gül ü anlamak

  • Konbuyu başlatan beyaz_ýþýk
  • Başlangıç tarihi
B

beyaz_ýþýk

Guest
animgul8.gif
GÜL”ü
animgul9.gif

ANLAMAK
Dr. Mehmet GÜNEŞ

Hayatın semâvî renklerinin solduğu, “eşyânın hakîkati”nin maddeye müncer olduğu, ruhlara katmer siyahı gecelerin dolduğu ve mânânın anlamının kaybolduğu bir devirde yaşıyoruz. Öyle bir devir ki; ilmin hakîkati ve hakîkat ilmi vahyin nefesiyle dirilmiyor, varlığın hikmeti ve zamanın kıymeti yeterince bilinmiyor, “zübde-i âlem” olan insanın “zâtı” “hoşça” seslendirilmiyor ve kâinatın gözbebeği olan “âdem”in gönül dünyasına bir türlü girilmiyor /girilemiyor…
Tarihen sâbittir ki, insanlık duçâr olduğu; îtikâdî, fikrî, ilmî, felsefî ve rûhî kriz nöbetlerinden “Gül”ün irşâdıyla kurtulmuş, O’nunla bedeviyetten medeniyete giden yolu bulmuş ve “Gül” kokusuyla gönüller itminâna kavuşmuştur… Bu sebeple yaşadığımız çağda; “Gül”ü anlamaya ve O’nun getirdiği âlemşümûl mesajları hakikî mânâsıyla idrâk etmeye bugün her zamankinden çok daha fazla muhtâcız… Çünkü; “Gül”ü anlamak, İslâm’ı gerçek mânâsıyla tanımaktır… “Gül”ü anlamak, Kur’ân’ı doğru okumaktır… “Gül”ü anlamak, vahiyle aydınlanmaktır… Gül”ü anlamak, gönül dünyamızı anlamlı kılmaktır... “Gül”ü anlamak, “Gül” muhabbetinden Muhabbetullah’a yol bulmaktır… “Gül”ü anlamak O’nun aşkıyla rûhumuzda çerag uyandırmaktır… “Gül”ü anlamak, karanlık gecelerden müjdeli şafaklara vâsıl olmaktır… “Gül”ü anlamak, Kur’ân’ın rehberliğinde her türlü yanlışlığı bütün neticeleriyle birlikte ortadan kaldırmaktır... Bu sebeple olsa gerek, ârifler; “Ne ağla ne gül bugün, anla yeter” demişlerdir...
Ne var ki, “Gül”ü hakkıyla anlayamadığımız ve işâret buyurduğu ufku tam olarak algılayamadığımız için; O’nun gösterdiği istikâmetten uzaklaştık… Yüreklerimizi sızlatan bu güne ait hâl-i pür melâlin üzerine, hayallerimizi bile örtemez olduk…Yarınlara dâir yağmalanmış umutların mahkûmiyeti ve mahcûbiyetiyle baş başa kaldık… Medeniyet tasavvurumuzu yitirmemiz, “l”ü anla/ya/mamamızın tabiî bir neticesiydi aslında... Zîrâ, maşrıktan magribe kadar bizim medeniyetimiz, ölçü olarak Kur’ân’ı, metot olarak Peygamber-i Zîşan(sav)’ı, istikâmet olarak Kıble’yi, îtikât olarak Ehl-i Sünnet’i ve mürşît olarak da “Gül Yüzlüleri” rehber edinen bir “Gül Medeniyeti”ydi... “Gül”ü hakkıyla anladığımız ve O’nu hayatımızda yaşattığımız dönemlerde “Gül”den yansıyan ışıklar yollarımızı aydınlatırdı. Çehrelerimizdeki hüzünlü ifadeler, Gül Yetimi olmanın garipliğinden bugüne yansıyan bir tecellî olsa da, rahlelerden gönüllere yayılan “Gül” yüzlü tebessümler dilşâd olmamıza yeterdi. Çünkü bu aziz millet, mutluluğun resmini “Gül” dalından yapılmış ve “Gül” mürekkebi çekilmiş kalemlerle yüreklere çizerdi. “Gül” e muhabbeti,”Lâle”ye müştak ve mesrûr bir hayatın mütemmim cüzü sayardı. Zirâ “Gül” sâyesinde beşeriyet; İslâm tâcını giyerek insanlık mertebesine yükselmiş; akıl, “Gül”le aslî mecrasını bularak akıllanmış; yürekler “Gül” cemresiyle gönül hâline gelmiş, “Gül” aşkıyla nefisler dizginlenerek fethedilmişti…Ve bizler “Gül”ün gölgesinde kalarak; “ne yapılacağını” Kur’ân’dan, “nasıl” yapılacağını da Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’dan öğrenmiştik…
