Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İmtihanın Sırrı

burkay

New member
Katılım
31 Ara 2005
Mesajlar
27
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
56
İmam-ı Âzam Hazretleri'nin Pratik Zekası
----------------------------------------------------------
İmam-i Âzam Hazretleri'ni sevmeyen bir kişi, onu aciz bırakmak için bazı sorular ayarlayıp sormak için, huzuruna geldi.
Dedi ki:
- Ya imam, bir kişi şöyle diyor: "Cenneti ümit etmiyorum, cehennemden korkmuyorum, Allah'tan korkmuyorum, ölü eti yiyorum, rükû ve secdesiz namaz kılıyorum, hakka buğzediyorum, fitneyi seviyorum, yahudi ve hıristiyanları tasdik ediyorum, görmeden şahitlik yapıyorum." Bu adam hakkında ne dersiniz?
İmam-ı Âzam Hazretleri, adamın kendisine:
- Senin, bu hususta şahsî bilgin nedir? diye sordu. Adam:
- Ben bir şey bilmiyorum, deyince talebelerine sordu. Onlar:
- Bu sayılan şeyler küfür alâmeti olduğu için, bu sözleri söyleyen adamın felâketine delalet eder, dediler, İmam Hazretleri ise:
- Aksine, bu sözleri söyleyen adam Allah dostlarındandır. Bakın bunların manalarını açıklayayım, diyerek şu açıklamayı yaptı:
- Cenneti ümit etmiyor, yani cennetin Rabbini ümit ediyor. Cehennemden korkmuyor, cehennemin Rabbinden korkuyor. Allah'tan korkmuyor, çünkü Allah'ın rahmetle muamele edeceğini ümit ediyor. Ölü eti yiyor, yani balık eti yiyor. Rükusuz, secdesiz namaz kılıyor, yani cenaze namazı kılıyor. Hakka buğzediyor, ölüm haktır, ona buğzediyor, yani daha fazla yaşayarak daha fazla ibadet etmek istiyor. Fitneyi seviyor, çünkü Kur'ân-ı Kerim'de "Evlatlarınız sizin için birer fitnedir" buyuruluyor. O şahıs çocuklarını seviyor. Yahudi ve hıristiyanları tasdik ediyor, yani onların birbirleri hakkında söylediklerini tasdik ediyor. Görmeden şahitlik yapıyor ki onun da manası şudur: Allah'ı görmediği halde Allah'ın varlığı hakkında şahitlik yapıyor.
Bu cevabı verdikten sonra, bunları soran adama dönerek:
- Cevabını aldın. Fakat bundan sonra kendine lâzım olmayan şeylerle meşgul olma, diye tenbih etti.
Adam:
- Senin söylediklerinin hepsi doğrudur yâ imam, diyerek kalktı ve gözlerinden öptü.
İmam-ı Âzam Hazretleri o kadar kuvvetli bir zekaya sahipti ki, onun hakkında:
- Numan bin Sabit, bir direğin altun olduğunu söylese onu isbat eder, denilmiştir.
İmam-ı Âzam Hazretleri'nin ismi Numan, babasının ismi Sabit'tir.
_________________
Allah(c.c.)'ın selâmı üzerinize olsun
 

senas

New member
Katılım
9 Mar 2006
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İmtihanın Sırrı

Herkese Selamlar,
Uzerinde çok düşündüğüm bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hayatınız boyunca güzel bir şeyi elde etmek için hep bir çaba ve emek sarf etmişsinizdir. Eğitim hayatınızı düşünün. O dönemden aklınızda en çok yer eden şeyler, muhtemelen sınavlardır. Mesela üniversite sınavı. Çoğu insan üniversite sınavını hayatının dönüm noktası olarak tanımlar. Çünkü geleceklerini nasıl şekillendireceklerini bu üç dört saatlik imtihanın sonucunda belirleyeceklerini düşünürler. Bu nedenle yıllarca çalışır, uykusuz kalır, pek çok şeyden ve eğlenceden uzak durup, kendilerini sadece derslerine verirler. Tek amaçları istedikleri üniversiteye girebilmektir. Bu amaca ulaşabilmek için büyük bir sabır ve kararlılık gösterirler.

İnsanın bir güzelliğe ya da hedefine ulaşabilmesi için kimi zaman yıllarca süren bir çaba, kararlılık ve dirayet göstermesi, karşılaştığı zorlukları sabırla karşılaması gerekebilir. Bunların yanı sıra insanın maddi güç ya da toplum içinde itibar, şöhret ve belli bir kariyer elde etmek gibi hedefleri varsa; bunlar için de ciddi bir çaba sarf etmesi ve bazı zorlukları göze alması gerekir.

Ancak tüm bunlar insanın dünyadaki kısa hayatı boyunca elde edeceği geçici yararlarla ilgilidir. Ve bu yararların hepsi ya ölümle birlikte veya henüz dünyadayken herhangi bir sebeple aniden elinden çıkabilir. Örneğin yıllarını sınav günü başarılı olmak için durmaksızın çalışarak geçiren bir insan, başına gelen bir kaza ile sınava giremeden hayatını yitirebilir. Veya yıllar süren bir emek sonucunda sahip olduğu evi yakıp yıkacak olan bir felaket, insanın çabasını, emeğini bir anda yok edebilir.Yani dünya hayatında elde edilmek istenen yaraların tümü geçicidir.

Ama bunların yanı sıra bir de asla kaybolmayacak olan, asla tükenmeyecek güzelliklerin, sonsuz yararların bulunduğu ve insanın ebediyete kadar kalacağı gerçek bir hayat vardır. Bu, inanan insanların dünya hayatı boyunca ulaşmak için ciddi bir çaba sarf ettikleri, tüm diğer konuların çok daha üstünde tuttukları, asla akıllarından çıkarmadıkları ölümden sonraki ahiret hayatıdır.

İşte insanın sonsuz ahiret yurduna ulaşmak için denendiği yer de "dünya hayatı"dır. İnsan, yeryüzünde bulunduğu sürece ahirete yönelik bir sınav yaşamakta ve bu konuda gösterdiği çabayla denenmektedir. Hayat, gerçekte Allah'ın bizleri sınamak ve eğitmek için yarattığı geçici bir süredir. İnsan bu süre boyunca düşünmek, böylece Rabbimizi tanımak, O'nun hükümlerine uymak ve sadece O'nun rızasını aramakla sorumludur. Bunun yanında bu imtihan hayatı boyunca başına gelen herşeye en güzeliyle karşılık vermek, sabretmek ve güzel ahlak göstermekle yükümlüdür. Herşeyin Rabbimizden gelen bir deneme olduğunu bilmek, bunlardan zevk almak, karşılaştığı her olayı neşe ve şevkle karşılamak ise, dünyadaki imtihanın müminlere has olan bir sırrıdır.

http://www.harunyahya.org
bu siteyi hepinizin görmesini tavsiye ederim.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Işte Insan Budur!

Işte Insan Budur!

İŞTE İNSAN BUDUR!

Hayat sakin deniz gibi devam etmiyor. Bazan musi*bet dalgalan, sıkıntı fırtınaları arka arkaya diziliyor, imtihan oluyor, ikaz ediliyoruz.

Ayette de Rabbimiz böyle buyuruyor:

— İnsanlar iman ettik demekle bırakılacaklar, im*tihan olmayacaklar mı sanıyorlar?..

Bazan biz de öyle gaflete dalıyor, imtihan olacağımızı pek aklımıza getirmiyoruz. Ama bu dalgınlık, bu gaflet çok sürmüyor, hemen bir imtihan geliyor peşinden...

Ya bir hastalık, ya bir musibet, ya da bir iş güç zor*luğu bizi sıkıştırmaya başlıyor.

Böylesi sıkıntılı devrelerde 'Bu da geçer yahu' diyerek sabretmeyi esas alanlar, elbette imtihanı kazanıyor, so*nunu zaferle tamamlıyorlar...

Ama paniğe kapılanlar, eyvah şimdi ne olacak? di*yenler bir hayli telaş ve heyecan içine giriyorlar...

Okuyucumun yaptığı gibi. Hemen adaklar adamaya başlıyorlar.

— Bundan kurtulursam filan yerde bir koyun ke*sip Allah için fakir fukaraya dağıtacağım, diyerek vaatlerde bulunuyorlar.

Sonra, Rabbimiz merhamet ediyor, sağ salim musi*betten sıyrılıyorlar. Sıra-geliyor adağım yerine getirmeye...

Bu defa da şeytan başlıyor vesvese vermeye:

— Adadığın kurbanı kesmesen ne olur ki? Allah (C.C.):ın senin kurbanına ihtiyacı mı var sanki?

Şeytan bu ya, vazifesini her fırsatta yapacak, buldu*ğu menfezden hemen girmeye çalışacak..

İnsanların, sıkışınca her fedakarlığı göze alıp kurtulunca da vazgeçmeleri neye benziyor biliyor musunuz?

