Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İnsan Psikolojisinde Tapınmanın Yeri

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Zariyat suresi ayet 56
"Ben cinleri de, insanı da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım," buyuruluyor.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
İnançların insan hayatı üzerindeki belirleyici etkisi, başka hiçbir şeyle kıyas kabul etmeyecek derecede önemlidir. Kendi elinde olmayan bir şekilde ve yine kendi iradesi dışında belir­lenen bir zaman ve mekanda hayata gözlerini açan insanoğlu hep bir inançla yaşamıştır. En inkarcı bir halde bulunduğu za­manda bile inkarını iman haline getirmiş ve varlığını varlıkla­rına bağladığı birilerini ya da bir şeyleri elinde, dilinde, zih­ninde; yanında, yöresinde, meydanında, mabedinde, çarşısın­da, pazarında; sözünde, kitabesinde; taşında; dileğinde, duasında; yaşında, başında, yönetiminde hep yaşatır olmuştur. Zaman, zaman birlediği, bazen de ihtiyacına göre çeşitlendirdi­ği ve çoğalttığı tanrıları ile birlikte olmaktan haz duymuş ve ha­yatı kendince böyle anlamlandırmıştır.
Tanrı ya da tanrılara o kadar ihtiyaç duymuştur ki, Batılı bir düşünürün; "Eğer tanrı yoksa onu biz yaratmalıyız" sözü bunun ne derece kaçınılmaz bir ihtiyaç olduğunun ifadesi ol­ması bakımından oldukça anlamlıdır. Öyle ki, insanoğlu için bir Tanrıya inanmak ve bağlanmak hayatın gayesidir’ demek hiç de yadırganacak bir hüküm olmaz.
Esasen, İslam bunu açık ve kesin bir biçimde ortaya koymuş­tur.
Ayette:
"Ben cinleri de, insanı da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım," buyuruluyor. (Zariyat: 51/56.)
"İbadet kavramı ise, Allah'ın arzu ettiği, gizli ve açık söz ve davranışların bütününü içine alır.
Bu geniş anlamı ile ibadetin yerine getirilmesi, insanın kendi hayatını, çeşitli davranış ve sözlerini, tasarruflarını, diğer insanlarla olan ilişkilerini İslam'ın gösterdiği şekilde ayarlamasını gerekli kılar.
Bu ise insan psikolojisini temelden etkileyen, yeniden Kur’an ve hayatı baştan sona yönlendiren esaslı bir olgudur. Burada konunun nirengi noktasını teşkil edecek temel soru şu­dur: "İnsanın duygu, düşünce ve davranışları üzerinde bu de­rece önemli rol oynayan, hayatı belli bir düzene sokan inanç­ların esası nedir?" Yine bundan hareketle; "İman ve ilah edin­mek kavramları ile insan ihtiyaçları arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır?
İnsanın varlığını sürdürmesi bakımından; 'Hüküm ve hik­met sahibi', her şeyi bilen bir ilah olan Allah'a iman, esasen neyin kabul ve tasdik edilmesidir? Bu inançtan sapmanın anlamı, insan psikolojisi açısından neleri ifade eder? Bunun anlaşılması için öncelikle 'iman' kavramı yerli yerince ve yeterince doğru olarak kavranmak.
İslam alimi Ömer Nesefı, imanı 'mutlak tasdik' olarak tarif ediyor, "Habercinin haberine veya hüküm verenin hük­müne, yani herhangi bir şeye hiç tereddüt etmeden inanmak, onun doğru olduğunu kabul etmektir" diyor.
İslam'da istenen İman; Allah Resulü'nün getirdiği haberi tereddütsüz kabul ve tasdik etme anlamında olup, kabul ve tasdik edilmesi istenen haberin esası ise ilah'ın "tek" oluşu üzerine kuruludur.
Doğruluğu peşinen kabul edilmiş inançların test edilme­sinin kolay olmayacağı açıktır.
İnsanın hayata gelişinin, hayatla ve yaratılışla ilgili temel sorularının izahı ve tüm davranışlarının şekillenmesi bu noktadaki kabuller, yani inançlar üzerinde gelişir. Dolayısı ile insan davranışlarını anlamak bakımından bu inançların teşekkülü irdelenmeli ve bu noktadaki sağlam kaynaklara dayalı ilahiyat bilgileri ve konu ile ilgili sosyal bilimlerin ışığında çarpık­lıklar ortaya konmalıdır. Bu hususta bize öncelikle yardımcı olacak bilim dalları şüphesiz ki Psikoloji, Psikiyatri ve Sosyo­lojidir. Biz burada daha çok Psikiyatri ve Psikolojiden istifade yoluna gideceğiz.

Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
[FONT=Times New Roman, serif]İlah Edinme İhtiyacı[/FONT]


'İlah edinme', kaçınılması mümkün olmayan bir psikolo­jik ihtiyaç olarak görülüyor.
"İnsanların ilk tarihi günlerden itibaren inandıkları çeşitli putlar bir köklü ihtiyacın ifadesidir. İnsanlar karşılaştıkları bü­yük tehlikeler ve yoksunluklar karşısında; ihtiyaçlarının doyu­rulması, tehlikelerin azaltılması veya yok edilmesi için; ken­disini yaşatacak, ona zor anlarında yardım edecek, onu mutlu kılacak bir güce ihtiyaç duymuş ve inanmıştır. İnsanın 'put'da toplanan, kutsal ve insanüstü güçten beklediği, bir üstün ger­çeklik ve enerjidir. Zamanda ve zamanı yaşayan insan, asırlar boyunca dağınık hayatını toplamak ve bir şeye dayanmak zo­runda kalmıştır. İşte, bu toplama gücünün kurtarıcı enerjisi (şirk içindeki toplumlar tarafından) putlarda bulunmuştur." Bu zan sonucu oluşan etkileşimle kutsallaştırma sürecine giril­miştir.
Bir şeyleri kutsallaştırma, ilahlaştırma ve onlara tapma eğilimi, hemen her devirde var olagelmiştir.
Konu ihtiyaç açısından ele alındığında putlaştırılan nesne ve objeler üç grupta toplanabilmektedir:


1. Günlük zevk, heyecan ve ihtiyaçları doyuran, komp­leksli ruhlara hitabeden geçici putlar (putlaştırmalar):
Birçok sanatçılar, sporcular, şu veya bu devrin halkta coşku uyandıran hatipleri, büyüleyici mistikler, büyük şarla­tanlar bu grupta toplanabilir. Bunun ekstrem örneklerini pek çok milletin hayatında görmek mümkün.
Hayatı ve birkaç yıl Rus devletinin yönetiminde oynadığı menfî rolü ile Rasputin gibilerden, gençlik yıllarında 'Sarışın Bomba' ismini alan artistin, filmlerinin gösterildiği sinema kapılarının önünde halkın kuyruklar halinde toplanmasına bir yerde göründüğü zaman; binlerce insanın üstüne üşüştüğünü, fotoğrafçıların birbirleriyle yarışırcasına resimlerini çektiği sa­natçılar, gençlerin büyük bir coşkuyla resimlerini yanlarında taşıdıkları, önlerinde kendilerini jiletleyerek kendilerinden geçtikleri örnekler bugün bile sayılamayacak kadar çoktur.


2. İnsanın estetik zevkine, sanat merakına, bilim ve moral ihtiyacına cevap veren ve insanlığı bugünkü medeni basama­ğına çıkardığı düşünülen putlar galerisinde objektif eserleri ile ve her zaman ünleriyle anılan bilim, düşünce ve edebiyat yıl­dızları veya putları. Rafael'den Van Gogh'a, Hipokrat'tan Freud'e, Aristo'dan Newton'a, Einstein'e, Dante'ye, Goethe'ye.. kadar olmak üzere birçok uluslara mensup (erişilmez görülen) kişiler.


