HAK YOLUNA LEKE DÜŞÜRMEMEK
Bu yol, yani tasavvuf yolu, Hak nurunun tecelli ettiği öyle pırıl pırıl bir ufuktur ki, asla leke kabul etmez. Bu yolun özünü ve ruhunu görebilenler, onda asla din-i mübîne aykırı bir hâl bulamaz. Nitekim Şah-ı Nakşibend Hazretleri'nin manevî halkasında avam-havâs her kesimden sayısız talebe vardı. Hüsâmeddîn Hâce Yusuf gibi Buhârâ'nın önde gelen âlimleri de onun sohbet meclislerine katılmaya can atıyordu. Ancak ulemadan bazıları, bunu aralarında bir dedikodu vesilesi yapıp Bahâuddîn Nakşibend -kuddise sirruh- hakkında ileri-geri konuşmaya başladılar. Nihayet birgün bu muhalifler, Nakşibend Hazretleri ile bir mecliste buluşup tenkitlerini dile getirdiler. Bahâuddîn -kuddise sirruh- onlara:
"- Gelin, yolumuzu size anlatalım; eğer Kur'ân'a ve sünnete aykırı bir husus varsa, söyleyin ondan vazgeçelim!.." dedi.
Hazret-i Pîr'in anlattıklarını dinleyen ve bu yüce tasavvuf yolunu inceden inceye mütâlaadan geçiren o ulemâ, yakînen şâhid oldukları bu ulvî hakîkatler karşısında itiraz edecek bir şey bulamadılar. Kemâl-i edeble:
"- Efendim, yolunuz sırât-ı müstakîm imiş; gayrı hiçbir itirazımız yok!.." dediler.
HİSSE:
Bu hâdiseden anlaşılan, gerçek tasavvuf yolunun Kur'ân ve sünnete tâbi olmada büyük bir titizlik ve kalbî rikkat içerisinde olduğudur.
Saliklerine de bu minval üzere hareket etmelerini işaret eden Şâh-ı Nakşibend'in zâhirî ilimlerde ulemâ ile çatışmayıp, aksine "eğer Kur'ân'a ve sünnete aykırı bir husus varsa, söyleyin ondan vazgeçelim" buyurması, istikâmetin bu yoldaki ehemmiyetini ifâde eder.
Dolayısıyla bu yolun saliklerine gereken, aynı hassasiyeti göstererek bu tertemiz yola leke düşürmemektir. Ancak burada ulema ile kastedilen Salih âlimlerdir, yoksa "ulema-i bi's-sû'" denilen kalbleri ve ilimleri fesâda uğramış olup Hak yoluna ters hareket eden, ihlâs ve takvâyı hiçe sayan, Allâh dostlarının fazîletlerini inkâr eden ve Kur'ânî ifadeyle az bir dünyâlık karşısında Allâh'ın âyetlerini satan gâfiller değildir.
:3_3_6:
Bu yol, yani tasavvuf yolu, Hak nurunun tecelli ettiği öyle pırıl pırıl bir ufuktur ki, asla leke kabul etmez. Bu yolun özünü ve ruhunu görebilenler, onda asla din-i mübîne aykırı bir hâl bulamaz. Nitekim Şah-ı Nakşibend Hazretleri'nin manevî halkasında avam-havâs her kesimden sayısız talebe vardı. Hüsâmeddîn Hâce Yusuf gibi Buhârâ'nın önde gelen âlimleri de onun sohbet meclislerine katılmaya can atıyordu. Ancak ulemadan bazıları, bunu aralarında bir dedikodu vesilesi yapıp Bahâuddîn Nakşibend -kuddise sirruh- hakkında ileri-geri konuşmaya başladılar. Nihayet birgün bu muhalifler, Nakşibend Hazretleri ile bir mecliste buluşup tenkitlerini dile getirdiler. Bahâuddîn -kuddise sirruh- onlara:
"- Gelin, yolumuzu size anlatalım; eğer Kur'ân'a ve sünnete aykırı bir husus varsa, söyleyin ondan vazgeçelim!.." dedi.
Hazret-i Pîr'in anlattıklarını dinleyen ve bu yüce tasavvuf yolunu inceden inceye mütâlaadan geçiren o ulemâ, yakînen şâhid oldukları bu ulvî hakîkatler karşısında itiraz edecek bir şey bulamadılar. Kemâl-i edeble:
"- Efendim, yolunuz sırât-ı müstakîm imiş; gayrı hiçbir itirazımız yok!.." dediler.
HİSSE:
Bu hâdiseden anlaşılan, gerçek tasavvuf yolunun Kur'ân ve sünnete tâbi olmada büyük bir titizlik ve kalbî rikkat içerisinde olduğudur.
Saliklerine de bu minval üzere hareket etmelerini işaret eden Şâh-ı Nakşibend'in zâhirî ilimlerde ulemâ ile çatışmayıp, aksine "eğer Kur'ân'a ve sünnete aykırı bir husus varsa, söyleyin ondan vazgeçelim" buyurması, istikâmetin bu yoldaki ehemmiyetini ifâde eder.
Dolayısıyla bu yolun saliklerine gereken, aynı hassasiyeti göstererek bu tertemiz yola leke düşürmemektir. Ancak burada ulema ile kastedilen Salih âlimlerdir, yoksa "ulema-i bi's-sû'" denilen kalbleri ve ilimleri fesâda uğramış olup Hak yoluna ters hareket eden, ihlâs ve takvâyı hiçe sayan, Allâh dostlarının fazîletlerini inkâr eden ve Kur'ânî ifadeyle az bir dünyâlık karşısında Allâh'ın âyetlerini satan gâfiller değildir.
:3_3_6: