Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hadiselerin Lisanı !..

ekreme

New member
Katılım
28 Kas 2006
Mesajlar
297
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
52
saddamhuseyin1.jpg

HADİSELERİN LİSANI
Selim Gürselgil


İskit kralı İdantürsus, kendisini tehdid eden Fars kralı Dârâ’ya şu beş nesneyi göndererek cevab verdi: Bir kurbağa, bir fare, bir kuş, bir saban dişi, bir ok yayı. Kurbağa “ben bu toprakta doğdum” demekti, fare “doğduğum yerde yuva yaptım” anlamına geliyordu, kuş “Allah’tan başkasına kulluk etmem” mânâsındaydı, saban dişi “Allah’ın verdiğini sürer ve ekerim”, ok yayı ise “gerekirse savaşırım” demek oluyordu. Böylece İskit kralı, nesnelerin yardımıyla, Fars kralına en vazıh bir üslûpla yazılacak bir mektubdan daha açık bir cevab veriyordu.

“Yeni ilim” isimli eserinde bu hadiseyi nakleden Batılı bilgin, şu yorumu yapıyor:

“-İşte bu, tanrılar çağının lisanıdır!”

Oysa yanılıyor. “Tanrılar çağı” diye bir şey olmadığı gibi, Hristiyanlık tarafından aptallaştırılalı beri, Batı’da bu dilden anlayan Sicilya mafyasından başka kimse kalmadı. Hâlbuki Doğu’nun bütün sultanları bu lisana aşina idi. Arablar, Türkler, Moğollar, Farslar, Çinliler… Yavuz Sultan Selim’in kulağındaki küpe bile, bu lisanın kelimeleriyle nâtık (konuşkan) idi.

“Bu lisan” deyince, İskitler çağına gitmeyelim. Tıpkı İskit kralı İdantürsus gibi çağının en büyük zalimine kafa tutan Saddam Hüseyin’e ve bu mevzu çevresinde olan-bitene bir göz atalım, yeter… Saddam Hüseyin deyince, ne düşünüyor, ne anlıyoruz ki, Batılı bilginin “tanrılar çağı lisanı” dediği dilden bir mânâ çıkarmayı bilelim… Hadiselerin dilinden ne anlıyoruz ki, nesnelerin dilini okumayı öğrenebilelim… İBDA DİYALEKTİĞİ gün gibi ortadadır; onun “Üst Dil-Üst Mânâ” meselesi gün gibi ortadadır ve “dümdüz, çırılçıplak, apaçık bir üslûpla konuşanlara baktım; her defasında karşımda bir aptal duruyordu” tesbiti gün gibi ortadadır.
Hemen belirtelim ki, üstün idrak kumaşı bakımından pek talihsiz ve belki de dünyanın en verimsiz coğrafyalarından birinde yaşıyoruz. Çünkü Saddam Hüseyin’in idamı karşısında dünyanın en komik resmî açıklaması bizim hükümetten geldi:

“-Bu Irak’ın iç işidir, bir şey diyemeyiz!”

Evet, iyice baktık, bekledik ama dünyanın 200 ülkesinden diğer hiçbiri bundan daha bedbaht bir açıklama yapmadı. Hâlbuki bu hadise Türkiye’yi Kenya’dan daha fazla ilgilendiriyor. Türkiye, Saddam’dan hiçbir düşmanlık görmediği gibi, en büyük dış ticaretlerinden birisini de onunla yapıyordu. Saddam bütün komşularıyla kavgalıydı: İran, Suriye, Kuveyt; hattâ İsrail ve Suud… Bir tek Türkiye’yle değildi. Ama Saddam’ı idam edenler, tepeden tırnağa Türkiye’ye düşman ve her fırsatta tehdidler yağdıran bir Irak kurdular. Ne düşünüyorsunuz? “Hiçbir şey. Bu Irak’ın iç işidir.”

Batı’yı Hristiyanlık aptallaştırdı ve o Hristiyanlıktan kurtularak dünyaya hâkim oldu. Bizi ondan daha aptal kılan nedir ve biz bundan nasıl kurtuluruz? Zira, en başından beri (3 Ağustos 90), Saddam üzerine en acıklı yorumlar Türkiye’de yapılıyor, 11 Eylül üzerine en acıklı yorumlar Türkiye’de yapılıyor, bütün dünya üzerine en acıklı fikirler(!) Türkiye’de yumurtlanıyor. Bizim kafamıza ne düştü?
“Saddam’ı Batı yarattı!” diyen bir solumsu cereyan vardır Batı’da. Onlara göre, Usame’yi de Batı “yaratmıştır”, Taliban’ı da, anlayamadıkları birçok şeyi de…

İran’ın resmî dış politikası da bu belâgati andırır: İran, kendisinden olmayan herkesi “Amerikan ajanlığı” ile suçlar ve ABD’nin “yarattığını” söyler. Bu ifadeler Batı’da söylendiğinde bir safdillikle beraber Batı içinde bir muhalifliği de temsil eder; İran adına söylendiğinde ise, şeytanî bir politikayı… Ama Türkiye’de tekrar edildiğinde düpedüz aptallık ve kakavanlık demek olduğunu kim anlar? Veya biz, “Hayır efendim, Saddam’ı Batı yaratmadı, Allah yarattı” desek, İskit kralının kurbağası ve kuşu kadar merak uyandırır mı?..

