K ü F R
K ü F R
1 - Kötülüklerin en kötüsü, Allahü teâlâya inanmamak, ateist olmaktır. Muhammed aleyhisselâma inanmamak (küfür) olur. Meleklerin, insanların ve cinnin îman etmeleri, inanmaları emrolundu. Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalb ile inanıp, dil ile de ikrâr etmeye, söylemeye (Îman) denir. Îmanın yeri (Kalb)dir. Kalb, yürek dediğimiz et parçasında bulunan bir kuvvettir. Bu kuvvete (gönül) de denir. Îmanı söylemeye mani bulunduğu zaman, söylememek affolur. Meselâ korkutulduğu, hasta, dilsiz olduğu, söyleyecek vakit bulamadan öldüğü zaman, söylemek Îcap etmez. Anlamadan, taklîd ederek inanmak da, îman olur. Allahü teâlânın var olduğunu anlamamak, düşünmemek günah olur. Bildirilenlerden birine inanmamak, hepsine inanmamak olur. Herbirini bilmeden, hepsine inandım demek de, îman olur. Îman hâsıl olmak için, islâmiyetin küfür alâmeti dediği şeylerden sakınmak da lâzımdır. İslâmiyetin ahkâmından yâni emir ve yasaklarından birini hafîf görmek, Kur'an-ı kerim ile, melek ile, Peygamberlerden biri ile alay etmek, küfür alâmetlerindendir. İnkâr etmek, yâni işittikten sonra inanmamak, tasdik etmemek demektir. Şüphe etmek de, inkâr olur.
Küfür üç nev'dir: Cehlî, cühûdî ve hükmî.
1-) İşitmediği, düşünmediği için kâfir olanların küfrü (Küfür-i cehlî)dir. Cehl de iki türlüdür: Birincisi basîttir. Böyle kimse, câhil olduğunu bilir. Bunlarda, yanlış îtikat olmaz. Hayvan gibidirler. Çünkü, insanı hayvândan ayıran, ilim ve idrâktir. Bunlar, hayvândan da aşağıdırlar. Çünkü hayvânlar, yaratıldıkları şeyde ileridedirler. Kendilerine faydalı şeyleri anlar ve onlara yaklaşırlar. Zararlı olanları da anlayıp, onlardan uzaklaşırlar. Hâlbuki bunlar, bilmez olduklarını bildikleri hâlde, bu çirkin hâlden uzaklaşmaz, ilme yaklaşmazlar.
[İmâm-ı Rabbânî, (Mektûbât) kitabının birinci cildinin ikiyüzellidokuzuncu mektûbunda buyuruyor ki, (Bu fakire göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler, ne Cennete, ne de Cehenneme girmiyeceklerdir. Âhırette dirildikten sonra, hesaba çekilip, zulmleri, kabahatleri kadar, mahşer yerinde azâb çekeceklerdir. Herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da, yok edileceklerdir. Bir yerde sonsuz kalmıyacaklardır. Herkesin aklı, dünya işlerinde bile, şaşırıp yanılırken, Allahü teâlânın, akılları ile bulamadıkları için, kullarını ateşte sonsuz olarak yakacağını söylemek, bu fakire çok ağır gelmektedir. Küçük iken ölen kâfir çocukları da, böyle yok olacaklardır.
Bir Peygamberin vefâtından sonra, çok vakit geçip, zâlimler tarafından din bozularak, unutulduğu yerlerde yaşayıp, Peygamberlerden ve islâmiyetten haberi olmıyan insanlar da, Cennete ve Cehenneme sokulmıyacak, böyle tekrar yok edileceklerdir). Kâfir memleketlerinde yaşayıp, islâmiyeti işitmeyenler de böyledir.]
Îman edilecek şeyleri ve farzlardan, haramlardan meşhûr olanları, lüzûmu kadar öğrenmek farzdır. Bunları öğrenmemek haramdır. İşitip de, öğrenmeye önem vermemek küfür olur. Cehlin ilâcı, çalışıp öğrenmektir. Cehlin ikincisi, (Cehl-i mürekkeb)dir. Yanlış, sapık îtikat etmektir. Yunan felsefecilerinden ve müslümanlardan yetmişiki bid'at fırkasından îmanı gidenler böyledir. Bu cehâlet, birincisinden daha fenadır. İlâcı bilinemiyen bir hastalıktır. Îsâ aleyhisselâm, (Sağırı, dilsizi tedâvî ettim. Ölüyü dirilttim. Fakat, cehl-i mürekkebin ilâcını bulamadım) demiştir. Çünkü, böyle kimse, cehlini ilim ve kemâl sanmaktadır. Câhil ve ruh hastası olduğunu bilmez ki, ilâcını arasın! Ancak, Allahü teâlânın hidâyeti ile hastalığını anlıyan, bu derdden kurtulabilir.
