sinang
New member
Bismillahirrahmanirrahim
Biz burada elbette değerli şehidimizin hayatını anlatamayız,Yalnız bir kaç misal ve hatırattır,bildiğimiz...
İmam Hasan el Benna, 14 Ekim 1906 ‘da Mısır’ın Buhayre vilayetinin Mahmudiye kasabasında doğdu. İsminde bir tılsım gizliydi sanki. Zira Benna kelimesi sözlükte yapan, kuran, bir binanın temelini atan anlamlarına gelir. Bu hususu merhum Seyyid Kutup şöyle anlatır: “Hasan El Benna isminde bir zatın soyadının “Benna” olması sadece bir tesadüf eseridir belki. Lakin kim buna tesadüf diyebilir? Bu adam için en büyük hakikat, bina kuruculuktur. Kuruculuğu en iyi bir şekilde yapmaktadır. Hayır, hayır o kuruculuk dehasıdır. İslam akidesi birçok davetçi tanıdı. Lakin her davetçi kurucu değildir.”
Değerli bir âlimimiz, merhum Kutub’un bir yerde ona şöyle hitap ettiğini söyler; “Sana Benna değil (Benna derken bir elifle, sonuna bir de hemze kor) sana "Nebba" demek lazımdı.* Çünkü sen bize doğrudan haber getirdin” der. “Sen haber getirensin. Bizim haber alamayacağımız Hak’tan haber getirdin. Müslümanlığa nasıl hizmet edilir? Ondan haber getirdin. Sen Hak’la bizim aramızda bir mesaj oldun.” Bunu derken Kutup çok samimi, çok coşkun ve çok heyecanlıdır.”
Bbası anlatıyor;“İbadete çok düşkündü. Daha büluğa ermeden önce bile üç aylarda oruç tutardı. Ona; “Oğlum, sen daha büluğa ermedin. Henüz oruç sana farz değil, kendini yorma” dediğimde bana şu cevabı verirdi; “Babacığım, oruç tutmak için büyük bir arzu ve iştiyak duyuyorum. Bana zor da gelmiyor. Öyle ise niçin terk edeyim?”
Küçük yaşlarında Kur'ân-ı Kerim’i yarısına kadar ezberleyen Hasan el-Bennâ, on beş yaşlarında hıfzını tamamlamıştır.
Hatıralarında şöyle diyor;
“Ben henüz öğretimimin o çağındayken okul programının dışında olmak üzere çeşitli ilimlere ait birçok metni ezberlemiş bulunuyordum. Hariri’nin Mulhat-ul İrab’ını, sonra İbn-i Malik’in Elfiyesini, ıstılahlara ait Yakutiye’yi, Tevhide ait El Cevheriye’yi, mirasa ait Er Rahbiye’yi, mantıka dair Es Süllem’in bir kısmını, Hanefi fıkhına dair Kuduri metninin birçoğunu, Ebu Şuca’nın Şafii fıkhına ait Metn-ül Gaye’sinin bir kısmını, Maliki fıkhına ait Manzumat-u İbn-i Âmir’in bir kısmını hep bu dönemlerde ezberlemiştim. Babamın anane halinde söylenegelen; “metinleri ezberleyen ilimleri elde eder" sözünü bana söylemesini ve bu şekilde beni yönlendirmesini unutamam.”
Onunla Rabbe karşı saygı adabı hakkında Abdullah Azam şu harikulade hadiseyi naklediyor:“Hasan el-Benna Mısır'ın İsmailiye kentinde öğretmenlik yapıyordu. O Kahire Üniversitesi Daru'l-Ulûm Fakültesi'nin birincisi idi. Bu fakültenin sekreteri bana şunları anlattı: İmtihan sonuçlarını gören bir öğrenci gelip Benna'ya:
"Ya Şeyh Hasan! Sen filan dersten ikmale kalmışsın" dedi. Bunun üzerine Benna, Allah'a secdeye kapandı. Talebe ona:
"Ben sana ikmale kalmışsın diyorum, sen Allah'a şükür secdesi yapıyorsun. Bu nasıl şey?" Benna:
"Biz sevindiğimiz anda da, sıkıntılı hallerde de Allah'a şükrederiz" cevabını verdi. Bunun üzerine o öğrenci:
"Ya Şeyh Hasan seni müjdeliyorum, Daru'l-Ulûm Fakültesi'nde birinci olmuşsun" dedi. Tekrar Benna Allah'a secdeye kapandı.”
