Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Bismillâhir-rahmânir-rahîm:
(Yes'elûneke anil-hamri vel-meysir, kul fîhimâ ismün kebîrun ve menâfiu lin-nâs, ve ismühümâ ekberu min nef'ihimâ, ve yes'elûneke mâ zâ yünfikùn, kulil-afv, kezâlike yübeyyinullàhu lekümül-âyâti lealleküm tetefekkerûn.) (Bakara: 219)
(Fid-dünyâ vel-âhireh, ve yes'elûneke anil-yetâmâ, kul islâhun lehüm hayr, ve in tühàlitùhüm feihvânüküm, vallàhu ya'lemül-müfside minel-muslih, ve lev şâellàhu lea'neteküm, innallàhe azîzün hakîm.) (Bakara: 220)Sadakallàhul-azîm.
Burada, 219. ayet-i kerimede, Peygamber Efendimiz'e bazı kimselerin dînî konularda açıklama almak maksadıyla sordukları sorular bahis konusu ediliyor. Önce hamrdan ve meysirden, yâni içkiden ve kumardan sormuşlar; onun cevabı veriliyor. Ondan sonra sadaka, hayır olarak, nafaka olarak neyi infak edeceklerini sormuşlar; onu ifade ediyor.
Ondan sonraki 220. ayet-i kerimede de, yetimlerin bakımı konusunu sormuşlar, onun cevabı veriliyor. Şimdi açıklamaları yapmağa başlayalım:
a. İçkinin Haram Oluşu
(Yes'elûneke anil-hamri vel-meysir) "Ey Rasûlüm, ey Muhammed-i Mustafâm, ey Habîbim, sana hamrdan ve meysirden soruyorlar." Soranlar kimler?.. Tefsir kitapları soranların Hazret-i Ömer ve Muaz RA gibi, sahabeden bazı kimseler olduğunu kaydediyor.
Hamr, bir şeyi örtmek mânâsına gelen bir kelime. Üzüm gibi, hurma gibi, bal gibi tadı olan bir maddenin sıkılmışının ekşimesi, fışkırması, köpüklenmesi, yâni tahammür etmesi dolayısıyla, içildiği zaman aklı örtmesi, insanın aklını alması, sarhoş etmesi dolayısıyla, içkiye verilmiş bir isim. Kök mânâsı örtmek; aklı örttüğü için, kafayı dumanladığı için, bulandırdığı için içkiye hamr ismi verilmiş.
Tabii, hamr kelimesi ile daha çok kasdettikleri, Arabistan'da da çok çok olan bir meyva var, üzüm her yerde yetişiyor. Medine-i Münevvere'ye gidenler de görür. Hurma ağaçları vardır oraya mahsus ağaç olarak ama, ağaçların dibinde de yine bakarsınız, gölgeliklerde üzüm bağları vardır. Kur'an-ı Kerim'de de ineb diye geçiyor. Çoğulu a'nâb diye geçiyor.
Üzüm salkım salkım olur, taneleri kolay ezilir. Ta eski çağlardan beri bu meyvayı insanoğulları ya taze yemişlerdir; tabii taze yenildiği zaman, helâl, afiyet olsun, yenilebilir. Helâl, besleyici, çok güzel bir meyva... Ya da kurutmuşlardır, o da helâl. Dalında kuruturlar, veyahut koparırlar bir yerde kuruturlar. Kurusunu saklarlar, kışın yerler.
Meselâ, bizim yetiştiğimiz yörelerde, bizim memleketimizde [Çanakkale'de] üzümü, inciri böyle kurutup, torbalara konulmuş olarak saklayıp kışın yemek, çok olağan bir şeydir.
Sonra biliyorsunuz, İzmir'in sultànî çekirdeksiz üzümü güzelce kurutuluyor. Kurutulduktan sonra ihracatı bile yapılıyor, gelir getiriyor.
