Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Îmân

islamakidesi

New member
Katılım
31 Tem 2006
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bu öyle bir yerdir ki haleften birçoğu bu noktada yanılmıştır. Zanneder ki iman gerçekte sadece tastik etmektir. Sonra da kendisinden yalanlama sadır olmamış yahut kendisinden kalp ile değil sadece dil ile tekzip sadır olmuş ve küfürleri en galiz küfür olan iblis, Fir'avn gibi kişileri görüyorlar ve dolayısıyla hayrette kalıyorlar. Aslında eğer onlar selefi salihinin üzerinde bulunduğu dosdoğru yolu bulmuş olsalardı, imanın söz ve amelden oluştuğunu bilirlerdi. Yani gerçekte kalbî söz ve amel.
Şüphesiz iman, Allah'ın kelam ve risaleti ölçüleri çerçevesindedir. Onun kelam ve risaleti ise onun verdiği haber ve emirlerini içeriyor. Bu durumda kalp haberlerini tastik eder. Hem de öyle bir tastik ki kalpte, derhal tastik edilen şeyin gereği anlamında bir durum oluşturur. Tasdik, aslında ilim ve sözün bir çeşididir. Emrine boyun eğer ve teslim olur. Bu inkiyad ve teslim olma (istislâm) ise amel ve iradenin bir çeşididir. İşte kişi bu iki hususu gerçekleştirmeden mümin olamaz. Ne zaman ki bu boyun eğmeyi terkederse bu durumda müstekbir olur, ki böylesi biri tastik ediyor olsa bile kâfirdir.
Aslında küfür, yalanlamadan (tekzib) daha geneldir. Küfür, kimi zaman cehalet yalanlaması olur. Kimi zaman da istikbar (büyüklenme) ve zulüm küfrü. Bu nedenle iblis tekzip değil daima küfür ve istikbar ile tavsif edilmiştir. Bundandır ki Yahudi ve benzerleri gibi bilenlerin küfrü iblisin küfrünün cinsindendir. Fakat Nasara ve sapıklıkta benzerleri gibi cahil olan kimselerin küfrü, cehalettir.
Bilindiği gibi bir grup Yahudi, Nebi'ye (s.a.v) gelerek ona bazı şeyler sordular. O da onlara cevap verdi. Onlar da dediler ki:
Biz senin nebi olduğuna şehadet ederiz. Ne var ki bunlar ona tabi olmadılar. Hirakl ve diğerlerinin durumu da böyledir. İşte bu bilgi ve tastik onlara bir fayda vermemiştir.
Görüldüğü gibi kim resulü getirdiği hususlarda; onun getirdiği Allah'ın risaletidir, bilgi, emir ve yasaklar içerir diye tastik ederse, işte bu kişi ikinci bir aşamaya muhtaçtır. Bu da, Allah'ın haberlerini tastik ve söz konusu emirlerine boyun eğmedir.
Kişi,'Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına şehadet ederim' dediğinde bu şehadet aynı zamanda hem haberlerini tastik etmeyi ve hem de emirlerine boyun eğmeyi (inkıyad) kapsar.
'Muhammed'in elçisi olduğuna şehadet ederim' şehadeti ise resulün Allah katından getirdiklerini tastik etmeyi gerektirir.
İşte bu iki şehadetin toplamı ile ikrar tamam olur. Bu iki şehadette de sadece tastik yeterli olsaydı bu durumda onu kabul eden kişi, imanın bütünüyle özünün bundan ibaret olduğunu zanneden fakat diğer bölümlerinden gafil olan kişi gibi olurdu. Oysa onda ikinci bir asıl olarak itaatin (inkıyad) de bulunması gerekir. Değilse, bu durumda zahir ve batın olarak resulü tastik edip sonra da emirlere tabi olmaktan kaçınması durumu söz konusu olur. Çünkü böyle birinin resulü tastik etmesi, Allah'tan risaleti sadece işiten kişinin durumu mesabesindedir. Tıpkı iblis gibi.
Bu şu anlama gelir:
Şüphesiz Allah veya resulüyle istihza ona tabi olmayı nefyeder. Çünkü bize, Allah'ın (c.c) ona itaat etmeyi emrettiği ulaşmıştır. Buna göre ona itaat etmek (inkıyad), onun getirdiği haberleri tastik etmek cinsinden olmuş olur. Bu manada kim emirlerine boyun eğmez ise artık bu kişi ya onu yalanlıyor, ya da rabbine boyun eğmekten imtina ediyordur. Bunların ikisi de açık küfürdür.
Kim onu küçümser yahut kalbiyle istihza ederse bu durum kendisinin onun emirlerine boyun eğmesini önler. Muhakkak boyun eğmek saygı ve yüceltmedir. Küçümseme, ihanet ve zelil görmedir. Bu ikisi ise bir birinin zıddı şeylerdir. Ne zaman bunlardan biri kalpte yerleşirse ötekisi son bulur. Bilindiği gibi küçümseme ve zelil görmek imanı nefyeder. Zıddın zıddını nefyetmesi gibi.
 

