'İslam'da Nefis Tezkiyesi' adlı kitabımızda nefislerin arındırılması konu*sunda şöyle demiştik:
Huşu, kalbin sağlıklı olduğunu gösteren en yüksek derecedir. Huşu ilmi ortadan kalkarsa bu, Müslümanın kalbinin harab olduğunu gösterir. Huşunun tamamen yok olması ise ancak kalbin dünya sevgisi ve dünya için yarış gibi tehlikeli bir takım hastalıklar ve fena haller tarafından yenilgiye uğratılm-asından sonra söz konusu olur. Kalp, hastalıklar tarafından yenilgiye uğratıl*dığı zaman ahirete muttali olma (ahiretle yakınlık kurma) Özelliğini kaybeder. Artık bu noktaya gelindiğinde Müslümanların kurtuluş yolları kalmamış de*mektir. Dünya sevgisi ve dünya için yarış izler. Dünya için yarışa girilince, ne din ne de dünya İşinin düzene konması mümkün olur.
Huşunun kaybedilmesi, kalbin hayatını ve canlılığını kaybetmesinin işa*retidir. Böyle bir kalbe artık öğüt etki etmez. Arzular bu kalbe üstün gelir. Ar*tık bundan sonra durumun nasıl olacağım düşünelim. Arzular üstün gelince ve öğüt ve vaaz etki etmeyince, artık o zaman şehvetler üstünlük sağlar. Bu za*man yarışmacılık anlayışı koltuğa oturur, üstünlük ve hâkimiyet sağlar. Mala ve şehvetlere de o hükmeder. Böyle bir anlayış, hâkimiyeti ele aldıktan sonra artık bununla din ve dünya işi de düzene konulamaz.
Huşu, ResuhıUah (a.s)'ın hadislerinin metinlerinde anlatılan bir ilimdir. Bu ilmi bilenlerin sayısı ise azdır. Ey Müslüman! Eğer seni huşuya ulaştıra*bilecek gerçek huşu sahibi birini bulursan onun elini tut. Çünkü bu, ahiret alimlerinin işaretidir.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"De ki: "Ona ister iman edin ister iman etmeyin. O, daha önce kendile*rine ilim verilmiş olanlara okunduğunda çenelerinin üstüne kapanarak sec*de ederler. Ve: "Rabbimizi tenzih ederiz. Rabbimizin vaadi kesinlikle yerine gelmiştir" derler. Çeneleri üstüne kapanıp ağlarlar ve (Kur'an) onların gönüllerindeki derin saygıyı (huşuyu) artırır."[FONT="][172][/FONT]
Huşu ilmi, kalplerin hastalıklardan arındırılması ilmi ile bağlantılıdır. Hu*şunu.1 gerçekleşmesi ise kalbin sağlıklı olmasıyla bağlantılıdır ve bu kapı ol*dukça geniş bir kapıdır. Bu yüzden ahiret alimleri Allah yoluna giren kimsenin, kalbinin dirilmesi için ona öncelikle Allah'ın zikrini ve hikmeti telkin ederler. Kalbi dirildiğinde de onu kınanmış özelliklerden temizleyerek övülmüş özel*likleri kazanması için kendisine yol gösterirler. Bu noktada, kişinin kendini Allah'ın huzurunda hissetmek, okuduğu şeylerin anlamları üzerinde düşün*mek suretiyle kalbini huşuya alıştırması konusu karşısına çıkar. Onlara göre bunların her birinin şeriatça belirlenmiş (meşru) bir yolu bulunmaktadır.
Namazda organların huşu üzere olması, kalbin hususunun terazisidir. Namazda gerçekleştirilen huşu, kalbin hususunun bir göstergesidir. [FONT="][173][/FONT] Minhacu'l-Kasİdin'in muhtasarında şöyle denmektedir:
"Bil ki, namazın bir takım rükünleri, vacipleri ve sünnetleri bulunmak*tadır. Namazın ruhu ise niyet, ihlas, huşu ve kalbin namaza verilmesidir. Namazın içinde zikirler, münacaatlar (dua ve niyazlar) ve bir takım fiiller bulunmaktadır. Ancak okunan şeye kalbi vermedikten sonra, zikirlerden ve münacaatlardan amaçlanan şey gerçekleşmez. Çünkü eğer konuşulan şey, içteki duyguları ifade etmezse sadece bir hezeyan mahiyeti taşır. Bunun gibi yapılan fiillerden amaçlanan şey de gerçekleşmez. Çünkü ayakta durmanın (kıyamın) anlamı hizmete hazır olma, rüku ve secdenin anlamı kendi basit*liğini ortaya koyarak Allah'ı yüceltme olduğuna göre bu duygular kalpte his*sedilmeyince amaç gerçekleşmiş olmaz.