Yaşı veya kurusu o haliyle yenildiği zaman, şekerli bir meyva; bunda bir mahzur yok... Ama, bir de insanlar ne zaman bulmuşlarsa, bu meyvanın suyunun durduğu yerde değiştiği fışkırdığını, köpürdüğünü, değişikliğe uğradığını keşfetmişler. Şark efsanelerine göre, efsânevî İran hükümdarı Cem, yahut daha tam adıyla Cemşîd isimli hükümdar şarabı bulmuş. Yâni üzümü sıkarak, şarap denilen sarhoş edici maddeyi yapmayı, ilk defa o hükümdar bulmuş. Gazellerde böyle geçer. "Cemşîd eli dökmüşse nasıl câma sabûhu..." diye Yahya Kemal de şiirinde bahsetmiş. (Sun câm-ı Cem) "Cem'in kadehini bize sun!" diye Osmanlı şairleri bu ismi zikrederler.
Yâni eski İran'ın efsânevî bir hükümdarı bulmuş deniliyor. O bulmuştur, başkası bulmuştur, veya aynı anda muhtelif ülkelerde bulunmuştur. Bu üzüm sıkıldığı zaman, suyu bir müddet sonra ekşiyor, bozuluyor. Bu ekşiyen şey sonradan, içildiği zaman insanın içini yakıyor; içindeki maddeler dolayısıyla kendisini mahmur ediyor, kafasını, aklını örtüyor, sarhoş ediyor. Yürürken sallanmağa başlıyor, konuşması peltekleşmeğe başlıyor, dili dolaşmağa başlıyor; abuk sabuk işler yapmağa başlıyor ama, içenler demek ki zevk alıyorlar ki, ne kadar engellense de, insanlar bunu içmişler.
Eski Yunanlılar içmiş. Hatta eski o putperest, kâfir, müşrik Yunanlılar, bir de şarap tanrısı diye tanrı uydurmuşlar; Baküs isimli bir putları da varmış.
Tabii Yunanistan'da, Yunanlıların, eski Romalıların yayıldığı yerlerde... Mısır'ı filân da almışlar ya, Klepotra ile olan maceralarını tarih kitapları yazıyor. Arabistan'da yaşayan insanların yakınına kadar bu içki içmek yayılmış. Akdeniz mıntıkasında, İtalya'da, Balkan yarımadasında, Mora yarımadasında, Anadolu'nun Akdeniz kıyılarında olan o zamanki kavimlerin içtiği bir şey... Tabii, oralara seyahat maksadıyla giden Arap yarımadası ahalisi ve kabileleri arasında da yayılmış, tanınmış; içki içiliyormuş. Peygamber SAS Efendimiz peygamber olarak vazifelendirilmeden önce, Arabistan'da bu içki içmek adeti yayılmış, yerleşmiş.
Şarapçılar şarapları, nerelerden alıyorlarsa, oralardan elde ettikleri şarapları tulumlara doldurup, getirirlermiş Arabistan'a, Mekke'ye, Medine-i Münevvere'ye ticaret maksadıyla... Tabii testi vs. ağır oluyor, tulumu taşıması kolay oluyor. Oranın ahalisi de bu içki içmeye alışmış. Yâni sarhoşluğu bilen, içkinin zevkini tatmış insanlar...
Hattâ çadırlarda içki satan seyyar satıcılar olurmuş. Bunlar bir yere çadır kurarlarmış. Gelenlerden işte nesini alıyorsa --koyun mu alır, deve mi alır, daha başka deri mi alır, ne alırsa-- onun mukabilinde içkiyi verirlermiş. İçkileri bittiği zaman da, çadırın üstüne bir bayrak asarlarmış, bir bez parçası çekerlermiş.
Uzaktan onu görenlerin, "Haa, demek ki şarap bitmiş artık, alamayacağız!" diye anlamaları için, önceden haber veriyor. Gelip de yok demektense, uzaktan "Kalmadı!" işaretini verirlermiş.
Bunu nereden biliyoruz?.. Bazı cahiliye devri şairleri öğünme bâbında diyorlar ki:
"--Ben nice şarap çadırına bayrak çektirtmişim!"
Yâni o kadar çok içmiş ki, öğünüyor onunla... Sonunda şarabı bitirttirmiş de, bayrak çektirtmiş.
