حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ وَسَمِعْتُهُ أَنَا مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ قَالَ ثَنَا زَيْدُ بْنُ الْحُبَابِ قَالَ حَدَّثَنِي الْوَلِيدُ بْنُ الْمُغِيرَةِ الْمَعَافِرِيُّ قَالَ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ بِشْرٍ الْخَثْعَمِيُّ عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ سَمِعَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ
قَالَ فَدَعَانِي مَسْلَمَةُ بْنُ عَبْدِ الْمَلِكِ فَسَأَلَنِي فَحَدَّثْتُهُ فَغَزَا الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ
Muhammed b. Ebî Şeybe, Zeyd b. el-Hubâb’dan, o, Velid b. Muğire el-Meâfirî’den işitmiş, Velid b. Muğîre Abdullah b. Bişr el-Has’amî’den o da babasından işittiğine göre Nebi (a.s.) şöyle buyurmuştur:
“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.”
Abdullah b. Bişr der ki: Mesleme b. Abdülmelik (ö. 120/738) beni çağırdı ve bu hadisi sordu. Ben de ona bu şekilde naklettim. Bunun üzerine o, aynı sene Kostantiniyye’yi fethetmek üzere sefere çıktı.
HADİSİ İNCELEYELİM;
Hadisin Yer Aldığı Kaynaklar
Bilindiği gibi hadis kaynaklarının temelini Kütüb-i Sitte adını verdiğimiz altı hadis kitabı oluşturmaktadır ki bunlar, Buhârî (ö. 256/870) ve Müslim’in (ö. 261/875) Sahihleri, Ebû Dâvûd (ö. 275/888), Tirmizî (ö. 279/892), Nesâî (ö. 303/915) ve İbn Mâce’nin (ö.273/886) Sünenlerinden oluşmaktadır. Daha sonraki dönemlerde ise, yine ilk devir hadis kitaplarından olan ve muteber kabul edilen eserlerden Dârimî’nin (ö. 255/869) Sünen’i, İmam Mâlik’in (ö. 179/795) Muvatta’ı ve Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) Müsned’i bu sayılan altı kitaba ilave edilerek dokuza çıkarılmış ve dokuz kitap anlamında Kütüb-i Tis’a adıyla anılır olmuştur. Hadislerin tamamı olmasa da çok büyük bir kısmının sözkonusu bu dokuz kitapta yer aldığı, bunların dışında farklı olabilecek çok az hadis bulunabileceği ifade edilmiştir ki, kanaatimizce bu iddia tutarlıdır. Şüphesiz bu eserlerden önce de telif edilmiş hadis sayfaları ya da kitapları olmuştur. Ancak onlar gerek hacimleri itibariyle gerekse sıhhat itibariyle bu sayılanların gölgesinde kalmıştır. Kaldı ki, bu sayılan eserler kendilerinden önce yazılan yüzlerce hadis dokümanından istifade edilerek telif edilmişlerdir.
Konumuz olan fetih hadisi, Sahihayn adını verdiğimiz en güvenilir iki hadis kaynağı olarak bilinen Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde yer almamaktadır. Ancak Buhârî ve Müslim’in şartlarını haiz olduğu halde onların kitaplarına almadıkları hadisleri derlemek maksadıyla el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn adlı eserini kaleme alan Hakim en- Neysabûrî (ö. 405/1014) fetih hadisini, Buhâri ve Müslim’in şartlarına uygun sahîh bir hadis olduğunu belirterek bilinen şekliyle sözkonusu kitabına kaydetmiştir. Tespitlerimize göre İstanbul’un fethiyle ilgili meşhur rivayetin geçtiği en eski yazılı kaynaklardan biri Ahmed b. Hanbel’in Müsned adlı eseridir. Buhârî ise, sözkonusu hadisi, Sahih’ine almamakla beraber et-Târihu’l-Kebîr ve et-Târihu’s-Sağîr adlı diğer iki eserinde rivayet etmiştir.
