Konumuz; İslâmdan Kopan Kavramlar.
Bu defa sizlere, İslâmdan kopan kavramların bir tanesinden olan, Allaha yönelmekten; bir başka ifadeyle, Allaha ulaşmayı dilemekten (ruhunu hayatta iken Allaha ulaştırmayı dilemekten) bahsetmek istiyoruz.
Hepinizin bildiği gibi, dînler yoktur. Bir tek dîn vardır. Hz. Âdemden Peygamber Efendimiz (S.A.V)e kadar gelen tek bir dîn vardır. Hristiyanlık diye, Yahudilik diye ve İslâm diye ayrı ayrı dînler olmamıştır.
İslâm, Hz. İbrâhîmin hanif dîninin adıdır. Hanif ise, İslâm anlamına gelmektedir, Allaha teslim olmak anlamına gelmektedir. Hz. İsanın zamanında yaşanan dîn de Hz. Musanın zamanında yaşanan dîn de yine Hz. İbrâhîmin hanif dînidir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ tedûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
Dînde, onunla Hz. Nuha vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın. diye Hz. İbrâhîme, Hz. Musaya ve Hz. İsaya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allaha ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve Ona yöneleni, Kendisine hidayet eder (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ diyor ki: Sana verdiğimiz şeriatla Hz. İsaya verdiğimiz şeriat, Hz. Musaya verdiğimiz şeriat, Hz. İbrâhîme verdiğimiz şeriat, Hz. Nuha verdiğimiz şeriat birbirinden farklı şeriatlar değildir. Hepsi aynı şeriattır.
Şeriattan neyi kastettiğini de Allahû Tealâ açıklığa kavuşturuyor:
1. özellik, dîni ayakta tutmak,
2. özellik, dînde fırkalara ayrılmamak. Yani Tek bir fırka oluşturacaksınız. diyor Allahû Tealâ. İşte konumuz da bu tek fırkanın oluşturulması.
Hz. İbrâhîm, Hz. Musadan da Hz. İsadan da Peygamber Efendimiz (S.A.V)den de daha önce yaşamış olan bir peygamberdir. Allahû Tealâ Hz. Nuha verdiği şeriatı önce Hz.İbrâhîme vermiştir. Hz. İbrâhîme verdiği şeriatı da daha sonra bu üç peygambere vermiştir. Hepsi aynı şeriatı yaşamışlardır. Allahû Tealâ bu beş peygambere, ulûlazm peygamberler diyor.
Bu peygamberlerin yaşadığı dizayna biraz daha yakından bakarsak, Hz. İbrâhîmin hanif dînini görürüz. Allaha teslim dînini görürüz. Bu dînin esasları şunlardır:
1- Vahdet. Tek Allaha inanmak, Allahın tekliği (Vahdet-i Vücut da tek vücut demektir).
2- Tevhid. Tek olan Allaha ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka.
3- Teslim. Ruhu, vechi (fizik vücudu), nefsi ve iradeyi Allaha teslim etmek.
İşte kâinatın dîni bunlardan ibarettir. Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allaha teslim etmek dînin temelidir. Bütün bu teslimlerin başlayabilmesi ise bir taleple %100 ilişkilidir. Dînin olmazsa olmaz şartı; mevcut olmazsa insanları mutlak cehenneme götürecek olan şartı: Allaha yönelmek, Allaha münîb olmak veya âmenû olmak, Allaha ulaşmayı dileyen bir inanan kişi olmaktır. Allaha ulaşmayı dileyen bir mümin olmaktır.
Âmenû kelimesi, hem Allaha ulaşmayı dilemeyen inananlar için kullanılmaktadır hem de Allaha ulaşmayı dileyenler için kullanılmaktadır. Bunu âyet-i kerimelere baktığımız zaman hemen görmek mümkündür. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
8/ENFAL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yecal lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allaha karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Anlıyoruz ki buradaki takva sahibi olmak Allaha inanmanın ötesinde bir olaydır. Çünkü Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede, âmenû olanlara, inanan birisine seslenmektedir. Eğer o kişi takva sahibi değilse, gideceği yer cehennemdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîd(baîdin).
Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
Takva sahibi olmayan kişilerin cennete girmesi mümkün değildir. Acaba kimler takva sahibi olamazlar? Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesinde, Allahû Tealâ kesin olarak bunun cevabını veriyor:
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
Ona (Allaha) yönelin (Allaha ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Kişi Allaha yönelmedikçe takva sahibi olamaz. Bu 1. takvadır. Takva sahibi olabilmek için Allaha yönelmek (Allaha ulaşmayı dilemek) gerekir. Allahû Tealâ böyle olduğunu söylüyor. Zaten, sadece takva sahiplerinin gideceği yer cennettir. Allahû Tealâ âyet-i kerimenin devamında: Böyle yap ki, namaz kıl ve müşriklerden olma. diyor. Yani, kişi takva sahibi olmazsa, o müşriklerdendir. Müşriklerin gideceği yer muhakkak ki cehennemdir. Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesinde şöyle devam ediyor:
30/RUM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Bu defa sizlere, İslâmdan kopan kavramların bir tanesinden olan, Allaha yönelmekten; bir başka ifadeyle, Allaha ulaşmayı dilemekten (ruhunu hayatta iken Allaha ulaştırmayı dilemekten) bahsetmek istiyoruz.