“Saddam, Irak’ın başına geçtiği 1979’dan Kuveyt’e girdiği 1990’a kadar zigzaglı, ne istediğini kendi de bilmez politikalar takib etti. Bundan sonra ise, yepyeni bir yola girerek, kendisinden başka hiç kimsenin cesaret edemeyeceği BİR BÜYÜK HAYIR’a kalkıştı.” Bunu demek, anlamak, çok mu zor yani?

Veya şunu: “Saddam’ın kendisine baktığımız zaman, ortada İslâmî bir dünya görüşünden eser ve İslâmî bir lider göremiyoruz. Ama onun can düşmanları hep İslâm’ın baş düşmanlarıydı. Bunlar ABD, İsrail ve İran’dır. Saddam’ı, tam bir işbirliği içinde deviren ve idama götüren bu şeytan üçgeni, Saddam’ı bütün Müslümanlar’ın gözünde kahramanlaştırır ve şehidlik pâyesine yükseltir. Nitekim Hamas’dan El Kaide’ye, İbda’dan Salim Nuri’ye (Carlos) kadar Müslümanların tavrı bunu gösterir.”

Hadiseleri doğru okumak, nesneleri doğru okumaktan daha mı zordur? Buna kolayca cevab veremesek de, her iki yönden cahilliğin sebebini de “fikirsizlik”e bağlayabiliriz. Türkiye’de İbda olmasaydı, fikrin ne olduğunu bilen de yoktu, şimdi O’nun tesiriyle birtakım kekemeler görülüyor. Ama bunlar da, hadiselere bakışta NET bir tavır ortaya koyamıyor. Zihinleri bulanık, idrakleri bulanık, en basit şeyleri anlamakta alabildiğine zorlanıyorlar. Saddam’ın düşmanlarının –ABD, İsrail ve İran- insanlığın düşmanları olduğunu onlara anlatmak güç. Veya Talabani, Barzanî nam Peşmerge liderlerinin, tarihte Kürtler içinden çıkmış en hain temsiller olduğunu yahut “Bir koyup üç alacağını” söyleyen ve bugün de “Irak’ın iç işi” yorumundan pek ilerlemediğini gördüğümüz politikanın (!) tarih katında düştüğümüz en sefil dereke olduğunu…

İBDA Mimarı diyor ki:

“-Şunu kafana iyice yerleştir ki, ceza kabahatin bulunduğu yerdedir. Bu iki şeyin birbirinden ayrılması kabil değildir. Bunun için kendini bedbaht zannetme. Sana göre Sokrates mi yahut onu mahkûm edenler mi bedbahttırlar? Binaenaleyh senin için hiçbir tehlike yoktur. Tehlike hâkimler içindir. Zira SEN SUÇLU OLARAK ÖLEMEZSİN, ONLAR İSE BİR SUÇSUZU ÖLDÜREBİLİRLER.”

İşte bizim Saddam Hüseyin’e, gıyabında söyleyeceğimiz de budur. O suçlu olarak ölemez, çünkü durduğu yer doğru ve haklıdır; düşmanları, Allah düşmanlarıdır. Onlar ise bir suçsuzu öldürebilirler. Sadece idam ipini çekenleri kasdetmiyoruz veya bizim zavallı hükümeti; çünkü kendi sonları da buna benzer olacak… “Radikal” gazetesinin hadiseyi yorumlayıcı idrak (!) seviyesine bakın… Yahut Türkiye gazetesinin: “Huzur duyduk.” Saddam’ın idamını küçük bir haber olarak verirken bunu diyor. Ne oldu Musul-Kerkük dâvâsı? Milleti, ABD yardakçılığına böyle kışkırtmanız? Aldınız mı babanızın malını?

Masal diliyle başladık, “masal” diliyle bitirelim. Bundan 3 yıl önce Kandıra’da kaleme alınmış ve o gün bu gündür hiçbir yerde yayınlanmamış –beğenilmemiş- bir “masal”:

(Fedâ ya Saddam canım fedâ ya Saddam
Saba ya Saddam fedâ canım sana ya Saddam

Saddam Saddam ey hüddam Saddam Saddam ey hüddam
Sabah doğmayan güneş doğar elbet bir akşam

Burdayım –ibibikler öter ötmez ordayım
Buradayım –sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.

Dem dem hû dem dem dem hû / dem dem hû dem dem dem hû
Ne gündüz kolaylığı ne gece sarhoşluğu

Vur Felluce vur Tikrit vur Ramadi vur Bağdad
Yetişmezse topraktan gökten inecek imdad

Düştün ise ne oldu öldün ise ne oldu
Dün bir idi Filistin bugün on tane oldu

Gelgör ya uyuşmacı ya uykucu dardayım
Hainlerin boynunu vurur vurmaz ordayım!..)

14 Ocak 2007
 
Üst Alt