Arab'ın biri hurmanın tâ tepesine kadar çıkmış, hur*ma salkımını torbaya koyarak aşağıya sarkıtmış, hurma*yı kurtarmış. Ama bir de bakmış ki aşağısı pek uzak. Şa*yet bir düşse paramparça olacak. Başlamış adak adamaya

— Ya Rabbi, buradan sağ salim inersem bir deve kurban edeceğim. Beni sağ salim indir...

Titreye titreye inerken bakmış ki, tehlike azaldı. Yer yakınlaşıyor. Fikrini değiştirmiş:

— Ta Rabbi, demiş, bir deve büyük olur. Bir koç kurban edeyim.

Biraz daha inivermiş aşağıya. Bakmış ki tehlike daha da azaldı. Bu defa da fikrini değiştirmiş.

Ya Rabbi, bir koç da büyük olur. Bu kuzu kurban edeyim.

Biraz daha aşağıya inince bakmış ki, tehlike büsbü*tün azaldı. Bu defa ne yapmış biliyor musun?

— Ya Rabbi, demiş. Kurban m urban ma fiş!.. Atmış kendini aşağıya...

İnsan budur işte. Sıkışınca başka, kurtulunca da bir başka.

Bir âyet-i kerime insanın bu halini daha çarpıcı şe*kilde nazara veriyor:

— Bindiğiniz geminiz batsa, bir tahta parçasına tutunup batmak üzere olduğunuz sırada ümid ettiği*niz bütün sebepler yok olur. Can-ı gönülden Allah di*ye feryad edersiniz... Herşeyi vaad eder, her iyiliği yapmaya niyet edersiniz... Ne zaman Allah (C.C.) size sebepler halkeder, karaya çıkarsınız. Ondan sonra ya*vaş yavaş verdiğiniz sözü unutur, tekrar eski gafleti*nize dalar, yine Hak'dan yüz çevirirsiniz. İşte insan böyle unutkandır, küfran-ı nimettedir.

Evet, evet insan böyledir. Tehlikeyle, musibetle yüz yüze gelince hemen Allah'a yüzünü çevirir, söz verir, vaadde bulunur. Ama tehlike geçip de işi yine yoluna gir*meye başlayınca tıpkı Arab'ın yaptığı gibi:

— Kurban murban ma fiş! der, sözlerini de vaadlerini de unutur. Yine eski gafletine, ihmal ve tembelliğine dalıp gider. Hey gidi gafil insan hey! İnşallah siz böyle değilsiniz...[1]


--------------------------------------------------------------------------------
[1][1] Ahmed Şahin “Olaylar Konuşuyor” s:98
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Hastalık ve musibetler sabırla güzelleşir

Hastalık ve musibetler sabırla güzelleşir

Hiç düşündük mü, acaba başımıza gelen sıkıntı ve musibetlerin hikmetleri nelerdir? Bu “davetsiz misafirlerimizi” nasıl karşılamalıyız? Her nimet, aslında bizim için bir imtihandır. Şükürle kurtuluşumuza vesile olabileceği gibi, şükürsüzlükle felaketimize de sebep olabilir. Bu bizim “nimet” ve “külfet”ten güzelce istifademize bağlıdır. Bazen nimet sandığımız hususların, aslında tersi bizim için nimettir. ALLAH (c.c.) bazen en büyük nimetleri en büyük musibetler içinde saklar. O bela ve musibetleri nimete ulaşmak için köprü yapar. Genellikle nimete nimetle kavuşulmaz. Rahata rahatla erişilmez.

Sıkıntı ve musibet günahları temizler


İnsan, bu dünyada misafir bir memurdur. Önemli bir görev için buradadır. Sermayesi olan ömür dakikalarıyla ebedî mutluluğu kazanacaktır. Yaptığımız her iyilik bize puan kazandırdığı gibi, gerektiğinde dişimizi sıkarak sabrettiğimiz her sıkıntı da bize derece kazandırır. Peygamberimiz, mü’minin ayağına batan bir dikene varıncaya kadar başına gelen her güçlük ve üzüntünün onun günahlarını temizlemeye vesile olduğunu müjdeler. Sadece şahsına değil, malına ve çoluk çocuğuna gelen bir belanın da Allah’ın huzuruna tertemiz çıkmasına vesile olabileceğini ifade eder. Kulun günahları olup da, sildirecek yeterli sevabı yoksa, üzüntü ve hastalık bu fonksiyonu görür ve onu ahiretin acı ve sıkıntılarından kurtarır. Dünyada geçici bir süre için sıkıntı çekmek, oradaki ebedi sıkıntıdan kurtarabilir. Alimlerimiz, “Eğer dünya musibetleri olmasaydı, ahirete müflis olarak giderdik!” derken bu gerçeğe işaret etmişler. Allah’ı kullara şikayet etmemek, yakınıp sızlanmamak şartıyla geçici hastalık dakikaları bire bin ahiret sevabı kazandırır. Bir dakika hastalık bazen bir gün ibadet hükmüne geçer. Ahirette çok tatlı meyveler verirler.



Musibetler, kişiyi inançsızlıktan korur



Asıl büyük hastalık inançsızlık, ibadetsizlik musibetidir. Bizi ikaz edip bu gibi dehşetli hastalıklardan kurtarmaya vesile olan maddî dertlerimiz, aslında dert değil dermandır. Allah’ı tanıyan ve ona kulluk edenin dünyası aydınlık ve mutlulukla doludur. Kişi imanın kuvvetine göre bunu hisseder. İmanın verdiği manevi sevinç ve şifa yanında küçük maddi hastalıklar hiç kalır. Dünyanın acıları ahirette nimet olarak kendini gösterecek. Dünyanın tatlı gördüğümüz günahlı birçok sahnesi ise, orada acı birer tablo halinde karşımıza çıkacak. Dünya hizmet ve çalışma yurdudur. Ücret ve mükâfat yeri değildir. Kişinin başına bir sıkıntı geldiğinde soğukkanlılığını kaybetmez, isyan etmez ve Allah’a hamd ederse, alacağı diğer sevapların yanı sıra kendisi için cennette bir köşk inşa edilir. En büyük musibet olan ölüm bile, mü’min için bir rahatlık vesilesidir.


Musibetler, birer sabır sınavıdır


Kişinin değeri göstereceği sabır ölçüsüne bağlıdır. Sabır, imanımızın göstergesidir. Altın ile bakır, elmas ile cam sıkıntı ateşiyle sınama sonucu belli olur. Peygamberimiz, “Şüphesiz, büyük mükâfat büyük belalardadır. ALLAH (c.c.) bir topluluğu severse onları sıkıntılarla imtihan eder. Rıza gösteren rıza bulur. Hoşnutsuzluk gösteren de hoşnutsuzluk bulur”. Bu gibi durumlarda sabır ve sebat gösteren, “sabırlılar defteri”ne kaydedilir. “Mü’minin durumu hayret vericidir. Her hali hayırdır. Bu ondan başkası için söz konusu değildir. Kendisine bir nimet gelse şükreder, mükâfat alır. Bir hastalık gelse sabreder, yine mükâfat alır. Kısacası, Allah’ın mü’min için her hükmü hayırdır”.


Hastalık ve musibet Allah’a yaklaştırır


Ölüm gerçeğini, dünyanın faniliğini hatırlatıp asıl vatanını düşünmeye sevk eder. Gönlü Rabb’e bağlar. Yapılan işte daha samimi olunmasını sağlar. Büyük bir ibadet olan dua kapısını açar. “Biz insana nimet verdiğimizde o yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fakat kendisine sıkıntı dokununca bir de bakarsın uzun uzun yalvarır durur!’ (Fussilet, 51) ayeti bu gerçeğe işaret eder. Böyle durumlarda gerçek mü’min, sadece Allah’tan yardım diler, O’na yalvarır.

Şifa için derman aramakla beraber, falcıya, medyuma, üfürükçüye gitmez, mezardan, türbeden medet ummaz. Malını ve servetini, hatta çoluk çocuğunu kaybeden, dil ve kalbi hariç bütün bedenini hastalık kaplayan, buna rağmen halini kimseye şikayet etmeyen, sonunda da şu samimi sözleriyle O’na seslenen Hz. Eyyûb gibi davranır: “Rabb’im, zarar bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin” (Enbiya, 83). ALLAH (c.c.) da, vazifesini bitirmiş hastalığını kaldırır ve onu över: “Biz onu sabredici bulduk. Ne iyi kuldu o! Gerçekten Allah’a yönelirdi.” (Sad, 44).