Yapılan bir fiil amacının dışına çıktığı zaman ise sadece pek itibarı ol*mayan şekli bir hareket mahiyetine bürünür.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır. Ancak sizden O'na yalnız takva ulaşır."[FONT="][174][/FONT]
Burada anlatılmak istenen şudur: Şanı yüce olan Allah'a ulaşan şey, in*sanın kalbini bürüyen bir Özelliktir ki, o da kendinden istenen emirleri gönül*den yerine getirme duygusudur. Bu itibarla namazda mutlaka okunanlara ve yapılanlara kalbin verilmesi gerekir. Ancak şeriat olağan dışı gaflet hallerine müsamaha göstermiştir. Çünkü namazın başında kalp verildikten sonra kalan kısımlarda bunun zorunluluğu hükmü yoktur.
Namazın canlılık kazanmasını sağlayan manalar (tutumlar) ise çoktur:
Birinci mana: Yukarıda da belirttiğimiz üzere kalbin tamamen namaza verilmesidir. Bunun anlamı ise kalbin yapılan şeyle ilgili olan düşüncelerin dışındaki bütün düşüncelerden arındırılma sidir. Bunun sebebi ise zihnin meşguliyetidir. Çünkü kişi bir şeye zihnini verdiği zaman kalbi de ister iste*mez onunla meşgul olacaktır. Bunun, zihni tamamen namaza vermekten başka bir tedavisi yoktur. Zihnin namaz dışındaki şeylerden alıkonmasının derecesi, ahiret inancının gücüne ve dünyayı basite alma derecesine göre ar*tar ve eksilir. Şunu bilmeliyiz ki, namazda zihnin başka şeylerle meşgul ol*masının sebebi iman zayıflığıdır. Artık imam güçlendirmek için çalışmak ge*reklidir.
ikinci mana: Kişinin okuduğunu anlamasıdır. Bu, kalbini vermekle doğ*rudan bağlantılı olan bir şeydir. Çünkü bazen insan okuduğu sözlere kalbini verir ama anlamına kalbini vermez. Bunun için, insanın zihnini meşgul eden şeyleri zihninden atarak ve onların gelmesine yol açan unsurları yok ederek zihnini tamamen okuduğuna vermesi iyi olur. Çünkü söz konusu düşüncelerin zihne gelmesine yol açan sebep yok edilmezse o düşünceler de zihni terket-mez.
Zihnin meşguliyetine yol açan unsurlar, yerine göre dıştan gelen (zahiri) şeyler olabilir. Bunlar gözü ve kulağı meşgul eden unsurlardır. Ya da içten gelen şeyler olabilir ki, bunlar daha kuvvetli etki yapar. Bunlar ise dünyanın değişik alanları ile ilgili düşüncelerdir. Bu gibi düşünceler çoğu zaman tek bir konu üzerinde toplanmazlar. Bu düşünceler, gözü sağa sola bakmaktan alıkoymakla da gitmezler. Çünkü bizzat kalbin içine giren düşünceler, onu meşgul etmeye yetmektedir.
Eğer zihni meşgul eden unsurlar dıştan gelen şeylerse, bunun tedavisi; gözü ve kulağı meşgul eden şeylerle bağlantıyı kesmektir. Bu da kıbleye yakın durmak (yani kıble cihetindeki duvara veya benzeri engele yalan dur*mak), gözleri secde yerine doğru çevirmek, nakışlı ve süslü yerlerde namaza durmaktan çekinmek ve namaza dururken etrafmda kendini zihnen meşgul edecek bir şey bırakmamakla olur. Nitekim Resulullah (a. s) üzerinde resim*ler ve işaretler bulunan enbicaniye ile namaz kıldıktan sonra onu çıkarmış ve şöyle buyurmuştur:
"Bu, az önce beni namazımda meşgul etti."
Eğer zihni meşgul eden şeyler içten geliyorsa, bunun tedavisinin yolu da insanın kendini okuduğuna vermeğe zorlaması ve zihnini başka şeylerle meşgul olmaktan alıkoymaya çalışmasıdır. İnsan bunun için kafasındaki dü*şünceleri atmak ve zihnini namazla ilgili olmayan düşüncelerden arındırmak suretiyle namazdan önce, kendini namaza hazırlamalıdır. Bu arada ahiret ko*nusunu yemden aklına getirmeli ve Yüce Allah'ın Önünde durmanın dehşetini, o halin korkunçluğunu düşünmelidir. Eğer buna rağmen yine zihnindeki düşünceler gitmezse, bu düşüncelerin kendini yakından ilgilendiren bir takım konularla ve bazı arzularıyla bağlantısının olduğunu bilmelidir. Bundan dolayı söz konusu konularla bağlantısını koparmalı ve zihnini meşgul eden arzulan kalbinden atmalıdır.