reyyan

New member
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
1,279
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
45
Îmân

Îmân

Îman, inanmak anlamındadır. Allah'ın varlığına, birliğine ve onun gönderdiği herşeye inanmak dini birer şarttır.
Dini şartlarımızı incelemek için burayı tıklayabilirsiniz. Bu şartlar Âmentü'yu oluşturur ki şöyledir: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahirete, kaza ile kadere ve bunların Allah'tan olduğuna inanmaktır.

Bir kişinin îmânı kuvvetli olursa takva sahibi olur. Allah'tan korkma vasfına girer ki, kurtuluşa erenler Allah'tan korkan kişiler ve ibadet edip iyi amel işleyen insanlar olacaktır. Bu yüzden, Allah kelâmı(sözü) duyulduğu zaman ona eşlik etmek, gerekli saygıyı göstererek onu dinlemek gerekir. Bunun dışında, gönderdiği kitaplara inanmak farzdır. Bilindiği gibi yeryüzüne en büyük dini kitap olarak Kur'an-ı Kerim Allah'ın izniyle 23 yılda indi. Bu, düşünenler için ibret verici bir hadisedir. İnmesinde bile fazilet vardır. Çünkü Allah'ın sabrı hiçbir yerde, hiçbir kimsede yoktur. Kur'an-ı Kerim indi. Ancak şöyle düşünceler de var. O yılda indi ve o yıllara geçerlidir. Şimdi üzerinden asırlar geçmiş, onun hükmü kalkmıştır diyecek inkâr yoluna girişenler vâr olabilir. Ancak onun bu hükmü kıyamete kadar geçerli olduğundan hiçbir canlı inkâr edemez. Edenler ise kâfir olurlar. Ayrıca, bu Kur'an Araplara indirildi, diyerekte reddetme yoluna gidenlerde vâr olabilir. Bunun izâhı ise şöyledir, ancak bu gibi reddetme düşünceleri ve savunlamaları câhillikten ibarettir. Kur'an-ı Kerim, âlemlerin efendisi olan Hz.Muhammed (S.A.V.) efendimize gönderilmiştir. O da bir insandır. Siz diyelimki hiç "Türkçe" bilmeyen kişiyle konuşsanız elbetteki sizi anlamaz. Allah da, bu Kur'an-ı en iyi anlayan kişiye gönderdiği zaman "Arapça" dili ile indirdi. Çünkü peygamber efendimizin yaşadığı o değerli kutsal topraklarda "Arapça" konuşuluyordu. Bu arada lisan(dil) sözünü etmişken şunuda belirtmekte fayda var. Allah katında dilin önemi yoktur. Yani siz hangi dilde ne söylerseniz söyleyin, Allah sizin ne dediğinizi bilir. Bırakın onu-bunu, sizin gönlünüzden geçeni, içinizden söylediklerinizi, yaptığınız her hareketi, hiçbir kişinin görmediği yerde bile (yerin dibinde,semâ üzerinde) olsanız bile Allah sizi görür ve işitir. Yani Allah'ın cemâlinden hiçbir şey kaçamaz.
îmânı koruyan 6 adet unsur vardır ki bunlar şöyledir:
1. Farzlar
2. Vâcipler
3. Sünnetler
4. Müstehaplar
5. Menduplar
6. Nâfileler