Gönülde kulluk bilincini uyandırır


Hastalık ve musibetler, ruh dünyamızda çeşit çeşit kulluk çiçekleri açtırır. Nice hastalık ve musibet vardır ki kul için bir şok görevi yapar. Fıtratının rayına oturmasını sağlar. Hayatına istikamet kazandırır. Tövbe ile kulluk görevine döndürür. Böyleleri için hastalık bir sıhhat, sağlık ise bir hastalıktır. Nice sağlığı yerinde, güçlü kuvvetli, tuzu kuru insan vardır ki, bu dünyayı tatlı görüp, ahireti unutup gaflete gömülmüş asıl büyük hastalığa tutulmuşlardır. Hastalık sayesinde dünyanın faniliğini anlamış, asıl yurdunun özlemi içine girmiş, dinî görevlerini merak edip araştırmaya koyulmuş görünüşte acıdığımız, aslında gıpta edilesi bahtiyar insanlar vardır. Böyleleri için hastalık bir nimet ve rahmettir.


İnsana gerçek tevekkülü kazandırır


Çaresizlik halinde kalbin sadece Allah’a çevrilmesi ve kurtuluşun yalnızca ondan beklenmesidir. Bu beklenti başlı başına büyük ve halis bir ibadettir. Ağır hasta ve musibetzedelerde bu engin tevekkül hali açıkça görülür. Beden dilleriyle adeta şu mesajı verirler: “Ya Rabbi, senden başka sığınılacak kapı kalmadı. Son çare Sensin. Ümit Sendendir.”. Bu samimi iltica, makbul bir dua hükmüne geçer. Öyle zaman olur ki, doktorlar hastadan ümit kesildiğini belirtir o da inancının verdiği moral ve ilhamla samimi olarak Rabb’ine yalvarır. Derken bir anda olmazlar oluverir. Bu güzel duygu büyük bir kerameti gerçekleştirir. Doktorlar bile olanları hayret ve ibretle seyrederler.


Kötü duygu ve düşünceleri giderir


Hastalık ve musibetler insanın kibir, gurur kendini beğenmişlik gibi kötü duygularını giderir. Mütevazı, merhametli ve sevimli kılar. Ömür boyu işleri yolunda gitse, burnu bile kanamasa, aslını ve akıbetini unutup yoldan çıkabilir. Hastalık ve musibetlerin verdiği dersle, taştan ve demirden olmadığını, her an dağılmak üzere et ve kemikten ibaret, bin bir türlü ihtiyaç ve noksanlık içinde yuvarlanan aciz bir varlık olduğunu anlar. Kendi başına en ufak bir bakteri ile baş edemediğini, faydasının, zararının, hayatının ölümünün kendi elinde olmadığını kavrar.


Hastalık iyi bir kul olmanın işaretidir


“Yüksek dağların başı dumanlı olur.” “ALLAH (c.c.) dağına göre kar verir.” sözleri büyük bir gerçeğe işaret ederler. “ALLAH (c.c.) birinin hayrını dilediğinde ona musibet verir.” hadis-i şerifi de aynı gerçeği dile getirir. Ömür boyu, sıkıntı, hastalık ve musibet görmeyen, burnu bile kanamayan bir insan çoğu zaman olgunlaşmamış, tecrübesiz ve ham insandır. Bu hamlık onun hem dinî hem de dünyevî davranışlarına yansır.


Yapamadığımız iyiliklerimiz aynen yazılır


İnsan genişlikte Allah’ı hatırlamalı ki, ALLAH (c.c.) da darlık ve sıkıntıda onu gözetsin. ışte hastalık ve musibetin günahları silip temizleme fonksiyonu yanında, bir de engellemesi sonucu yapamadığımız ibadetlerimizin yazılmaya devam etmesine vesiledir. Bir insan, daha önce devam ettiği bir ibadet ve hayırlı işi, hastalık ve musibet yüzünden sürdüremiyorsa bile, sevap ve mükafatı aynen yazılmaya devam eder. Hatta bunama, aklını yitirme gibi aylarca, hatta ömür boyu süren engeller de böyledir. Bir hadis-i şerif, bu gerçeği belirtmiş ve böyle bir durumda Allah’ın, yazıcı meleklere, kendisinin engellediği bu süre içinde daha önce gece veya gündüz yaptığı bütün iyilikleri yazmalarını emrettiğini bildirmiştir.


Sağlığın kıymetini bilmeyi öğretir


Her şey zıddı ile bilinir. Gece olmazsa gündüz, soğuk olmazsa sıcak, kötü olmazsa iyi, açlık olmazsa tokluk, susuzluk olmazsa suyun değeri bilinmez. Hastalık da olmazsa sağlığın ne büyük nimet olduğu anlaşılmaz. “Sağlık sağlam insanların başında öyle bir taçtır ki, onu sadece bundan mahrum olanlar görür” sözü ünlüdür.

Kanuni’nin “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” beyti de, dünyada hiçbir servet ve devletin sağlık kadar değerli olmadığını belirtir. Ömür boyu sağlık ve refah içinde yaşayanlar, sahip oldukları nimetin değerini bilemezler. Tıpkı, deryada yüzüp de denizin farkında olamayan balıklar, her ân doya doya havayı teneffüs edip de etrafındaki atmosferi göremeyen insanlar gibi. Bilindiği üzere hangi yerimiz ağrısa vücudumuzun en önemli organının o olduğunu zannederiz. Diş, göz, kulak vs. ağrısı çekenler, ömür boyu sağlık ve afiyet içerisinde istifade ettiğimiz bu cihazlarımızın ne büyük nimet olduğunu daha iyi anlarlar. İşte hastalık ve musibetlerin bir hikmeti de şükrünü gereği gibi yerine getiremediğimiz nimetlerin farkına varmamıza yardımcı olmasıdır. Ayrıca hastalık ve musibetler de derece derecedir. Herkes kendinden daha kötü durumda olanı görünce haline şükreder.


Sonucu şifa olan acı birer ilaçtır


Her hastalık ve musibet bizim için acı bir ilaç gibidir. Bilelim veya bilmeyelim, dünyamıza ya da ahiretimize yönelik mutlaka bir veya birkaç hikmeti vardır. Yüce ALLAH, “Ne bilirsiniz belki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayır, hoşunuza giden bir şey de sizin için şerdir. ALLAH (c.c.) bilir, siz bilmezsiniz!” (Bakara, 216) buyurarak bu gerçeğe işaret eder. Bize düşen, “Hak şerleri hayr eyler; zannetme ki gayr eyler / Mevla görelim neyler; Neylerse güzel eyler” diyerek isyandan kaçınmak, tatlı neticeyi, musibet karlarının altında açacak sevimli bahar çiçeklerini beklemektir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Daha büyük bir musibete perdedir

Meselâ humma gibi ateşli bazı hastalıklar vücutta bazı kimyevî reaksiyonlar oluşturup bazı zararlı maddelerin çözülüp atılması, ya da savunma sistemimizde görevli bazı antikorların imal edilmesi fonksiyonunu görür. Nitekim, humma hastalığına lanet eden bir kadına Peygamberimiz (sas), böyle yapmamasını, çünkü körüğün demirdeki pası giderdiği gibi, bu hastalığın da insanoğlunun hatalarını giderdiğini belirtmiştir. Yine, hadislerde bir günlük humma hastalığından gelen sıkıntının bir yıllık günaha kefaret olduğu ifade edilmiştir.


İlâhî birer ikazdır


Hastalık ve musibetlerin bir hikmeti de, birer ilâhî ikaz olması, insanı korkuyla uyandırması ve Allah’ın yoluna yöneltmesidir. Mümin, hastalığın hikmetini bildiği için ondan gerekli ders ve ibreti çıkarır. İnançsız kimse ise, niçin hastalandığını nasıl iyileştiğini ibretle düşünmez. Hadis, böylelerini sahibi tarafından niçin bağlandığını ve bağının niçin çözüldüğünü bilmeyen deveye benzetmiştir. Şu halde hastalık bizim için emin bir nasihatçi, merhametli bir mürşittir. Bu açıdan ona minnettar olmalıyız. Ancak çekilmesi zor bir hal aldığında sabır için Allah’a dua etmeliyiz.


Gerçek ömrümüz, sadece içinde bulunduğumuz ândır


Birçok hastalığın temelinde psikolojik nedenler yatar. Yersiz korku ve endişeler sebep olur. Oysa, hastalıkların sebep ve hikmetleri düşünüldüğünde hastalığın o kadar da korkulacak, dehşete kapılacak bir şey olmadığı anlaşılır. Bunun yanı sıra ömrümüzü bulunduğumuz an bilmeliyiz. Günler öncesinden çektiğimiz acı ve sıkıntılara ileride yaşayacaklarımızı da katıp birlikte düşünerek yükümüzü artırmamalıyız. Bir dakika öncesinin bile elemi ile birlikte geçip gittiği, sevabını bıraktığını, bir dakika sonrasının ise henüz gelmediğini, gelmediği için de şimdiden düşünüp feryat etmenin anlamsız olduğunu düşünmeliyiz.


