Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Iman Ve Amel

mesud

New member
Katılım
24 Eyl 2005
Mesajlar
59
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
İman: Delile dayalı ve vakıaya uygun kesin tasdik veya kalbî itikat şeklinde tarif edilmektedir. Bu tarif, deliller tarafından desteklenen Kur’an ve sünnetin de işaret ettiği tariftir. Her ne kadar imanın en doğru tarifi bu ise de, kesin tasdik ve kalbî itikattan ibaret olsa da; bu imanın, amele dönüştüğünde birçok ulema tarafından da söylendiği gibi, söz ve amel haline gelmesi halinde dikkate alınması daha doğru olur. İman kelimesi ile bazen 'kesin tasdik' ve 'kalbî itikat' kastedilirken, bazen de kesin tasdik ve itikada ilave olarak; namaz, marufu emretmek ve münkerden nehyetmek, cihad, güzel ahlâka sahip olmak ve ramazan orucunu tutmak gibi şer’î ameller kastedilmektedir. Zira iman ile şer’î teklifler arasında, adeta birbirinden ayrılması mümkün olmayan organik bir bağ vardır. Eğer aralarında böylesi bir organik bağ olmasaydı, imanın, amel olarak isimlendirilmesi doğru olmazdı.

İmanın aslının ne olduğuna delalet eden birçok delil vardır. Bunlardan bir kısmı şunlardır.

"Yüzünüzü doğudan yana ve batıdan yana çevirmek birr olmak değildir. Lakin birr olan; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanandır…" *

"Peygamberler ve inananlar, ona Rabbinden indirilene inandı. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. Peygamberler arasında hiç birisini ayırt etmeyiz…" *

Ömer b. el-Hattab’ın Cibril kıssası ile ilgili olarak rivayet ettiği; Rasulullah’ın İslâm’ın, imanın ve ihsanın ne olduğunu öğrettiği hadiste şu ifadelere yer verilmektedir:

"…Bana imanın ne olduğundan haber verildi. Dedi ki: İman: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmandır. Kadere, hayrının ve şerrinin Allah’tan geldiğine de inanmandır." *

Buhari’nin Ebu Hüreyre yoluyla rivayet ettiği hadis ise şöyledir:

"…Ey Allah’ın Rasülü! İman nedir? İman; Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, kıyamet gününe ve öldükten sonra tekrar dirileceğine de inanmandır." *

Bu deliller, imanın kalple ilgili bir iş olduğunu bunun da tasdik ve itikat anlamına geldiğini göstermektedir.

Fakat diğer taraftan imanın, diğer ameller ve şer’î teklifler gibi bir amel olduğuna işaret eden birçok delil de vardır. Bunlardan bir kısmı şunlardır:

"Senin yöneldiğin yönü; peygambere uyanları, cayacaklardan ayırt etmek için ‘kıble’ yaptık. Doğrusu bu, Allah’ın yola koyduğu kimselerden başkasına ağır bir şeydir. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder." *

Ayette yer alan "imanınız" kelimesi: Mescid-i Aksa’ya yönelerek kıldığınız namazlarınız anlamında kullanılmıştır. Namaz ise "ameldir". Bu tefsir, sahabeden İbni Abbas ve Bera b. Âzib’in tefsiridir. Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği hadis ise şöyledir:

"Rasulullah (sav)’a hangi amelin daha efdal olduğu sorulduğunda: Allah’a iman etmektir, dedi." *

Buhari’nin lafzı ise şöyledir:

"Hangi amel daha efdaldir? Dedi ki: Allah’a ve Rasülüne inanmak…" *

Bu hadiste Rasulullah (sav), imanı diğer amellerden birisi olarak kabul etmiştir. Her ne kadar deliller, imanın kesin tasdik ve itikat anlamına geldiğini ifade ediyor ve yerinin de kalp olduğunu gösteriyorsa da; aynı zamanda, birçok nasta iman, lafzı şer’î teklifler ve ameller anlamında kullanılmıştır.