Anlamlarına Bkz. Farz, Vâcip, Sünnet, Müstehap, Mendup, Nâfile
îmânın 3 ana direği vardır. Eğer bunlar yıkılırsa (yani yerine getirilmez ise, uygulanmaz ise) îmân kaybedilmiş, zedelenmiş olur. Bu 3 direk Farzlar,Vâcipler ve Sünnetlerdir. Vâcipler aynen farz kabul edilerek uygulanır. Yani farzmış gibi kabul edilir. Sünnetler ise, yerine getirilen ibâdetin sağlama alınmasını sağlar ve geniş bir mevkiiye, alana yayılır. Çünkü biz, sünnet yoluyla farzları kavrıyoruz. Bâzı ibâdetlerde sünneti terk etmek mekruhtur. (Bkz. Mekruh)
Diğer 3 unsur, Îmânı kuvvetlendirmek, dereceyi yükseltmek için uygulanır. Zâten îmân kuvvetlenmeye başladığı zaman bu unsurlarada yavaş yavaş ihtiyaç duyulacağı bir gerçektir. Unutmayalım ki biz bu dünyaya ibâdet etmek için geldik. Îmân edebilmemiz için de bu unsurları yerine getirmek gerekir. Çünkü bu unsurlar birer ibâdettir. Farz ibâdetler, vâcip ibâdetler, sünnet ibâdetler vs. gibi...

İman, bir bütün olduğu halde kuvvet yönüyle üç kısımdır:

1- Dinin hükümlerini bilmeyen, ana-babasından gördüğü gibi ibadet eden, inanan kimsenin imanına taklid-i iman denir. Böyle kimsenin imanının gitmesinden korkulur.

2- Dinin hükümlerini yani farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh ve müfsidi ilmihalden öğrenip amel eden kimselerin imanına, iman-ı istidlâli yani delil ile anlayarak bilmek denir. Böyle kimselerin imanı kuvvetlidir.

3- Ariflerin imanıdır. Herkes dinsiz olsa, onun kalbine asla şüphe gelmez. Onun imanı peygamber imanı gibidir. Buna iman-ı hakiki denir.

Buna göre Taklid-i İman, dini hükümleri tam anlamıyla bilmeyen sadece gördüğü duyduğu şeyleri uygulayan ve öyle devam eden kimselerin dini inanışıdır. Bakınız bu inanış dinin parçalanmasını değil inanış kuvvetini belirler. Bu iman-ı taklid döneminden halen geçmekte olanlar ve geçmiş olanlar da vardır. Bu dönemde olan kimse imanı zayıftır her an imanın gitmesi söz konusu olabilir tehlikede olabilir. Ancak kesinlikle kötü yolda denemez, çünkü bu evreden geçmeye ve üst kademeye ilerlemeye çalışıyor. Şayet bu devrede takılıp kalırsa zayıf bir imana sahip olur. Bu evreden kurtulmak için daima araştırıp okumak, dini bilimlerde bilgi sahibi olmak gerekir. Zaten dini ilimler, kişi üzerinde arttıkça bu gibi açıklamaları anlama kabiliyeti ve hatta yanıtlama kabiliyeti doğar. Tabiiki bu cevaplandırmalarda yetmez, ilim için çırpınıp durur. İşte Allah(cc) derki: "iyilikte birbirinizle yarışın!" İmanın sıdk (yani doğru ve sağlam) olması için akla değil hükümlere uymak gerekir. Bir dini hükmü akıl almasa dahi onu kabul etmek şüpheye düşmemek gerekir. Ancak o hükmün ilkönce doğru olup olmadığı araştırılır. Eğer hüküm doğruysa, aklın hükmü değil, dini hüküm (şeriat) kabul edilmeli.