Bismillâhir-rahmânir-rahîm:
(Yes'elûneke anil-hamri vel-meysir, kul fîhimâ ismün kebîrun ve menâfiu lin-nâs, ve ismühümâ ekberu min nef'ihimâ, ve yes'elûneke mâ zâ yünfikùn, kulil-afv, kezâlike yübeyyinullàhu lekümül-âyâti lealleküm tetefekkerûn.) (Bakara: 219)
(Fid-dünyâ vel-âhireh, ve yes'elûneke anil-yetâmâ, kul islâhun lehüm hayr, ve in tühàlitùhüm feihvânüküm, vallàhu ya'lemül-müfside minel-muslih, ve lev şâellàhu lea'neteküm, innallàhe azîzün hakîm.) (Bakara: 220)Sadakallàhul-azîm.
Burada, 219. ayet-i kerimede, Peygamber Efendimiz'e bazı kimselerin dînî konularda açıklama almak maksadıyla sordukları sorular bahis konusu ediliyor. Önce hamrdan ve meysirden, yâni içkiden ve kumardan sormuşlar; onun cevabı veriliyor. Ondan sonra sadaka, hayır olarak, nafaka olarak neyi infak edeceklerini sormuşlar; onu ifade ediyor.
Ondan sonraki 220. ayet-i kerimede de, yetimlerin bakımı konusunu sormuşlar, onun cevabı veriliyor. Şimdi açıklamaları yapmağa başlayalım:
a. İçkinin Haram Oluşu
(Yes'elûneke anil-hamri vel-meysir) "Ey Rasûlüm, ey Muhammed-i Mustafâm, ey Habîbim, sana hamrdan ve meysirden soruyorlar." Soranlar kimler?.. Tefsir kitapları soranların Hazret-i Ömer ve Muaz RA gibi, sahabeden bazı kimseler olduğunu kaydediyor.
Hamr, bir şeyi örtmek mânâsına gelen bir kelime. Üzüm gibi, hurma gibi, bal gibi tadı olan bir maddenin sıkılmışının ekşimesi, fışkırması, köpüklenmesi, yâni tahammür etmesi dolayısıyla, içildiği zaman aklı örtmesi, insanın aklını alması, sarhoş etmesi dolayısıyla, içkiye verilmiş bir isim. Kök mânâsı örtmek; aklı örttüğü için, kafayı dumanladığı için, bulandırdığı için içkiye hamr ismi verilmiş.
Tabii, hamr kelimesi ile daha çok kasdettikleri, Arabistan'da da çok çok olan bir meyva var, üzüm her yerde yetişiyor. Medine-i Münevvere'ye gidenler de görür. Hurma ağaçları vardır oraya mahsus ağaç olarak ama, ağaçların dibinde de yine bakarsınız, gölgeliklerde üzüm bağları vardır. Kur'an-ı Kerim'de de ineb diye geçiyor. Çoğulu a'nâb diye geçiyor.
Üzüm salkım salkım olur, taneleri kolay ezilir. Ta eski çağlardan beri bu meyvayı insanoğulları ya taze yemişlerdir; tabii taze yenildiği zaman, helâl, afiyet olsun, yenilebilir. Helâl, besleyici, çok güzel bir meyva... Ya da kurutmuşlardır, o da helâl. Dalında kuruturlar, veyahut koparırlar bir yerde kuruturlar. Kurusunu saklarlar, kışın yerler.
Meselâ, bizim yetiştiğimiz yörelerde, bizim memleketimizde [Çanakkale'de] üzümü, inciri böyle kurutup, torbalara konulmuş olarak saklayıp kışın yemek, çok olağan bir şeydir.
Sonra biliyorsunuz, İzmir'in sultànî çekirdeksiz üzümü güzelce kurutuluyor. Kurutulduktan sonra ihracatı bile yapılıyor, gelir getiriyor.