Merhum A.Azzam onu tebliğ yaparken insan psikolojisini dikkate almasını şöyle anlatıyor: “Öyle ki camilerde gençlerden hiçbir kimse yok. Sadece körler, topallar, yaşlılar var. Bazısı oturarak namaz kılıyor, diğeri duvara dayanarak rükûa gidiyor. Kahveye gidiyor, orada hayaletlere benzeyen insanlar görüyor. Sabahtan ikindiye kadar İngiliz şirketlerinde çalışıyorlar, ondan sonra da gecenin yarısına kadar kahvehanelerde kâğıt oynayarak vakitlerini öldürüyorlar. Merhum Benna bunların yanına gidip oturuyor, kendisi de bir çay isteyip içiyordu. O burada yaşayan insanların psikolojilerini çok iyi kavramıştı. Onların bir takım hikâyeler dinlemekten zevk aldıklarını biliyordu ve onlara: "Ne dersiniz, ben sizlere "Gevşek Düğme" hikâyesini anlatayım mı?" diyor ve onlara Ebu Zeyd'in kıssasını, Sinek Hikâyesi’ni, Çözülmüş Düğme hikâyelerini anlatıyordu. Akşam namazı geldiğinde ise durum çok ciddileşiyordu. Merhum Benna onlara: "Müsaade ederseniz ben gidip namazı kılıp geleyim." Onlar da: "Buyur efendim, buyur üstad" diyorlardı. O gidip namazı kılıyor, tekrar dönüp onlara benzeri hikâyeleri anlatıyordu. Beş gün, on gün derken bunu dinleyen insanlar: "Niçin biz burada bekliyoruz da hoca ile birlikte camiye gidip namaz kılmıyoruz ve beraberce dönüp hikâyeleri dinlemiyoruz?" demeye başlıyorlardı. Böylece Benna devamlı kahveden insanları camiye çekiyor ve onları eğitmeyi başarıyordu. Öyle ki Benna tesis ettiği hareketin en seçkin elemanlarını kahvelerden toplamıştı.”
Said Havva ise onun başarısının mühim bir sebebi olarak onun İslami düşüncelerindeki dengeye işaret eder: “Allah Teala el Benna’ya öyle bir muvaffakiyet vermiştir ki, veciz bir ifade ile meseleleri bu ümmetin insaf sahiplerinin birleşebilecekleri bir ölçü içersinde sunabilmektedir.”
Bu öyle bir topluluktu ki Said Havva’nın dediği gibi; “Hasan el Benna’nın kurduğu anlamda bir cemaati bulmak gerçekte az rastlanacak bir durumdu.”
Bu başarıyı Mısır’ın sayılı ilim adamlarından biri, merhum Said Havva’ya şöyle anlatmış: “İnançsızlık seli bütün Mısır’ı kaplamıştı. Küfür ve inançsızlık her tarafa yayılmıştı. Bunlarla birçok kimse savaştı. Ezher İslam Üniversitesinin birçok değerli öğretim üyesi ve diğer İslami kurumların lider ve önderleri de bu inançsızlık selinin önüne geçemediler. Sonunda Hasan el Benna geldi. Bu selin önünde büyük bir duvar ördü. Böylece inançsızlığın her türlü kötülük ve tehlikesini önledi.”
Ali Ulvi beyin hatıralarından öğrendiğimize göre, Benna Kahire’ye geldikten sonra merhum şairimiz Mehmed Akif ile de tanışmışlar ve birbirlerini çok sevmişler: “Türk millî şairi Mehmed Akif, Mısır'da kaldığı yıllarda Üstad Hasan El Benna ile bir bayram toplantısında görüşmüşler ve aralarında bir dostluk kurulmuş.
Üstad Hasan El Benna'yla Medine'de bir sohbetimiz daha oldu. Üstad, Mehmed Akif'ten bahsederek, İstiklal Marşı hakkında şöyle dedi: “Bu şiirin bir hikâyesi vardır. Türk yurdu düşman istilasından kurtulduktan sonra bir istiklal marşı yazma fikri ortaya atılır. Müsabaka tayin edilir ve yüz küsur şiirden bu şiir birinci gelir. Millet Meclisinde dört defa ayakta okunur. Bu şairin, meclise gelirken giydiği üzerindeki palto dahi arkadaşının olduğu halde kendisine teklif olunan ikramiyeyi reddeder.
"Bu mükâfat benim değil, şehit düşen Mehmetçiğin, muzaffer ordunun ve milletindir. İhlâs için bir örnek vermek istersek bu davranıştan daha çarpıcı misal veremeyiz, deyip, İstiklal Marşı'ndan bazı beyitleri okumamı istedi. Kardeşler bazı beyitlerin tercümesini isteyip kaydettiler."
"Bir milli marşa ezanı, ibadeti, mabedi koymak çok manalı, çok güzel" diyen Benna, Akif'in müsabaka ödülü almamasına da hayrandır; "Ya İhvan! Hazel iman!(işte iman) İman için misal arıyorsanız budur. Giyecek paltosu yok, ama parayı almıyor. Ne yazık ki bu gün insanlar böyle bir şeyi değil almamak, bir de rüşvet vererek kendilerine verilmesini temine çalışıyorlar. İman budur işte, iman budur."
İSTİKBAL İSLAMINDIR..!
Biz burada elbette değerli şehidimizin hayatını anlatamayız,Yalnız bir kaç misal ve hatırattır,bildiğimiz...
İmam Hasan el Benna, 14 Ekim 1906 ‘da Mısır’ın Buhayre vilayetinin Mahmudiye kasabasında doğdu. İsminde bir tılsım gizliydi sanki. Zira Benna kelimesi sözlükte yapan, kuran, bir binanın temelini atan anlamlarına gelir. Bu hususu merhum Seyyid Kutup şöyle anlatır: “Hasan El Benna isminde bir zatın soyadının “Benna” olması sadece bir tesadüf eseridir belki. Lakin kim buna tesadüf diyebilir? Bu adam için en büyük hakikat, bina kuruculuktur. Kuruculuğu en iyi bir şekilde yapmaktadır. Hayır, hayır o kuruculuk dehasıdır. İslam akidesi birçok davetçi tanıdı. Lakin her davetçi kurucu değildir.”
Değerli bir âlimimiz, merhum Kutub’un bir yerde ona şöyle hitap ettiğini söyler; “Sana Benna değil (Benna derken bir elifle, sonuna bir de hemze kor) sana "Nebba" demek lazımdı.* Çünkü sen bize doğrudan haber getirdin” der. “Sen haber getirensin. Bizim haber alamayacağımız Hak’tan haber getirdin. Müslümanlığa nasıl hizmet edilir? Ondan haber getirdin. Sen Hak’la bizim aramızda bir mesaj oldun.” Bunu derken Kutup çok samimi, çok coşkun ve çok heyecanlıdır.”
Bbası anlatıyor;“İbadete çok düşkündü. Daha büluğa ermeden önce bile üç aylarda oruç tutardı. Ona; “Oğlum, sen daha büluğa ermedin. Henüz oruç sana farz değil, kendini yorma” dediğimde bana şu cevabı verirdi; “Babacığım, oruç tutmak için büyük bir arzu ve iştiyak duyuyorum. Bana zor da gelmiyor. Öyle ise niçin terk edeyim?”