“Gül’ün gölgesinde olmadığımız zamanlar, ümmet-i Muhammed’in bahtına hep “âh etmek” düştü, hep “eyvah” demek düştü… Efendisinden kaçan kölelerin “keşke”leri, sararmış takvim yapraklarını işgâl ederken, günahkâr dillerimize riyâkâr tevbeler üşüştü… İnancıyla fiilleri çelişen kullar ve âsumânı dolduran samimiyetsiz duâlar yüzünden “nazlı Hilâl”in istikbâli asırlardır hep hüsran bölüştü… Gül Kokusunun olmadığı diyarlarda,
Gül” hicrânıyla beraber geldi, sabahsız geceler… O’nun Hendek’teki karnına bağladığı taş, hasret dolu bir hüzünle ehl-i dîlin gözlerinde yaş olurken, “Gül”ü şuur plânında idrâk edememenin sebep olduğu perişân devirler yüzyıllardır bize arkadaş oldu… Ne hazindir ki, hayatımızda O’nun olmadığı devirlerde pusulamız puslandı… Kıble’siz rotalarda pusuya düştüğümüz için gönül bahçemiz vîrân oldu ve gülistandaki güller hep kokusuz, kokular da hep “Gül”süz kaldı...
Dünyâmız, “Gül”ün işâret buyurduğu istikâmettehizâya gelmediği için; yan yana dizilen harfler sessiz, peş peşe gelen kelimeler nefessiz, alt alta sıralanan satırlar mesnetsiz, arka arkaya yazılan cümleler mukaddessiz kaldı…“Gül Medeniyeti”nden ayrı düş/ürül/memiz sebebiyle yaşadığımız kırılmalar sonucu; “muhabbet” kelimesinin sesli harflerini yitirdiğimiz, maddî kelepçeler arasında kalan sessiz harflerin de mânâlarını tükettiğimiz için, gönüller “Muhammed”e vâsıl olamadı ve â’rafta kalan ruhumuz bunaldı… Cümle kapısında kaldı cümle cevapsız sorular ve hükmünü yitirdi bütün cümleler…
Asırlardır idrâksizliğin kefenini giydirdik tertemiz duygularımıza... Gündüzlerimiz, Hilâl’siz gecelerin koynuna girdi... Baharı bekleyen düşlerimiz “Gül” kokusuna hasret kaldığı için hazan besteledi yıllardır… “Gül”ü uzun zamandır; ölçümüze mihenk, hayatımıza ahenk, hayâllerimize renk yapamadık… Hayâllerimiz;müjdeli şafakların aşkıyla yansa da, akşam alacasından artakalan bir umut ışığı bile taşıyamadı hayatımıza… Nefsâni arzularımız aşk gömleğine alev düğmesi oldu… Hep karanlık bakışlar düştü gölgelerimize… Hep batan güneşlerin arkasından bakakaldık ve sabahı olmayan asırlık gecelerde bunaldık... Kasvetli bir asûman dünyamızı işgâl ederken, rahmet bulutları gelmez oldu topraklarımıza… “Gül Devri”nden evvelki çöl akşamlarının karanlıkları yeniden tulû etti ufuklarımıza… Hakîkat denizine yelken açan sevda akıncıları, hüzün dolu duygularla hicret eyledi coğrafyamızdan… Ukbâya sırtımızı dönerken, dünyaya demir atan karanlık kafesler îmâl ettik, gönül penceremize nefsânî duvarlar ördük ve Hakîkat’in nûruna âmâ olduk…En onulmaz çilelerin beslediği yenilgiler çiçek açtı gözyaşlarımızda… Ve hep hüsran nağmeleri duyuldu ağıtlarımızdan…