2-) (Küfr-i cühûdî)ye, küfr-i inâdî de denir. Bilerek, inat ederek, kâfir olmaktır. Kibirden, mevkı' sahibi olmayı sevmekten veya ayblanmaktan korkmak sebebi ile hâsıl olur. Fir'avnın ve yoldaşlarının küfürleri böyle idi. Mûsâ aleyhisselâmın mucizelerini gördükleri hâlde, îman etmediler. Bizim gibi bir insana inanmayız dediler. Kendileri gibi bir insanın Peygamber olacağını kabûl etmediler. Peygamber melekten olur sandılar. Hâlbuki, kendileri gibi insan olan Fir'avna ilâh dediler. Ona tapındılar. Rum İmparatoru Herakliyüs da, tahtından, saltanatından ayrılmak korkusu ile îman etmedi. Rum pâdişâhlarına Kayser denir. Acem pâdişâhlarına Kisrâ, Habeş krallarına Necâşî ve Türk sultânlarına Hâkan, Kıbtî pâdişâhlarına Fir'avn, Mısr sultânlarına Azîz, Himyer sultânlarına Tübba' denirdi. Eshâb-ı kirâmdan Dıhye, Resûlullahın islâma dâvet eden mektûbunu Medîneden Şâma, Herakliyüsa getirdi. Herakliyüs, bir gün evvel, Mekkeden Şâma gelmiş olan Kureyş kâfirlerinin ticâret kervanının reîsi, Ebû Süfyânı sarayına çağırıp:
Medînede birisinin peygamberlik iddiâ ettiğini işittim. Kendisi, tanınmış kimselerden midir? Yoksa, aşağı tabakadan mıdır? Ondan evvel, başkası da böyle iddiâda bulundu mu? Dedeleri arasında, melik ve emîr olanlar var mıdır. Kendisine tâbi olanlar zengin midir, fakir ve âciz kimseler midir? Çalışmaları ilerliyor mu, geriliyor mu? Dînine girip de, sonra ayrılanlar oluyor mu? Sözünde durmadığı, yalan söylediği görüldü mü? Harblerinde gâlib midir, mağlup mudur? Ebû Süfyân bunların cevaplarını bildirince, bu sözlerinin hepsi, Onun peygamber olduğunu gösteriyor dedi. Ebû Süfyân, küfründen ve hasedinden dolayı, yalan söylediği de oldu. Bir gece içinde, Mekkeden, Kudüsteki Mescid-i aksâya götürüldüğünü söyledi, dedi. Herakliyüsün yanında olup, bunu işitenlerden biri lâfa karışıp:
Ben, o gece Mescid-i aksâda idim dedi. O gece gördüklerini anlattı. Ertesi gün, Herakliyüs, mektûbu okuttu. Mektûba inandığını, Muhammed aleyhisselâma îman ettiğini Dıhyeye bildirdi. Fakat, îman ettiğimi millete bildirmekten korkuyorum. Bu mektûbu falanca râhibe götür. O, çok şey bilir. Onun da îman edeceğini sanıyorum dedi. Râhib, mektûbu okuyunca, hemen îman etti. Oradakilere de îman etmelerini söyledi. Kendisini öldürdüler. Dıhye, Herakliyüsa gelip, olanları bildirdi. Böyle yapılacağını bildiğim için, îman ettiğimi kimseye söylemedim dedi. Resûlullaha mektûb gönderip îman ettiğini bildirdi. Başşehri olan Humsa gitti. Orada kendisine, bir adamından gelen mektûbda, Muhammed aleyhisselâmın peygamberliği ve muvaffakiyyetleri bildirildi. İleri gelenleri toplayıp, mektûbu okutarak, kendisinin îman ettiğini açıkladı. Hepsi karşı çıktılar. Îman etmiyeceklerini ve red ettiklerini anlayınca, onlardan özr diledi. Maksadım, dînimize olan bağlılığınızın kuvvetini anlamak idi dedi. Bu sözü işitince, hepsi kendisine secde ettiler, râzı olduklarını bildirdiler. Saltanatını kaçırmamak için, küfrü îmana tercîh etti. Müslümanlarla harp etmek için, Müte denilen yere ordu gönderdi. Burada çok müslüman şehit edildi. Resûlullaha Herakliyüsün mektûbu gelince, (Yalan söyliyor. Nasrânî dîninden ayrılmadı!) buyurdu. Herakliyüsa gönderilen mektûb-i nebevînin sûreti, (Buhârî)de ve (Mevâhib) ve (Berîka)da yazılıdır.