3. Şu veya bu memleketi büyük bir felaketten kurtarmak, esirlikten özgürlüğe ulaştırmak, bir savaşta zaferler kazanmak, bir ideolojiyi kitleler için gerçekleştirmek., gibi milyonlarca insan tarafından takdir edilmiş ve benimsenmiş tarihi kişiler galerisinde, herkesin görüşüne göre birçok simalar yer alır. Ancak farklı uluslara mensup insanların ortak takdirine ula­şanlar, objektif başarıları ile olduğu kadar, kitlelerin psikoloji­sine de ustalıkla girebilen ve halkı eserleri ile büyüleyici telkinlerine katabilen ve zamanında tanrılaştırılmış olan faniler.. Şüphesiz ki bunların başında Buda'dan İsa'ya ve bazı bü­yük azizlere, imamlara kadar din adamları da var. Bunların dı­şında Sezar, Cromvel, Napolyon, Washington, Marks, Lenin, Gandi ve Atatürk gibi güçlü kumandanlar, devrimciler ve devlet adamları tipindeki seçkin kişiler de yer alır. Bunlara daha birçok isimler de eklenebilir.
Herhalde 20. asır toplumlarında üstünkörü bir bakışla tapmanın ilkel şekillerinin (devam etmekte) gelişmekte olduğu görülür. İkinci Dünya Savaşı'nın meydana getirdiği şiddetli sarsıntılar, Atom bombasının büyük ölçüde maddi ve manevi yıkıntıları, 'Kumsalda Bir Gün' filminde olduğu gibi nükleer silahların gelecekteki trajik ve kollektif ölümlerin tasarlama­ları yanında, bugün bile dünyanın belirli yerlerinde bir üçüncü dünya savaşı körüklemek tehlikesini gösteren kanlı savaşlar ve çatışmalar, iki üç düşman cephesine ayrılan gençlik grup­ları yeni bir insan şuuru ve ruhu oluşturmakta ve bunlar büyük bir hızla gelişmektedir. Kaldırımlardan, LSD'li ve esrarlı seks alemlerine kadar, düşürülen moral inanışlar yeniden birçok ihtiyaçlar ve tepkiler yaratmakta, birçok bireysel ve kollektif manevi sapıklıklar görülmekte ve bu ideolojilere ve mentalitelere uygun olmak üzere yeni yeryüzü putları doğmaktadır."
Birbirinden farklı veya benzer şartlar altında "İnsan, ken­di gücünün çok üstünde olup da ümitlerini gerçekleştirmede bel bağladığı yahut şu veya bu şekilde yararlandığı değişik tabiat güçlerini; lider, kahraman, sporcu, şarkıcı, artist, seks yönünden çekici pek çok kuvvet ve objeyi kutsallaştırır, hatta tanrılaştırır.. Bu, insanın kendini adamaya karar verdiği, mut­lak gönül bağlılığı içinde olduğu gücü "tanrısal kudret'i temsil eder.. İnsanın günlük denemelerini ilgilendiren her şey kutsallaştırılmıştır. Kozmik fenomenler ve tabii güçler (Güneş, ay, yıldızlar, pınarlar, ırmaklar, dağlar), hayati ve psikobiyolojik güçler, hayvanlar, ağaçlar, cinsel enerji, (özellikle erkek cinsel organı ve döllenmenin bütün güçleri).. Irk, vatan, sınıf, parti, savaşlar, altın, para., boş inançların birçok şekilleri... Umdurucu ve korumak gücünde görülen her şey, insanın merakını ve mistik yönünü kamçılar" ve bir şekilde putlaştırılır.
Rahatlıkla denilebilir ki; "İnsanın zihninde, onu ilah edin­meye iten etkenin asıl kaynağı muhtaç ve varlıksız oluşudur. İnsanın, kendisinin ihtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntı­lara karşı yardım eden, gerektiği her an onu koruyan, ıstırap ve korku halinde korkusundan onu emniyete çıkaran bir var­lığa ihtiyacı vardır.
Yine kişinin ihtiyaçlarını gideren, dualarına icabet eden, isteklere cevap veren bir varlığın, mevki bakımından da şüp­hesiz kendinden daha yüce ve derece bakımından da daha üstün olması gerekir.
Nihayet kaçınılması imkansız tabii hallerden biri de, insanın aşkla ve şevkle yöneleceği kudretin (ilahın), insanın, anında ihtiyacını gidermeye, sıkıntıya düştüğü zaman sıkıntı­sından kurtarmaya, ıstıraplı anlarında sükunet bahşetmeye gü­cü yetmelidir. (Ya da öyle inanılmalıdır.)
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki,
"ilah" kelimesinin mabud hakkında kullanılmasına sebep olan faktörler: İhtiyaçları gi­dermesi, amelin karşılığını verme, sükunet bahşetme, yüceliği ve hükmü altına alıp koruma, musibet anında onu korumaya gücünün yeter olması.." gibi düşünce ve kanaatlerdir. Kişi­nin bütün bu sayılanları kendisine verebilecek bir büyük Kud­reti kabul etmesi, bu özelliklerin onda var olduğuna ve bu­nunla birlikte kendisine yardım edecek olduğuna inanması.. İşte ilah edinme ihtiyacının esası!


Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
İlah İle Sözleşme

İslam'a göre tek ilah olarak kabul edilen Allah, 'her şeye gücü yeten'dir.
O; kuvvetli, kudretli, izzetli ve Kahhar olan bir ilahtır. Müslüman O'na yöneldiğinde, şu varlıklar aleminde Hakk'ın kendisi olan biricik kuvvete yönelmiş olur. Her türlü sahte kuvvetlerden kurtulup sükunete ulaşır, gönül huzuruna kavuşur ve rahat eder. Artık mü'min hiç kimseden, hiç bir şeyden korkmaz.. O, şunun bunun vergi ve mahrumiyetine de tamah etmez." Çünkü o, ruhlar aleminde Rabb'ine söz vermiş, Rab ve ilah olarak O'nu kabul etmiş; O'nunla ahitleşmiştir.
Müslüman, "Allah'ın ahdini te'kid ettikten sonra bozan*lar.." dan olmak istemez.
Müslüman'ın hayatı bu ahitleşme üzerine şekillenir. Bu*nun için o, Allah'tan başkasını ilah ve Rab olarak kabul ede*mez. Esasen ezelde yapılan bu ahitleşmenin Allah'la tüm insanlar arasında olduğuna inanılır.
"Allah’u Teala ile beşer arasındaki ahdin bir çok çeşitleri var. Bunlardan biri insanoğlunun Halik'ını (yaratıcısını) bil*mesi ve O'na yönelip ibadet etmesi için yaratılışında sahip olduğu fıtri ahittir. Allah'ın mevcudiyetine inanmak ihtiyacı, insan fıtratında daimidir. Şu kadar var ki bu fıtrat, bazen şaşırıp yolunu sapıtır ve Allah'a ortak aramaya koyulur."
Bir olan ilah ile yapılan bu sözleşmeye riayet ise 'takva' ile ifade edilir.
"Muttakiler için... Bu kitaptan (Kur'an'dan) kalbe fayda*lanma ehliyeti veren, takvadır. Kalbin kilitlerini açan takva, o nurun kalbe girerek vazifelerini yapmasını sağlar.
Faydası olan her şeyi tutup kaldırabilmeğe, karşılayıp hüsnü kabul göstermeye ve hayra çağrıldığında icabet etmeye kalbi hazırlayan takvadır.
Kur'an'da hidayeti bulmak isteyen kimsenin, ona selim kalple ve hulüs-u niyyetle teveccüh etmesi zaruridir. Daha sonra buna (Kur'an'a) korkan, korunan, delalete düşmekten yahut herhangi bir sapıklık tarafından avlanmaktan çekinen bir kalple yanaşması lazım gelir. İşte o vakit Kur'an esrar ve envarını açar."
Böylece kul ile ilah arasında uyum yolu da açılmış olur.


Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
[FONT=Times New Roman, serif]İlah Kavramı İle "Allah" Kelimesinin İlintisi[/FONT]


İlah kelimesinin İslam literatüründe özel bir yeri var.
Allah kelimesinin etimolojisi hakkında ileri sürülen ve sayısının otuza yaklaştığı kaydedilen, birbirinden farklı bütün görüş ve iddialar değerlendirildiği takdirde, bu kelimenin Arapça asıllı ve zengin manalı "ilah" lafzından türediği görüşü ağırlık kazanmaktadır.
Bir görüşe göre bu kelime, "gizlenmek, perdelenmek ve duyu idrakinin ötesinde olmak" anlamındaki "lah" kelime­sinden türemiştir. "Duyuların idrakinin fevkinde olan" mana­sında "lah" kelimesinden lam harfleri birleştirilerek "Allah" lafzı elde edilmiştir.
Daha çok üzerinde durulan bir görüşe göre de; Allah lafzı, "kulluk etmek" veya "hayret ve şaşkınlık içinde kalmak, gönülden bağlanıp sığınmak" anlamında bir mastar olan "ilah" kelimesinden türemiş ve bazı dil işlemlerinden geçmiş. "Tapı­nılan, yüceliğinin karşısında hayrete düşülen, gönülden bağla­nılan ve sığınılan" anlamına gelen bu kelimenin başına önce bir harf-i ta'rif getirilerek "el-ilah" şekline dönüşmesi sağlan­mış, daha sonra dilde kullanım kolaylığı sağlamak amacıyla, "lam" harfleri birleştirilmiş ve kelime azamet ifade eden tok bir sesle "Allah" şeklinde okunmuştur". Bu bilgiler, Al­lah'ın 99 ismi üzerinde çalışma yapan Prof. Metin Yurdagür'ün 'Esma ül Hüsna' isimli kitabından

Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
[FONT=Times New Roman, serif]Şirkin Psikolojik Mahiyeti Ve Önemi[/FONT]