Hayatın ötesine yolcu ettiğimiz düşlerimiz ve bahar dalında açan sevda çiçeklerimiz sarardı... Güneşe gülümseyecek kardelenlerimiz ve vuslat kervanını kaybeden hayâllerimiz karardı... Zaman, kömürün küllerini elmasa dönüştürürken, “Gül” kokusunu kaybeden bizler zaman içinde büyük bir medeniyetin mirasını iflasa götürdük ne yazık ki… “Akrebin kıskacındaki” yelkovan yıllar yılı yüreğimizi hançerledi… Yelkovanla kol kola giren akrebin zehri “ruh kökümüze” kastetmek için kanımıza işledi… Sancılar saniye saniye, acılar biteviye kalbimizi mesken tutarken, geceler gündüze, gündüzler de geceye içerledi… Kanadı kırık sevdalarımız umudunu yitirirken, zamana yenik düşmekten gözlerimiz terledi… Bütün bunlar, iç ve dış dünyamızda; ya “Gül”ün hiç olmamasından veya “nesne” addedilip “özne” olma fonksiyonunun kalmamasından, ya da O’nun hayatımızda şeklî olarak bulunmasındandı…
O, “Kim bir musîbete uğrarsa, benim yokluğum sebebiyle mâruz kaldığı musîbeti hatırlasın. Çünkü bu, en büyük musîbettir” buyurmuştu. Ne dersiniz; şu an yaşadığımız buhranların, ıstırapların, atâletin, cehâletin, zulmetin ve şiddetin hepsi bizlere; O’nun tebliğ ettiği Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın ve O’nun temsil ettiği mübârek sünnet-i seniyyelerin hayatımızda bulunmamasının “ en büyük musîbet” olduğunu âşikâr bir biçimde göstermiyor mu?
Hebâ olmuş dünlerin, katledilmiş bugünlerin yüzünü “Gül”den ilhâm alarak yarınlarda güldürmek için “O”nu anlamaya ve hayatımıza taşımaya mecbûruz… Ertelenmiş hayâlleri, ipe çekilmiş ideâlleri, âşinâ olduğumuz melâlleri yeniden İslâm’ın cennet-âsâ iklimine erdirmek için “Gül”e muhtâcız… Dalları kırılmış, ufku karanlıklarla sarılmış, yollarına tuzaklar serilmiş, umutları yorulmuş bir medeniyeti yeniden aşka getirmek için O’nu anlamaya mahkûmuz. Çünkü O, bizim için en doğru istikameti belirleyen yegâne rehber, dünya ve ukbâ saadetini bahşeden Tek Önder’dir… Çünkü O, doğruluğun ölçüsü ve Hakîkat’in öncüsüdür... Bu sebeple; O’nun her sözü, her hareketi ve her hedefi ümmet-i Muhammed’e istikamet belirleyen bir pusula olmalıdır… Hayatın mânâsını ve dînin muhtevâsını idrâk etmek isteyen O’nun sünnetine sarılmalıdır… Duâların müstecâp olmasını dileyen O’nun diliyle ve hâliyle Hakk’a yalvarmalıdır… “Gül”le hemhâl olmak isteyen O’nun gölgesinde kalmalı, O’na dil-beste olanlar Muhabbetullah deryâsına dalmalı ve yaşayan ölüler “Gül”ün aşkıyla canlanıp nefes almalıdır..
Çünkü O, “Âlemlere Rahmet” olması hasebiyle; bütün zamanları ve mekânları nurlandıran, kıyamete kadar ışık membaı olan bir îmân güneşidir. O’nun nûru; her çağda “yaşayan”, her devirde “yaşanan”, her mekânı “yaşatan” ve insanlığın bahtını aydınlatan bir sevgi ummânıdır... O; nûruna pervâne olduğumuz, hüzzamdan Hicaz’a yol bulduğumuz kâinatın en güzel bestesidir…O, İlâhî vahyi bizlere tebliğ eden, tebliğini en mükemmel bir biçimde davranışlarıyla temsil eden ve en doğru bir üslûpla telaffuz eden eşsiz bir ahlâk âbidesidir… O, İlâhî inşâ projesinin; mîmarı, mühendisi, mübelliği, mübeyyîni, mürebbîsi ve muâllimidir…. Bu sebeple; O’nu Hakk’ın işâret buyurduğu kıstaslarla idrâk etmemiz bir zarûret, O’nu doğru ölçülerle kavramamız bir mükellefiyet, O’nu hakkıyla anlamamız ise şartın ötesinde bir mecbûriyettir... Yâni “Gül”ü anlamak; “akleden kalbimiz” için vazgeçilmez bir istikâmettir...