Kainat O’nun (cc) esmâ aynasıdır

Rabbimiz güzel isimlerine bizi değişik yönlerden ayna yapar. Bundan şikayet etmeye hakkımız yoktur. Açlık duygusu vererek ardından türlü rızklarla bizi besleyip; Rezzak ismini tanıttığı gibi, hastalık ve dert vererek ardından şifaya kavuşturup da, şafi ismine bizi ayna yapıyor. Eğer perde açılsa ve biz: hastalık ve musibetlerin hikmetlerini görebilsek, ürküp nefret ettiğimiz dertlerimizi sevecek ve bundan dolayı Rabbimize şükredeceğiz. Sonu ölüm de olsa, mü’min için korkulacak bir şey değildir. Hastalıktan korkulması, bazen ölümle sonuçlandığı içindir. Oysa, ölüm mü’min için asla korkulacak bir şey değildir. O bizim için bir anne rahmini andıran bu dünyadan ahiret alemine ikinci bir doğuştur. Hayat memuriyet ve askerliğinden bir terhis ve paydostur. Çalışmalarımızın ücretini almaya gidiştir. Milyonlarca akraba ve dostlarımıza kavuşmadır vs. Şu halde “Ucunda ölüm yok ya!” sözü yerine bütün bu manalarını düşünüp “Ucunda ölüm var ya” diyerek hastalığı adeta sevmeliyiz. Ölümün, asıl bizi hazırlıksız yakalamasından endişe etmeliyiz.


Sızlanmak ya da tevekkül


En büyük musibetler peygamberlere, sonra evliyalara sonra da diğer insanlara gelmiştir. Başta Hz. Eyyub olmak üzere bütün o salih insanlar, musibetlere ilâhî bir hediye gözüyle bakmışlardır. Bu mübarek nurlu kafileye katılabilmek için, onların gözüyle hastalık ve musibete bakmak, şikayet değil sabır, hatta şükretmek gerekir. Bazı hastalıklar, ölümle sonuçlandıklarında kişiye şehitlik derecesini bile kazandırır. Doğumdan, karın sancısından, boğulmak ve yanmaktan ve vebadan vefat etmek böyledir. Hastalığa karşı yakınmak, “Ne yaptım da bu başıma geldi” diye sızlanmak, Allah’ı kullara şikayet etmek, maddi hastalıktan daha büyük manevî bir hastalık ve musibettir. Kırılmış el ile dövüşmeye çalışmak gibidir. Hastalığı daha da artırır. “Bir musibet geldiğinde ‘Biz Allah’ınız ve yine O’na döneceğiz”! (İnna lillahi ve innâ ileyhi râciûn) diyerek Allah’a teslim olmak en iyisidir.

Şifa Allah’tandır


ALLAH (c.c.) her derdin dermanını yaratmıştır. Yeryüzü büyük bir eczanedir. Bu ilaçları araştırıp bulmak, kullanıp istifade etmek Allah’ın emridir. Ancak bunda da insanlar için büyük bir imtihan söz konusudur. O da tesiri ilaçlardan beklemek, iyileştiğinde ilacın veya doktorun iyileştirdiğini söylemek insana imtihanı kaybettirir. Sıhhati veren Allah’tır. İlaçlar ve doktorlar sadece birer vasıtadır.


Hastalık dostlukları güçlendirir


Hastalık ve musibetler, başta anne ve babalar olmak üzere tüm gerçek dostlarımızın bize olan küllenmiş dostluk, şefkat ve yakınlığını canlandırır. Ziyaretimize koşturur. Etrafımızda pervane yapar. Bize olan sevgilerini yeniden yaşarız. Kucaklaşmaya, birbirinin imdadına koşmaya vesile olan hastalık ve musibet kendi acısını unutturur. Bu aynı zamanda etrafımızdaki insanlar için de bir test, bir sınav. Kara gün dostlarımızı ortaya çıkarır.. Yeni dostluklar kurmaya vesile olur. Onlara ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlarız. Bencillikten kurtuluruz. Bütün bunlar manevî bir haz ve lezzet verirler.


Rahmet ve kurbiyete vesiledir


ALLAH, rahmet ve dostluğuyla her zaman hastaların yanındadır. Bu çok özel bir ilgi ve yakınlıktır. Bir hadiste belirtildiğine göre, Yüce ALLAH, “Ademoğlu, falan kulum hastalandı da sen yanına uğramadın. Eğer uğrasaydın, orada beni bulacaktın!” buyurur. Yine, “Ben gönlü kırıklarla beraberim!” buyurmuştur. Hastalık, musibet, gurbet ve kimsesizlik, diğer insanların şefkat ve merhametini, celp edip dostluklarını kazandırır da bütün merhametlileri yaratan, bütün annelerin yüreklerini şefkat ile parlatan, her bahar rahmet ve kereminin parıltılarıyla yeryüzünü büyük nimet sofrası haline getiren Merhametliler Merhametlisi’nin (cc) şefkat ve rahmetini celp etmez mi? Mademki O var ve bizi görüyor, bizim için her şey var. Asıl gurbette ve kimsesiz olan kimse, iman ve teslimiyetle O’na bağlanmayan veya buna önem vermeyendir.


Hastalıklar manevî derece kazandırır


Felç ve inme gibi hastalıklar insanı dünyadan iyice soğutur. Dünyanın fani ve geçici, insanın önemli görevleri bulunan misafir bir memur olduğunu fiilen gösterir. Böylelerini dünya artık boğamaz. Gözünü kapayamaz. Nefsin kötülüklerinden kurtulur. Kısa zamanda bu hastalık sayesinde büyük bir evliya gibi manevî yüksek bir dereceye çıkar. Hastalık kendisi için artık çok ucuz düşer. Bunun şartı iman, teslimiyet ve tevekküldür.



Yardımseverlere müjdeler vardır


Hastalıkların bir de evindeki hastalara bakanlara yönelik hikmetleri var. Anne ve babalar hiçbir karşılık beklemeden büyük bir fedakarlık ve özenle baktıkları hasta yavrularından dolayı çok büyük sevaplar kazanırlar. Hasta anne, baba ve akrabalara bakmak da aynı şekilde çok sevaplıdır. Bunun yanında onların dualarını alma, kırık gönüllerine merhem olma, onlara hizmet etme fırsatı verir. Bu da kişiye hem dünyada hem de ahirette saadeti kazandırır. Bu şekilde başta büyüklerine hizmet eden bir kişi yaşlandığı ya da hastalandığında evlat ve yakınlarından hizmet görür. Yaşlı; hasta ve kimsesizlere hizmet sadece yakınlarla sınırlı tutulmamalı, din kardeşliği yönüyle bütün bu durumdaki insanlara fedakârca, şefkat ve merhametle hizmet etmek Müslümanlığın gereğidir.

DOÇ. DR. ABDÜLAZİZ HATİP zaman gazetesi ailem dergisi
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
İmtihan

İmtihan

Dünya bir mektep, hayat ise bu mektepteki imtihan zincirlerinden başka bir şey değildir. İnsanoğlunun alem-i ervah'la başlayan yolculuğu rahm-i mader, çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık güzergahında devam eder. Her durakta yüzlerce imtihanla insan karşı karşıya kalır. Her bir imtihan bir eleme ve elenme maratonudur. Finale kalan ruhların tesbit edilmesinin biricik yolu da yine imtihandır. Bu güzergahların adap ve erkanına uyulup uyulmama kıstası, berzah, mahşer, hesap, mizan ve sıratın sarp ve yokuş olup olmamasını şekillendirmiştir. Netice itibariyle mükâfat ve mûcazat da bu mektepte, bu marotonda alınan derecelere göre belirlenmiştir.

Evet, elmas ruhlarla kömür ruhları ayıran, meleknüma insanlarla şeytan tabiatlı kimseleri tefrik ettiren katalizör imtihandır. Doğumla başlayan sınavlar vetiresi ruh ile beden ayrılıncaya kadar devam edecektir. Çeşitli haddelerden geçmemiş, kalibre edilmemiş toprağın altın olması düşünülemeyeceği gibi, imtihan görmemiş, sıkıntılara maruz kalmamış kimselerin de Allah'a verdikleri iman sözünde sadık olup olmadıkları bilinemez. Kısaca insanoğlunun çeşitli vesilelerle denenmesi; sağlamı çürükten, kazibi sadıktan ayıran olmazsa olmaz bir şarttır. Ayet ve hadislere baktığımızda dünyanın bir imtihan yeri, bir hizmet yeri olduğuna vurguda bulunulmakta, ancak bu imtihanı layıkı ile verenlerin ahirette kendilerine vaat edilen mükafatlara, mutlu sona ulaşabileceklerine dikkatler çekilmektedir.

Bir hizmet yurdu olan şu dünya hayatında imtihan unsurları sayılamayacak kadar çoktur.. Binlerce, milyonlarca âlî ruhlarla, süfli ruhları tefrik vesilesi vardır. Kimi zaman insan açlıkla, kimi zaman korkuyla, kimi zaman ölümlerle, kimi zaman hastalıklıklarla, kimi zaman depremlerle, kimi zaman yangınlar ve sellerle, kimi zaman da, insan aklıyla, kimi zaman malıyla, kimi zaman şekliyle, kimi zaman öfkesiyle ve şehvetiyle, kimi zaman çocuğuyla, kimi zaman hanımı, kimi zaman beyi, kimi zaman eşi-dostu, kimi zaman arkadaşıyla imtihana maruz bırakılmıştır. Kur'an bu noktada “Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!” (Bakara/155) buyurmaktadır. Ayrıca “Biz onların bir kısmını diğerleriyle imtihan ettik..” (En'am, 6/53) buyuruyor.

