip olduğumuz ölümü; boşluk, bilinçsizlik ve varlığın tümüyle yok olması olarak gördü.
İnsan, hayvanlar gibi ölür (Vaiz 3:19). Eğer insan bir yerlerde bilinçli olarak ölümde yaşamayı sürdürürse, hayvanlarda da öyle olmalıdır. Yine de hem Kitab-ı Mukaddes ve hem de bilim, bu konuda sessiz kalmaktadır.
Tanrı, "bizim toprak olduğumuzu anımsar. İnsana gelince, onun günleri ot gibidir: bir kır çiçeği gibi, öyle gelişir…sonra yok olur; ve onun yeri artık onu tanımaz" (Mezmurlar 103: 14-16).
Ölüm’ün, doğru olanlar için bile, tamamıyla bilinçsizlik olduğu; Allah’ın kullarının ömürlerinin uzun olmasına izin vermesi için defalarca yinelenen yalvarışları tarafından da kanıtlanır. Çünkü onlar; ölüm bir bilinçsizlik durumu olduğu için, ölümden sonra dua etmeye ve Tanrıyı yüceltmeye muktedir olamayacaklarını bilmektedirler. Hezekiel (İşaya 38: 17-19) ve Davut (Mezmurlar 6: 4,5; 30:9 ; 39:13 ; 115:17 ) bunun iyi örnekleridir. Ölüm; hem iyiler ve hem de kötüler için bir uyku, bir istirahat olarak defalarca ifade edilir (Eyub 3:11,13,17 ; Daniel 12:13).
Açıkça söylenen yaygın kavram olan, doğru olanların çok büyük bir mutluluğa gidecekleri ve ölümlerinden sonra doğruca cennette ödüllendirilecekleri hususunun İncil’de gerçekten bulunmadığı hakkında, şu anda bizim için yeterli kanıt üretilmiştir. Ölümün ve insanın özünün gerçek öğretisi, büyük bir huzur duygusu sağlar. Bir kişinin yaşamının tüm acıları ve yaralanmalarından sonra, mezar tam bir boşluk yeridir. Allah’ın isteklerini bilmeyenler için, bu boşluk sonsuza dek sürecektir. Bu üzücü ve tatminsiz doğal yaşamın eski hesapları asla tekrar ortaya çıkmayacaktır. Doğal insan aklının boş umutları ve korkuları, gerçekleşmeyecek ya da tehdit olmayacaktır.
KELAMCILARIN GAYB OLAN KABİR HAYATI KONUSUNDAKİ POLEMİKLERİ:
Rabbimizin Dünya hayatı ile Diriliş saati arasındaki süreyi belirten Berzah konusunda bir gayb haberi bildirmemesine Ne Geçmiş vahiylerde ne de Elimizdeki Korunmuş Vahiyde Kabir Azabına dair bilgiler bildirilmemesine rağmen Kelamcılar tarih boyunca bu konuda polemikler yapmaktan geri durmamışlardır. İslam öncesi Arap mitolojisi ve cahiliyye etkisiyle rivayetler şeklinde canlandırılan Kabirlerde yaşamın olduğu görüşü (Enkarnasyon) ve bazı Son dönem yorumcularının (Süleyman Ateş ve Y. Nuri Öztürk gibi) Ölümden sonra tekrar bedenlenme (Reenkarnasyon) iddialarını ortaya koyduklarını görmekteyiz. Tarihte Ruhların öldükten yaşadıkları inancı öylesine ileriye vardırılmıştır ki Ruhların toplandığı yerleri konusunda ortaya atılan görüşler olmuştur. Ruhlar İbn-i Kayyım’a göre iyi olanları Adem (as)’in sağında kötü olanları solunda oturmaktadırlar(!)
Cahiliyye döneminde bulunan ruhların öldükten sonra kuşlara dönüştüğü inancı da rivayet formunda yaşatılmıştır. Kelamcılar Kabir azabının mahiyeti konusunda da ilginç yaklaşımlara sahiptirler. Bir görüşe göre Kabirde bütün beden değil kalbin bir parçası diriltilecektir. Sadece Kafirler Kabir azabı görecek diyenler olduğu gibi mümin günahkarlara da azab edileceğini söyleyenler de vardır. İsmail Hakkı Bursevi’nin anlattığına göre Vefat eden Kelam İmamı Ömer Nesefi’yi bir adam rüyasında görmüş, Ona kendisinin kabir sualinin nasıl geçtiğini sormuştur. Nesefi de, kabirde kendisine gelen meleklere bir şiir(!) ile cevap verdiğini söylemiştir. Adam da bu şiiri uyandığında ezberlemiştir(!).