Doğru olan ise, imanın, aslında yani gerçekte 'kesin tasdik' ve 'itikat' olduğudur. Zira tasdik ve itikat kalple ilgili görevlerdendir; vücuttaki diğer organlarla ilgili bir görev değildir. Bu anlam açık ve nettir, imanın zikredildiği ve vurgulandığı birçok sarih nassın delaleti de budur. Fakat bazen bu iman kelimesi, yukarıda söylediğimiz gerçek anlamına ilave olarak namaz ve cihad gibi ameller hakkında da kullanılmıştır. Eğer biz namaz imandandır, oruç imandandır, cihad imandandır dersek doğru olana, delillerin ortaya koyduklarına muhalefet etmiş sayılmayız. Ancak bu söz, bu amellerin imandan bir parça olduğu ve imanın aslında ve hakikatinde yer aldığı anlamına gelmez. Bu söz, iman ile ameller arasında adeta birbirinden ayrılmayan bir bağın bulunduğu anlamına gelir. Zira iman, itaatla kemale erer ve kuvvetlenir. Müslümanın yerine getirdiği her meşru iş onun imanını güçlendirir, yine müslüman tarafından işlenen her masiyet de imanını zayıflatır. Bu nedenle iman kelimesinin her amel için kullanılması doğru olduğu gibi, amel kelimesinin iman yerine kullanılması da doğrudur. Rasulullah (sav)’in hadislerini incelediğimiz zaman birçok amelin, iman kelimesi ile isimlendirildiğini ve imandan sayıldığını görürüz. Çok sayıdaki hadislerden yalnızca bir kısmını, buraya aktarmakla yetiniyoruz:

Ebu Hüreyre’den: Nebi (sav) şöyle dedi:

"İman yetmiş küsür şubedir. Haya imandan bir şubedir." (Müslim rivayet etti) Buhari’nin lafzı ise şöyledir: "…altmış küsür." *

Ebu Saîd’den: Rasulullah (sav)’ı şöyle söylerken işittim:

"Sizden kim bir münkeri görürse onu eliyle değiştirsin. Bunu yapamazsa diliyle değiştirsin. Bunu da yapamazsa kalbiyle (buğzetsin). Bu ise imanın en zayıfıdır." *

İbni Abbas’tan: -Abdülkays heyetinin Medine’ye Rasulullah’ı ziyerete gelmesi ile ilgili uzun bir hadisin bir bölümde- Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:

"Tek olan Allah’a iman etmenin ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Dediler ki: Allah ve Rasülü daha iyi bilir. Dedi ki: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun Rasülü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini vermektir…" *

Ebu Ümame’den: Rasulullah (sav) şöyle dedi:

"Kim Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir ve Allah için men ederse imanı kemale erdirmiş olur." *

Ebu Malik el-Eşarî’den: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Temizlik (abdest) imanın yarısıdır…" *

Bu hadislerde Allah Rasülü (sav); hayayı, münkerin kalple değiştirilmesini, namazı, zekatı, Ramazan orucunu, ganimetin beşte birinin verilmesini, Allah için sevmeyi, Allah için buğzetmeyi, Allah için vermeyi, Allah için vermemeyi ve abdest gibi amellerin tümünü imandan saymıştır. Oysa bunların hiçbirisi kesin tasdik ve itikat kapsamına giren hususlardan değildir. Eğer iman ile ameller arasında birbirinden ayrılmayan organik bir bağ olmamış olsaydı, amellerin iman kelimesi ile isimlendirilmesi doğru olmazdı. Zira iman amelden uzak ve kopuk değildir. İman güç ve kuvvet açısından amelden etkilenir ve amelle aralarında sağlam bir bağ kurulur. Amellerle günahlar, imanın yokluğu veya daha da zayıflamasıyla ilgili naslar; amellerle güzel durumlar ve imanın artmasıyla ilgili naslar bir araya getirildiği zaman iman ile amel arasında ayrılmaz bir ilişkinin bulunduğu ortaya çıkar. Amellerle günahlar, imanın yok olması veya zayıflaması ile ilgili naslardandan bazıları şunlardır:

"Rabbine and olsun ki aralarında çıkan ihtilafta senin hakem tayin etmedikçe, sonra da senin verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe, iman etmiş sayılmazlar." *

Ebu Hüreyre’den. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Bir kul, şaka ile olsa bile yalanı ve doğru sözlü olsa bile gösterişli olmayı tamamen terk etmedikçe iman etmiş sayılmaz." *

