Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İmam Hasan El Benna r.a

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
'بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ'


“O’nu gelip geçen, gündeme gelip unutulan bir kimlik olarak göstermek hiç kimsenin harcı değildir, olmayacaktır da…” Ömer Tilmisani


Yirminci yüzyıl İslam coğrafyasında kan, gözyaşı, zulüm, çeşit çeşit istibdatlarla hatırlanacağı kadar her biri birbirinden soylu ve derin İslami ihya hareketleri ve bunların temsilcileri ile de kendisinden bahsettirecektir. Bunlar arasında Türkiye’de Bediüzzaman ve nur mekteb-i irfanı, Hindistan’da İlyas Kandehlevi ve Tebliğ cemaati, yine aynı topraklarda Ebulâlâ Mevdudi ve Cemaat-i İslami, Mısır’da Hasan El Benna ve İhvan-ı Müslimin ilk akla gelen örneklerdir.

Maalesef gördük ki iki cephe ve iki tür yobaz düşünce arasında Merhum Benna bize çok yanlış aksettirilmiş, tabiri caizse o güneşin bulutların kesafeti arkasında kalmasına vesile olmuştur. Bunlardan birincisi; onu kendi mezhepsizliklerine, tasavvuf karşıtı görüşlerine, siyasi düşüncelerine perde yapmak isteyen bir kısım radikal kimseler. Diğeri ise; mezhep düşüncesini donduran, “Ehl-i sünneti savunuyorum” derken bilmeden, safdilane bir düşünce ile onu “modernist, fitneci” gibi yaftalarla yaftalayan “yerli malı yurdun malı” havasında, bir kısım Ehl-i sünnetçiler…

20. ASRIN BAŞLARINDA MISIR


Tarih boyunca çeşitli medeniyetlere beşiklik yapan Mısır, bereketli toprakları yüzünden her zaman dış güçlerin iştihasını kabartmış, istilalara sahne olmuştur. 19. yüzyılın “Güneşi batmayan imparatorluğu” İngiltere Osmanlı devletinin gün geçtikçe erimesi karşısında elini sıkı tutarak “İslam’ın bu zeki çocuğu”nun kollarına esaret zincirini takmıştı.



Mısır kavruluyordu velhasıl. Onu canlandıracak, hayat nefyedecek, haristanı gülistana çevirecek manevi bir Nil nehrine ihtiyacı vardı. İşte Hasan el Benna o tatlı ırmak oldu…


DOĞUMU


İmam Hasan el Benna, 14 Ekim 1906 ‘da Mısır’ın Buhayre vilayetinin Mahmudiye kasabasında doğdu. İsminde bir tılsım gizliydi sanki. Zira Benna kelimesi sözlükte yapan, kuran, bir binanın temelini atan anlamlarına gelir. Bu hususu merhum Seyyid Kutup şöyle anlatır: “Hasan El Benna isminde bir zatın soyadının “Benna” olması sadece bir tesadüf eseridir belki. Lakin kim buna tesadüf diyebilir? Bu adam için en büyük hakikat, bina kuruculuktur. Kuruculuğu en iyi bir şekilde yapmaktadır. Hayır, hayır o kuruculuk dehasıdır. İslam akidesi birçok davetçi tanıdı. Lakin her davetçi kurucu değildir.”

AİLE ORTAMI


Babası Ahmed bin Abdurrahman el Benna çevresinde ilim, takva ve fazileti işle tanınan bir zattı. Hem büyük bir fıkıh otoritesi, hem de muhaddisti. Ahmed bin Hanbel’in Müsned’ine şerh yazmıştı. Ailesinin geçimini saatçilik yaparak sağladığı için çevrede “saati” lakabıyla tanınırdı. Geceleri çalışır, gündüzleri de fahri olarak mescide imamlık yapardı.