Görülüyor ki, imtihandan kaçmak mümkün değil. Mümkün olmadığı muhakkak olunca böyle bir gerçeği lehimize çevirmeye çalışmak ise yapılacak en akıllıca hareket olsa gerek. En ağır şartlar altında hangi tür imtihan olursa olsun, kurtulmanın, zararsız, kayıpsız o bela ve musibetlerden sıyrılmanın çaresi: SABIR’dır, SEBAT ve Namazdır. Önemli bir noktada bu imtihanların ALLAH (c.c.) (c.c)'dan geldiğini unutmamak, o imtihanı aşmanın ayrı bir yoludur. Zira kaynak bilinince insan çözümü başka noktalarda aramaz. İnsan o kaynağa yönelerek probleminin halli yoluna gider ve her bir sıkıntının Allah’a daha bir yakınlaşma yolu olduğu ufkundan meseleye bakarak böyle bir durumu lehine çeririr. Nihayette de "kahrında hoş, lutfunda hoş" prensibine sımsıkı bağlanmak suretiyle Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğunu, rızasını avlamaya çalışır. Hasılı, hadis-i şerifte ifade edilen "Sıkıntıya maruz bırakılan kul, o sıkıntılara sabırla göğüs gerip, rıza ile mukabelede bulunduğunda, Allah'ın rızası ve hoşnutluğu o kimse ile beraber olur" müjdesiyle sermest olur. Burada zikredilen rıza makamı; yani Cenab-ı Hakk'ın kulundan hoşnut olma makamı ise Kur'an'ın ifadesiyle "en büyük makamdır." Böyle lutfa ulaşmak şayet birbirimize katlanmanın arkasına konulmuş bir lütuf ise insanlar bütün egolarını ayaklar altına alıp birbirine katlanma yollarını bulması gerekir. Eğer bu lütfu elde etme hastalıkların, musibetlerin arkasında gizli ise, Kur'an'i ve Nebevi reçeteleri uygulamak suretiyle o bu lütufları elde etmeye çalışma atılacak en akıllı adım olacaktır.

Bela ve musibetler karşısında Kur'an'i reçeteye baktığımızda ise şu noktalar üzerinde durulduğu görülecektir.

"Ey mû'minler, sabredin; sebatkâr olun; müteyakkız olun ve Allah'dan sakının ki; kurtuluşa eresiniz." (Âl-i İmran sûresi, 3/200)

"...Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir." (Zümer sûresi, 39/10)

"Kim sabreder, (kendisine yapılan kötülüğü) affederse, şüphesiz bu çok önemli işlerdendir." (Şûra sûresi, 42/43)

"Ey inananlar, sabır ve namazla (Allah'dan) yardım isteyin, Muhakkak ki ALLAH, sabredenlerle beraberdir." (Bakara sûresi, 2/152)

"Onlar bollukta ve darlıkta sarfederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. ALLAH (c.c.) iyilik yapanları sever." (A'li imran, 3/134)

Bu ayetlerin perspektifinden meseleye yaklaşınca imtihan eden, ona katlanma hususunda sabrı da, sebatı da verecek olan O'dur. Bu zaviyeden, insan arzedilen sıkıntılardan biriyle karşı karşıya kaldığında mihrabı iyi belirlediği, Allah'a teveccüh edip namaz ve sabır ile ALLAH (c.c.) (c.c)'dan yardım istediğinde en aşılmaz gibi görülen akabeleri bir bir aştığını müşahede edecektir. İnsan maruz kaldığı sınavlar mukabilinde sabır ve sebatı neticesi elde edeceği mükafatları başka bir şeyle elde etmesi de mümkün değildir.
Hasılı, ALLAH (c.c.) (c.c)'nun rızası, hoşnutluğu, cemali, cenneti bu belaların ve musibetlerin akabinde mü'minlere vaat edilen ödüllerdir. Eğer bu ödülleri elde etme, biraz (az bir) sabır, biraz katlanmak, biraz diş sıkmak ile elde edilecek ise insan kısacık şu dünya hayatında böyle bir fedakarlığa girip o en büyük ödülleri toplamaya bakmalıdır. Zira Cenab-ı Hakk'ın isteği de bu istikamettedir. ALLAH (c.c.) (c.c) bu istikamette olanlardan eylesin. (aminnnnn ecmainnnnn)
 

reyyan

New member
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
1,279
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
45
İmtihanın Sırrı

İman eden insanların dünya hayatları boyunca türlü denemelerden geçirileceklerini, mallarıyla ve canlarıyla imtihan olacaklarını, inkarcıların çok çeşitli tuzaklarıyla karşılaşacaklarını ve asılsız iftiralara uğrayacaklarını Allah Kuran'da haber vermiştir. Yani salih müminler, hayatlarının her döneminde birtakım zorluklarla karşılaşabilirler. İşte önemli olan da insanların bu zorluk anlarında Kuran ahlakını yaşamaları, her an Allah'ı zikretmeleri ve içinde bulundukları duruma şükredip, hepsinde bir hayır ve güzellik olduğunu fark edebilmeleridir.

Bu sayılanların rahat bir ortamda, bolluk ve nimetler içindeyken yapılması zorluk anına göre kuşkusuz daha kolaydır. Ancak Müslümanın imanının gücünü asıl gösteren en önemli şeylerden biri, bu üstün ahlakını zor zamanlarda yaşaması ve bundan da hiçbir şekilde taviz vermemesidir. Fakirlik, açlık, korku, mallardan ve canlardan eksiltme, hastalık, inkarcıların tehditleri, iftiraları ve tuzakları gibi olaylarla karşılaştıklarında sabır gösteren Müslümanlar, güzel tavırlarının karşılığını daha güzeliyle alacaklardır.
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 155-157)

Ayetlerde bildirilen tevekküllü ve teslimiyetli ifadeler tüm Müslümanlar için en güzel örnektir. İnkar edenlerin ise, iman edenlerin bu tevekküllü ve sabırlı tavırlarını anlayabilmeleri mümkün değildir. Çünkü onlar iman edenlerin de kendilerine benzediklerini, onların da cahiliye kıstasları ile düşünüp, kendileri gibi davrandıklarını zannederler. Bu nedenle de bolluk ve zenginlikle karşılaştıklarında müminlerin de dalıp oyalanacaklarını, sıkıntı ve zorluklarla karşılaştıklarında ise yılgınlık gösterip inkara sapacaklarını düşünürler.

Fakat bu şekilde düşünenler çok büyük bir yanılgı içindedirler. Çünkü "imtihanın sırrı"nı kavramış bir Müslüman için zorluklara sabretmek en büyük güzelliklerdendir. Kuran ahlakını yaşayan ve bu üstün ahlakın insanlar arasında da yayılması için çaba sarf eden bir mümin için, başına gelen zorluklar onun doğru yolda olduğunu gösteren birer işarettir. Bunlar onun şevkini, neşesini ve mücadele azmini kat kat artırır.

İşte bu, dünyada yaşanan imtihanın sırlarından biridir. Allah Kuran'da Müslümanlara karşılaşabilecekleri pek çok olayı önceden haber vermiştir. Ayrıca Müslümanlara cennete girebilmeleri için mutlaka geçmiştekilerin başlarına gelenlerle deneneceklerini de bildirmiştir:

Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
 

yolcu

New member
Katılım
20 Şub 2007
Mesajlar
667
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
43
Konum
yoldan
Dünya Imtahaninda Nasil Başarili Olabiliriz?

Dünya Imtahaninda Nasil Başarili Olabiliriz?

Yaratanın, tüm nimetlerinden fazlasıyla yararlanan insan, kendisini yaratana karşı tüm sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır. Mademki bu dünya ahiretin imtihan tarlasıdır; o halde imtihanın gereğini yerine getirmelidir. İslaMın tüm kural ve kaidelerine uyup imtihanı kazanma çabası içinde olmalıdır.

İnsanın, iyi olma yolunda harcadığı çabanın yüce Allah tarafından boşa çıkarılmayacağı Kuran-ı Mübin de açık bir şekilde belirtilmektedir. İyi ve kaliteli insan olma yolunda atılan her adım, onu bu dünyada mutluluk ve huzura götüreceği gibi öbür âlemde de ebedî saadete ulaştıracaktır. Bu hâl, insanın iç dinamizminin harekete geçmesini sağlayacak ve onu ataletten kurtaracaktır. Geçici heva ve hevesler uğruna ebedî âlemi kaybetmeye, akıllı insanın hiç hakkı yoktur.