“Gül”ü anlamak; aklımızı kalbimize, kalbimizi de emr-i İlâhiye tâbî kılıp, akl-ı selîm, kalb-i selîm ve zevk-i selîm zâviyesinden hayata bakmaktır… “Gül”ü anlamak; îmanla tenvîr edilmiş bilgiyle hâdiseleri yorumlamak ve çağın problemlerine yeni çözümler üretmektir… “Gül”ü anlamak, “Oku” emrini kâmilen idrâk edip; irâdemizi, zihnimizi ve gönlümüzü nurlandırmak; insanı, eşyayı, hayatı, zamanı, varlığı “Allah(cc) adıyla” ve “Allah(cc) adına” “Gül” nazarıyla okumaktır…
Gül”ü anlamak, hâl-i pür melâlimizin kemâlini zevâle döndürmek ve gözü yaşlı Hilâl’in zevâlini yeni bir müjdeli şafakla kemâle erdirmek için, madde ve mânâ planında her türlü zevâlden kemâle yol bulmaktır... O’nu anlamak; en olumsuz şartlarda bile fetih rüyâları görmek, şartlara teslim olmadan şartları teslim almaktır…
Gül”ü anlamak, O’nun fizikî güzelliklerinin çok daha fevkinde olan ve O’nun esas farklılığını oluşturan; ahlâk ve karakterini, tâvır ve davranışlarını, akıl ve irâdesini, şuur ve muhâkemesini, düşünme ve kavrayışını rehber edinmektir. Çünkü O; Müslümanlar için; hem örnek, hem önder, hem ölçü, hem de öncüdür… Efendimiz’in sarığına ve sakalına verdiğimiz önem ve muhabbetin kat be kat fazlasını O’nun ahlâkını yaşamaya, tavsiyelerine uymaya ve muazzez hayatlarını örnek almaya hasretmemiz gerekirken, bunu yap/a/madığımız gibi hak etmeden şefaât beklemek ve şeklen taklit etmek kolaycılığına duçâr olduk asırlardır. Halbûki bizler, sâdece Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’ın tek bir emrine dahi tâbî olabilseydik; “İki günü birbirine müsâvî olan Müslüman zarardadır” hadisini hayat düsturumuz hâline getirip O’nun gösterdiği hedefleri kavrayabilseydik ve O’nu gerçekten anlayabilseydik aslâ bugünkü halde olmazdık…
Gül”ün kendisini yaşatmak, hayatımızın her safhasını “Gül”le donatmak, gözyaşımızı alınterimizi ve göz nûrumuzu “Gül” kokusuyla kuşatmak varken, O’nun sadece hâtıralarıyla yaşamaya çalışmak “Gül”ü anlamamaktır...
Gül”ü anlamak; nefsimizi “Gül Terâzisi”nde hesâba çekmek, hayatımızı “Gül” mihengine vurmak ve “Gül”e muhabbetimizi yeniden muhasebe etmektir… “Gül”ü anlamak; O’nun sünnetine tâbî olma azmimizi tazelemek ve Kelime-i Şahâdet’i ilk defa söyleyen sahabîlerin hâli gibi cân-ı yürekten bir besmele çekip, yeniden aklımızı, rûhumuzu ve fiillerimizi “Gül” aşkıyla yıkamaktır…
Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, çağımızda artık “ateşten bir kor” olan îmânımızı “elimizde” tutabiliyorsak , “Lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhîdini büyük bir aşkla ve iştiyâkla söyleyebiliyorsak, bunu “Muhammedun rasûlullah” diyebilmemize borçluyuz....
Hâsılı kelâm; derdimiz “Gül”ü anlamamış olmamız, dermânımız ise “Gül”ü anlayabilmemizdir…