Müslüman münker nekir kurbanlarının azab sürelerinin sınırlı, kafirlerin ise kıyamete kadar azab görecekleri de nasıl oluyorsa kelamcılar tarafından bilinebilmektedir. Bir kısım kelamcı azabın hemen defin anında olduğunu söylemekte bir kısmı ise kıyamete yakın bir zamanda olacağını söylemektedir. Karın ağrısından ölenlerin ya da Cuma gecesi veya Cuma günü ölenlerin kabir azabı görmeyecekleri bile rivayetler getirilerek söylenmiştir.
Evet. Sorumuza geri dönelim. Kabir azabı var mıdır? Varsa dayanakları nedir? Rabbimiz Yaratılış öncesi ve yaratılış anını, bu dünyayı ve kıyamet gününü ardından da Ahiret hayatını anlatırken neden Kabir hayatını anlatmaz?
Kabir Hayatı ve Azabı inanışlarının kökenlerini Üç ana başlık altında sıralayabiliriz:
Halk arasında Kabir Hayatı anlayışının mantığı:Ruh-Beden ayrılığı....
Cahiliyye etkisi
Kitleleri korkutmak için uydurulan hadis rivayetleri
Ruh-Beden Ayrılığı Düşüncesini Kur’an Onaylıyor mu?
Ruh-Beden ayrılığına inanışını Platon temellendirmiştir. Bu inanışa göre Ruh bedenden farklı bir biçimde Bedenden önce yaratılmıştır. Ve Beden öldükten sonra da yaşamaya devam eder. Ancak Kur’an her zaman Ruh ve Bedeni ayrılmaz bir bütün olarak zikreder. Kur’an’da Halk arasındaki tanımlanan Ruh kavramına da rastlamamaktayız. Ruh Kur’an’da Cebrail (as), Vahiy ve Allahin verdiği canlılığı tanımlayan bir kavramdır. (bknz. 17/82-89, 42/52, 97/4)
Sorusu ilk duyulduğunda akla gelebilecek başka sorular vardır. Bu soruların başında "tabi vardır bize bugüne kadar hep böyle öğretildi ne yapılmak isteniyor bu soruyla?" gibi bir soru sorulabilir. Ya da "bu tür meseleler bize ne fayda sağlayacak? Olsa ne olur olmasa ne olur? "gibi samimi ama ihmalkar bir soruda sorulabilir. Ancak birinci soruya verilecek cevap, hiç şüphesiz inanç ilkelerimizin kesin olmayan zanni rivayetlerle belirlenemeyeceği, gaybi konularda kulaktan dolma bilgilerle görüş sahibi olamayacağımızı belirtmek olacaktır. İkinci yaklaşıma ise bu tür Kur’an dışı inançlara gösterilecek müsamahanın insanların din anlayışlarındaki erozyonu ve bulanıklığı görmezlikten gelmek anlamına geldiğini söylemek yeterli olacaktır.
Hayatımızın ve diğer dünya hayatımızın seyrini belirleyen yegane rehber Kur’an-ı Kerim olmalıdır.
Ahiret inancımızı da şekillendiren temel kaynağımız Allah tarafından korunan Furkan olan Kur’an’dır... Öncelikle Dini algılama metodumuzu Rabbimizin istediği ve Son Rasul Sevgili peygamberimizin uyguladığı tarzda netleştirmeli ve bu usul birlikteliğinden sonra Sorulara cevap aramalıyız.
Apaçık olarak anlaşılsın diye bizlere gönderilen ( 2/75, 14/4, 43/3, 41/44) Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber (as)’ın Gaybı bilemeyeceğini (6/50), Ancak Rabbimizin bildirdiği ve Kur’an’ında kayıtlı tuttuğu Gayb haberleri (Kıssalar, kıyamet anı, Cennet cehennem vs.) nin Rasul’e bildirildiği Kur’ani bir gerçektir. (bknz. Kur’an 72/25-27, 28/45-6, 12/3, 12/102-103, 21/45, 33/2) Rasul’ün ancak Kur’an’a tabi olduğunu da (Bknz. Kur’an 4/105, 46/9, 10/15, 43/43) görmekteyiz.
