Haberi Vahid
Bir, iki veya daha çok ravinin rivayet ettiği, fakat meşhur ve mütevatir mertebesine ulaşamayan her haber ahad haberdir.(Pezdevi, usul II 320)
Serahsî, haber-i vahidleri Kur’an’a arzetmeyenleri tenkid ederken, bu görüşünü daha da berraklaştırarak şöyle der: “Bidat ve hevâların aslı, haber-i vahidi Kitab’a ve meşhur Sünnete arz etmeyenlerden zuhur etmiştir. Öyle bir kavim ki Peygamber (sav)’e ittisalinde şüphe olan ve ilm-i yakîn (kesin ilim) gerektirmeyen şeyi, asıl yapıyorlar sonra Kitap ve meşhur Sünneti onlara göre tevil ederek, tabiyi metbu, esas olanı kesin olmayan (zannî olan) şey kılıyorlar. Böylece hevâ ve bidatlere düşmüş oluyorlar.” (Serahsi, usul I-367) Hanefiler Kur’an’a muhalif olan haber-i vahidleri manevi inkıta gerekçesiyle reddetmişlerdir. (Serahsi, usul I-364) Haber-i vâhid, hanefilere göre ameli gerektirir, fakat ilm-i yakîn ifade etmez. (Cassas ve Ahkâmü’l-Kur’an’ı 117) Bazıları ilmi gerektirmeyen şey amelide gerektirmez, amel ancak ilimle olur, Cenab-ı hakk “Bilmediğin şeyin ardına düşme” (İsra, 36) buyurmuştur dediler. (Serahsî, usul I-321)
Haber-i vahidin ravi açısından galat ihtimali taşıdığı için ilm-i yakîn gerektirmediğini belirten Serahsî, “ravi hakkında beslenen hüsnü zan ve adaletin zahir olmasıyla, doğruluk yönünün tercihi sebebiyle de ameli mucib olduğunu” kaydetmiştir. Haber-i vahidi inkar eden kafir olmaz. Ancak onunla amel gerekli olduğu için reddeden sapıklığa düşer. Eğer haber-i vahidle amelin vücubunu kabul ediyor, fakat tevil ediyorsa bu takdirde sapıklığa düşmüş olmaz. Onunla amel eden itaatkar, tevil etmeden terk edense âsi olur. (Serahsi, usul I-112)
Pezdevî: “Kim haber-i vahidi reddederse kötü bir yola sapmış olur, kim de onu Kitap ve mütevatir Sünnetle bir tutarsa, derecesini yükseltmekle hata etmiş olur. Doğru yol sadece bizim söylediğimizdir” (Pezdevî , usul II-304)
Bir, iki veya daha çok ravinin rivayet ettiği, fakat meşhur ve mütevatir mertebesine ulaşamayan her haber ahad haberdir.(Pezdevi, usul II 320)
Serahsî, haber-i vahidleri Kur’an’a arzetmeyenleri tenkid ederken, bu görüşünü daha da berraklaştırarak şöyle der: “Bidat ve hevâların aslı, haber-i vahidi Kitab’a ve meşhur Sünnete arz etmeyenlerden zuhur etmiştir. Öyle bir kavim ki Peygamber (sav)’e ittisalinde şüphe olan ve ilm-i yakîn (kesin ilim) gerektirmeyen şeyi, asıl yapıyorlar sonra Kitap ve meşhur Sünneti onlara göre tevil ederek, tabiyi metbu, esas olanı kesin olmayan (zannî olan) şey kılıyorlar. Böylece hevâ ve bidatlere düşmüş oluyorlar.” (Serahsi, usul I-367) Hanefiler Kur’an’a muhalif olan haber-i vahidleri manevi inkıta gerekçesiyle reddetmişlerdir. (Serahsi, usul I-364) Haber-i vâhid, hanefilere göre ameli gerektirir, fakat ilm-i yakîn ifade etmez. (Cassas ve Ahkâmü’l-Kur’an’ı 117) Bazıları ilmi gerektirmeyen şey amelide gerektirmez, amel ancak ilimle olur, Cenab-ı hakk “Bilmediğin şeyin ardına düşme” (İsra, 36) buyurmuştur dediler. (Serahsî, usul I-321)
Haber-i vahidin ravi açısından galat ihtimali taşıdığı için ilm-i yakîn gerektirmediğini belirten Serahsî, “ravi hakkında beslenen hüsnü zan ve adaletin zahir olmasıyla, doğruluk yönünün tercihi sebebiyle de ameli mucib olduğunu” kaydetmiştir. Haber-i vahidi inkar eden kafir olmaz. Ancak onunla amel gerekli olduğu için reddeden sapıklığa düşer. Eğer haber-i vahidle amelin vücubunu kabul ediyor, fakat tevil ediyorsa bu takdirde sapıklığa düşmüş olmaz. Onunla amel eden itaatkar, tevil etmeden terk edense âsi olur. (Serahsi, usul I-112)
Pezdevî: “Kim haber-i vahidi reddederse kötü bir yola sapmış olur, kim de onu Kitap ve mütevatir Sünnetle bir tutarsa, derecesini yükseltmekle hata etmiş olur. Doğru yol sadece bizim söylediğimizdir” (Pezdevî , usul II-304)