Niyâzî-i Mısrî’nin:
Dermân aradım derdime, derdim bana dermân imiş
Bürhân aradım aslıma, aslım bana bürhân imiş
dizelerinde ifâde ettiği gibi derdimizin devâsı kendi içinde saklıdır… Bu devâ; “Gül”ü hakkıyla anlamak ve O’nun işâret buyurduğu ufku bihakkın idrâk etmektir... Zâten, “Kâinatın Solmayan Gülü”nün nurundan başka hiçbir ilaç kâr eylemez bize…. Ve Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’dan gayrı hiçbir tabip derman olamaz derdimize… Öyleyse gelin hep birlikte yeni baştan îman tâzeleyerek gönlümüzü “Gül” yaprağıyla âyet âyet örelim ve hayata “Gül” penceresinden bakıp Hakk’ı ve hakîkati dosdoğru görelim...
Hamd ü senâ olsun, bizleri “eşref-i mahlûkat” olarak yaratan ve ümmet-i Muhammed olma şerefiyle yaşatan Kalbimizin Sahibi’ne… Sâlât ü selâm olsun, Rahmet-i Rahmân olan Son Rasûl’e…Ve selâm olsun, Muhabbet-i Rasûllulah’tan Muhabbetullah’a vâsıl olan cümle yârân-ı Gül’e…
 