Şunu bilmeliyiz ki, bir rahatsızlık iyice yerleşince o, ancak oldukça etkili bir ilaçla tedavi edilebilir. Rahatsızlık iyice etkili duruma gelirse, namaz kılanın dikkatini çeker. Namazını bitirinceye kadar dikkatini, kendini çeken şeye verebilir. Bir ağacın altında bulunan ve belli bir konuya zihnini vermek isteyen şöyle bir adamın durumu buna Örnektir: Ağacın üzerindeki kuşlar adamın zihnini meşgul etmektedir. Adam elindeki değnekle kuşları kovar. Ancak daha kendini istediği konuya tam veremeden kuşlar yeniden gelirler ve zihnini meşgul etmeğe başlarlar. Bunun üzerine ona: "Bu işin ardı gelmez. Eğer sen onlardan kurtulmak istiyorsan ağacı kesmelisin" denir. İşte arzu ve şehvet ağacı da böyledir. Eğer büyür ve dallanırsa tıpkı normal ağaçların kuşları, pisliklerin de sivrisinekleri kendilerine çekmeleri gibi insanın zihnini kendine çeker. Böylece güzel bir ömür, çekilip gitmeyen bir şeyle kovalamaca oynamakla geçer. İşte insanın zihnini meşgul eden bu şehvet ve arzuların se*bebi ise dünya sevgisidir.
Amir bin Abdukays (r.a)'a: "Namazda nefsin seni dünya işlerinden bir şeyle meşgul ediyor mu?" diye soruldu. O da şu cevabı verdi: "Andolsun ki canavarların üzerime dökülmesi benim için bundan daha sevimli olur."
Kalpten dünya sevgisinin atılması zor bir iştir. Bunun tamamen yok ol*ması ise gerçekten büyük bir şeydir. Dolayısıyla ne kadarı atılabilirse o ka*darının atılması için gayret edilmelidir. Başarıya ulaştıran ve yardım edecek olan ise Allah'tır.
Üçüncü mana: Allah'ın yüceliğini ve ulviyetini düşünmek. Bu düşünce iki şeyden doğar: Allah'ın yüceliğini ve büyüklüğünü bilmekten ve insanın kendinin basitliğini ve kulluk için yaratılmış olduğunu bilmesinden. Bu iki bilgi Allah'a karşı boyun eğme ve huşu duygularını doğurur.
Bu noktada ümit konusu düşünülmelidir ki, o her zaman korkudan daha fazladır. Nice güçlü hükümdarlar vardır ki, iyilik yapmaları ümit edilirken sor*guya çekmesinin şiddetli olması sebebiyle kendisinden aynı zamanda korku*lur.
Namaz kılan da namazından dolayı sevap alacağını ümit etmekle birlikte yaptığı hatalardan dolayı cezalandırılacağından da korkmalıdır.
Namaz kılan kişinin namazının her bölümünde kalbini yaptığına ve oku*duğuna vermesi gerekir. Müezzinin çağrısını duyduğunda bunu kıyamet gününün çağrışma benzeterek kendini o çağrıya cevap için hazırlık yapma duru*mundaki biri gibi hissetmelidir. Bu durumda böyle bir çağrı üzerine düşen biri, ne olduğuna nasıl bir bedenle bu çağrıya cevap vereceğine bakmalıdır. Avret yerini örttüğünde bundaki amacın bedenindeki ayıp yerleri yaratılanlara karşı kapatmak olduğunu bilmelidir. Bu zaman içinde bulunan ve yaratıcının bildiği ayıplarını, gizli kalan çirkinlikleri düşünmeli ve yaratıcıya hiç bir şeyin gizli kalmayacağını aklına getirmelidir. Bunları örtmenin yolunun ise pişmanlık, haya ve korku olduğunu düşünmelidir.
Kıble tarafına yöneldiği zaman yüzünü diğer yönlerden kıble yönüne doğru çevirmiş olur. Kalbini Yüce Allah'a yöneltmesi ise bundan daha önemli bir şeydir. Bir kimsenin kıble tarafına yönelmesi, diğer yönleri terkederek sadece o tarafa doğru dönmesiyle ancak mümkün olabileceği gibi kalbin Allah'a yönelmesi de ancak O'nun dışındaki her şeyden kalbi alıkoymakla mümkün olabilecektir.
Ey namaz kılan kişi! Tekbir getirdiğin zaman kalbin, dilini yalanlamasın. Çünkü eğer kalbinde Allah'tan daha büyük tuttuğun (yani kalbini daha çok meşgul eden) bir şey varsa, o zaman dilinle yalan söylüyorsun demektir. Ar*zularını daha büyük tutmaktan sakın. Bunun göstergesi ise arzularına uymayı Allah'a itaate tercih etmendir.