Hangi psikolojik mekanizmalar sonucu İnsanlar, 'Bir' olan Allah'ı bırakır da, birden çok ilah edinme ihtiyacı duyarlar ve de Allah'a has olan ilahlık kudretini başka şeylere yakıştırırlar? Bu soruya sağlıklı bir cevap bulabilmek için şir­kin psikolojik mahiyetini iyi irdelemek gerekir.
"La ilahe illallah" demeden; yani "tanrı olduğu zanne­dilenler yada tutum, davranış, söz, yönetim ve yöntemleri ile kendilerini ilahlık mevkiinde görenler ilah değildir" demeden ve öylece inanmadan kimsenin imanı sahih olmayacağına göre konu hadsiz derecede önemli. Kul ile tanrısı arasında ruhi bir bağ olan İman, bu ilah kavramı üzerine kurulu.
Allah Resülünün; "Sizin için endişem, tekrar küfre döne­ceğiniz ihtimalinden değil, size karanlıkta karıncanın ayak sesleri gibi gizli ve sinsi gelecek olan şirktendir" anlamındaki sözleri, şirki, mahiyeti ile tanımanın ne denli önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İşte ancak o zaman, karıncanın ayak sesleri kadar sinsi gelen düşmana karşı korunmak müm­kün olabilir.
Şirk olayını hayatın her alanında görmek mümkün: Günlük işleri düzgün gitsin diye yanında taşıdığı uğur simgesi (soteria) bir boncuk, bir tutam saç, içinde ne yazdığı pek de önemli olmayan ve merak da edilmeyen bir muskadan uğurlu kelime ve sayılara; hayatı üzerlerinde yetki sahibi olarak kabul ettiği dini ve idari otoriteleri olağan üstü görerek putlaştırma­ya kadar her alanda!
"İnsanlar kendilerine egemenlik eden, onları büyüleyen liderleri veya şefleri ölür ölmez kısa bir süre içinde yenilerine dönerler. Bu süreli olarak iktidarı doldurmak ve boş bırak­mamak, esasen daima ona bağlı olduğumuz ve kendisini say­dığımız kutsal bir varlığı tutmanın ihtiyacıdır. Kişiler gider; lakin insan gönüllerinde kutsal olan ve putlaştıran güçler ve değerler kalır.
Bu putlaştırılan güçler zamana, tarihî dönem ve gereğe göre bir kurt-tanrı, bir çakal-tanrı, bir öküz-tanrı, savaşan ba­kire, her şeyi yutan bir ejder, bir doğurucu karınlı ana, yıldı­rımlar saçan Zevfe, Sezar gibi bir imparator, Hitler gibi bir lider, bir Prima Donna yani çok yönlü bir tiyatro veya sinema artisti, çılgınca dans eden ve striptiz yapan bir dansöz, bir seks vampiri, sesiyle gençleri çıldırtan ve yerlerde tepindiren Elvis Presley gibi bir şarkıcı, bir karlı tepeden öbür karlı tepeye uçan bir kayakçı veya Arjantin'de yapılmış olan futbol şampi­yonasında takımını golleri ile şampiyon yapan bir Kempes gibi sporcu da olabilir.
Kutsallaştırılan (obje ve) hayallerin çeşidinin çok oluşu, değişik insan gruplarından ve kültürlerinden kaynak aldıkla­rını gösterir. (En ilkel kabilelerden, en yeni örgütlü topluluk­lara kadar).Bunlardan bazılarının süreklilikleri ya da evrensel tarihin değişkenlikleri arasında yeniden canlanmaları, daima ve her yerde, insanların durmadan yeni putlar ve yeryüzü tanrıları yarattıklarını gösterir.
Lakin bütün bunlar putlara tapmaya olan insancıl ihtiyacı derinliğine anlamamız için yeterli aydınlatmalar sayılmaz. Putlara tapmanın ve her alanda suni putlar yaratmanın dünya üstünde evrensel olması, bu durumun tarih boyunca sürmesi ve özellikle müspet bilimlerin her çeşit teknik başarıları ile egemen oldukları toplumlarda bile itibar görmesinin mantık­sızlığı (ve anlaşılmazlığı) bunun insan ruhunda çok derin kökleri olduğunu gösterir. Bundan ötürü bunun aydınlanma­sını en iyi şekilde bize psikanalitik metotlar sağlar.
Bütün insancıl eğilimler, zorlayıcı hevesler, zevke dönük dürtüler, saplantılar, alışkanlıklar ve daha genel bir terimle bi­linç dışı komplekslerin aydınlanması için kullandığımız yolu, "Putlara tapma ihtiyacı"nı da anlamak için kullanmak gerektir. Herhalde bunun için de, insan yaratığının çocukluğundan iti­baren erginliğe doğru giden gelişme yoluna girmelidir. Yeni doğan her insan yavrusu, temel psikolojik ihtiyaçlarını doyur­mak için tamamıyla çevresine ve özellikle 5 yaşına kadar an­nesine veya onun yerine geçenlere bağımlıdır. Bu, annede, he­nüz duygusal yetersizliği ve kendi vücudunun hayalinin bü­tünlüğünü kavrayamaması dolayısıyla, çocuk ancak hayal meyal olarak bazı yerler görür: Bir meme veya emzik tutan bir el ve bunlara katılmış olarak bir koku, dokunma duyguları, az çok hoş olan durum değişmeleri gibi... Bu dağınık duygular, sinirsel olgunlaşma yokluğu dolayısıyla, bir bütünlük halinde reaksiyonlarda bulunur. Anne, bebek bağırmalarına karşı bir şey vermesi ya da ihtiyaç olduğu anda kaybolmasına göre; ve henüz mevcut olmayan bir zaman karışmasıyla da bu birbiri­nin tersi olan hayaller aynı anda karışık bir şekilde bulunur.