GAYBİ KONULARDA ÖLÇÜ
İtikad, Allah’ın inanmamızı istediği esaslar bütünüdür. Müslümanlar için, hak dinin temelini bildiren tek kaynak ise, "hakk’ul yakin" (kat’i, kesin bilgi) olan Kur’an’dır. İnsanlar için Allah katından indirilen Kur’an hem gaybi, hem dünyevi alanda bizlere itikadi ölçüler bildirir. Allah’ı birlemek, Resullerine, kitaplarına, meleklerine ve ahiret gününe inanmak, İslam itikadının esaslarını oluşturur. (2/177) İtikadi esaslar veya Tevhid inancı, mutlak gayb alanını da, müşahade alanını da kuşatır.
İtikadın gaybi alanı, Rabbimizin bildirdiği dışında, mutlak bilgisizliği içerir. Zaten gayb, insan idraki ile algılanamayan ve bilgisine ulaşılamayan alandır. Müminler Rabbimizin Kur’an’la bildirdiği mutlak gayb haberlerine iman ederler. (2/3) Kur’an’ın insan sözü olmadığına, Allah katından bildirildiğine dair kesin itikadımız, Kur’an’da geçen gayb haberlerine olan imanımızı da oluşturur. O halde, mutlak Gayb konularında haktan hiç bir şey ifade etmeyen zanni bilgi ve yorumlardan (10/36) kaçınmalı, gaybla ilgili bilgilerimiz sadece Kur’an’la temellenmelidir.
Gaybi haberlere dayanan itikadımızın Kur’an’la sınırlandırılması, "subut-i kat’i" (sabitliği kesin) bir kaynak muhkemliği sağlar. Kur’an’ın tümü subut-i kat’i iken Kur’an dışı hiçbir gayb haberi kesin sabitlik taşımaz. Gaybla ilgili hadis rivayetlerine gelince; bunların içerikleri bir yana; haber kesinliği itibariyle subut-i kat’ilik ölçüsüne ulaşamazlar. Ahad veya meşhur hadislerin hemen hemen hepsi sabit lafızlarla değil, mana üzere rivayet edilmişlerdir. Kesinliği sabit olmayan bir söz rivayetinin ise aktarılması, ifade kesinliği taşımaz.
Kur’an’da gaybi haberlerin değerlendirilmesinde dikkat edilecek en önemli husus, gaybi bilgi içeren ayetlerin kesinliği oluşudur. Gayb alanında zan barındıran ve asla kesin olamayacak rivayetlerle itikad oluşturulamaz. Gayb haberlerde mahiyetini bilemeyeceğimiz konularda tartışmamamız gerekmektedir. Bu konuda Kur’an’la sabit olan Rasulullah’ın tavrını örnek almalıyız. (7/187)
Sahih hadis rivayetlerine dayanan gaybi bilgiler ise, ancak Kur’an’daki gayb haberlerinin bir tekrarı veya daha basitleştirilmiş bir anlatımı veya açıklaması olabilir. Zira Gayb’ın bilgisine muttali olan Rasulullah (as)’ın Kur’an dışı bir gayb haberini dinin temeli olarak bildirmesi düşünülemez. Bu bağlamda "kıyametin zamanı ve alametleri" "mehdinin zuhuru" "Kabir hayatı" gibi gaybi haberleri bildiren rivayetler Kur’a’ın kesin ayetleri göz önüne alındığında sahih olamazlar. Müminler inançlarını yakin, kesinlik temeli üzerine dayandırmalı, vehim ve zandan kaçınmalı, gaybın mutlak alanıyla ilgili felsefi ve kelami tartışmalara fırsat vermemelidirler.
ZERDÜŞTLÜK’TE KABİR HAYATI İNANCI VAR MI?
Aryan mitolojisini incelerken, hemen nihai büyük hesaplaşmaya geçemeyiz. Bu mitolojide büyük hesaplaşmadan Yani kıyametten önce ferdi hesaplaşma durağı vardır. Birey olarak insanın, bilinen hayat sürecinin sona ermesi. Diğer bir deyimle insanın ölümü ile başlayan ferdi hesaplaşma süreci, Aryan-Zerdüşt mitolojisinde değişik zaman dilimlerinde değişik şekillerde yorumlanmıştır.
Zerdüştlerde ölüm son değildir. Buna göre insanlar öldüklerinde, ruhlarının yeraltı ülkesine doğru "seyahati" başlar. Gitmek durumundaki bu ülke, "ölümlü ilk insan" olan Yima'nın yönettiği yeraltı krallığıdır. Fakat ruhların bu krallığa seyahati hemen başlamadığı gibi kolay da değildir. İnsanın ruhu (Urvan-Avdenak. Urvan teni şekillendiren, onun belli bir şekle girmesini sağlayan ruhsal öğedir) ayrıştığı cesedin başından, üç gün boyunca ayrılmaz. Bu üç günlük süre ölünün aşağıya doğru seyahatinde hayati öneme sahiptir. Çünkü bu süre boyunca şeytani güçler tetikte beklemektedir.