İsti'azeyi okuduğun zaman bil ki, istiaze şanı yüce olan Allah'a iltica et*mektir. Eğer kalbinle Allah'a iltica etmezsen, dilinle söylediğin söz, boş bir söz olur. Okuduğunu da anlamaya çalış. "Hamd alemlerin Rabb'i olan Al*lah'adır" dediğin zaman, kalbini bunun anlamına ver. "(O Allah) Rahman ve Rahim'dir" dediğin zaman, Allah'ın lütfunu kalbinde düşün. "(O) hesap gü*nünün sahibidir" dediğin zaman, O'nun yüceliğini ve büyüklüğünü düşün. Bu*nun gibi okuduğun her şeyin manası üzerinde düşün. Daha önce vermiş olduğumuz bir rivayette bildirildiğine göre Zurare bin Ebi Evfa (r.a): "Sur'a üflenildiği zaman..."[FONT="][175][/FONT] mealindeki ayeti kerime okunduğunda düşmüş ve bu halde canını vermiştir. Bunun sebebi onun bu ayeti kerimede anlatılan durumu zihninde tasarlaması ve onun etkisinin kendini ölüme götürmesidir.
Rüku ettiğin zaman gönlünde alçakgönüllülük (tevazu) duygusunu can*landır. Secdeye vardığında da son derece basit bir yaratık olduğunu aklına ge*tir. Çünkü bu durumda nefsini lâyık olduğu yere koymuş olmaktasın. Secde ile türeme bir şeyi (fer'i) aslına döndürmüş olmaktasın. Çünkü insan topraktan yaratılmıştır. Okuduğun zikirlerin lezzetlerini de tat.
Bil ki: Bu gizli şartlan yerine getirerek namaz kılmak, kalbin pastan arın*dırılmasının ve üzerinde, kendine ibadet edilenin yüceliğinin daha iyi anlaşılmasını sağlayan nurlar oluşmasının sebebidir. Bu nurlar sayesinde kendine ibadet ettiğin varlığın yüceliğinin sırlarına erersin. Ancak bunu sadece bilen*ler anlayabilir.
Ama namazın manalarına ermeden onu sadece şeklen yerine getiren sayılanlardan hiç birine ulaşamaz. Hatta böyle bir şeyin varlığını bile inkâr eder.[FONT="][176][/FONT]
Şerhu's-Sunne (3/261)'de şöyle denmektedir:
"İkrime, Abdullah bin Abbas (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Üzerinde düşünülerek kılman kısa kısa iki rek'athk bir namaz, kalb başka şeylerle meşgul olarak bütün bir gece boyunca kılman namazdan daha hayırlıdır."
Selman da şöyle söylemiştir: "Namaz bir ölçektir. Kim bunu tam yerine getirirse kendine de tam verilir. Kim kısarsa, Allah'ın kısanlar (mutaffifin) hakkında ne buyurduğunu biliyorsunuz."
Said bin Museyyeb namazı esnasında bir şeylerle meşgul olan bir adam gördü ve şöyle söyledi:
"Eğer bu adamın kalbi huşu içinde olsaydı organları da huşu gösterirdi."
Mücahid de Yüce Allah'ın: "O halde boş kaldığın zaman (ibadetle) yorul"[FONT="][177][/FONT] sözü hakkında şöyle söylemiştir:
"Yani dünya işlerinden boş kalırsan namazınla yorul." Yine: "Yalnız Rabbine gönlünü ver"[FONT="][178][/FONT] sözü hakkında da şöyle söylemiştir: "Yani niyetini ve rağbetini yalnızca Rabbine has kıl."
Mücahid, Yüce Allah'ın: "Gönülden boyun eğmiş kimseler olarak Allah*'ın huzurunda ibadete durun"[FONT="][179][/FONT] sözü hakkında da şöyle söylemiştir:
"Kişinin durgun sakin olması, huşu içinde olması, gözünü öteye-beriye bakmaktan alıkoyması ve Yüce Allah'ın korkusuyla kendini toparlaması burada sözü edilen gönülden boyun eğmeye (kunuta) girer."[FONT="][180][/FONT]
[FONT="][172][/FONT] İsra Suresi: 107-109
[FONT="][173][/FONT] Müstahlas (36-37)
[FONT="][174][/FONT] Hacc Suresi: 37
[FONT="][175][/FONT] Müddessir Suresi: 8
[FONT="][176][/FONT] İnşirah Suresi: 7
[FONT="][177][/FONT] Minhacu'l-Kasidin Muhtasarı, 29-31. Ayrıca bkz. İhya'u Ulumi'd-Din (1/134,142)
[FONT="][178][/FONT] İnşirah Suresi: 8
[FONT="][179][/FONT] Bakara Suresi: 238
[FONT="][180][/FONT] Said Havva, El Esas Fi’s Süne Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Ltd.Şti: 3/85-90.