3-) Küfrün üçüncü nev'i, (Küfr-i hükmî)dir. İslâmiyetin îmansızlık alâmeti dediği sözleri söyliyen ve işleri yapan, kalbinde tasdik olsa ve inandığını söylese de, kâfir olur. İslâmiyetin tâzîmini emrettiği şeyi tahkîr etmek, kötülemek böyledir. Bunun için, Allahü teâlâya lâyık olmıyan şey söyliyen kâfir olur. Meselâ, Allah, Arştan veya gökten bize bakıyor demek, sen bana zulmettiğin gibi, Allah da sana zulmediyor demek, filan müslüman benim gözümde yahudi gibidir demek, yalan bir söze, Allah biliyor ki, doğrudur demek ve melekleri küçültücü şeyler söylemek ve Kur'an-ı kerimi, hattâ bir harfini küçültücü söz söylemek, bir harfine bile inanmamak, çalgı çalarak Kur'an okumak, hakîkî olan Tevrâta ve İncîle inanmamak, bunları kötülemek, Kur'an-ı kerimi şâz olan harflerle okuyup Kur'an budur demek, küfür olur. Peygamberleri küçültücü şeyler söylemek, Kur'an-ı kerimde ismleri bildirilen yirmibeş Peygamberden birine inanmamak, meşhûr sünnetlerden birini beğenmemek, çok iyilik yapan birisi için, Peygamberden daha iyidir demek küfürdür. Peygamberler muhtaç idi demek küfür olur. Çünkü, onların fakirlikleri kendi istekleri ile idi. Birisi, peygamber olduğunu söylese, buna inananlar da kâfir olur. (Kabrim ile minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir) hadis-i şerifini işitince, ben minber, hasır ve kabirden başka birşey görmiyorum demek küfür olur. Âhırette olacak şeylerle alay etmek küfürdür. Kabirdeki ve kıyâmetteki azâblara [akla, fenne uygun değildir diyerek] inanmamak, Cennette Allahü teâlâyı görmeye inanmamak, ben Cenneti istemem, Allahı görmeyi isterim demek küfür olur. İslâmiyete inanmamak alâmeti olan sözler, fen bilgileri din bilgilerinden daha hayrlıdır demek, namaz kılsam da, kılmasam da, berâberdir demek, zekât vermem demek, fâiz helâl olsaydı, zulmetmek helâl olsaydı demek, haramdan olan mâlı fakire verip sevap beklemek, fakir, verilen paranın haram olduğunu bilerek, verene hayr duâ etmek, imam-ı a'zam Ebû Hanîfenin kıyâsı hak değildir demek küfürdür. (A'râf) sûresinin ellialtıncı âyet-i kerimesinde meâlen, (Allahü teâlâ, rüzgârı, rahmeti olan yağmurdan önce, müjdeci gönderir. Rüzgârlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırırız. O yağmurla yerden meyvalar çıkarırız. Ölüleri de mezarlarından böyle çıkaracağız) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, kıyâsın hak olduğunu isbât etmektedir. Bu âyet-i kerimede, ihtilâflı olan bir şeyi, sözbirliği ile anlaşılmış olana benzetmek bildirilmektedir. Çünkü, Allahü teâlânın yağmur yağdırdığını ve yerden ot çıkardığını, hepsi biliyordu. Öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu, yer yüzünün kuruduktan sonra tekrar yeşillenmesine benzeterek isbât etmektedir.
İslâm bilgilerine inanmamak, bunları ve din âlimlerini aşağılamak da, küfr-i cühûdî olur.