Bu savunmasız ruha saldırmak için fırsat kollamaktadır. Bunu önlemek için bütün iş, ölünün geride kalan yakınlarına düşmektedir. Onlar bu süre boyunca mezarı başında ağlaşır, dua ederler Görüldüğü üzere Kabir Hayatı inancı İran Coğrafyasında etkin olan Zerdüştlük inanışında mevcuttur.
EHL-İ KİTAB’DA KABİR HAYATI İNANCI VAR MI?
"Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız Ehl-i Kitab’a Sorun". 21:7 ayeti gereğince Yüce Rabbimiz, Kur’an Ehli Müminlere Daha önceki Vahiy metinlerine de Korunmuş olan Son Vahyi Ölçüt edinerek Bilgi Sahibi olmak için başvurulabileceğini belirtmiştir. İlginç olan nokta ise Ne Eski Ahidde ne de Yeni Ahidde Kabir azabıyla ilgili hiçbir inanış ve bilgi yer almamaktadır.
Allah’a karşı sorumlu olanların eylemlerinin O’nun tarafından hatırlatılacak olmasına karşın (Malaki. 3:16 ; Esin. 20:12 ; İbranilere Mek. 6:10); İncil’de, ölüm durumu süresince herhangi bir bilince sahip olduğumuzu gösteren hiçbir şey yoktur. Buna ilişkin aşağıdaki açık ifadelerin aksini söylemek zordur:
"(İnsanınki) nefes (ruh) çıkıp gider, kendisi toprağa geri döner; ayni günde (anda) düşünceleri yok olur" (Mezmurlar 146:4).
"Ölüler hiçbir şey bilmezler…onların sevgisi, onların nefreti ve onların kıskançlığı, şimdi yok olmaktadır" (Vaiz 9: 5,6). "Ölüler diyarında hikmet yoktur (Vaiz 9:10) - düşünce yok ve bundan ötürü bilinç yoktur.
Eyüp ölüm esnasında, "sanki hiç olmamış gibi" olduğunu söyler (Eyub, 10:18). O, bizim doğmadan önce sahip olduğumuz ölümü; boşluk, bilinçsizlik ve varlığın tümüyle yok olması olarak gördü.
İnsan, hayvanlar gibi ölür (Vaiz 3:19). Eğer insan bir yerlerde bilinçli olarak ölümde yaşamayı sürdürürse, hayvanlarda da öyle olmalıdır. Yine de hem Kitab-ı Mukaddes ve hem de bilim, bu konuda sessiz kalmaktadır.
Tanrı, "bizim toprak olduğumuzu anımsar. İnsana gelince, onun günleri ot gibidir: bir kır çiçeği gibi, öyle gelişir…sonra yok olur; ve onun yeri artık onu tanımaz" (Mezmurlar 103: 14-16).
Ölüm’ün, doğru olanlar için bile, tamamıyla bilinçsizlik olduğu; Allah’ın kullarının ömürlerinin uzun olmasına izin vermesi için defalarca yinelenen yalvarışları tarafından da kanıtlanır. Çünkü onlar; ölüm bir bilinçsizlik durumu olduğu için, ölümden sonra dua etmeye ve Tanrıyı yüceltmeye muktedir olamayacaklarını bilmektedirler. Hezekiel (İşaya 38: 17-19) ve Davut (Mezmurlar 6: 4,5; 30:9 ; 39:13 ; 115:17 ) bunun iyi örnekleridir. Ölüm; hem iyiler ve hem de kötüler için bir uyku, bir istirahat olarak defalarca ifade edilir (Eyub 3:11,13,17 ; Daniel 12:13).
Açıkça söylenen yaygın kavram olan, doğru olanların çok büyük bir mutluluğa gidecekleri ve ölümlerinden sonra doğruca cennette ödüllendirilecekleri hususunun İncil’de gerçekten bulunmadığı hakkında, şu anda bizim için yeterli kanıt üretilmiştir. Ölümün ve insanın özünün gerçek öğretisi, büyük bir huzur duygusu sağlar. Bir kişinin yaşamının tüm acıları ve yaralanmalarından sonra, mezar tam bir boşluk yeridir. Allah’ın isteklerini bilmeyenler için, bu boşluk sonsuza dek sürecektir. Bu üzücü ve tatminsiz doğal yaşamın eski hesapları asla tekrar ortaya çıkmayacaktır. Doğal insan aklının boş umutları ve korkuları, gerçekleşmeyecek ya da tehdit olmayacaktır.