Diğer yandan metin olarak meşhur olan rivayetle sened ve metin bakımından aynı olmasa da Kütüb-i Sitte’ye dahil eserlerden İbn Mâce’nin, Ebû Dâvud’un ve Tirmizî’nin Sünen’lerinde İstanbul’un fetholunacağına dair hadislerin yer aldığı görülmektedir. Yine söz konusu Sünen’lerdeki rivayetlere benzer rivayetler onlardan daha önce yaşamış olan Ebû Bekir Muhammed b. Ebî Şeybe’nin (ö. 235/849) Musannef’ adlı eserinde bulunmaktadır. Ayrıca sahih hadisleri derlemek amacıyla yazılmış hadis kitaplarından biri olan İbn Hibbân el-Büstî’nin (ö. 354/965) es-Sahih adlı eserinde de benzer bir rivayet yer almaktadır. Süleyman b. Ahmed et-Taberânî’nin (ö. 360/971) el-Mu’cemu’l-Kebîr adlı eserinde de İstanbul’un fethedileceğine dair haberlere rastlanılmaktadır.
Yukarıda zikredilen eserlerden başka İstanbul’un fethedileceğini bildiren rivayetleri, ilk dönem kaynaklardan sayılabilecek eserler arasında Nuaym b. Hammad el-Mervezî’nin (ö. 228/843) el-Fiten adlı eserinde, Ebü’l-Hüseyn Abdü’l-Bakî b. Kânî’nin (ö. 351/962) Mu’cemu’s-Sahabe’sinde, Ebu’l-Hasan ed-Dârekutnî’nin (ö. 385/995) el-İlel adlı eserinde, Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdilberr el-Kurtubî’nin (ö. 463/1071) el-İstiâb fî Marifeti’l-ashab adlı eserinde de görmek mümkündür.
Daha sonraki dönmelere ait eserler arasında Ebû Şücâ ed-Deylemî’nin (ö. 509/1115) el-Firdevs, Sadrüddîn Ebü’l-Meâlî Muhammed b. İbrahim el-Münâvî’nin (ö. 803/1401) Feyzü’l-Kadîr adlı kitabında İstanbul’un fethini bildiren rivayetler bulunmaktadır. Daha geç dönemlerde yazılmış eserleri ise öncekilerden yapılan nakillerden ibaret olacağı için zikretmeye gerek yoktur.
b. Hadisin Ravilerinin Durumu
Hadis alimleri bir hadisin Peygamberimize ait olup olmadığını tespit etmek için bir takım esaslar koymuşlardır. Bunlardan biri de hadisin senedinin güvenilir olmasıdır. Bilindiği gibi hadisi eserine kaydeden kitap sahibi muhaddis ile Hz. Peygamber arasındaki vasıtalar zincirine o hadisin senedi denilmektedir. Şayet senedi teşkil eden raviler zincirinde zaman bakımından bir bağlantı bulunursa, yani sıra ile raviler arasında bir hoca talebe ilişkisi varsa ve raviler de kendilerinde aranan şartları haiz, itimada şayan güvenilir kimseler iseler, böyle bir senedle rivayet edilen hadis, usul bakımından “sahih” kabul edilir ve sözün Hz. Peygamber’e ait oluşu kuvvet kesbeder. Durum bunun aksini ortaya koyarsa, o tip hadislere “zayıf hadis” denir ki, bu taktirde metnin Peygamber’e ait oluşu şüpheli demektir. Dolayısıyla bu esasa göre sözkonusu fetih hadisinin ravilerini tek tek incelemek gerekmektedir.
Metnini esas aldığımız Ahmed b. Hanbel’in Müsned’indeki hadisin, bütün kaynaklardaki senedleri hemen hemen aynıdır. Hadisin senedi ise muttasıl olup herhangi bir ınkıta/kopukluk sözkonusu değildir. Yani hadis teknik tabirle “merfû” bir hadistir. Hz. Peygamber’den itibaren eserin müellifine gelinceye kadar oluşan sened zincirine baktığımızda şöyle bir tabloyla karşılaşmaktayız.
Hz. Peygamber
Bişr el-Ğanevî
Abdullah b. Bişr
El-Velîd b. el-Muğîre
Zeyd b. el-Hubâb
Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe
Ahmed b. Hanbel
Görüldüğü gibi hadis Hz. Peygamber’den Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned adlı eserine aradaki beş ravi vasıtasıyla intikal ettirilmiştir. Şimdi bu tabloda yer alan ravileri sırasıyla ele alalım:
Bişr el-Ganevi
Künyesi Ebû Abdullah’tır. Kaynaklarda ismi Bişr el-Ganevî ya da Bişr el-Has’ami şeklinde geçmektedir. Ashabın hayatından bahseden elimizdeki kaynaklarda, onun sahabî olduğunu ve Hz. Peygamberin sohbetinde bulunduğunu kaydedilmektedir. Yine onun biyografisine yer veren eserlerde, fetih hadisini ilk rivayet eden kişi olduğu zikredilmektedir. Ne yazık ki, Bişr el-Ganevî’nin vefat tarihi hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlayamadık.