Kâfir olmayı isteyen kimse, buna niyet ettiği anda kâfir olur. Başkasının kâfir olmasını istiyen kimse, küfrü beğendiği için istiyorsa, kâfir olur. Kötü, zâlim olduğundan, zulmünün cezâsını Cehennem ateşinde çekmesi için istiyorsa, kâfir olmaz. Küfre sebep olduklarını bilerek ve arzusu ile küfür kelimelerini söyliyen kâfir olur. Bilmiyerek söyliyorsa, âlimlerin çoğuna göre yine kâfir olur. Küfre sebep olmıyan kelime söylemek isterken, şaşırarak, küfre sebep olanı söylerse kâfir olmaz.
Küfre sebep olan bir işi, bilerek yapmak küfür olur. Bilmiyerek yapınca da küfür olur diyen âlimler çoktur. Beline, zünnar denilen papaz kuşağını bağlamak ve küfre mahsûs şey giymek de böyledir. Bunları harbde düşmana karşı, sulhda zâlime karşı, hîle olarak kullanmak küfür olmaz. Tüccârın dâr-ül-harbde de kullanması küfür olur. Bunları mizâh için, başkalarını güldürmek için, şaka için kullanmak da küfre sebep olur. Îtikatının doğru olması fayda vermez. Kâfirlerin bayram günlerinde, o güne mahsûs şeylerini, onlar gibi kullanmak, bunları kâfire hediye etmek küfür olur. Müslüman olmak için, nefsin de îman etmesi lâzım değildir. Nefsinden kalbine küfre sebep olan şeyler gelen kimse, bunları söylemese, îmanının kuvvetine alâmet olur. Küfre sebep olan şeyi kullanan kimseye kâfir dememelidir. Bir müslümanın bir işinde veya sözünde doksandokuz küfür ihtimali olsa, bir îman ihtimali olsa, bu kimseye kâfir denilmez. Müslümana hüsn-i zannetmek lâzımdır.
Akıllı, bilgili, edebiyatcı olduğunu göstermek için veya yanındakileri hayrete düşürmek, güldürmek, sevindirmek veya alay etmek için söylenen sözlerde (küfr-i hükmî)den korkulur. Gadap, kızgınlık ve hırs ile söylenen sözler de böyledir. Bunun için insan, sözünün ve işlerinin neye varacağını düşünmelidir. Herşeyde dînini kayırmalıdır. Hiçbir günahı, küçük görmemelidir. Bir kimse, küçük günah işlese, buna tevbe et denildikte, tevbe edecek bir şey yapmadım ki dese, yâhut niçin tevbe edeyim dese, küfür olur. Çocuk iken nikâh edilmiş olan kız, âkıl ve bâlig olduğu zaman, îmanı, islâmı bilmese ve sorulunca anlatamasa, zevcinden boş olur. Çünkü, nikâhın sahih olması için ve devam etmesi için îmanlı olmak lâzımdır. Küçük iken, anasına babasına tâbi olarak îmanı var idi. Bâlig olunca, onlara tâbi olması devam etmez. Erkek çocuk da, böyledir. Bir mümini öldüren veya öldürülmesini emreden kimseye, iyi yaptın diyen kâfir olur. Katli vâcib olmıyan kimse için, öldürülmesi lâzımdır demek küfür olur. Bir kimseyi haksız olarak döven veya öldüren zâlime, iyi yaptın, bunu hak etmişti demek küfür olur. Yalan olarak, Allah biliyor ki, seni çocuğumdan çok seviyorum demek küfür olur. Mevkı' sahibi bir müslüman aksırınca, buna (yerhamükallah) diyen kimseye, büyüklere karşı böyle söylenmez demek küfür olur. Vazîfe olduğuna inanmıyarak, önem vermiyerek, hafîf görerek namaz kılmamak, oruç tutmamak, zekât vermemek, küfür olur. Allahın rahmetinden Ümidini kesmek küfürdür. Kendisi haram olmayıp, sonradan hâsıl olan bir sebebden dolayı haram olan mâla, paraya, (haram-ı ligayrihi) denir. Çalınan ve haram yollardan gelen mâl böyledir. Bunlara helâl demek küfür olmaz. Leş, domuz, şarap gibi, kendileri haram olan şeylere (haram-ı li-aynihi) denir. Bunlara helâl demek küfür olur. Kat'î olarak bilinen bütün haramlara helâl demek de, küfür olur. Ezan, câmi, fıkh kitapları gibi islâmiyetin kıymet verdiği şeyleri aşağılamak, küfür