Babası onun doğumunu şöyle anlatıyor; “Bir müddet çocuğum olmamıştı. Büyük bir arzu ile çocuğumun olmasını istiyor, Allah’a hayırlı bir evlad vermesi için dua ediyordum. Bir gün dua ederken, küçük bir çocuğun namaz kıldığını gördüm. Çok hoşuma gitti. “Ya Rabbi bana vereceğin evlad, bu yavru gibi namaz kılsın ve etrafının istifade edeceği hayırlı bir insan olsun” dedim. Allahu Teala duamı kabul etti ve bir erkek çocuğum oldu. Hasan adını verdim. Bu ismi verişimin sebebi de zevceme babasının “Ümmü Hasan” diye hitap etmesi olmuştur.”


Merhum pederi, oğlunun daha beşikte iken geçirdiği bir tehlikeyi şöyle anlatır; “Henüz altı aylık bebektin, annenin şefkat dolu bağrında şu fani dünyanın çirkeflerinden uzak derin bir uykuya dalmıştın. İşten gece yarısı eve dönmüştüm. Işığı yaktığımda simsiyah bir yılanın yanında çöreklendiğini gördüm. Zehir menbaı, başını başının yanına koymuş, aranızda ancak gözle görülebilecek bir boşluk vardı. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Hemen diz çöktüm. Rabbime ellerimi açarak yalvardım. Gönlümden bütün masivanın izlerini silip sükûnetle yavaş yavaş dua okumaya başladım. Ben, henüz duamı bitirmiştim ki, yılan kendiliğinden sıyrılarak, geldiği yere doğru, İlahi bir emirle yürüdü. Ve âlemlerin Rabbi, iste seni ta sonraları ulaşacağın bir mukadderat için, o gün ölümden böylece korumuştu.”
İLK EĞİTİMİ


Küçük Hasan ilk eğitimini muhterem pederinden aldı. Babası onu devamlı ilme teşvik ediyordu. Çok küçük yaşlarda ilk Kur’an hatmini de babasının yanında yaptı. İşte böyle bir ilmî yuvada büyüyen Bennâ, ilim, takva ve zühd atmosferinde gayet güzel bir şekilde yetişmiştir. Gece namazlarına, Pazartesi ve Perşembe günleri oruçlarına devam ediyordu. Merhum pederi, onun ibadetlere düşkünlüğü hakkında bize şu bilgiyi vermektedir; “İbadete çok düşkündü. Daha büluğa ermeden önce bile üç aylarda oruç tutardı. Ona; “Oğlum, sen daha büluğa ermedin. Henüz oruç sana farz değil, kendini yorma” dediğimde bana şu cevabı verirdi; “Babacığım, oruç tutmak için büyük bir arzu ve iştiyak duyuyorum. Bana zor da gelmiyor. Öyle ise niçin terk edeyim?”


Küçük yaşlarında Kur'ân-ı Kerim’i yarısına kadar ezberleyen Hasan el-Bennâ, on beş yaşlarında hıfzını tamamlamıştır.


MEDRESEYE YAZILMASI


Sekiz yaşında Mahmudiye’de klasik medrese usulü eğitim veren “Medreset’ür reşadi’diniyye’ye kaydolan El Benna burada Kur’an’ın bir kısmını ezberledi. Nahiv ilmi, biraz da Arap edebiyatı okudu. Bu okulun yöneticisi Şeyh Muhammed Zehran'ın onun üzerinde derin izler bıraktığı söylenebilir.


Daha sonra Demenhur şehrinde ortaöğretim okuluna kaydını yaptırdı. Bir yandan da kendisini maddi manevi olarak geliştirmek için uğraştı. Hatıralarında şöyle diyor;


Ben henüz öğretimimin o çağındayken okul programının dışında olmak üzere çeşitli ilimlere ait birçok metni ezberlemiş bulunuyordum. Hariri’nin Mulhat-ul İrab’ını, sonra İbn-i Malik’in Elfiyesini, ıstılahlara ait Yakutiye’yi, Tevhide ait El Cevheriye’yi, mirasa ait Er Rahbiye’yi, mantıka dair Es Süllem’in bir kısmını, Hanefi fıkhına dair Kuduri metninin birçoğunu, Ebu Şuca’nın Şafii fıkhına ait Metn-ül Gaye’sinin bir kısmını, Maliki fıkhına ait Manzumat-u İbn-i Âmir’in bir kısmını hep bu dönemlerde ezberlemiştim. Babamın anane halinde söylenegelen; “metinleri ezberleyen ilimleri elde eder" sözünü bana söylemesini ve bu şekilde beni yönlendirmesini unutamam.”