Huşu, kalbin sağlıklı olduğunu gösteren en yüksek derecedir. Huşu ilmi ortadan kalkarsa bu, Müslümanın kalbinin harab olduğunu gösterir. Huşunun tamamen yok olması ise ancak kalbin dünya sevgisi ve dünya için yarış gibi tehlikeli bir takım hastalıklar ve fena haller tarafından yenilgiye uğratılm-asından sonra söz konusu olur. Kalp, hastalıklar tarafından yenilgiye uğratıl*dığı zaman ahirete muttali olma (ahiretle yakınlık kurma) Özelliğini kaybeder. Artık bu noktaya gelindiğinde Müslümanların kurtuluş yolları kalmamış de*mektir. Dünya sevgisi ve dünya için yarış izler. Dünya için yarışa girilince, ne din ne de dünya İşinin düzene konması mümkün olur.
Huşunun kaybedilmesi, kalbin hayatını ve canlılığını kaybetmesinin işa*retidir. Böyle bir kalbe artık öğüt etki etmez. Arzular bu kalbe üstün gelir. Ar*tık bundan sonra durumun nasıl olacağım düşünelim. Arzular üstün gelince ve öğüt ve vaaz etki etmeyince, artık o zaman şehvetler üstünlük sağlar. Bu za*man yarışmacılık anlayışı koltuğa oturur, üstünlük ve hâkimiyet sağlar. Mala ve şehvetlere de o hükmeder. Böyle bir anlayış, hâkimiyeti ele aldıktan sonra artık bununla din ve dünya işi de düzene konulamaz.
Huşu, ResuhıUah (a.s)'ın hadislerinin metinlerinde anlatılan bir ilimdir. Bu ilmi bilenlerin sayısı ise azdır. Ey Müslüman! Eğer seni huşuya ulaştıra*bilecek gerçek huşu sahibi birini bulursan onun elini tut. Çünkü bu, ahiret alimlerinin işaretidir.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"De ki: "Ona ister iman edin ister iman etmeyin. O, daha önce kendile*rine ilim verilmiş olanlara okunduğunda çenelerinin üstüne kapanarak sec*de ederler. Ve: "Rabbimizi tenzih ederiz. Rabbimizin vaadi kesinlikle yerine gelmiştir" derler. Çeneleri üstüne kapanıp ağlarlar ve (Kur'an) onların gönüllerindeki derin saygıyı (huşuyu) artırır."[FONT="][172][/FONT]
Huşu ilmi, kalplerin hastalıklardan arındırılması ilmi ile bağlantılıdır. Hu*şunu.1 gerçekleşmesi ise kalbin sağlıklı olmasıyla bağlantılıdır ve bu kapı ol*dukça geniş bir kapıdır. Bu yüzden ahiret alimleri Allah yoluna giren kimsenin, kalbinin dirilmesi için ona öncelikle Allah'ın zikrini ve hikmeti telkin ederler. Kalbi dirildiğinde de onu kınanmış özelliklerden temizleyerek övülmüş özel*likleri kazanması için kendisine yol gösterirler. Bu noktada, kişinin kendini Allah'ın huzurunda hissetmek, okuduğu şeylerin anlamları üzerinde düşün*mek suretiyle kalbini huşuya alıştırması konusu karşısına çıkar. Onlara göre bunların her birinin şeriatça belirlenmiş (meşru) bir yolu bulunmaktadır.
Namazda organların huşu üzere olması, kalbin hususunun terazisidir. Namazda gerçekleştirilen huşu, kalbin hususunun bir göstergesidir. [FONT="][173][/FONT] Minhacu'l-Kasİdin'in muhtasarında şöyle denmektedir:
"Bil ki, namazın bir takım rükünleri, vacipleri ve sünnetleri bulunmak*tadır. Namazın ruhu ise niyet, ihlas, huşu ve kalbin namaza verilmesidir. Namazın içinde zikirler, münacaatlar (dua ve niyazlar) ve bir takım fiiller bulunmaktadır. Ancak okunan şeye kalbi vermedikten sonra, zikirlerden ve münacaatlardan amaçlanan şey gerçekleşmez. Çünkü eğer konuşulan şey, içteki duyguları ifade etmezse sadece bir hezeyan mahiyeti taşır. Bunun gibi yapılan fiillerden amaçlanan şey de gerçekleşmez. Çünkü ayakta durmanın (kıyamın) anlamı hizmete hazır olma, rüku ve secdenin anlamı kendi basit*liğini ortaya koyarak Allah'ı yüceltme olduğuna göre bu duygular kalpte his*sedilmeyince amaç gerçekleşmiş olmaz.