Ebu Hüreyre’den: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Bir adam zina ettiği zaman iman ondan çıkar ve adeta üzerinde bir gölge gibi bekler, işini bitirdiği zaman iman ona geri döner." *

Ebu Hüreyre’den: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Zani bir kimse zina yaptığı sırada mümin olarak zina yapmaz. Hırsız, çaldığı sırada mümin olarak hırsızlık yapmaz. İçki içen kimse, içki içtiği sırada mümin olarak içmez." *

Ahmed’in rivayetinde ise şu ilave yer almaktadır:

"….Yağmacı bir kimse, yağmaladığı zaman mümin olarak yağmalamaz." *

Ebu Şureyh’ten: Nebi (sav) şöyle dedi:

"Allah’a yemin olsun ki iman etmemiştir. Allah’a yemin olsun ki iman etmemiştir. Allah’a yemin olsun ki iman etmemiştir. Denildi ki: Kim iman etmemiştir ey Allah Rasülü! Dedi ki: Komşusunun kendisinden emin olmadığı kişi iman etmemiştir." *

Yukarıdaki hadislerde Rasulullah (sav); şer’î hükme boyun eğmemek, yalan, gösteriş, zina, hırsızlık, içki içmek, yağmalamak ve komşuya eziyet etmek gibi fiilleri -amellerden olmasına rağmen- imanı tamamen ortadan kaldıran veya imanın kemalini gideren veya zayıflatan hususlardan saymıştır.

Amellerle iyi durumlar veya imanı artıran ve kuvvetlendiren hususlar arasında bir ilişki bulunduğunu gösteren naslardan bazıları ise şunlardır:

"İnsanlar onlara: Düşmanınız olan insanlar size karşı büyük bir ordu topladılar, onlardan korkun, dediler. Bu, onların imanını artırdı da: Allah bize yeter, O, ne güzel vekildir, dediler." *

"İnananlar ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, âyetleri okunduğu zaman bu, onların imanlarını artırır ve Rablerine güvenirler" *

"İnananların imanlarını kat kat arttırmaları için kalplerine güven indiren O’dur. Göklerdeki ve yerlerdeki ordular Allah’ındır. Allah bilendir, hakim olandır." *

Birinci ayette düşmanın gücünden duyulan korku ile iman gücünün artması arasında bir yakınlaşmanın varlığı; ikinci ayette ise Kur’an tilaveti ile iman gücünün artması arasında; üçüncü ayette de Kureyş’le yapılan anlaşmadan dolayı -Hudeybiye- bir sükünetin, kalp huzurunun ortaya çıkması arasında bir birlikteliğin varlığı söz konusudur.

Ancak bu ve diğer delillere bakılarak, bu amellerin fiilen imanın sağlamlığını gösterdiği veya imanın varlığı için fiilen faydalı olduğu söylenemez. Bu ameller de diğer şer’î ameller ve şer’î teklifler gibidir, imanla doğrudan alakası vardır. Günah olan amelleri yapmak imanı zayıflatır; "birr" olarak kabul edilen amelleri yapmak ise imanı kuvvetlendirir. Dolayısıyla yukarıda anlatılanlar bundan başka bir anlam ifade etmezler. İmanla amel arasında kuvvetli bir organik bağ olduğundan şüphe olmaması nedeniyle imanın, ameller tarafından kuvvetlendirildiğini ve amellerin de iman tarafından takviye edildiğini söylemekte sakınca yoktur. İman ile amel arasında var olan bu sağlam organik bağ, Allah Subhanehu’nun kitabında açık ve net bir şekilde, yetmişden daha fazla konuda "salih amel" ile iman kelimelerinin yan yana işlenmesi ile yer almıştır. Bu nedenledir ki imanın bir kapı, amelin ise bir başka kapı olduğunu kesinlikle söyleyebiliyoruz. İmanın amel, amelin de iman yerine kullanılması, ancak aralarındaki kuvvetli ilişki nedeniyledir ve mecazi açıdan yapılan bir kullanımdır; gerçek anlamıyla yapılan bir kullanım değildir.