TASAVVUFA İLGİSİ


Ondaki zühd düşüncesi tasavvufa meylini artırmıştır; “Devam ettiğim küçük mescitte Hasafiyye tarikatı(Şazeliliğin bir kolu)na bağlı kişileri görmüştüm. Her gece yatsı namazından sonra Allah’ı zikrediyorlardı. Akşam ile yatsı arasında Şeyh Muhammed Zehran’ın derslerine ısrarla devam etmekte iken, uyumlu sesleriyle, güzel nağmeleriyle, taşkın ruhaniyetleriyle zikreden bu yaşlı faziletlilerin ve salih gençlerin hoşgörüsüyle onlarla beraber Allah’ı zikretmek için bu meclislere, bu halkalara devam etmeye başladım.”

Bununla beraber, Hasan el Benna hareketini bir tarikat olarak götürmemiştir. Bunun iki sebebini Müzekkeretü'd Dave ved-Daiye adlı eserinde şöyle açıklar:


1-Diğer tarikat mensupları ile anlaşmazlığa düşmek istemiyorum.


2-Davetin az sayıda Müslüman bir grup arasında mahsur kalmasını istemediğim gibi, İslami ıslah hareketlerinden yalnız birine mal edilip, harice taşma şansını kaybetmesini de doğru bulmadım."


ÜNİVERSİTEYE GİRİŞİ


Liseden mezun olduğunda Mısır çapında en başarılı beş talebeden birisiydi. Daha sonra “Küçük Ezher” denilen, Kahire’deki Dar-ül Ulum Üniversitesine kaydoldu. Sınıflarını hep iftiharla geçiyordu. Üstün başarılarından dolayı okul idaresi ona ayda bir cüneyh(Mısır’da bir para birimi. 3.5 cüneyh bir dolara tekabül ediyor yaklaşık olarak) mükâfat vermekteydi. Bitirme imtihanlarında 18000 şiir beytini ve bir o kadar da nesri ezbere okumuş, birincilikle mezun olmuştur.
Onunla Rabbe karşı saygı adabı hakkında Abdullah Azam şu harikulade hadiseyi naklediyor:“Hasan el-Benna Mısır'ın İsmailiye kentinde öğretmenlik yapıyordu. O Kahire Üniversitesi Daru'l-Ulûm Fakültesi'nin birincisi idi. Bu fakültenin sekreteri bana şunları anlattı: İmtihan sonuçlarını gören bir öğrenci gelip Benna'ya:


"Ya Şeyh Hasan! Sen filan dersten ikmale kalmışsın" dedi. Bunun üzerine Benna, Allah'a secdeye kapandı. Talebe ona:


"Ben sana ikmale kalmışsın diyorum, sen Allah'a şükür secdesi yapıyorsun. Bu nasıl şey?" Benna:


"Biz sevindiğimiz anda da, sıkıntılı hallerde de Allah'a şükrederiz" cevabını verdi. Bunun üzerine o öğrenci:


"Ya Şeyh Hasan seni müjdeliyorum, Daru'l-Ulûm Fakültesi'nde birinci olmuşsun" dedi. Tekrar Benna Allah'a secdeye kapandı.”


Tahsili sırasında İngiliz yönetiminin yaptığı maddi-manevi tahribata karşı bir şeyler yapmak için devrin tanınmış âlimleri ile temasa geçmiş, camilerde, kahvelerde, konferanslar ve vaazlar tertip ederek onlara konuşma zemin ve imkânını hazırlamıştı.