KELAMCILARIN GAYB OLAN KABİR HAYATI KONUSUNDAKİ POLEMİKLERİ:
Rabbimizin Dünya hayatı ile Diriliş saati arasındaki süreyi belirten Berzah konusunda bir gayb haberi bildirmemesine Ne Geçmiş vahiylerde ne de Elimizdeki Korunmuş Vahiyde Kabir Azabına dair bilgiler bildirilmemesine rağmen Kelamcılar tarih boyunca bu konuda polemikler yapmaktan geri durmamışlardır. İslam öncesi Arap mitolojisi ve cahiliyye etkisiyle rivayetler şeklinde canlandırılan Kabirlerde yaşamın olduğu görüşü (Enkarnasyon) ve bazı Son dönem yorumcularının (Süleyman Ateş ve Y. Nuri Öztürk gibi) Ölümden sonra tekrar bedenlenme (Reenkarnasyon) iddialarını ortaya koyduklarını görmekteyiz. Tarihte Ruhların öldükten yaşadıkları inancı öylesine ileriye vardırılmıştır ki Ruhların toplandığı yerleri konusunda ortaya atılan görüşler olmuştur. Ruhlar İbn-i Kayyım’a göre iyi olanları Adem (as)’in sağında kötü olanları solunda oturmaktadırlar(!)
Cahiliyye döneminde bulunan ruhların öldükten sonra kuşlara dönüştüğü inancı da rivayet formunda yaşatılmıştır. Kelamcılar Kabir azabının mahiyeti konusunda da ilginç yaklaşımlara sahiptirler. Bir görüşe göre Kabirde bütün beden değil kalbin bir parçası diriltilecektir. Sadece Kafirler Kabir azabı görecek diyenler olduğu gibi mümin günahkarlara da azab edileceğini söyleyenler de vardır. İsmail Hakkı Bursevi’nin anlattığına göre Vefat eden Kelam İmamı Ömer Nesefi’yi bir adam rüyasında görmüş, Ona kendisinin kabir sualinin nasıl geçtiğini sormuştur. Nesefi de, kabirde kendisine gelen meleklere bir şiir(!) ile cevap verdiğini söylemiştir. Adam da bu şiiri uyandığında ezberlemiştir(!).
Müslüman münker nekir kurbanlarının azab sürelerinin sınırlı, kafirlerin ise kıyamete kadar azab görecekleri de nasıl oluyorsa kelamcılar tarafından bilinebilmektedir. Bir kısım kelamcı azabın hemen defin anında olduğunu söylemekte bir kısmı ise kıyamete yakın bir zamanda olacağını söylemektedir. Karın ağrısından ölenlerin ya da Cuma gecesi veya Cuma günü ölenlerin kabir azabı görmeyecekleri bile rivayetler getirilerek söylenmiştir.
Evet. Sorumuza geri dönelim. Kabir azabı var mıdır? Varsa dayanakları nedir? Rabbimiz Yaratılış öncesi ve yaratılış anını, bu dünyayı ve kıyamet gününü ardından da Ahiret hayatını anlatırken neden Kabir hayatını anlatmaz?
Kabir Hayatı ve Azabı inanışlarının kökenlerini Üç ana başlık altında sıralayabiliriz:
Halk arasında Kabir Hayatı anlayışının mantığı:Ruh-Beden ayrılığı....
Cahiliyye etkisi
Kitleleri korkutmak için uydurulan hadis rivayetleri
Ruh-Beden Ayrılığı Düşüncesini Kur’an Onaylıyor mu?
Ruh-Beden ayrılığına inanışını Platon temellendirmiştir. Bu inanışa göre Ruh bedenden farklı bir biçimde Bedenden önce yaratılmıştır. Ve Beden öldükten sonra da yaşamaya devam eder. Ancak Kur’an her zaman Ruh ve Bedeni ayrılmaz bir bütün olarak zikreder. Kur’an’da Halk arasındaki tanımlanan Ruh kavramına da rastlamamaktayız. Ruh Kur’an’da Cebrail (as), Vahiy ve Allahin verdiği canlılığı tanımlayan bir kavramdır. (bknz. 17/82-89, 42/52, 97/4)