olur. Radyodan, hoparlörden işitilen ezan, hakîkî ezan değildir. Ezanın benzeridir. Bir şeyin benzeri kendisi değildir. Abdestsiz olduğunu veya namaz vaktinin gelmediğini bildiği hâlde, namaz kılmak, bildiği hâlde kıbleden başka tarafa dönerek kılmak küfür olur. Bir müslümanı kötülemek için, kâfir demek küfür olmaz. Kâfir olmasını isteyerek söylemenin küfür olacağı yukarıda bildirilmişti. Günah işlemek küfür olmaz. Günah olduğuna önem verilmezse, küfür olur. İbâdet yapmanın lâzım olduğuna ve günahtan sakınmak lâzım olduğuna inanmamak küfür olur. Toplanan vergiler sultânın mülkü olduğuna inanmak küfür olur. Bir Velînin, aynı gün ve aynı saatte, çeşidli memleketlerde görüldüğünü söylemenin câiz olduğunu Sadr-ül-islâm bildirmiştir. Şarkta bulunan bir kadınla garbda bulunan bir erkeğin çocukları olabileceği fıkh kitaplarında yazılıdır. Büyük âlim Ömer Nesefî, (Allahü teâlânın Evliyâsına, âdetini, kanûnlarını bozarak (kerâmet) vermesi câizdir) demiştir. Bu söz doğrudur. Câhile (Îman nedir, İslâm nedir?) gibi sorulmamalı. Bunların cevapları söylenip, böyle midir, demelidir. Nikâh yapılacak erkeğe ve kıza önceden böyle sorarak, müslüman olduklarını anlamak lâzımdır. Küfre sebep olan sözler ve hareketler görülünce, kâfir dememeli, küfrü irâde ettiği, şeriate önem vermediği anlaşılmadıkca, sû-i zannetmemelidir.
Müslüman, îmanın yok olmasına sebep olacağı sözbirliği ile bildirilmiş olan şeyleri amden [istekle] söyler veya yaparsa (Mürted) olur. Mürtedin, mürted olmadan önceki ibâdetleri ve sevapları yok olur. Tekrar îmana gelirse, zengin ise, yeniden hac etmesi lâzım olur. Namazlarını, oruclarını, zekâtlarını kaza etmesi lâzım olmaz. Mürted olmadan önce, kazaya bırakmış olduklarını kaza etmesi lâzımdır. Çünkü, mürted olunca, önceki günahlar yok olmaz. Mürted olanın nikâhı fesholur, gider. Îmana gelerek, tecdîd-i nikâh etmeden önceki çocukları veled-i zinâ olur. Kestiği, leş olur, yinmez. Îmanının gitmesine sebep olan şeyden tevbe etmedikçe, yalnız (Kelime-i şehâdet) söylemekle veya namaz kılmakla, müslüman olmaz. Mürted olacak şeyi yaptığını inkâr etmesi de tevbe olur. Tevbe etmeden ölürse, Cehennem ateşinde ebedî olarak azâb görür. Bunun için, küfürden çok korkmalı, az konuşmalıdır. Hadis-i şerifte, (Hep hayrlı, faydalı konuşunuz. Yâhut susunuz!) buyuruldu. Ciddî olmalı, latîfeci, oyuncu olmamalıdır. Dîne, akla, insanlığa uygun olmıyan şeyler yapmamalıdır. Kendisini küfürden muhâfaza etmesi için, Allahü teâlâya çok duâ etmelidir. Hadis-i şerifte, (Şirkten sakınınız. Şirk, karıncanın ayak sesinden daha gizlidir) buyuruldu. Bu hadis-i şerifteki şirk, küfür demektir. Bu kadar gizli olan şeyden korunmak nasıl olur denildikte, (Allahümme innâ ne'ûzü bike en-nüşrike-bike şey'en na'lemühu ve nes-tagfirüke limâ lâ-na'lemühu duâsını okuyunuz!) buyuruldu. Bu duâyı sabah ve akşam çok okumalıdır. Kâfirlerin, Cehennem ateşinde sonsuz azâb görecekleri, Cennete hiç girmiyecekleri söz birliği ile bildirilmiştir. Kâfir, dünyada sonsuz yaşasaydı, sonsuz kâfir kalmak niyetinde olduğu için, cezâsı da sonsuz azâbdır. Allahü teâlâ, herşeyin hâlikı, sahibidir. Mülkünde dilediğini yapması hakkıdır. Ona, niçin böyle yaptın demeye kimsenin hakkı yoktur. Bir şeyin sahibinin, o şeyi dilediği gibi kullanmasına zulüm denmez. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde, zâlim olmadığını, hiçbir mahlûkuna zulüm yapmadığını bildirmektedir.
