HİKMET ÇEŞMELERİNİN AKIŞI
Allah(c.c.), kullarının söylediklerine ve yaptıklarına bakarak değerlendirme yapmaz. O’nun, değerlendirmek için baktığı şey, onların bu işleri yaparken kalplerinde ne bulunduğu ve niyetlerinin ne olduğudur.
Burada hedef tutulan ve amaca ulaştıran niyet; yapılan her işin, söylenen her sözün ve kalpten geçen her düşüncenin yalnızca Allah (c.c.)’ın rızâsına tahsis edildiği, onun dışında hiçbir şeyin buna karışmadığı ve bunu bulandırmadığı niyettir.
İşte bu niyet nasıl olmalıdır ki kulu Allah (c.c.)’ın rahmetine, mağfiretine ve fazl-ı keremine ulaştırsın?
Buradan “ihlâs” dediğimiz kavrama varıyoruz. İhlâs; bütün varlığın, bütün benliğin, ameliyle, sözüyle ve düşüncesiyle, tam bir saflık ve temizlikle, yalnızca Allah(c.c.)’ı ve O’nun rızâsını gözetir olmasıdır. İhlâsta, günah ve sevap düşüncesi, cehennem korkusu ve cennet ümîdi yer almaz.Onda yer bulan bir tek şey vardır ki, o da Allah-u Teâlâ’nın rızâsına uyma olgusudur.
İbâdette, mübâşerette, tefekkürde, sözde ve amelde, kısacası her şeyde, yalnızca O’nun rızâsını gözetmek ve o rızâyı istemektir ihlâs.
Buna bir kıssa ile örnek vermek, konuyu daha kolay anlamayı sağlayacaktır.
İbrahim Edhem Hazretleri, Rabbine şöyle duâ eder :
“Yâ Rabbî! Senin aşkına tutuldum.Senden gayrı her şeyi terk edip huzûruna geldim.Seni gördükten sonra, bakışlarım başka şey görmez oldu.” İşte hazret, tam bu duâları ettiği ve bunların mânevî havasıyla dopdoluyken, Kâbe’nin kenarında oğlunu görür. O da onu görmüştür. Yılların getirdiği özlem, ikisini birbirine koşturur. Tam sarılıp sarmaştıkları sırada hafiften bir ses gelir : “İbrahim! Bir kalpte iki sevgi olmaz!” İşte o zaman İbrahim Edhem şunu söyler : “Muhabbetine engel olanı al, Allah(c.c.)’ım!” ve oğlu, ayaklarının dibine yığılır kalır.
İşte ihlâsın zirve noktalarından biri.
Bu konuda İbn-î Abbas tarafından rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte Fahr-î Âlem(a.s.) şöyle buyuruyor :
HADÎS-İ ŞERİF : “Kim kırk sabah Allah(c.c.)’a ihlâslı olursa, kalbinden diline hikmet çeşmeleri akmaya başlar.”
Buradaki “kırk gün” deyimini, ibâdetin devamlılığı olarak kabul etmekte bir sakınca olmasa gerektir. İhlâslı olarak ibâdet etmek de, tüm varlığını mâsivâdan soyutlamak sûretiyle Allah (c.c.)’a yönelmek ve O’nunla olmak olarak kabul edilmelidir. Böylece, belirtilen niteliklerde ve sürekli olarak yapılan ibâdet insanda fıtrî ve tabiî bir huy hâline gelir. O zaman da o kul öyle bir hâle gelir ki Allah (c.c.), âdeta o kulun diliyle konuşur ve onun ağzından hikmet çeşmeleri akar olur.
Allah(c.c.), kullarının söylediklerine ve yaptıklarına bakarak değerlendirme yapmaz. O’nun, değerlendirmek için baktığı şey, onların bu işleri yaparken kalplerinde ne bulunduğu ve niyetlerinin ne olduğudur.
Burada hedef tutulan ve amaca ulaştıran niyet; yapılan her işin, söylenen her sözün ve kalpten geçen her düşüncenin yalnızca Allah (c.c.)’ın rızâsına tahsis edildiği, onun dışında hiçbir şeyin buna karışmadığı ve bunu bulandırmadığı niyettir.
İşte bu niyet nasıl olmalıdır ki kulu Allah (c.c.)’ın rahmetine, mağfiretine ve fazl-ı keremine ulaştırsın?
Buradan “ihlâs” dediğimiz kavrama varıyoruz. İhlâs; bütün varlığın, bütün benliğin, ameliyle, sözüyle ve düşüncesiyle, tam bir saflık ve temizlikle, yalnızca Allah(c.c.)’ı ve O’nun rızâsını gözetir olmasıdır. İhlâsta, günah ve sevap düşüncesi, cehennem korkusu ve cennet ümîdi yer almaz.Onda yer bulan bir tek şey vardır ki, o da Allah-u Teâlâ’nın rızâsına uyma olgusudur.
İbâdette, mübâşerette, tefekkürde, sözde ve amelde, kısacası her şeyde, yalnızca O’nun rızâsını gözetmek ve o rızâyı istemektir ihlâs.
Buna bir kıssa ile örnek vermek, konuyu daha kolay anlamayı sağlayacaktır.
İbrahim Edhem Hazretleri, Rabbine şöyle duâ eder :
“Yâ Rabbî! Senin aşkına tutuldum.Senden gayrı her şeyi terk edip huzûruna geldim.Seni gördükten sonra, bakışlarım başka şey görmez oldu.” İşte hazret, tam bu duâları ettiği ve bunların mânevî havasıyla dopdoluyken, Kâbe’nin kenarında oğlunu görür. O da onu görmüştür. Yılların getirdiği özlem, ikisini birbirine koşturur. Tam sarılıp sarmaştıkları sırada hafiften bir ses gelir : “İbrahim! Bir kalpte iki sevgi olmaz!” İşte o zaman İbrahim Edhem şunu söyler : “Muhabbetine engel olanı al, Allah(c.c.)’ım!” ve oğlu, ayaklarının dibine yığılır kalır.
İşte ihlâsın zirve noktalarından biri.
Bu konuda İbn-î Abbas tarafından rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte Fahr-î Âlem(a.s.) şöyle buyuruyor :
HADÎS-İ ŞERİF : “Kim kırk sabah Allah(c.c.)’a ihlâslı olursa, kalbinden diline hikmet çeşmeleri akmaya başlar.”
Buradaki “kırk gün” deyimini, ibâdetin devamlılığı olarak kabul etmekte bir sakınca olmasa gerektir. İhlâslı olarak ibâdet etmek de, tüm varlığını mâsivâdan soyutlamak sûretiyle Allah (c.c.)’a yönelmek ve O’nunla olmak olarak kabul edilmelidir. Böylece, belirtilen niteliklerde ve sürekli olarak yapılan ibâdet insanda fıtrî ve tabiî bir huy hâline gelir. O zaman da o kul öyle bir hâle gelir ki Allah (c.c.), âdeta o kulun diliyle konuşur ve onun ağzından hikmet çeşmeleri akar olur.