Allah insanı bir imtihandan geçmesi için bu dünyaya göndermiştir. O, Rasulleri aracılığıyla Hakkı vahyetmiş ve insana bu gerçeğe inanma veya inanmama özgürlüğünü vermiştir. İnandıktan sonra da ona teslim olma veya olmama özgürlüğünü vermiştir. İmtihan sırrı sebebiyle ahiret, cennet, cehennem gibi hususlar perdelenmiş, ecel gizlenmiştir.

Yüce Yaratan, dileseydi tek tip insan yaratabilirdi. Hani, günümüzde kurşun asker olarak tabir ediliyor ya, işte öyle. O zaman; iyi kötü, güzel çirkin, Hak batıl ve daha birçok mefhum ayırt edilemeyecek, dolayısıyla imtihanın ve yaradılışın hiçbir önemi ve anlamı kalmayacaktı. Allah, gerçeği hiçbir zaman herkesin kayıtsız şartsız kabul edeceği bir şekilde çırılçıplak gözler önüne sermez; çünkü o zaman imtihan diye bir şey söz konusu olmaz ve başarı veya başarısızlık kavramları anlamlarını yitirir. O zaman insanın düşünce özgürlüğü de elinden alınmış olurdu. Bu ise hesap gününde insanın mazeretler ileri sürmesini sağlardı.



Güneş ufkumuza düştüğünde hesabımız şu olmalı:Bugün Allah için hangi iyilikleri yapayım? Hangi kötülüklerden sakınayım veya sakındırayım? Şu güzel günü müslümanca nasıl yaşayayım? Bütün fiil ve davranışlarımda bulunduğum mevki ve makamda topluma ve Yaratanıma karşı nasıl daha verimli olurum?Bu düşüncelerimizi pratiğe de yansıttığımızda göreceğiz ki her şey iyi, herkes güzel ve has, yollardan engeller kalkmış, huzur ve saadetin yolu açılmış.
 
H

hüma-gül

Guest
~~ Imtihanin Sirri ~~

~~ Imtihanin Sirri ~~

Hayatınız boyunca güzel bir şeyi elde etmek için hep bir çaba ve emek sarf etmişsinizdir. Eğitim hayatınızı düşünün. O dönemden aklınızda en çok yer eden şeyler, muhtemelen sık sık karşılaştığınız sınavlardır. Bunların içinde en önemlisi ise, kuşkusuz üniversite sınavıdır. Çoğu genç insan üniversite sınavını hayatının dönüm noktası olarak tanımlar. Çünkü geleceklerini nasıl şekillendireceklerini bu üç dört saatlik imtihanın sonucunda belirleyeceklerini düşünürler. Bu nedenle yıllarca çalışır, uykusuz kalır, pek çok sosyal faaliyetten, tatil ve eğlenceden uzak durup, kendilerini sadece derslerine verirler. Tek amaçları istedikleri üniversiteye girebilmektir. Bu amaca ulaşabilmek için büyük bir sabır ve kararlılık gösterirler.

Aynı şekilde hayattaki en büyük amacı güzel bir ev sahibi olmak olan bir kişiyi düşünün. Bu evi elde etmek için önce yeteri kadar maddi güce sahip olabilmesi gereklidir. Bunun için gece gündüz demeden iyi bir iş sahibi olabilmek, mevkisini yükseltebilmek, dolayısıyla maddi kazancını artırabilmek için çalışıp çabalar. Ancak böyle uzun süreli ve özverili bir çalışmadan sonra o kişinin istediği evi satın alması veya inşa ettirmesi ve evin içine girip yaşaması mümkün olur.

Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi, insanın bir güzelliğe ya da uğrunda pek çok şeyi göze aldığı hedefine ulaşabilmesi için kimi zaman yıllarca süren bir çaba, kararlılık ve dirayet göstermesi, karşılaştığı zorlukları sabırla karşılaması gerekebilir. Bunların yanı sıra insanın maddi güç ya da toplum içinde itibar, şöhret ve belli bir kariyer elde etmek gibi hedefleri varsa; bunlar için de ciddi bir çaba sarf etmesi ve bazı zorlukları göze alması, halk içinde kullanılan tabiriyle 'kendinden bir şeyler vermesi' gerekir.

Ancak burada çok önemli bir noktayı hatırlatmalıyız: Yukarıda saydığımız örnekler, insanın dünyadaki kısa hayatı boyunca elde edeceği geçici yararlarla ilgilidir. Ve bu yararların hepsi ya ölümle birlikte veya henüz dünyadayken herhangi bir sebeple aniden elinden çıkabilir. Örneğin yıllarını sınav günü başarılı olmak için durmaksızın çalışarak geçiren bir genç, başına gelen bir kaza ile sınava giremeden hayatını yitirebilir. Veya yıllar süren bir emek sonucunda sahip olduğu evi yakıp yıkacak olan bir felaket, insanın çabasını, emeğini bir anda yok edebilir.

Görüldüğü gibi dünya hayatında elde edilmek istenen yararların tümü, ne kadar ciddi bir çaba harcansa da, geçicidir. Ama bunların yanı sıra bir de asla kaybolmayacak olan, asla tükenmeyecek güzelliklerin, sonsuz yararların bulunduğu ve insanın ebediyete kadar kalacağı gerçek bir hayat vardır. Bu, inanan insanların dünya hayatı boyunca ulaşmak için ciddi bir çaba sarf ettikleri, tüm diğer konuların çok daha üstünde tuttukları, asla akıllarından çıkarmadıkları ölümden sonraki ahiret hayatıdır.

İşte insanın sonsuz ahiret yurduna ulaşmak için denendiği yer de 'dünya hayatı'dır. İnsan, yeryüzünde bulunduğu sürece ahirete yönelik bir sınav yaşamakta ve bu konuda gösterdiği çabayla denenmektedir. Hayat, gerçekte Allahın bizleri sınamak ve eğitmek için yarattığı geçici bir süredir. İnsan bu süre boyunca düşünmek, böylece Rabbimizi tanımak, Onun hükümlerine uymak ve sadece Onun rızasını aramakla sorumludur. Bunun yanında bu imtihan hayatı boyunca başına gelen herşeye en güzeliyle karşılık vermek, sabretmek ve güzel ahlak göstermekle yükümlüdür. Herşeyin Rabbimizden gelen bir deneme olduğunu bilmek, bunlardan zevk almak, karşılaştığı her olayı neşe ve şevkle karşılamak ise, dünyadaki imtihanın müminlere has olan bir sırrıdır.

Şüphesiz bu sırrı kavrayan ve tüm yaşamını denendiğinin bilincinde olarak geçiren insanlar, asla son bulmayacak ve tükenmeyecek olan bir kazanç elde edeceklerdir.

Biz ona iki yol - iki amaç gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir; ya da açlık gününde doyurmaktır, yakın olan bir yetimi, veya sürünen bir yoksulu. Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene). Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashabı Meşeme). Kapıları kilitlenmiş bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 10-20)


 

unzurna

New member
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
542
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
57
Bunun yanında bu imtihan hayatı boyunca başına gelen herşeye en güzeliyle karşılık vermek, sabretmek ve güzel ahlak göstermekle yükümlüdür. Herşeyin Rabbimizden gelen bir deneme olduğunu bilmek, bunlardan zevk almak, karşılaştığı her olayı neşe ve şevkle karşılamak ise, dünyadaki imtihanın müminlere has olan bir sırrıdır.

Allah razı olsun. Çok güzel değinmişsin. Hayatı böyle görmek başlangıçtır.
 

kalbi

New member
Katılım
21 Nis 2007
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
"Şüphesiz bu sırrı kavrayan ve tüm yaşamını denendiğinin bilincinde olarak geçiren insanlar, asla son bulmayacak ve tükenmeyecek olan bir kazanç elde edeceklerdir."(hümagül)


bela,musibet, sıkıntı,bir sırdır RAHMET hazinesinden...
her kim bu sırdan nasibin alırsa kıymetini bilmeli ve RABBİSİNE şükretmelidir...
çünkü ALLAH-u ZÜLCELAL VE TEKADDES HZ. bir kulu için bir makam murad ederse eğer o kul o makama kendi çabalarıyla gelememişse ALLAH c.c. onu öyle imtihanlara tabi tutar ki o makama gelene kadar pişer ve murad hasıl olur...
teşekkürler kardeş...yüreğine kuvvet...
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
Imtihan Dünyasi Ve Ebedi Alem

Imtihan Dünyasi Ve Ebedi Alem


Maalesef, İslam topraklarında; "Dünyanın kafirlere, ahiretin ise mü'minlere ait olduğu" şeklindeki kanaat yaygındır. Bunun sonucu olarak, tembellik hastalığı yayılmıştır. Halbuki Resul-i Ekrem (sav)'in:" Dünya hayatınızı ma'mur ve ıslah ediniz. Yarın ölecekmiş gibi de ahiretiniz için hazırlık yapınız"(1) mealindeki tavsiyesi dikkate alınmış olsaydı, bu zaaf ortaya çıkmazdı.