[Allahü teâlânın (Esmâ-i hüsnâ)sı vardır. Bu ismleri de, kendi varlığı gibi ezelîdir. Bu doksandokuz isminin arasında bulunan (Müntekim) ve (Şedîd-ül-ikâb) gibi ismlerinden dolayı yedi Cehennemi yarattı. (Rahman) ve (Rahîm) ve (Gaffâr) ve (Latîf) ve (Raûf) gibi ismlerinden dolayı, sekiz Cenneti yarattı. Cehenneme ve Cennete gitmeye sebep olacak şeyleri ezelde ayırd etti. Çok merhametli olduğu için, bunları kullarına bildirdi. (Cehenneme girmeye sebep olan şeyleri yapmayınız! Onun ateşi çok şiddetlidir. Dayanamazsınız!) diyerek, kullarına tekrar tekrar haber verdi. Sonsuz olan Cennet nîmetlerine kavuşturacak şeyleri yaparak, dünyada ve âhırette rahat ve mes'ûd yaşamaya dâvet etti. Bu dâveti beğenip seçmeleri için, insanlara akıl ve irâde, ihtiyâr nîmetlerini de verdi. Allahü teâlâ, hiçbir kimsenin Cehenneme girmesini, Cehenneme götürecek şeyleri yapmasını ezelde emretmedi, dilemedi. Fakat dünyada, kimlerin Cennet yolunu, kimlerin de Cehennem yolunu tutacaklarını ezelde biliyordu. Kaza ve kaderi gibi, ilmi de ezelîdir. Ebû Lehebin Cehenneme gideceğini haber vermesi, onun Cehenneme gitmesini ezelde, istediği için değildir. Cehennem yolunu dileyeceğini, bildiği içindir.
Îmana gelmek çok kolaydır. Mahlûklardaki hesaplı nizâma, düzene bakmak ve bunlardaki incelikleri düşünmek, herkese vâcibdir. Atomdan güneşe kadar bütün varlıklardaki düzen, birbirlerine bağlılıkları, bunların kendiliklerinden tesâdüfen var olmadıklarını, bilgili, hikmetli ve sonsuz kuvvetli bir varlık tarafından yaratıldıklarını açıkça göstermektedir. Aklı başında olan bir kimse, liselerde ve üniversitede, astronomi, fen, biyoloji ve tıb bilgilerini öğrenince, bu varlıkların bir yaratıcısı olduğunu ve her türlü aybdan uzak olduğunu ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Peygamberi olduğunu ve bildirdiklerinin hepsinin Ondan gelmiş olduğunu hemen anlar. Bu yaratana hemen inanır. Kâfirlerin, yâni kâfir olarak ölenlerin sonsuz Cehennemde kalacaklarını, müminlerin de sonsuz olarak Cennet nîmetleri içinde yaşıyacaklarını öğrenince, seve seve müslüman olur. Erzurûmlu İbrâhîm Hakkı hazretleri, 1195 [m. 1781] de Si'ridde vefât etmiştir. (Ma'rifetnâme) kitabının 9. faslında, türkçe buyuruyor ki, (Fen ve astronomi bilgileri ve makineler, fabrikalar, akıl ile, tecrübe ile hâsıl oldukları için, zamanla yenileri bulunmuş, birçok eski bilgilerin yanlış olduğu anlaşılmıştır. Eski ve yeni, yanlış ve doğru bütün fen bilgileri, bu âlemin yoktan var edildiğini, sonsuz ilim ve kudret sahibi bir yaratıcının varlığına inanmak lâzım olduğunu göstermektedir.) Muhammed aleyhisselâmın güzel ahlâkını ve mucizelerini okuyan da, Onun peygamber olduğunu anlar].