Kirli bir duvar dibinde gözleriniz ve elleriniz bağlıyken cesaretle göğsünüzü şişirip “Ateş” sesini bekleyerek mi?
İzbe bir zindanda, üzerinde koca bir elmasın parıldadığı zarif bir yüzüğün gizli haznesindeki zehri iştahla yudumlayarak mı?
Yoksa soylu bir düellonun 10. adımında göğsünüze saplanan bir kurşunla yere devrilerek mi?
Nedense insan, bir zengin sofrasında boğazına kaçan bir kurbağa bacağından ölmeyi düşünemiyor.
Ya da Ercan Arıklı gibi tercihli yolda karşıdan karşıya geçerken…
Çekoslovakya’da Sovyet tanklarına meydan okuyan Alexandre Dubçek’e bir trafik kazasında ölmeyi yakıştırabilmiş miydik?
Ya Sivas cehenneminden sağ kurtulan Aziz Nesin’e Temmuz sıcağına teslim olmayı…?
Seçemiyor ki insan?