Yaşı veya kurusu o haliyle yenildiği zaman, şekerli bir meyva; bunda bir mahzur yok... Ama, bir de insanlar ne zaman bulmuşlarsa, bu meyvanın suyunun durduğu yerde değiştiği fışkırdığını, köpürdüğünü, değişikliğe uğradığını keşfetmişler. Şark efsanelerine göre, efsânevî İran hükümdarı Cem, yahut daha tam adıyla Cemşîd isimli hükümdar şarabı bulmuş. Yâni üzümü sıkarak, şarap denilen sarhoş edici maddeyi yapmayı, ilk defa o hükümdar bulmuş. Gazellerde böyle geçer. "Cemşîd eli dökmüşse nasıl câma sabûhu..." diye Yahya Kemal de şiirinde bahsetmiş. (Sun câm-ı Cem) "Cem'in kadehini bize sun!" diye Osmanlı şairleri bu ismi zikrederler.
Yâni eski İran'ın efsânevî bir hükümdarı bulmuş deniliyor. O bulmuştur, başkası bulmuştur, veya aynı anda muhtelif ülkelerde bulunmuştur. Bu üzüm sıkıldığı zaman, suyu bir müddet sonra ekşiyor, bozuluyor. Bu ekşiyen şey sonradan, içildiği zaman insanın içini yakıyor; içindeki maddeler dolayısıyla kendisini mahmur ediyor, kafasını, aklını örtüyor, sarhoş ediyor. Yürürken sallanmağa başlıyor, konuşması peltekleşmeğe başlıyor, dili dolaşmağa başlıyor; abuk sabuk işler yapmağa başlıyor ama, içenler demek ki zevk alıyorlar ki, ne kadar engellense de, insanlar bunu içmişler.
Eski Yunanlılar içmiş. Hatta eski o putperest, kâfir, müşrik Yunanlılar, bir de şarap tanrısı diye tanrı uydurmuşlar; Baküs isimli bir putları da varmış.
Tabii Yunanistan'da, Yunanlıların, eski Romalıların yayıldığı yerlerde... Mısır'ı filân da almışlar ya, Klepotra ile olan maceralarını tarih kitapları yazıyor. Arabistan'da yaşayan insanların yakınına kadar bu içki içmek yayılmış. Akdeniz mıntıkasında, İtalya'da, Balkan yarımadasında, Mora yarımadasında, Anadolu'nun Akdeniz kıyılarında olan o zamanki kavimlerin içtiği bir şey... Tabii, oralara seyahat maksadıyla giden Arap yarımadası ahalisi ve kabileleri arasında da yayılmış, tanınmış; içki içiliyormuş. Peygamber SAS Efendimiz peygamber olarak vazifelendirilmeden önce, Arabistan'da bu içki içmek adeti yayılmış, yerleşmiş.
Şarapçılar şarapları, nerelerden alıyorlarsa, oralardan elde ettikleri şarapları tulumlara doldurup, getirirlermiş Arabistan'a, Mekke'ye, Medine-i Münevvere'ye ticaret maksadıyla... Tabii testi vs. ağır oluyor, tulumu taşıması kolay oluyor. Oranın ahalisi de bu içki içmeye alışmış. Yâni sarhoşluğu bilen, içkinin zevkini tatmış insanlar...
Hattâ çadırlarda içki satan seyyar satıcılar olurmuş. Bunlar bir yere çadır kurarlarmış. Gelenlerden işte nesini alıyorsa --koyun mu alır, deve mi alır, daha başka deri mi alır, ne alırsa-- onun mukabilinde içkiyi verirlermiş. İçkileri bittiği zaman da, çadırın üstüne bir bayrak asarlarmış, bir bez parçası çekerlermiş.
Uzaktan onu görenlerin, "Haa, demek ki şarap bitmiş artık, alamayacağız!" diye anlamaları için, önceden haber veriyor. Gelip de yok demektense, uzaktan "Kalmadı!" işaretini verirlermiş.
Bunu nereden biliyoruz?.. Bazı cahiliye devri şairleri öğünme bâbında diyorlar ki:
"--Ben nice şarap çadırına bayrak çektirtmişim!"
Yâni o kadar çok içmiş ki, öğünüyor onunla... Sonunda şarabı bitirttirmiş de, bayrak çektirtmiş.