Hepinizin bildiği gibi, dînler yoktur. Bir tek dîn vardır. Hz. Âdemden Peygamber Efendimiz (S.A.V)e kadar gelen tek bir dîn vardır. Hristiyanlık diye, Yahudilik diye ve İslâm diye ayrı ayrı dînler olmamıştır.
İslâm, Hz. İbrâhîmin hanif dîninin adıdır. Hanif ise, İslâm anlamına gelmektedir, Allaha teslim olmak anlamına gelmektedir. Hz. İsanın zamanında yaşanan dîn de Hz. Musanın zamanında yaşanan dîn de yine Hz. İbrâhîmin hanif dînidir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ tedûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
Dînde, onunla Hz. Nuha vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın. diye Hz. İbrâhîme, Hz. Musaya ve Hz. İsaya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allaha ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve Ona yöneleni, Kendisine hidayet eder (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ diyor ki: Sana verdiğimiz şeriatla Hz. İsaya verdiğimiz şeriat, Hz. Musaya verdiğimiz şeriat, Hz. İbrâhîme verdiğimiz şeriat, Hz. Nuha verdiğimiz şeriat birbirinden farklı şeriatlar değildir. Hepsi aynı şeriattır.
Şeriattan neyi kastettiğini de Allahû Tealâ açıklığa kavuşturuyor:
1. özellik, dîni ayakta tutmak,
2. özellik, dînde fırkalara ayrılmamak. Yani Tek bir fırka oluşturacaksınız. diyor Allahû Tealâ. İşte konumuz da bu tek fırkanın oluşturulması.
Hz. İbrâhîm, Hz. Musadan da Hz. İsadan da Peygamber Efendimiz (S.A.V)den de daha önce yaşamış olan bir peygamberdir. Allahû Tealâ Hz. Nuha verdiği şeriatı önce Hz.İbrâhîme vermiştir. Hz. İbrâhîme verdiği şeriatı da daha sonra bu üç peygambere vermiştir. Hepsi aynı şeriatı yaşamışlardır. Allahû Tealâ bu beş peygambere, ulûlazm peygamberler diyor.
Bu peygamberlerin yaşadığı dizayna biraz daha yakından bakarsak, Hz. İbrâhîmin hanif dînini görürüz. Allaha teslim dînini görürüz. Bu dînin esasları şunlardır:
1- Vahdet. Tek Allaha inanmak, Allahın tekliği (Vahdet-i Vücut da tek vücut demektir).
2- Tevhid. Tek olan Allaha ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka.
3- Teslim. Ruhu, vechi (fizik vücudu), nefsi ve iradeyi Allaha teslim etmek.
İşte kâinatın dîni bunlardan ibarettir. Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allaha teslim etmek dînin temelidir. Bütün bu teslimlerin başlayabilmesi ise bir taleple %100 ilişkilidir. Dînin olmazsa olmaz şartı; mevcut olmazsa insanları mutlak cehenneme götürecek olan şartı: Allaha yönelmek, Allaha münîb olmak veya âmenû olmak, Allaha ulaşmayı dileyen bir inanan kişi olmaktır. Allaha ulaşmayı dileyen bir mümin olmaktır.
Âmenû kelimesi, hem Allaha ulaşmayı dilemeyen inananlar için kullanılmaktadır hem de Allaha ulaşmayı dileyenler için kullanılmaktadır. Bunu âyet-i kerimelere baktığımız zaman hemen görmek mümkündür. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
8/ENFAL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yecal lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allaha karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Anlıyoruz ki buradaki takva sahibi olmak Allaha inanmanın ötesinde bir olaydır. Çünkü Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede, âmenû olanlara, inanan birisine seslenmektedir. Eğer o kişi takva sahibi değilse, gideceği yer cehennemdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîd(baîdin).
Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
Takva sahibi olmayan kişilerin cennete girmesi mümkün değildir. Acaba kimler takva sahibi olamazlar? Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesinde, Allahû Tealâ kesin olarak bunun cevabını veriyor:
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
Ona (Allaha) yönelin (Allaha ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Kişi Allaha yönelmedikçe takva sahibi olamaz. Bu 1. takvadır. Takva sahibi olabilmek için Allaha yönelmek (Allaha ulaşmayı dilemek) gerekir. Allahû Tealâ böyle olduğunu söylüyor. Zaten, sadece takva sahiplerinin gideceği yer cennettir. Allahû Tealâ âyet-i kerimenin devamında: Böyle yap ki, namaz kıl ve müşriklerden olma. diyor. Yani, kişi takva sahibi olmazsa, o müşriklerdendir. Müşriklerin gideceği yer muhakkak ki cehennemdir. Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesinde şöyle devam ediyor:
30/RUM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.