hannane
New member
Hayali Bir Seyahat
Bir istanbul sabahında, kuş cıvıltılarıyla açsam gözlerimi, yeni bir güne “merhaba” desem...
Martı sesleri gelse ötelerden, ben hemen pencereye koşsam,deniz dalgalarının üzerinde ürkek kanat çırpan martıların yanık feryat etmelerini, bir vaveyla koparmalarını dinlesem.. ve hayallere dalsam...
"Fettah" ism-i şerifiyle bir kapı açılsa hemen arkasından...
Işık hüzmeleriyle bezenmiş o kapıdan içeriye girsem ve özgürlüğü yudumlasam.. kanatlar takılsa bana; tüm dünyayı gezsem.
Başta; Konyaya gitsem, yanık bir ney sesinde kendimi kaybetsem.. inlesem inlesem... İnleyişim ta ötelere uzansa ve gerçek çalınması gereken o kapının tokmağına uzansa...
Hemen ardından günümüzde yaşayan sahabe örneği insanların yanına gidip, ilah-i aşk ateşinin kıvılcımlarını ensemde hissetsem...
Ardından yükselsem semaya.. salıversem kendimi hava katmanlarına...
Rüzgar nereye savurursa beni, ben oraya gitsem.
Gül kokuları geliyor uzaklardan. Güller şehrinde miyim ne?
Evet evet burası güller şehri ısparta...
Bir kez daha savursa beni rüzgar, kesilen çınar ağacının yanına gitsem.. gitsem de risalelerin te'lif edildiği yerde, O hakikatları Allah'ın kalbime nakşetmesi için dua dua yalvarsam.
Geçsem asrın garibinin geçtiği sokaklardan.. Onun hissettiği halet-i ruhaniyeyi ben de hissettsem...
Bir el tutup gökyüzüne çekse beni, Edirne'ye yollasa...
Ezan sesi gelse "üç şerefeli" camiiden... Yaklaştıkça o ses içine hapsetse beni... Camiinin içine girsem, penceresinden dışarıyı seyretsem ve hemen aklıma harama bakmamak için kendisine de bakılmaması için evini-yuvasını terk eden O gönül insanı gelse..
Birkez daha manevi kart yollasam ona, davasında muvaffak olduğu için, tebrik etsem...
Bu sefer de kuvvetli ve haşmetli esen bir rüzgar gelse ilk hamlede uçursa beni Sevgilinin diyarına.. yanık yanık Kur'an okunuşları gelse kulağıma.. kendimden geçsem O'nun aşkından yanarak...
Ağır adımlarla süzülsem O'na doğru ve bir süprizle karşılaşsam... Birbirimizi Allah rızası için sevdiğimiz arkadaşları orada görüp; sevinç, hayret ve şaşkınlık ile manidar bakışlar fırlatsam onlara. Ve aynı yolculuğu kendilerinin de geçirdiğini ve durulması gereken o son durakta durup beni beklediklerini söyleseler...
Ve ben ağlamaya başlasam, hıçkırıklarım yeri-göğü inletse, kendimi artık toparlayamayacağımı düşünürken, yanında bulunduğumuz Mescid-i nebevinin minaresinden hüzünle okunan ezan sesiyle kendime gelsem...
Ve o nurdan insanlarla, ağır adımlarla, başlarımız önümüzde, ayaklarımızın takatten düştüğü bir halette, Sevgilinin mekanına girip, İlah-i aşk ateşinde yansak; ab-ı hayatı asıl beklenilmesi gereken yerden bekliyerek...
(alıntıdır..ismini vermek istemeyen birinden)
Bir istanbul sabahında, kuş cıvıltılarıyla açsam gözlerimi, yeni bir güne “merhaba” desem...
Martı sesleri gelse ötelerden, ben hemen pencereye koşsam,deniz dalgalarının üzerinde ürkek kanat çırpan martıların yanık feryat etmelerini, bir vaveyla koparmalarını dinlesem.. ve hayallere dalsam...
"Fettah" ism-i şerifiyle bir kapı açılsa hemen arkasından...
Işık hüzmeleriyle bezenmiş o kapıdan içeriye girsem ve özgürlüğü yudumlasam.. kanatlar takılsa bana; tüm dünyayı gezsem.
Başta; Konyaya gitsem, yanık bir ney sesinde kendimi kaybetsem.. inlesem inlesem... İnleyişim ta ötelere uzansa ve gerçek çalınması gereken o kapının tokmağına uzansa...
Hemen ardından günümüzde yaşayan sahabe örneği insanların yanına gidip, ilah-i aşk ateşinin kıvılcımlarını ensemde hissetsem...
Ardından yükselsem semaya.. salıversem kendimi hava katmanlarına...
Rüzgar nereye savurursa beni, ben oraya gitsem.
Gül kokuları geliyor uzaklardan. Güller şehrinde miyim ne?
Evet evet burası güller şehri ısparta...
Bir kez daha savursa beni rüzgar, kesilen çınar ağacının yanına gitsem.. gitsem de risalelerin te'lif edildiği yerde, O hakikatları Allah'ın kalbime nakşetmesi için dua dua yalvarsam.
Geçsem asrın garibinin geçtiği sokaklardan.. Onun hissettiği halet-i ruhaniyeyi ben de hissettsem...
Bir el tutup gökyüzüne çekse beni, Edirne'ye yollasa...
Ezan sesi gelse "üç şerefeli" camiiden... Yaklaştıkça o ses içine hapsetse beni... Camiinin içine girsem, penceresinden dışarıyı seyretsem ve hemen aklıma harama bakmamak için kendisine de bakılmaması için evini-yuvasını terk eden O gönül insanı gelse..
Birkez daha manevi kart yollasam ona, davasında muvaffak olduğu için, tebrik etsem...
Bu sefer de kuvvetli ve haşmetli esen bir rüzgar gelse ilk hamlede uçursa beni Sevgilinin diyarına.. yanık yanık Kur'an okunuşları gelse kulağıma.. kendimden geçsem O'nun aşkından yanarak...
Ağır adımlarla süzülsem O'na doğru ve bir süprizle karşılaşsam... Birbirimizi Allah rızası için sevdiğimiz arkadaşları orada görüp; sevinç, hayret ve şaşkınlık ile manidar bakışlar fırlatsam onlara. Ve aynı yolculuğu kendilerinin de geçirdiğini ve durulması gereken o son durakta durup beni beklediklerini söyleseler...
Ve ben ağlamaya başlasam, hıçkırıklarım yeri-göğü inletse, kendimi artık toparlayamayacağımı düşünürken, yanında bulunduğumuz Mescid-i nebevinin minaresinden hüzünle okunan ezan sesiyle kendime gelsem...
Ve o nurdan insanlarla, ağır adımlarla, başlarımız önümüzde, ayaklarımızın takatten düştüğü bir halette, Sevgilinin mekanına girip, İlah-i aşk ateşinde yansak; ab-ı hayatı asıl beklenilmesi gereken yerden bekliyerek...
(alıntıdır..ismini vermek istemeyen birinden)