Küçük yaşlarında Kur'ân-ı Kerim’i yarısına kadar ezberleyen Hasan el-Bennâ, on beş yaşlarında hıfzını tamamlamıştır.
Hatıralarında şöyle diyor;
“Ben henüz öğretimimin o çağındayken okul programının dışında olmak üzere çeşitli ilimlere ait birçok metni ezberlemiş bulunuyordum. Hariri’nin Mulhat-ul İrab’ını, sonra İbn-i Malik’in Elfiyesini, ıstılahlara ait Yakutiye’yi, Tevhide ait El Cevheriye’yi, mirasa ait Er Rahbiye’yi, mantıka dair Es Süllem’in bir kısmını, Hanefi fıkhına dair Kuduri metninin birçoğunu, Ebu Şuca’nın Şafii fıkhına ait Metn-ül Gaye’sinin bir kısmını, Maliki fıkhına ait Manzumat-u İbn-i Âmir’in bir kısmını hep bu dönemlerde ezberlemiştim. Babamın anane halinde söylenegelen; “metinleri ezberleyen ilimleri elde eder" sözünü bana söylemesini ve bu şekilde beni yönlendirmesini unutamam.”
Onunla Rabbe karşı saygı adabı hakkında Abdullah Azam şu harikulade hadiseyi naklediyor:“Hasan el-Benna Mısır'ın İsmailiye kentinde öğretmenlik yapıyordu. O Kahire Üniversitesi Daru'l-Ulûm Fakültesi'nin birincisi idi. Bu fakültenin sekreteri bana şunları anlattı: İmtihan sonuçlarını gören bir öğrenci gelip Benna'ya:
"Ya Şeyh Hasan! Sen filan dersten ikmale kalmışsın" dedi. Bunun üzerine Benna, Allah'a secdeye kapandı. Talebe ona:
"Ben sana ikmale kalmışsın diyorum, sen Allah'a şükür secdesi yapıyorsun. Bu nasıl şey?" Benna:
"Biz sevindiğimiz anda da, sıkıntılı hallerde de Allah'a şükrederiz" cevabını verdi. Bunun üzerine o öğrenci:
"Ya Şeyh Hasan seni müjdeliyorum, Daru'l-Ulûm Fakültesi'nde birinci olmuşsun" dedi. Tekrar Benna Allah'a secdeye kapandı.”
Merhum A.Azzam onu tebliğ yaparken insan psikolojisini dikkate almasını şöyle anlatıyor: “Öyle ki camilerde gençlerden hiçbir kimse yok. Sadece körler, topallar, yaşlılar var. Bazısı oturarak namaz kılıyor, diğeri duvara dayanarak rükûa gidiyor. Kahveye gidiyor, orada hayaletlere benzeyen insanlar görüyor. Sabahtan ikindiye kadar İngiliz şirketlerinde çalışıyorlar, ondan sonra da gecenin yarısına kadar kahvehanelerde kâğıt oynayarak vakitlerini öldürüyorlar. Merhum Benna bunların yanına gidip oturuyor, kendisi de bir çay isteyip içiyordu. O burada yaşayan insanların psikolojilerini çok iyi kavramıştı. Onların bir takım hikâyeler dinlemekten zevk aldıklarını biliyordu ve onlara: "Ne dersiniz, ben sizlere "Gevşek Düğme" hikâyesini anlatayım mı?" diyor ve onlara Ebu Zeyd'in kıssasını, Sinek Hikâyesi’ni, Çözülmüş Düğme hikâyelerini anlatıyordu. Akşam namazı geldiğinde ise durum çok ciddileşiyordu. Merhum Benna onlara: "Müsaade ederseniz ben gidip namazı kılıp geleyim." Onlar da: "Buyur efendim, buyur üstad" diyorlardı. O gidip namazı kılıyor, tekrar dönüp onlara benzeri hikâyeleri anlatıyordu. Beş gün, on gün derken bunu dinleyen insanlar: "Niçin biz burada bekliyoruz da hoca ile birlikte camiye gidip namaz kılmıyoruz ve beraberce dönüp hikâyeleri dinlemiyoruz?" demeye başlıyorlardı. Böylece Benna devamlı kahveden insanları camiye çekiyor ve onları eğitmeyi başarıyordu. Öyle ki Benna tesis ettiği hareketin en seçkin elemanlarını kahvelerden toplamıştı.”