İDEALİST BİR ÖĞRETMEN


Tahsilini tamamladığında İsmailiye şehrine öğretmen olarak tayin edildi. O sıralarda İngilizler tüm güçlerini İsmailiye’de toplamışlardı. Okullarda Avrupa usulü eğitim yapılıyordu. İsmailiyye, bu haliyle sanki Londra'nın varoşlarından birini andırıyordu; “İsmailiye’nin o zamanlar yürek parçalayıcı bir hali vardı. O günkü durumu görüp de hüngür hüngür ağlamamanın imkânı yoktu“ der El Benna. “Batı tarafında İngiliz karargâhı, doğu tarafında Süveyş kanalı idarecilerinin çocukları için açılmış bulunan Hıristiyan okulu. Bu okula Mısırlı çocuklar gidecekti. Sanki biz kendi öz vatanımızda köleydik. İngilizler memleketin bütün gelirlerini kendi ellerine geçirmişlerdi.

Bu da ne demekti? Şarkın en büyük kumandanı Selahaddin-i Eyyubi’nin vatanında Rişar’ın çocuklarının işi ne idi? Sanki bu, Hilalin alnına takılmış bir haç idi. Ey ülkeler fatihi ulu hakan! Bir uyansan da bedbaht neslinin hal-i perişanını görsen, yüzümüze tükürürdün! Doğrusu bu manzara karşısında yaşamaktansa, ölümü arzuluyordum.


DAVET


Her büyük dava şakakları zonklayan ızdırap insanlarının düşleri ile doğar, çekilen çile ve sıkıntılarla ser verip gelişir, meyveye durur. Zaten fertlerin gerilimini kaybettiği, çilesizlerin çoğalmaya başladığı bir hareketin artık encamından korkulmalıdır.


Hasan el Benna hemen bulunduğu çevrede davet ateşini yaktı. Etrafında beş altı kişilik bir çekirdek kadro oluşturdu ve hal ve çözüm yolları konusunda kolektif düşüncelere giriştiler; "Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çare aramakla geçirdik. Ümmetin hallerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldırmak için çok düşündük. Bazen ağladık."


“İHVAN-I MÜSLİMİN”


Ve… Ocak 1929 (Bazı kaynaklara göre Mart–1928)… “Zilkade ayının sıcak bir sabahı bağrı yanık, gönlü iman nuruyla dolu altı arkadaş yanıma gelmişlerdi. Hepsinin de gözünde ümit ve azim ışıkları parıldıyordu. İçten gelen hafif ve boğuk bir sesle şöyle demişlerdi:


Peki, ne yapalım? Bu iş ağlamakla, söylemekle bitmiyor. Ne yapmamız gerekiyorsa, öyle yapalım. Gerekirse; canımızı, malımızı, her şeyimizi feda edelim bu yolda… Sen bize önder ol, biz de senin yolunda yürüyelim. Programımızı çiz, yolumuzu göster. Biz de ona göre hareket edelim.”


Bunlar konuşurken gözlerim yaşarmıştı. Anlaştık, Allah’ın yüce kitabı üzerine yemin ettik. Artık biz bu davanın kulu, kölesi idik. Bütün gücümüzle çalışacaktık.”


İçimizden birisi; “Adımız ne olacak? Cemiyet halinde mi çalışacağız?” dedi. “Bizim asıl gayemiz İslam’dır dedim. O yola gitmek için her ne metot varsa deneyeceğiz. Daha çok birlik ve kardeşliğe ehemmiyet vereceğiz. O halde adımız İhvan-ı Müslimin(Müslüman kardeşler) olsun.”


KAHVE SOHBETLERİ

Hasan el-Benna, mescitte ders halkalarını genişletmeye ve gençleri mescide toplamaya başladığında, mescidin imamı, Hasan el-Benna ile liderlik yarışına girer. Çünkü mescit tıklım tıklım dolmuştur. Daha önceden ise mescitte körler, topallar, sakatlar ve yaşlılardan başka hiçbir kimse yoktu. Şu anda ise mescit gençlerle dolmuştu.
El Benna ve arkadaşları İsmailiye’nin her kahvesini ziyaret ederek davetin ilk kıvılcımlarını tutuşturdular. O, İhvanı, kahve sohbetleriyle başlatmış ve halkı kucaklamakla belli bir noktaya ulaşılabileceğini görmüştü. Özellikle Hasan el Benna’nın hitabeti, gözyaşları ve vakarı, hayatını davaya vakfedişi ve de samimiyeti insanlar üzerinde büyük tesir uyandırıyordu.

“Gönüllerin ta derinliklerine kadar işleyen bir bakışı vardı” der Ömer Tilmisani onun için. Said Havva ise onun başarısının mühim bir sebebi olarak onun İslami düşüncelerindeki dengeye işaret eder: “Allah Teala el Benna’ya öyle bir muvaffakiyet vermiştir ki, veciz bir ifade ile meseleleri bu ümmetin insaf sahiplerinin birleşebilecekleri bir ölçü içersinde sunabilmektedir.”
Halka fikrini rahatlıkla kabul ettirir, havassa da büyük tesiri olurdu.
İNKİŞAF


Tebliğin İslam’a susamış gönüllerde ma’kes bulması ile İsmailiye şehri bir avı kovanı gibi çalışmaya başladı. Ve hemen çevre il ve ilçelere de sıçradı. Merhum Ali Ulvi Kurucu bu durumu şöyle anlatmaktadır: “1928’de kuruldu İhvan-ı Müslimin. Kahire’ye gelişi 39. İsmailiye’de faaliyete başladı. Oraya sığmadı, taştı. İhtiyaç, tatlı bir kurtarıcı ses, manevi bir hava, fazilet hayatı, insanı insan yapan bir dava...”


Topluma deklare ettikleri ilk mesajlarında şöyle deniliyordu; “Bu tüyler ürpertici, buhranlı devrede sesimizin en son perdesine kadar haykırıyoruz; Yavaş yavaş ama öldürücü kasırgalardan daha kuvvetli, mütevazı ama sarp kayalardan daha yüce, bütün şahsi ve mücerret arzulardan uzak, Allah’ın azametine ve vahyine dayalı gayemizi takdim ediyoruz. Bütün samimi ve gönülden inanmış Müslümanları safımıza çağırıyoruz. Ahiret hayatının mutluluğunu isteyenler gelsin.”


Bu hayat verici çağrıya Portsaid, Süveyş, Ebu Suveyr, Bahr-i Sagir gibi yakın vilayetlerden binlerce insan lebbeyk dediler. 1932’ye gelindiğinde ise koca bir gençlik seli cemaate katılmaya başladı… İhvan bu sıralar tüm ülke çapında 300’den fazla şube açmıştı.

İRŞAD’DA YENİ DÖNEM

Bir sene içersinde Kahire’de hızla teşkilatlanan İhvan, bünyesinde kız ve erkek çocuklar için okullar açmaya başladı. Aynı zamanda sağlam aileler oluşturulması ve annelerin bilinçlendirilmesi açısından İsmailiye’de “Anneler Enstitüsü” açıldı. Diğer yandan aynı şehirde bir lokal ve fabrika, Mahmudiye’de bir tekstil ve halı fabrikası ile tefsir ve hadis ilimlerinin okutulduğu bir Enstitü açıldı.


Görüldüğü gibi İhvan hareketi, toplumu bütün üniteleri ile kucaklıyordu. Evet, “İhvan-ı Müslimin’in Hasan el Benna tarafından çizilen ve yönlendirilen faaliyet programları dini, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlarda etkili olmuş teşkilat camiası Mısır halkı için dengeli ve adil bir toplum örneği meydana getirmek istemiştir.”