Şimdi, "dünyanın kafirlere, ahiretin ise mü'minlere ait olduğu" iddiasının dayandığı delili gözden geçirelim: Birgün, Resul-i Ekrem (sav) deri bir yastık ve hasır bir yatak üzerinde uyumuştur. Hz. Ömer (ra) bu manzarayı görür ve hasır yatağın Peygamber Efendimiz'in mübarek vücudunda iz bıraktığına şahit olur. Duygulanır ve ağlamaya başlar. Resul-i Ekrem (sav), Hz. Ömer'e (ra) niçin ağladığını sorar. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra): "Kisra'nın ve Kayser'in ihtişamlı hayatına karşılık, sizin tercih ettiğiniz şu hayata ağlıyorum. Oysa sen, Allahu Teala (cc)'nın Peygamberisin" cevabını verir. Resul-i Ekrem (sav), Hz. Ömer'i (ra) teselli için: "Sen dünyanın onlara, ahiretin ise bize ait olmasına razı olmuyor musun?" buyurur. (2)

Buradaki incelik şudur: Dünya hayatının süsü, ihtişamı ve debdebesi önemli değildir. Bunu, "dünyanın kafirlere teslim edilmesi" şeklinde değerlendirmeye imkan yoktur. Yeryüzünde fitneden eser kalmayıncaya kadar cihadı emreden Allahu Teala (cc), dünyanın kafirlerin eline terkedilmesine razı olmamıştır.

Önemli bir noktaya daha işaret etmekte fayda vardır. İmtihan dünyası ile ahiret hayatı, birbirini tamamlayan iki unsurdur. Ahiret saadeti, dünyadaki (tahkiki iman, ibadet, salih amel vs.) gayretlerin bir sonucu olarak elde edilebilir. Dolayısıyle dünya ile ahireti, birbirinin düşmanı gibi değerlendirmek mümkün değildir Dünya ile ahiret arasında zaruri bir tercih sözkonusu olursa, ebedi olmasından dolayı "ahiret hayatı" tercih edilir.(3)

Resul-i Ekrem (sav)'in: "Cennet'te bir kamçı büyüklüğü kadar yer, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha iyidir"(4) buyurduğu ve daha sonra, "Kim ki, hemen ateşin elinden kurtarılır da Cennet'e konulursa, işte o kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı meta'dan (ve zinetten) başka birşey değildir."(Al-i İmran Suresi:186) ayetini okuduğu muteber kaynaklarda zikredilmiştir.

Diğer bir Hadis-i Şerif'te: "Vallahi, ahiret karşısında dünya, birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. Şimdi bakınız, parmağınız denizden size ne getirir?" (5) buyurulmuştur. Burada ebedi olan ahiret hayatının, fani olan dünya hayatından ne kadar üstün olduğu bir teşbih ile anlatılmıştır.

Her Müslümanın, dünya nimetlerini elde etmek için gayret sarfetmesi zaruridir. Hatta Müslümanların bütün imkanlarını kullanmaları şarttır. Resul-i Ekrem (sav): "Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da, bunu Kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, muhakkak onu diksin, bırakmasın"(6) tavsiyesinde bulunmuştur. Kıyamet'in mahiyeti dikkate alınırsa, bu tavsiyenin mahiyeti kolayca kavranabilir. İslam topraklarında yaygın olan, "dünyanın kafirlere, ahiretin ise mü'minlere ait olduğu" şeklindeki yanlış kanaatin, değişik musibetlere vesile olduğu sabittir.

Her Müslüman, İslam'ın temel hedeflerini gerçekleştirmek niyeti ile gece-gündüz çalışması zaruridir. Sanayileşmiş ülkelerin dünya siyasetindeki belirleyici rolleri dinlerinden değil, maddi servetlerinden kaynaklanmaktadır. Maddi servetlerinin önemli bir bölümünü geçtiğimiz yüzyılda, diğer ülkeleri istila ederek elde etmişlerdir. Bunu dikkate almamak mümkün değildir. Halkı Hıristiyan olan Habeşistan, başka ülkeleri istila edemediği için, geri kalmış ülkelerden birisidir. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.

(1) İmam-ı Münavi- Feyzu'l Kadir Beyrut: 1972 C: 1 Sh: 532.
(2) Hasan Basri Çantay- Kırk Hadis- İst: 1962 C: 2 Sh: 257.
(3) İmam-ı Yusuf- Kitabu'l Haraç- İst: 1973 Sh: 18.
(4) Sahih-i Buhari- K. Cihad: 73, Ayrıca Sünen-i Tirmizi- Fadailu'l-Cihad: 19,
(5) Sahih-i Müslim- Kitabu'l Cenne:14 Hadis no: 55,
(6) Abdi'l Latifi'z Zebidi- Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi- Ank: 1974 C: 7 Sh: 124.
 

Azra

New member
Katılım
15 Mar 2007
Mesajlar
2,212
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul
ALLAH razı olsun kardeşim çok güzel bi konu...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Imtihan

Imtihan


          Ortalanmis Mesaj         




          Ortalanmis Mesaj         


İMTİHAN


وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَىْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِوَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرينَ
Bakara/155- Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!


لَتُبْلَوُنَّ فى اَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذينَ اُوتُواالْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذينَ اَشْرَكُوا اَذًى كَثيرًا وَاِنْ تَصْبِرُواوَتَتَّقُوا فَاِنَّ ذلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ)
Al-İ İmran/186- Muhakkak siz, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan size eziyet verici bir çok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'dan gereği gibi korkarsanız, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir.


وَقَطَّعْنَاهُمْ فِى الْاَرْضِ اُمَمًا مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذلِكَ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّاَتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Araf/168- Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık. İçlerinde iyi olanları da vardı, olmayanları da. Onları biz, bazan nimetlerle, bazan da musibetlerle imtihana çektik. Sonunda belki hakka dönerler diye.


وَاعْلَمُوا اَنَّمَا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاَنَّ اللّهَ عِنْدَهُ اَجْرٌ عَظيمٌ
Enfal/ 28- Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka birşey değildir. Allah katında büyük ecir vardır.


كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Enbiya/ 35- Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.


اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُوا اَنْ يَقُولُوا امَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ

Ankebut/ 2- İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?


اِنَّمَا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللّهُ عِنْدَهُ اَجْرٌ عَظيمٌ
Teğabun/ 15- Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah'ın yanındadır.


اَلَّذى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزيزُ الْغَفُورُ
Mülk / 2. O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.


HADİS...


* Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Yanıma bir kadın girdi. Beraberinde iki kız çocuğu da vardı. Bir şeyler istedi. Aksi gibi yanımda bir hurmadan başka bir şey yoktu. Onu verdim. Kadın aldı ve ikiye bölerek kızlarına taksim etti. Kendine pay ayırmadı. Çıkıp gittiler. Arkadan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) girdi. Durumu ona anlattım. Dedi ki: "Kim bu şekilde kızlarla imtihan edilir o da onlara iyi davranırsa, kızlar, onun için, ateşe karşı perde olurlar."


* Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), "O vakit onlar hem üstünüzden, hem altınızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı ve siz Allah'a karşı türlü zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada mü'minler imtihana uğratılmıştı. Şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı..." (Ahzâb, 10-11) mealindeki âyet hakkında: "Bu, Hendek Savaşı ile ilgilidir" demiştir.


* Râşid İbnu Sa'd, ashaba mensup birinden naklen anlatıyor: "Bir zât Resûlullah'a gelip: "Ey Allah'ın Resûlü, niye şehid dışında kalan mü'minler kabirde imtihan edilirler?" diye sordu. Resûlullah şu cevabı verdi: "Şehidin ölüm anında tepesinin üstünde kılıç parıltısını hissetmesi imtihan olarak ona kâfidir."


* Hz. Ömer ve Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anhümâ) anlatıyorlar: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim bir belaya uğrayanı görünce şu duayı okursa: "Seni imtihan ettiği şeyde bana âfiyet veren ve birçok yarattığından beni üstün kılan Allah'a hamdolsun!" Artık yaşadığı müddetçe, bu bela ne olursa olsun ona mâruz kalmaktan muaf kılınır."


* "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah Teâla hazretleri buyurdu ki: "Ben kulumu iki sevdiğiyle imtihan edersem o da sabır gösterir (ve sevap umarsa) onlara bedel cenneti veririm.'' (Buradaki "iki sevdiği'' ile gözlerini kastediyor.'' Doğruyu Allah bilir.")


* Mus'ab İbnu Sa'd, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: "Der ki: "Ey Allah'ın Resûlü! dedim, insanlardan kimler en çok belaya uğrar?" "Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. Kişi diyaneti nispetinde belaya maruz kalır. Kim dininde şiddetli ve sağlam olursa onun belası da şiddetli olur. Şayet dininde zayıflık varsa, Allah onu da diyaneti nispetinde imtihan eder. Bela kulun peşini bırakmaz. Tâ o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar."


* Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Bana İslâm telaffuz eden kaç kişi olduğunu sayıverin" buyurdular. Biz: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizim sayımız altı-yedi yüze ulaşmış olduğu halde, hakkımızda korku mu taşıyorsunuz?" dedik. "Siz bilemezsiniz, (çokluğunuza rağmen) imtihan olunabilirsiniz!" . Gerçekten öyle (belaya maruz kalıp) imtihan olunduk ki, içimizden namazını gizlice kılanlar oldu."


* İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Bir gün) Resülullah aleyhissalâtu vesselam yanımıza gelip şöyle buyurdular: "Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman (artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır. Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah'a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır:)
l) Zina: Bir millette zina ortaya çıkar ve aIenî işlenecek bir hale gelirse, mutlaka o millette tâun hastalığı yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde görûlmeyen hastalıklar yayılır. 2) Ölçü-tartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın zulmüne uğrar. 3) Zekat vermemek: Hangi millet mallarının zekatını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi. 4) Ahdin bozulması: Hangi millet Allah ve Resülünün ahdini (yani düşmanla yaptığı anlaşmayı) bozarsa, Allah Teâla hazretleri o millete, kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır. 5) Kitabullahla hükmetmeyi terk: Hangi milletin imamları Kitabullahla ameli terkederek Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır."


 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

          Ortalanmis Mesaj         



Bir imtihanlar zinciridir hayat baştan başa. Tâ çocukluktan başlar insanoğlu için imtihanlar. Ve rûh bedenden ayrılacağı ana kadar da devam eder durur. Anlayıp sezebilenler için bu küçük küçük imtihanlar, birer eleme ve finale kalan ruhların tesbît edilmesiyle alâkalıdır. İnsanoğlunun vicdanında ve rûhâ-nîlerin gözünde tesbît edilmesiyle...

Çeşit çeşittir imtihanlar ve bütün bir hayat boyu, değişik boy ve derinlikte devam eder dururlar: Mektebe alınma imtihanı, sınıf geçme imtihanı, mektep bitirme imtihanı; evlâdın babadan, babanın evlâttan bulma imtihanı ve daha bir sürü imtihan... Hele bunlar arasında insanî düşünce ve yüksek ideâllerinden ötürü “saf dışı” edilme ve vatandaşlık haklarından mahrum bırakılma imtihanı oldukça ağır ve gurur kırıcıdır.


Bir de düşmanın amansızlığı ve insafsızlığı yanında, vefasız dostların eliyle çekilen imtihanlar vardır ki; doğrusu dayanılması en güç olan imtihan da işte budur. Zira, düşmanın hasımca vaziyeti, insanlık ve mürüvvetle telif edilmese bile, düşmanlık mantığına uygundur. Hatta düşünce yapısı, dünyaya bakış keyfiyeti ve değer hükümlerindeki farklılıklar çoğaldıkça da bu husûmetin artması -aynı mantıkla- tabiî görülebilir. Ne var ki aynı kader çizgisinde kavga verenlerin, aynı duygu ve düşünceleri paylaşanların kıskançlık ve rekabet hissiyle, gammazlamalara düşmeleri, kat’iyyen akıl ve mantıkla telif edilemez. Hele insanlık ve mürüvvetle asla..!
Evet, böyle vefa umulan bir yerden ihânet ve cefâ görmek, hem acı hem de oldukça düşündürücüdür. Ama neylersin ki; aldatmanın akıllılık, inhisar-ı fikir1 ve saplantıların sadâkat, bağnazlığın muhafazakârlık sayıldığı bir dünyada, bu kabil ibtilâ ve imtihanlar eksik olmayacağından, bilip dayanmadan başka da çaremiz yoktur. Evet, ferd olarak, aile olarak ve toplum olarak:

“Gelse celâlinden cefa
Yahud cemâlinden vefa
İkisi de câna safâ
Lütfun da hoş kahrın da hoş.”


deyip dayanma mecburiyetindeyiz.
Dünden bugüne yer yer düşmanlarından ve zaman zaman da dost kılığına bürünmüş hasımlarından, devamlı ihânet darbeleri yiyen ve sürekli olarak hırpalanan bu millet, bütün tarih boyunca imtihanların en acı ve en ağırlarını gördü. En korkunç hıyanetlere maruz kaldı. Gün geldi ki dört bir yandan bütün dünya onun üzerine at sürdü ve onu ablukaya aldı. Hatta bu dönemde, onun bütün bütün tarihten silineceği zehâbına kapılanlar da oldu. Ama o, bu ölüm kalım imtihanlarını da atlatarak bir kere daha bütün bir hasım dünyanın plânlarını altüst etti. Belki o, bundan sonra da bir kısım imtihanlar görecek, tekrar tekrar ırgalanacak, karşısına ateşten tepeler, kandan irinden deryalar çıkacak; ancak, bütün bunlar onun, kendini yenilemesine ve metafizik gerilimine yardımcı olacaktır. Zira o bunlarla dost ve düşmanını tanıyacak, bunlarla bilenecek ve bunlarla düştükten sonra doğrulup kalkmanın ve kendine gelmenin yollarını öğrenecektir...

İnsan imtihanlarla saflaşır ve özüne erer. Hayat, imtihanlar sâyesinde yeknesaklıktan kurtulur ve renklilik kazanır. Ruh imtihan gördüğü nisbetde olgunlaşır ve büyük işleri göğüsleyebilecek hâle gelir. Geçirilen imtihanın ağırlığı ve soruların terleticiliği nisbetinde, ferd, insanlık mektebinde sınıf geçmeye ve yükselmeye hak kazanır.

İmtihanın olmadığı bir yerde ferdin saflaşıp özüne ermesinden, toplumun gerilip çelikleşmesinden bahsedilemez. İmtihanla sıkışan ve büzülen ruhlardır ki yay gibi gerilir, ok gibi fırlar ve bir solukta hedefe ulaşırlar. Evet, sabah akşam onların çevrelerinde dolaşıp duran endişeler, yer yer yuvalarını sarsıp geçen açlıklar, susuzluklar, sıkıntılar, hatta mal ve canlarına gelen zarar ve ziyanlar, beklenmedik şekilde hâdiselerin demir paletleri altında kalıp ezilmeler, onları en sert çelikler hâline getirecek ve istikbâle hazırlayacaktır.
İmtihan görmemiş ölü gönüllerin ve ham ruhların, nefisleri adına insanlığa yükselmeleri bahis mevzuu olmayacağı gibi, içinde yaşadıkları topluma da en küçük bir menfaatleri dokunmayacaktır.


Elmas gibi ruhların, kömür tıynetli kimselerden ayrılması imtihana bağlıdır. İmtihanın olmadığı bir yerde, altını taştan, topraktan; elması da kömürden tefrik etmeye imkân yoktur. Ve yine imtihanın olmadığı bir yerde, en uğursuz ruhlar en yüce kametlerle iç içedir. İmtihanla, melekler gibi sâfi ruhlar, habis ruhlardan ayrılır ve kendileri için mukadder zirvelere ulaşırlar.
Bunun böyle olduğunu bilen hakikate âşina bir gönül için, her imtihan, insanı gökler ötesi âlemlere uçuran bir kanat ve imtihanda görülen her sıkıntı da ona güç ve canlılık kazandıran bir iksirdir. Böyle birinin nazarında ateşlere atılmak, Yaratıcı’nın dostluğuna doğru atılmış en güçlü bir adım; çarmıhlara gerilmek de ona yükselmenin yüce birer vesilesi sayılır.


Evet, gönlünü en yüce ideâllerle donatmış birisi için, heryeni imtihan onun azmine indirilmiş bir kamçı, irâdesini şahlandıran bir efsun ve gönül kadranını aydınlatan bir ışıktır. O gördüğü her imtihanla kristâller gibi berraklaşır, yay gibi gerilime geçer ve adım adım, gönlünde kurduğu cennetlere doğru yükselir.
Kahrı-lûtfu bir bilmeyen mürde gönüller2 varsın bundan birşey anlamasınlar. Geçen hakikatın meâline gönül vermiş ideâlistler, bu uğurda çekilen ızdıraplardan daha zevkli birşey tanımayacaklardır. Ocaklar gibi yansalar dahi, âh u efgan edip ağyâra dert yanmayacaklardır. Ne dostların vefasızlığı ne de düşmanın insafsızlığı onları millet ve vatan yolunda hizmetten alıkoyamayacaktır. Ve işte ahd u peymânları:

“Felek esbab-ı cefasın toplasın gelsin,
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azîmetden.”


 

abrec

New member
Katılım
21 Ağu 2006
Mesajlar
321
Tepkime puanı
2
Puanları
0
ya ben çok sabırsızım ne olacak benim bu halim () sonumu hayır etsin dua edin benim için ve herkes için () bizi korusun cehennemden
 
Üst Alt