DEDİYSE, DOĞRUDUR
Adı “Abdullah” olup, künyesi “Ebû Bekir”.
Hazret-i Peygamberin yâr ve sevgilisidir.
“Abdülkâbe”idi ki önceleri adı hem.
Bu ismi, “Abdullah”a çevirdi Fahr-i âlem.
Lakab-ı şerîfinden bir tânesi “Atîk”tir.
Mânâsı, "Cehennemden âzâd olmuş" demektir.
Zîrâ Resûl-i ekrem, bakıp onun yüzüne,
Buyurdu ki: (Bu girmez, Cehennem ateşine.)
Biri dahî “Sıddîk”tır onun isimlerinden.
Yâni çıkmaz yalan söz, aslâ onun dilinden.
Mîrâc'dan döndüğünde nitekim Resûlullah,
Anlattı mîrâcını kâfirlere o sabah.
Ve lâkin inanmayıp, hep ettiler îtirâz.
Dediler ki: (Bir anda, göklere gitmek olmaz.)
Sonra inâtlarından toplandılar bir yere.
Dediler: (Söyliyelim bunu biz Ebû Bekr'e.
Bakalım bu habere, ne söyler Ebû Bekir?
Zîrâ o, tecrübeli ve akıllı kimsedir.)
“O da inanmaz” diye, bir ümitle geldiler.
Kapıya çıktığında, ona şöyle dediler:
(Yâ Ebâ Bekr, sen söyle, Mekke'den Kudüs'e dek,
Ne kadar zaman alır, bir defâ gidip gelmek?)
Dedi ki: (Birkaç defâ o yolda ettim sefer.
Çok iyi biliyorum, bir aydan fazla sürer.)
Kâfirler sevinerek, dediler ki: (Doğrudur.
Tecrübeli adamın cevâbı böyle olur.)
Gülerek, sevinerek, hem de alay ederek,
Onu, kendilerinin fikrinde zannederek,
Dediler: (Senin dostun, diyor ki, “Ben bu gece,
Göklere gittim geldim”, o sapıttı iyice.)
Hazret-i Ebû Bekir, o Resûl'ün adını,
İşitince, onlara verdi şu cevâbını:
(Eğer o söylediyse, evet gidip gelmiştir.
Zîrâ o, ömründe hiç yalan söylememiştir!)
Kâfirler, bu cevâbı alıp dona kaldılar.
Önlerine bakarak, oradan ayrıldılar.
Hazret-i Ebû Bekir, giyinip çıktı evden.
Peygamber-i zîşânın yanına gitti hemen.
Kalabalık içinde, yüksek bir sedâ ile,
Fikrini, şu şekilde arz eyledi Resûl'e:
(Mîrâcınız mübârek olsun yâ Resûlallah!
Malım, canım, her şeyim fedâdır sana Vallah.
Sonsuz hamd ve şükürler olsun ki Rabbimize,
Her şeyden habersizken, tanıttı seni bize.)
Yâ resûlallah, senin, doğrudur her kelâmın.
İnandım mîrâcına, fedâdır sana cânım!)
Mîrâca inanınca böyle cân-ü gönülden,
"Sıddîk" lakabı ile şereflendi o günden.
Adı “Abdullah” olup, künyesi “Ebû Bekir”.
Hazret-i Peygamberin yâr ve sevgilisidir.
“Abdülkâbe”idi ki önceleri adı hem.
Bu ismi, “Abdullah”a çevirdi Fahr-i âlem.
Lakab-ı şerîfinden bir tânesi “Atîk”tir.
Mânâsı, "Cehennemden âzâd olmuş" demektir.
Zîrâ Resûl-i ekrem, bakıp onun yüzüne,
Buyurdu ki: (Bu girmez, Cehennem ateşine.)
Biri dahî “Sıddîk”tır onun isimlerinden.
Yâni çıkmaz yalan söz, aslâ onun dilinden.
Mîrâc'dan döndüğünde nitekim Resûlullah,
Anlattı mîrâcını kâfirlere o sabah.
Ve lâkin inanmayıp, hep ettiler îtirâz.
Dediler ki: (Bir anda, göklere gitmek olmaz.)
Sonra inâtlarından toplandılar bir yere.
Dediler: (Söyliyelim bunu biz Ebû Bekr'e.
Bakalım bu habere, ne söyler Ebû Bekir?
Zîrâ o, tecrübeli ve akıllı kimsedir.)
“O da inanmaz” diye, bir ümitle geldiler.
Kapıya çıktığında, ona şöyle dediler:
(Yâ Ebâ Bekr, sen söyle, Mekke'den Kudüs'e dek,
Ne kadar zaman alır, bir defâ gidip gelmek?)
Dedi ki: (Birkaç defâ o yolda ettim sefer.
Çok iyi biliyorum, bir aydan fazla sürer.)
Kâfirler sevinerek, dediler ki: (Doğrudur.
Tecrübeli adamın cevâbı böyle olur.)
Gülerek, sevinerek, hem de alay ederek,
Onu, kendilerinin fikrinde zannederek,
Dediler: (Senin dostun, diyor ki, “Ben bu gece,
Göklere gittim geldim”, o sapıttı iyice.)
Hazret-i Ebû Bekir, o Resûl'ün adını,
İşitince, onlara verdi şu cevâbını:
(Eğer o söylediyse, evet gidip gelmiştir.
Zîrâ o, ömründe hiç yalan söylememiştir!)
Kâfirler, bu cevâbı alıp dona kaldılar.
Önlerine bakarak, oradan ayrıldılar.
Hazret-i Ebû Bekir, giyinip çıktı evden.
Peygamber-i zîşânın yanına gitti hemen.
Kalabalık içinde, yüksek bir sedâ ile,
Fikrini, şu şekilde arz eyledi Resûl'e:
(Mîrâcınız mübârek olsun yâ Resûlallah!
Malım, canım, her şeyim fedâdır sana Vallah.
Sonsuz hamd ve şükürler olsun ki Rabbimize,
Her şeyden habersizken, tanıttı seni bize.)
Yâ resûlallah, senin, doğrudur her kelâmın.
İnandım mîrâcına, fedâdır sana cânım!)
Mîrâca inanınca böyle cân-ü gönülden,
"Sıddîk" lakabı ile şereflendi o günden.