Said Havva ise onun başarısının mühim bir sebebi olarak onun İslami düşüncelerindeki dengeye işaret eder: “Allah Teala el Benna’ya öyle bir muvaffakiyet vermiştir ki, veciz bir ifade ile meseleleri bu ümmetin insaf sahiplerinin birleşebilecekleri bir ölçü içersinde sunabilmektedir.”
Bu öyle bir topluluktu ki Said Havva’nın dediği gibi; “Hasan el Benna’nın kurduğu anlamda bir cemaati bulmak gerçekte az rastlanacak bir durumdu.”
Bu başarıyı Mısır’ın sayılı ilim adamlarından biri, merhum Said Havva’ya şöyle anlatmış: “İnançsızlık seli bütün Mısır’ı kaplamıştı. Küfür ve inançsızlık her tarafa yayılmıştı. Bunlarla birçok kimse savaştı. Ezher İslam Üniversitesinin birçok değerli öğretim üyesi ve diğer İslami kurumların lider ve önderleri de bu inançsızlık selinin önüne geçemediler. Sonunda Hasan el Benna geldi. Bu selin önünde büyük bir duvar ördü. Böylece inançsızlığın her türlü kötülük ve tehlikesini önledi.”
Ali Ulvi beyin hatıralarından öğrendiğimize göre, Benna Kahire’ye geldikten sonra merhum şairimiz Mehmed Akif ile de tanışmışlar ve birbirlerini çok sevmişler: “Türk millî şairi Mehmed Akif, Mısır'da kaldığı yıllarda Üstad Hasan El Benna ile bir bayram toplantısında görüşmüşler ve aralarında bir dostluk kurulmuş.
Üstad Hasan El Benna'yla Medine'de bir sohbetimiz daha oldu. Üstad, Mehmed Akif'ten bahsederek, İstiklal Marşı hakkında şöyle dedi: “Bu şiirin bir hikâyesi vardır. Türk yurdu düşman istilasından kurtulduktan sonra bir istiklal marşı yazma fikri ortaya atılır. Müsabaka tayin edilir ve yüz küsur şiirden bu şiir birinci gelir. Millet Meclisinde dört defa ayakta okunur. Bu şairin, meclise gelirken giydiği üzerindeki palto dahi arkadaşının olduğu halde kendisine teklif olunan ikramiyeyi reddeder.
"Bu mükâfat benim değil, şehit düşen Mehmetçiğin, muzaffer ordunun ve milletindir. İhlâs için bir örnek vermek istersek bu davranıştan daha çarpıcı misal veremeyiz, deyip, İstiklal Marşı'ndan bazı beyitleri okumamı istedi. Kardeşler bazı beyitlerin tercümesini isteyip kaydettiler."
"Bir milli marşa ezanı, ibadeti, mabedi koymak çok manalı, çok güzel" diyen Benna, Akif'in müsabaka ödülü almamasına da hayrandır; "Ya İhvan! Hazel iman!(işte iman) İman için misal arıyorsanız budur. Giyecek paltosu yok, ama parayı almıyor. Ne yazık ki bu gün insanlar böyle bir şeyi değil almamak, bir de rüşvet vererek kendilerine verilmesini temine çalışıyorlar. İman budur işte, iman budur."
İSTİKBAL İSLAMINDIR..!