Devam edecek
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bunlar erginlik çağına kadar bilinç dışı derinliklerde yer alır ve ancak psikanalitik bir inceleme ile meydana çıkarıla*bilir. Bunlar bazı lojik (bilim) dışı inançlarda ve kollektif topluluklarda önemli bir rol oynar. Bu bağımlılık, az çok ge*nel bir güvensizlik de yaratır..
Şüphesiz ki her şey bunlarla bitmez. Lakin daha sonraki denemeler ve gerçekliklerle karşılaşmalar şu veya bu şekilde hazırlanmış olan bir zeminde vaki olmaktadır."
Geliştiği zeminin özelliklerine göre, kişilikler başkalarına sığınmaya, kolayca inanmaya, bağlanmaya ve itaate; gereksiz korkulara, sapmış sevgilere, umut ve beklentilere eğilim oluş*turur. Bütün bu çalışma süresince göreceğimiz psikolojik özel*likler, defektler (eksiklikler) ve bunların analizleriyle ilah edinmenin hazırlayıcı, kolaylaştırıcı zeminini irdelemeye, anla*maya çalışacağız.
İnsanlar çoğunlukla kendi durumlarının farkında değiller*dir. Kendilerini şirk içine sokan sebepleri ve hatta şirk içinde olduklarını bile bilmekte ve anlamakta zorluk çekerler.
Bunun için İslam alimlerinin insanları sürekli olarak uyardıklarını görürüz.
Abdulkadir el-Geylani; "Allah'tan başka her kime itaat ediyorsan, o senin ilahın olur. Kimden korkuyor ve kurtuluşu kimden bekliyorsan onu ilah seçmişsin demektir. Zarar ve menfaati kimden biliyor ve Allah'ın o işi onun eliyle yaptığını görmüyorsan o senin için ilahtır. Ey kalbi ölü olanlar! Ey güç ve kuvvetlerinin putlarına tapanlar; geçim kaynaklarını, mal*larını ve memleketlerinin sultanlarını putlaştıranlar! Kim zarar ve menfaati Allah'tan değil de başkasından görüyorsa o, Al*lah'ın kulu değil, onun kuludur.." diyor ve devam ediyor;
"Yalnız dille şahadet getirmek sana fayda vermez.
Çünkü kalbinde birçok ilah vardır. İdarecilerden olan korkun kalbine ilahtır. Çalışmasına, kuvvetine ve yaptığın ticaretine güvenmen sana birer ilahtır. Onları kalbinden çıkar*madıkça, 'Allah'tan başka ilah yoktur' demen faydasızdır.. Neye, kime itimad ediyorsan sana ilah o'dur."
Ebul Hasan el Nedvi de;
"Allah'tan başka kime itaat ediyorsan o senin ilahın olur; Kimden korkuyor ve ondan kurtuluşu diliyorsan, onu ilah seç*mişsin demektir. Zarar ve menfaati kimden biliyor ve Allah'ın o işi, onun eliyle yaptığını görmüyorsan, o senin için ilah*tır." diyerek uyarıyor.
Mevdudi de konuya şöyle açıklık getiriyor;
"Durmadan, 'Allah'tan başka ilah yoktur' kelime-i şaha*detini tekrarladığı halde (insanlar) Allah'tan başka birçok ilahlar edinirler.. Şüphesiz ki bu şahıslar Allah'tan başkasına dua etmez, O'ndan başkasını ilah ve Rab olarak adlandırmaz. Lakin bu dil iledir. Bunun yanında, bu iki kelimenin kullanıl*dığı manalarda birçok ilahlar edinir de, zavallıların bundan haberleri bile olmaz."
Bir kimse; "Ne olursa olsun herhangi bir şeyi kendisi için veli, yardımcı, kötülükleri uzaklaştıran, ihtiyaçlarını gideren duasını kabul eden, zarar ve fayda vermeye gücü yeten bir varlık olarak görüyor ve bütün bunları tabiat kanunları çerçe*vesi dışında manalarla anlayıp, onlar hakkında kabul ediyorsa; bu, inandığı şeyin, bu alemin nizamı üstünde bir otoriteye sa*hip olduğunu kabul etmesinden ileri gelmektedir.
"İster ondan korkmak ve ona ümit bağlamak olsun, ister*se onu Allah huzurunda bir şefaatçi kabul etmek veya ona mutlak itaat ve emrine düşüncesizce uymak kabilinden olsun (bu ilah edinmektir). Allah'tan başkasına bağlanan maddi ve manevi bağların Allah'u Teala'ya tahsis edilmesi gerekir. Zira O, yalnız başına bütün otoriteye maliktir."
Seyyid Kutup da, ayetler ışığında şu izahları yapıyor; "Tevhid akidesinin, berraklığını ve sadeliğini korumak için Kur'an-ı Kerim'in şiddetle yasakladığı (Allah'a eş koşma) keyfiyeti, her zaman müşriklerin yapa geldiği gibi, bir takım şeyleri ilah ittihaz edip, Allah'la birlikte onlara da ibadet etmek şeklinde olmaz. Bunun, muhtelif şekilleriyle bir de gizli olanı vardır ki: Mesela, ümitlerinin herhangi bir şekilde Al*lah'tan başkasından geldiğine inanmak şirkin bir çeşidi*dir. Yani gizlice Allah'a şirk koşmak demektir. İbn-i Abbas (r.a) bir rivayetinde şöyle demektedir: "Ayette geçen öyle bir şirk çeşididir ki, bu gizlilik, gecenin karanlığında kaypak-siyah taş üzerinde yürüyen karıncanın ayak seslerinden daha hafidir (gizlidir).
Hal böyleyken, söz ile, 'biz hiç kimseyi Allah'a ortak koşmuyoruz’ demenin bir yararı yok!
"Unutma o günü ki, onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a ortak koşanlara; 'Nerede boş yere davasını güttü*ğünüz ortaklarınız?' diyeceğiz."
"Sonra onların mazeretleri, 'Rabb'imiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!' demekten başka şey olmadı."
"Gör ki kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve (tanrı diye) uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti!"
Bir kimsenin; "Ey falan, Allah hakkı için, hayatımı sana borçluyum", gibi tabirler kullanması, eğer "şu köpek olma*saydı, hırsızlar gelirdi" şeklinde konuşması.. Arkadaşına; "Al*lah ve sen isterseniz bu iş olur", "Allah'la falan adam olmasaydı işimiz olmayacaktı", gibi sözler söylemesi hep bu gizli şirkin bir nevidir."
Bir hadis-i şerifte, bir adamın Peygamberimiz efendimi*ze; "Allah ve sen isterseniz" dediği ve bu söze karşılık Resul-i Ekrem'in; "Beni Allah'a eş mi koşuyorsunuz?" buyurduğu rivayet edilir."
Şirk bu bilgiler ve izahlar ışığında ortaya konduğunda konunun önemi daha iyi anlaşılıyor olsa gerek. Yoksa;
"İslam'ı sadece tahtadan ve taştan imal edilmiş putları yok edip, onların yerine, o putlar gibi hiç bir fonksiyonu olma*yan, kişi ve toplum hayatına müdahale etmeyen, hükmetmek gibi bir sıfatı bulunmayan, soyut bir tanrı inancı getiren din olarak algılayanlar, nice sahte ilahların hükümlerine uyarak gönül hoşluğuyla yaşarlarken, 'la ilahe İllallah'ı arada bir mı*rıldanarak cenneti garantilemiş olmanın hayalleriyle avunur dururlar."


Devam edecek
 
Üst Alt