Yapılan bir fiil amacının dışına çıktığı zaman ise sadece pek itibarı ol*mayan şekli bir hareket mahiyetine bürünür.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır. Ancak sizden O'na yalnız takva ulaşır."[FONT="][174][/FONT]
Burada anlatılmak istenen şudur: Şanı yüce olan Allah'a ulaşan şey, in*sanın kalbini bürüyen bir Özelliktir ki, o da kendinden istenen emirleri gönül*den yerine getirme duygusudur. Bu itibarla namazda mutlaka okunanlara ve yapılanlara kalbin verilmesi gerekir. Ancak şeriat olağan dışı gaflet hallerine müsamaha göstermiştir. Çünkü namazın başında kalp verildikten sonra kalan kısımlarda bunun zorunluluğu hükmü yoktur.
Namazın canlılık kazanmasını sağlayan manalar (tutumlar) ise çoktur:
Birinci mana: Yukarıda da belirttiğimiz üzere kalbin tamamen namaza verilmesidir. Bunun anlamı ise kalbin yapılan şeyle ilgili olan düşüncelerin dışındaki bütün düşüncelerden arındırılma sidir. Bunun sebebi ise zihnin meşguliyetidir. Çünkü kişi bir şeye zihnini verdiği zaman kalbi de ister iste*mez onunla meşgul olacaktır. Bunun, zihni tamamen namaza vermekten başka bir tedavisi yoktur. Zihnin namaz dışındaki şeylerden alıkonmasının derecesi, ahiret inancının gücüne ve dünyayı basite alma derecesine göre ar*tar ve eksilir. Şunu bilmeliyiz ki, namazda zihnin başka şeylerle meşgul ol*masının sebebi iman zayıflığıdır. Artık imam güçlendirmek için çalışmak ge*reklidir.
ikinci mana: Kişinin okuduğunu anlamasıdır. Bu, kalbini vermekle doğ*rudan bağlantılı olan bir şeydir. Çünkü bazen insan okuduğu sözlere kalbini verir ama anlamına kalbini vermez. Bunun için, insanın zihnini meşgul eden şeyleri zihninden atarak ve onların gelmesine yol açan unsurları yok ederek zihnini tamamen okuduğuna vermesi iyi olur. Çünkü söz konusu düşüncelerin zihne gelmesine yol açan sebep yok edilmezse o düşünceler de zihni terket-mez.
Zihnin meşguliyetine yol açan unsurlar, yerine göre dıştan gelen (zahiri) şeyler olabilir. Bunlar gözü ve kulağı meşgul eden unsurlardır. Ya da içten gelen şeyler olabilir ki, bunlar daha kuvvetli etki yapar. Bunlar ise dünyanın değişik alanları ile ilgili düşüncelerdir. Bu gibi düşünceler çoğu zaman tek bir konu üzerinde toplanmazlar. Bu düşünceler, gözü sağa sola bakmaktan alıkoymakla da gitmezler. Çünkü bizzat kalbin içine giren düşünceler, onu meşgul etmeye yetmektedir.
Eğer zihni meşgul eden unsurlar dıştan gelen şeylerse, bunun tedavisi; gözü ve kulağı meşgul eden şeylerle bağlantıyı kesmektir. Bu da kıbleye yakın durmak (yani kıble cihetindeki duvara veya benzeri engele yalan dur*mak), gözleri secde yerine doğru çevirmek, nakışlı ve süslü yerlerde namaza durmaktan çekinmek ve namaza dururken etrafmda kendini zihnen meşgul edecek bir şey bırakmamakla olur. Nitekim Resulullah (a. s) üzerinde resim*ler ve işaretler bulunan enbicaniye ile namaz kıldıktan sonra onu çıkarmış ve şöyle buyurmuştur:
"Bu, az önce beni namazımda meşgul etti."
Eğer zihni meşgul eden şeyler içten geliyorsa, bunun tedavisinin yolu da insanın kendini okuduğuna vermeğe zorlaması ve zihnini başka şeylerle meşgul olmaktan alıkoymaya çalışmasıdır. İnsan bunun için kafasındaki dü*şünceleri atmak ve zihnini namazla ilgili olmayan düşüncelerden arındırmak suretiyle namazdan önce, kendini namaza hazırlamalıdır. Bu arada ahiret ko*nusunu yemden aklına getirmeli ve Yüce Allah'ın Önünde durmanın dehşetini, o halin korkunçluğunu düşünmelidir. Eğer buna rağmen yine zihnindeki düşünceler gitmezse, bu düşüncelerin kendini yakından ilgilendiren bir takım konularla ve bazı arzularıyla bağlantısının olduğunu bilmelidir. Bundan dolayı söz konusu konularla bağlantısını koparmalı ve zihnini meşgul eden arzulan kalbinden atmalıdır.