Söz ve davranış uygunluğu içerisinde tutarlı bir insan olan Hasan el-Bennâ, İslâm ekonomisinin başarısını göstermek için endüstri, ticaret ve basın sahasında faaliyet gösteren yedi tane şirket kurmuştu. Hasan el-Bennâ, üyelerin maaşlı istihdam yerine serbest yatırıma öncelik vermelerini, zengin olma şekli önemli olmaksızın ekonomik sahada yer tutmalarını ve İslâm dünyasında üretilmiş olan mamulleri kullanmalarını istemiştir.


Said Havva’nın dediği gibi; “Hasan el Benna’nın kurduğu anlamda bir cemaati bulmak gerçekte az rastlanacak bir durumdu.”


Bu başarıyı Mısır’ın sayılı ilim adamlarından biri, merhum Said Havva’ya şöyle anlatmış: “ İslami kurumların lider ve önderleri bu inançsızlık selinin önüne geçemediler. Sonunda Hasan el Benna geldi. Bu selin önünde büyük bir duvar ördü. Böylece inançsızlığın her türlü kötülük ve tehlikesini önledi.”


Ali Ulvi Kurucu beyefendi, İmam Hasan el Benna ile ilk tanışmasının şöyle anlatıyor: “Kahire'de bir gece Mustafa Runyun ve Ali Yakup Efendilerle birlikte yurdumuza dönerken karşıdan dört beş kişilik bir grup geliyordu. Güzel ve net bir Arapçayla konuştuklarından söylediklerini anlayabiliyorduk. Tam yanımızdan geçerlerken aralarında nur yüzlü bir zat dikkatimi çekti. Runyun kardeş dedi ki: “Şu zat konferanslar veren ve Müslüman kardeşlerin başkanı olan Hasan El-Benna'dır.”


El-Benna isminin söylendiğini duymuş olmalı ki; adımlarını geri alarak bize selâm verip, "Kardeşler kimlerdir?" Dedi. Kendimizi tanıtınca hocanın candan tebessümü, sadakatle el sıkması ve gözlerindeki parlaklık çok dikkatimi çekmişti ki; onu çoktan tanıyormuşum gibi sevdim. "Sizin yurda yakın konferanslarımız oluyor buyurun," dedi, ayrıldık.


Bu zatın ilahi nuru ve samimiyeti kalbimi fethetmiş idi. ilk konferansına bir kardeşle gittik. Gençlerin ruhuna hitap ederek gayet fasih ve beliğ üslubu ile kolay anlaşılan cümleler kullanıyordu. Benna'nın gönül genişliğini, tevazuunu ve bütün varlığı ile çalıştığını görünce dedem, babam ve amcam gözümün önünde canlandılar. Konferansta bizi fark etti ve yanına çağırdı. Tokalaşırken adımı söyleyince hafızasının kuvvetine hayret ettim.


İkinci konferansını sabırsızlıkla bekliyordum. Gençliğe kendini sevdiren, onların fikirlerine ışık tutan, sohbetleriyle ruhlarını doyuran, gayretlerini destekleyen ve ilim sahalarında daha başarılı olmaya teşvik edendi. Gelenler arıların çiçeklere koştuğu gibi meselelerin özüne vararak istifade etmek istiyorlardı. Akşam ve yatsı namazlarını kıldırıp cemaate dönerek şöyle diyordu:


Bugün okuduğumuz ayetlerden anladığımız kadarıyla şu manaları sezebiliyoruz. Sizin kafanıza takılan veya açıklanmasını istediğiniz noktalar varsa buyurun sorun, beraber konuşalım. Böylece, o gün işlenecek konuya dikkati çekiyordu. Kuran-ı Kerim'den, gününe ve münasebetine göre örnekler vererek dünya ve ahiret âlemleri arasında bağ kuruyordu.


Cemaatle kendisi arasında saygı hâkimdi. Gençlere "ya ahi" (kardeşim) ve yaşlılara "seyyidi" (efendim), diye hitab ederek herkesi kucaklar, alâka gösterirdi.”
 
Üst Alt