Abdullah b. Bişr el-Ganevî (ö. 125/743)
Yukarıda bahsedilen Bişr el-Ganevî’nin oğludur. Künyesi Ebû Umeyr olan Abdullah Kufe’de ikamet etmiştir ve tabiûnun orta tabakasındandır. El-Has’amî ve el-Kâtib nisbesiyle tanındığı bildirilmektedir. Babası Bişr’den fetih hadisini işitmiştir.
Hocaları arasında babası Bişr’den başka Ebû Zür’a b. Amr b. Cerîr zikredilmektedir. Şu’be b. Haccac (ö. 160/776 ), el-Velid b. el-Muğîre (ö. 172/788), Süfyan es-Sevrî (ö. 161/777) ve Süfyân b. Uyeyne (ö. 198/813)’nin hocalarından biridir. Ayrıca oğlu Umeyr ve torunu Bişr b. Umeyr de kendisinden hadis rivayet etmişlerdir.
Abdullah Cerh ve tadil alimleri tarafından “şeyh”, “sika”, “sadûk” gibi sıfatlarla tanımlanmıştır. Diğer yandan Abdurrauf el-Münavî, Feyzü’l-Kadîr adlı eserinde her ne kadar Zehebînin, Abdullah b. Bişr’i zayıf kabul ettiğini söylese de, tespit edebildiğimiz kadarıyla Zehebî Kütüb-i Sitte ravilerine tahsis ettiği el-Kâşif adlı eserinde bunun tam aksine Abdulah b. Bişr’in güvenilir bir ravi olduğunu zikretmektedir.
3. el-Velid b. el-Muğîre el-Meâfirî (ö. 172/788)
İsmi el-Velid b. el-Muğîre b. Süleyman’dır. Tabinin büyüklerinden olan el-Velîd, el-Meâfirî nesebiyle anılmaktadır. Künyesi Ebü’l-Abbâs olan Velid’in Merv şehrinde ikamet ettiği ve hicri 172 tarihinde vefat ettiği haber verilmektedir.
Fetih hadisinin üçüncü tabaka ravisi olan Velid’in, hadis öğrendiği hocaları arasında Abdullah b. Bişr’den başka, Abdullah b. Hübeyre (ö. 126/743), Mişrah b. Haan (ö. 128/745), Hâris b. Yezîd (ö. 130/747), Vahib b. Abdullah (ö.137/754) sayılmaktadır.
Güvenilir/sika bir ravi olarak vasıflandırılan Velid’i, İbn Hibbân da güvenilir ravilere yer verdiği es-Sikat adlı eserinde zikretmiştir.
4. Zeyd b. el-Hubâb (ö. 230/844)
Zeyd b. el-Hubâb er-Reyyân tabiinin küçüklerindendir. Nesebi al-Aklî olan Zeyd, Ebü’l-Hüseyn künyesiyle bilinmektedir. Aslen Horasanlı olup, Küfe’de yaşamış ve hicrî 230 tarihinde vefat etmiştir.
Fetih hadisinin dördüncü tabaka ravisi olan Zeyd b. el-Hubâb hadis uğruna devrinin bütün ilim merkezlerini dolaşmış ve meşhur âlimlerden hadis tahsil etmiştir. Bu amaçla onun Endülüs’e kadar gittiği söylenmektedir. Bu özelliğinden dolayı olsa gerek “cevvâl” (çok hareketli) ve “rahhal” (çok seyahat eden) vasıflarıyla tanınmaktadır.
Doğru sözlü, hafızası kuvvetli ve güvenilir bir ravi olduğu kaydedilmektedir. Hocaları arasında İbrahim b. Osman, İbrahim b. Nafî, Ebû Seleme, Üsâme b. Zeyd, Eflah b. Said, Sabit b. Kays, Cerir b. Hâzim, Hammad b. Zeyd, Hâlid b. Dînâr, Şu’be, ed-Dahhâk, İmam Malik gibi meşhur âlimler bulunmaktadır.
Yahya b. Main, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Hâtim er-Râzî tarafından “sadûk” olarak nitelenen Zeyd’in, Sevrî’den yaptığı rivayetlerde hatalı olduğu ileri sürülmektedir.
5. Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe (ö. 235/849)
Ebû Bekir künyesiyle maruf olan İbn Ebî Şeybe Kufe’de ikamet etmiş ve hicrî 235 tarihinde vefat etmiştir. Fetih hadisinin beşinci tabaka ravisi olan Abdullah, aynı zamanda erken dönem kaynaklarından biri olan el-Musannef adlı hadis eserinin de müellifidir.
Hocaları arasında Ebû Bekir b. Ayyâş b. Salim, Ahmed b. İshak b. Zeyd, İshak b. Süleyman, el-Esved b. Âmir, Halid b. Mahled, Ravh b. Ubade, Zekeriyya b. Adiyy, Ziyad b. er-Rebî, Süfyan b. Uyeyne, Süleyman b. Harb ve Vekî b. el-Cerrâh gibi alimler bulunmaktadır. Talebesi olarak da Ahmed b. Ali b. Said zikredilmektedir.
İbn Ebî Şeybe hakkında Ahmed b. Hanbel, “sadûk”, İbn Ebî Hâtim er-Râzi “sika” derken, Ebû Zür’a er-Râzî de hıfzının çok kuvvetli olduğunu belirtmektedir. Kaldı ki, Ahmed b. Hanbel, İbn Ebî Şeybe’nin el-Musannef adlı hadis eserinden yararlanmış ve kendisinden de fetih hadisini rivayet etmiştir.
Pek çok kaynakta yer aldığını gördüğümüz ve ravilerinin durumunu tespit ettiğimiz hadisin beş ravisini incelemiş bulunuyoruz. Senedi teşkil eden bu beş raviden her biri zaman içerisinde zincirleme olarak birbiriyle görüşmüş ve biri diğerinden sözkonusu hadisi öğrenmiştir. Bu durum hadis tekniği bakımından senedin muttasıl (kesiksiz) oluşunu ortaya koymaktadır. Ayrıca her bir ravi, hadis ravilerinde aranan vasıfları taşımaktadır. Bu hadisin senedindeki ravilerin tamamı güvenilir ravilerdir. Dolayısıyla sözkonusu hadisin, senedin kesintisiz oluşu ve ravilerin güvenilir olması gibi bir hadisin senedinde aranan özellikleri taşıdığı ortaya çıkmaktadır.
İstanbul’un Fethiyle İlgili Hadislerin, İstanbul’u Fethetme Girişimlerine Etkisi
Hz. Peygamber’in İstanbul’u fethiyle ilgili müjdesi sebebiyle müslümanlar İstanbul fethedilinceye kadar pek çok defa İstanbul’u fethetme girişiminde bulunmuş Fatih Sultan Mehmed’in fethine kadar tam on bir kez İstanbul önlerine gelmişlerdir. Bunlardan ilki, 655 tarihinde Hazreti Osman (r.a.) zamanında gerçekleştirilmiştir. Bu seferde Suriye valisi Muaviye (r.a.), Abdullah b. Sarh komutasında Bizans’a bir donanma göndermiştir...
İkincisi ise, 668 tarihinde Muaviye, Emevî Halifesi iken, oğlu Yezid kumandasında bir orduyu İstanbul’a göndermiştir. Bu orduda Hz. Peygamber’in akrabası Medineli Ensar müslümanlarından Halid b. Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensâri (r.a.) de bulunmaktaydı. Ebû Eyyûb, Bizans surlarına yakın bir yerde şehid olmuş ve aynı yere defnedilmiştir. Sözkonusu bu seferler tarihçileri ilgilendirdiği için konumuz açısından bu kadarla iktifa ediyoruz.
Ancak şu husus gayet açıktır ki, İstanbul’un fethiyle ilgili Hz. Peygamber tarafından verilmiş olan bu müjde, müslümanların gönlünde vazgeçilmez bir fetih sevdası oluşturmuştur. Müslümanlar Hz. Peygamber’in gösterdiği o günün iki süper gücünden birinin merkezini İslam’a açmayı hedeflerin ve şereflerin en büyüğü bilmişlerdir. Sonuçta belli bir disiplini, geleneği ve teknolojisi bulunan genç Fatihin komutasındaki Osmanlı ordusu bu görevi yerine getirmiş ve böylece hadiste gösterilen hedefe ulaşmış ve Hz. Peygamber’in övgüsüne layık olduklarını bütün insanlığa göstermişlerdir.