Şunu bilmeliyiz ki, bir rahatsızlık iyice yerleşince o, ancak oldukça etkili bir ilaçla tedavi edilebilir. Rahatsızlık iyice etkili duruma gelirse, namaz kılanın dikkatini çeker. Namazını bitirinceye kadar dikkatini, kendini çeken şeye verebilir. Bir ağacın altında bulunan ve belli bir konuya zihnini vermek isteyen şöyle bir adamın durumu buna Örnektir: Ağacın üzerindeki kuşlar adamın zihnini meşgul etmektedir. Adam elindeki değnekle kuşları kovar. Ancak daha kendini istediği konuya tam veremeden kuşlar yeniden gelirler ve zihnini meşgul etmeğe başlarlar. Bunun üzerine ona: "Bu işin ardı gelmez. Eğer sen onlardan kurtulmak istiyorsan ağacı kesmelisin" denir. İşte arzu ve şehvet ağacı da böyledir. Eğer büyür ve dallanırsa tıpkı normal ağaçların kuşları, pisliklerin de sivrisinekleri kendilerine çekmeleri gibi insanın zihnini kendine çeker. Böylece güzel bir ömür, çekilip gitmeyen bir şeyle kovalamaca oynamakla geçer. İşte insanın zihnini meşgul eden bu şehvet ve arzuların se*bebi ise dünya sevgisidir.
Amir bin Abdukays (r.a)'a: "Namazda nefsin seni dünya işlerinden bir şeyle meşgul ediyor mu?" diye soruldu. O da şu cevabı verdi: "Andolsun ki canavarların üzerime dökülmesi benim için bundan daha sevimli olur."
Kalpten dünya sevgisinin atılması zor bir iştir. Bunun tamamen yok ol*ması ise gerçekten büyük bir şeydir. Dolayısıyla ne kadarı atılabilirse o ka*darının atılması için gayret edilmelidir. Başarıya ulaştıran ve yardım edecek olan ise Allah'tır.
Üçüncü mana: Allah'ın yüceliğini ve ulviyetini düşünmek. Bu düşünce iki şeyden doğar: Allah'ın yüceliğini ve büyüklüğünü bilmekten ve insanın kendinin basitliğini ve kulluk için yaratılmış olduğunu bilmesinden. Bu iki bilgi Allah'a karşı boyun eğme ve huşu duygularını doğurur.
Bu noktada ümit konusu düşünülmelidir ki, o her zaman korkudan daha fazladır. Nice güçlü hükümdarlar vardır ki, iyilik yapmaları ümit edilirken sor*guya çekmesinin şiddetli olması sebebiyle kendisinden aynı zamanda korku*lur.
Namaz kılan da namazından dolayı sevap alacağını ümit etmekle birlikte yaptığı hatalardan dolayı cezalandırılacağından da korkmalıdır.
Namaz kılan kişinin namazının her bölümünde kalbini yaptığına ve oku*duğuna vermesi gerekir. Müezzinin çağrısını duyduğunda bunu kıyamet gününün çağrışma benzeterek kendini o çağrıya cevap için hazırlık yapma duru*mundaki biri gibi hissetmelidir. Bu durumda böyle bir çağrı üzerine düşen biri, ne olduğuna nasıl bir bedenle bu çağrıya cevap vereceğine bakmalıdır. Avret yerini örttüğünde bundaki amacın bedenindeki ayıp yerleri yaratılanlara karşı kapatmak olduğunu bilmelidir. Bu zaman içinde bulunan ve yaratıcının bildiği ayıplarını, gizli kalan çirkinlikleri düşünmeli ve yaratıcıya hiç bir şeyin gizli kalmayacağını aklına getirmelidir. Bunları örtmenin yolunun ise pişmanlık, haya ve korku olduğunu düşünmelidir.
Kıble tarafına yöneldiği zaman yüzünü diğer yönlerden kıble yönüne doğru çevirmiş olur. Kalbini Yüce Allah'a yöneltmesi ise bundan daha önemli bir şeydir. Bir kimsenin kıble tarafına yönelmesi, diğer yönleri terkederek sadece o tarafa doğru dönmesiyle ancak mümkün olabileceği gibi kalbin Allah'a yönelmesi de ancak O'nun dışındaki her şeyden kalbi alıkoymakla mümkün olabilecektir.
Ey namaz kılan kişi! Tekbir getirdiğin zaman kalbin, dilini yalanlamasın. Çünkü eğer kalbinde Allah'tan daha büyük tuttuğun (yani kalbini daha çok meşgul eden) bir şey varsa, o zaman dilinle yalan söylüyorsun demektir. Ar*zularını daha büyük tutmaktan sakın. Bunun göstergesi ise arzularına uymayı Allah'a itaate tercih etmendir.