Biz ona(Allah'a) dayandık, ona güvendik ve sadece ondan medet umarız. İyiyide, kötüyüde, kazayıda, kaderide yazan odur. Allah'tan başka (tapılacak) ilah yoktur. Nitekim Kur'an-ı Kerimde Allah-ü Telâlâ'nın en çok öfkelendiği hareketlerden biriside, insanların Onu (Allah'ı) bırakıp kendilerine hiçbir fayda vermeyen putlara tapmalarıdır. Bununlada kalmayıp insanlar zamanın akışıyla kendi benliklerini unutmuş ve kendilerine birtakım ilahlar uydurmuşlardır. (putlara,ineklere, ay'a tapma gibi.) Hiç mi etraflarına bakmazlar. Bunca âlemi, göğü ve üzerini, yeri ve yerin dibini, ikisi (yer-gök) arasını o birtakım uydurdukları ilahlar mı yarattı. Hayır! yaratmak ancak ve ancak Allah'a mahsustur. Ayrıca İnsanlar yaratamaz, sadece yaparlar. Ne yazıkki zamanımızda "Yaratmak" kelimesi insanlar üzerinde söylenmeye başlandı. Konuştuğumuz her sözcüğün, yaptığımız her hareketin hesabını vereceğiz. Bu anlatılanları "akıl sahibleri" daha iyi anlar. Çünkü gerçek mü'min, imân ve ibâdetinde titiz davranan ve kuralı gereğince uygulayan kişidir. Ben müslümanım diyerek namaz kılmamak münâfıklıktır. Veyahutta diğer ibadetleri yapmamak aynı şekildedir.

Şunu aklımızdan hiç ama hiç çıkarmamamız gerekiyor. Allah'ın benzeri,dengi hiçbirşey yoktur. Bilindiği gibi "Cihad" farzdır. İnanınki Allah yolunda en büyük cihad, kişinin kendi nefs'ini yenmesidir. Eğer şeytan mahlukatı, nefsinizi eline geçirirse dünyada bilinçsiz yaşarsınız. Yani câhillik durumunda olursunuz. Bu tür yaşayan kişiler "hayvan" canlılarından hiçbir farkı yoktur Allah katında!! O yüzden niçin ve niye yaşadığımızı, nereden ve nereye gideceğimizi, özellikle görünür-görünmez her yaptığımız amelin hesabını Allah'a vereceğimizi unutmayarak, ibadeti bırakmamalı ve onun (Allah'ın) bize ilettiği her türlü dini değerlere sahip çıkarak korumalıyız. Bununla da kalmayıp yaymalıyız.

Dünya, sadece oyalanma yeridir. Sınırlı bir zamânı vardır. Sınırsız ve sonsuz olan Allahtır. Onun vaadettiği âhiret hayatı vardır. Âhiret zamânının sonu olmayan bir değeri vardır. Kıyâmet ile başlar ve bitişi olmaz. Hesap günü (kıyâmette) mü'minler ve kâfirler ayrılırlar. Cennet ve cehennem ehli olmak üzere ucu bucağı olmayan yurtlara gönderilirler. Kıyamet koptuktan sonra, tekrar dirilme gününde, insanlar saf saf Allah'ın huzuruna gelirler ve hesap işlemi başlar. Âhiret hayatı hakkında bilgi edinmek için tıklayın!

Sakın kendinizi tanımayı unutmayın, çünkü çoğu insanı kendi nefsi(canı) yönetiyordur. Nefsi ele geçiren ise şeytandır. Nefsinizi terbiye etmeniz sizin elinizde. Nefs hakkında bilgi edinmek için tıklayın!

Anlamını öğrenmek istediğiniz Dini bir Sözcük olursa "Dini Sözlük" sayfamızı herzaman ziyaret edebilirsiniz!
 

reyyan

New member
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
1,279
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
45
Abdest alıp sırf namaz için camiye gitmek Bir kimse güzelce abdest alır, sırf namaz için câmiye giderse, camiye varıncaya kadar atmış olduğu her adıma mukabil bir derece yükselir ve bir günahı silinir.
 
Üst Alt