Özetle iman, delile dayalı vakıaya uygun kesin tasdiktir ve kalbî itikattır. Amellerden etkilenmeyecek veya ameli etkilemeyecek kadar kopuk da değildir. Olumlu veya olumsuz olarak amellerden etkilenebilecek bir şekilde amellerle bağlantı halindedir. Birr kabul edilen ameller ve itaatlar, iman gücünü artırırken; günah ameller ve isyan ise, imanın zaafını artırır. Öyleyse iman ile ameller arasında, her ikisinin de bir diğerini etkilemesi şeklinde kuvvetli bir bağ vardır. Dolayısıyla gerçek vakıası itibarıyla, birbirlerinden farklı olsalar bile birbirlerinin yerine kullanılması caizdir.

Bu açıklamalara göre iman, dinde esas unsurdur ve iman sayesinde müminin cennetteki üstünlüğü artar. Genel olarak tüm müslümanların, özel olarak ise davet taşıyıcılarının, imanlarının en kuvvetli bir halde kalmasına, imanı zayıflatacak hususlardan da kaçınmaya aşırı bir şekilde özen göstermeleri gerekir. Kamil ve güçlü bir imanı korumak ve ardından da cennetteki en yüce makamlara yükselmek kolay olmadığından; farzları yerine getirmek, mendup amelleri ve itaatları daha da arttırmak mutlaka gereklidir. Bugün yapılması gereken en yüce farzlardan birisi, Raşidi Hilafeti kurarak İslâmi hayatı yeniden başlatma yoluyla, İslâm ümmetinin kalkınmasına çalışmaktır. Zira Raşidi Hilafet Devleti kurulduktan sonra, şer’î hükümler eskiden olduğu gibi yeniden uygulanacak; hayattan uzaklaştırılmasının ardından İslâm, yeniden hayata dönecektir. Allah’ın indirdikleri ile hükmetmek/ yönetmek, Allah katındaki vecibelerin en üstünü ve en sevap olanıdır. Ebu Hüreyre Nebi (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Yeryüzünde bir haddin uygulanması, insanlar için otuz veya kırk gün boyunca her sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır." *

Eğer Allah’ın hadlerinden bir tanesinin uygulanmasının durumu bu ise, tamamının uygulanması halinde durum nasıl olur!? Bunun gerçekleşebilmesinin yolu ise Hilâfet’in ikamesinden başka bir şey değildir. Abdullah b. Ömer’den: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Kim itaatten elini çekerse, hüccetsiz bir şekilde kıyamet günü Allah’a kavuşur. Kim de boynunda biat olmaksızın ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş sayılır." *

Bu hadis, şu hususun kavranmasına işaret etmektedir: Kim hilafetin önemini kavrar ve halifeye itaat ederse cahiliye ölümünden -ki bu ölüm İslâm’dan ziyade küfre daha yakın olan bir ölüm halidir- kurtulmuş olur. Kim de -günümüz müslümanlarında olduğu gibi- hilafetin önemini kavramazsa cahiliye ölümü gibi bir ölümle ölmüş olur. Bu tür bir ölümden kurtulabilmenin tek yolu ise, bu hilafeti yeniden kurmaya ve bir halife nasbetmeye çalışmak, sonra da ona itaat ederek boynundaki biat sorumluluğunu gerçekleştirmektir. Hilafeti kurmak için çalışmak, en büyük farzlardan birisi olup kişide iman gücünün daha da artmasına yol açar. Bunun yanında müslümanların geneli, özelde ise davet taşıyıcıları günahlardan özellikle de büyük günahlardan sakınmalıdırlar. Çünkü günahlar, imandaki zaafiyeti arttırır. Salih ameller ise, sadece hasenat diye bilinen amellerden ibaret değildir. Sadece sevabın artması için de yapılmazlar. Bunlar, sevabın artırılmasına ilave olarak imanı takviye etmek için yapılırlar. Masiyet olarak bilinenler de sadece kötü kabul edilen şeylerden ibaret değildir. Bunlardan da yalnızca, günahı terk etmek için sakınılmaz. Günahın terk edilmesine ilave olarak imanın zayıflamamasına gösterilen özenden dolayı bunlardan sakınılır. İman meselesinin tek açıdan değil iki açıdan ele alınması gereklidir:

Bir - Müslümanların genel olarak, davet taşıyıcılarının ise özel olarak, vacip olanları -farzları- mutlaka yerine getirmeleri, mendup amelleri ve itaatları da daha çok yapmaya hırs göstermeleri;
 
Üst Alt