İsti'azeyi okuduğun zaman bil ki, istiaze şanı yüce olan Allah'a iltica et*mektir. Eğer kalbinle Allah'a iltica etmezsen, dilinle söylediğin söz, boş bir söz olur. Okuduğunu da anlamaya çalış. "Hamd alemlerin Rabb'i olan Al*lah'adır" dediğin zaman, kalbini bunun anlamına ver. "(O Allah) Rahman ve Rahim'dir" dediğin zaman, Allah'ın lütfunu kalbinde düşün. "(O) hesap gü*nünün sahibidir" dediğin zaman, O'nun yüceliğini ve büyüklüğünü düşün. Bu*nun gibi okuduğun her şeyin manası üzerinde düşün. Daha önce vermiş olduğumuz bir rivayette bildirildiğine göre Zurare bin Ebi Evfa (r.a): "Sur'a üflenildiği zaman..."[FONT="][175][/FONT] mealindeki ayeti kerime okunduğunda düşmüş ve bu halde canını vermiştir. Bunun sebebi onun bu ayeti kerimede anlatılan durumu zihninde tasarlaması ve onun etkisinin kendini ölüme götürmesidir.
Rüku ettiğin zaman gönlünde alçakgönüllülük (tevazu) duygusunu can*landır. Secdeye vardığında da son derece basit bir yaratık olduğunu aklına ge*tir. Çünkü bu durumda nefsini lâyık olduğu yere koymuş olmaktasın. Secde ile türeme bir şeyi (fer'i) aslına döndürmüş olmaktasın. Çünkü insan topraktan yaratılmıştır. Okuduğun zikirlerin lezzetlerini de tat.
Bil ki: Bu gizli şartlan yerine getirerek namaz kılmak, kalbin pastan arın*dırılmasının ve üzerinde, kendine ibadet edilenin yüceliğinin daha iyi anlaşılmasını sağlayan nurlar oluşmasının sebebidir. Bu nurlar sayesinde kendine ibadet ettiğin varlığın yüceliğinin sırlarına erersin. Ancak bunu sadece bilen*ler anlayabilir.
Ama namazın manalarına ermeden onu sadece şeklen yerine getiren sayılanlardan hiç birine ulaşamaz. Hatta böyle bir şeyin varlığını bile inkâr eder.[FONT="][176][/FONT]
Şerhu's-Sunne (3/261)'de şöyle denmektedir:
"İkrime, Abdullah bin Abbas (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Üzerinde düşünülerek kılman kısa kısa iki rek'athk bir namaz, kalb başka şeylerle meşgul olarak bütün bir gece boyunca kılman namazdan daha hayırlıdır."
Selman da şöyle söylemiştir: "Namaz bir ölçektir. Kim bunu tam yerine getirirse kendine de tam verilir. Kim kısarsa, Allah'ın kısanlar (mutaffifin) hakkında ne buyurduğunu biliyorsunuz."
Said bin Museyyeb namazı esnasında bir şeylerle meşgul olan bir adam gördü ve şöyle söyledi:
"Eğer bu adamın kalbi huşu içinde olsaydı organları da huşu gösterirdi."
Mücahid de Yüce Allah'ın: "O halde boş kaldığın zaman (ibadetle) yorul"[FONT="][177][/FONT] sözü hakkında şöyle söylemiştir:
"Yani dünya işlerinden boş kalırsan namazınla yorul." Yine: "Yalnız Rabbine gönlünü ver"[FONT="][178][/FONT] sözü hakkında da şöyle söylemiştir: "Yani niyetini ve rağbetini yalnızca Rabbine has kıl."
Mücahid, Yüce Allah'ın: "Gönülden boyun eğmiş kimseler olarak Allah*'ın huzurunda ibadete durun"[FONT="][179][/FONT] sözü hakkında da şöyle söylemiştir:
"Kişinin durgun sakin olması, huşu içinde olması, gözünü öteye-beriye bakmaktan alıkoyması ve Yüce Allah'ın korkusuyla kendini toparlaması burada sözü edilen gönülden boyun eğmeye (kunuta) girer."[FONT="][180][/FONT]
[FONT="][172][/FONT] İsra Suresi: 107-109
[FONT="][173][/FONT] Müstahlas (36-37)
[FONT="][174][/FONT] Hacc Suresi: 37
[FONT="][175][/FONT] Müddessir Suresi: 8
[FONT="][176][/FONT] İnşirah Suresi: 7
[FONT="][177][/FONT] Minhacu'l-Kasidin Muhtasarı, 29-31. Ayrıca bkz. İhya'u Ulumi'd-Din (1/134,142)
[FONT="][178][/FONT] İnşirah Suresi: 8
[FONT="][179][/FONT] Bakara Suresi: 238
[FONT="][180][/FONT] Said Havva, El Esas Fi’s Süne Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Ltd.Şti: 3/85-90.