Başkaları Gülü bir çiçek diye sever belki de… Ama biz, Gülü “Gül” olduğu için severiz… Bizim için; Gül sevgilidir, Gül güzelliktir, Gül coşkudur… Gül, esmânın eşyâya tecellisinin esrârıdır… Gül aşktır, Gül sevinçtir, Gül bahar muştusudur… Gül, ezelle ebet arasındaki bütün zamanların “En Güzeli”nden yansımalar taşıdığı için güzeldir… Ve katmer Gül; rengini şehit kanından, kokusunu Efendimiz(sav)’in mübârek teninden aldığı için çiçekler sultânıdır… Bu sebeple olsa gerek, Gülün kokusuyla kendimizden geçeriz… Gideriz bir başka âleme… Yol buluruz mâverâya… Biz Güle, Gülistanda açan katmer Güllere; “ Peygamberlik Gülzârının Eşsiz Gülü”nün remzi olduğu için vurgunuz… Gülü her kokladığımızda salavat getiririz , O’nun terinin kokusundan bir zerreyi teneffüs ettiğimizden …

“Gül”ü târife ne hâcet, “Gül”; Sevdâyı Muhammedî’dir… “Gül”ün sevdâsı kalbimizin hafî tepelerinde, ahfâ zirvelerinde sancak açmıştır… Ve bizler, gönlü Gülşen olan insanlara meftûn oluruz, “Kainatın Solmayan Gülü”nün aşkıyla… Gün gelir, gözyaşıyla Gül sularız… Bir Gül için bin dikene su veririz; biliriz ki, Güllerin içinde diken yoktur, dikenler içinde Gül vardır…

O, aşkımızın mihrâbındaki “Gül”… O, âlemlere rahmet olarak gönderilen bir resûl… O, çöl sıcağındaki bir Kevser şelâlesi… O, teşrifiyle kainatı aydınlatan ve ışık bahşeden sonsuz bir nur şûlesi… Gündüzleri dünyayı ışıtan güneş ve geceleri gökyüzünde çiçek çiçek açan yıldızlar O’nun sönmeyen ışığının en mütevâzı kandilleridir… Serâ da , süreyyâ da O’nun nûruyla aydınlanır… O’nun sîreti bir amaç, O’nun sünneti bir hidâyet, O’nun sûreti gönüllere ülfet ve nîmet veren bir âb-ı hayat… Ruhumuz O’na âşık… O, Gül mushaflı sevdâmızın sembolü… O, on sekiz bin âlemin emsali olmayan “Gül”ü…

Divan şairimiz Fuzûlî Su Kasidesinde:

“Suya versün bâğbân Gülzârı zahmet çekmesün,

Bir Gül açılmaz yüzün tek verse min Gülzâre su.”

diye “O Gül”ün dünyaya bir kere geleceğini, bahçıvanın bin Gül bahçesini sulasa, sele verse dahi O’nun yüzü gibi bir Gül açılmayacağını en lâtif bir biçimde ifâde ediyor…

Lâkin , O “Gül”ün sevdâsını kelimelerle anlatmak, dizelerle vasfeylemek ne mümkün… O, “Alemlere Rahmet” olarak gönderilen hayat güftesi… O, tebessümünden cennetler yaratılan mutluluk bestesi…O, bütün çağların önünü aydınlatarak Âdemoğlunu karanlıktan kurtaran yaratılmışların en yücesi… O, Rabbimizin terbiyesiyle yetişmiş bir ahlâk âbidesi… O, Çâresizlerin Çâresi…O, Kimsesizlerin Kimsesi… O, hurma kütüğünün bile hasretinden inlediği bir ülfet çeşmesi… O, mükemmel bir aile reisi… O, vefânın zirvesi… O, insanların en sabırlısı, en müsâmahalısı, en azimlisi, en kararlısı… O, yiğitlik ve cömertlik timsâli … O, kâinatın bir numûne-i imtisâli… O, Efendiler Efendisi… O, Allah’ın müjdesi… O, insanlığın müjdecisi… O, hem “Halîl” hem “Habîb”, hem “Sıddık” hem “Emîn”… O, sevgi tohumları atıp, kardeşlik duyguları yeşerten; toprağa yağmur, karanlığa nûr, beşeriyete gurur ve gönlümüze sürûr olan Sevgililer Sevgilisi… O’nda toplanmıştır bütün güzellikler, O’nda cem olmuştur cümle özellikler… O, hep “ Ümmetim, ümmetim ” diyen “nefsim” demeyen Hâtemül Enbiyâ tâcının sâhibi… O, Sidretü’l Müntehâ’nın misâfiri… O, kusursuz bir komutan… O, Gâye İnsan… O, Mahşer günündeki tek sığınak… O, kırık gönüllerin mîmârı… O, Hakk’a giden yolun rahmet kapısı… O, İslamı bütünüyle hayatında billurlaştıran, bizâtihî İslam’ın kendisi olan Habîb-i Kibriyâ… O, Hakk’ın nûrunu bütün cihâna yayarak tebliğini tamamlayan Nebîler Nebîsi… O, Tek Lider, Tek Önder, Tek Rehber … Âşıklar O’nun için yanar… Sâdıklar O’nun için ağlar… Rüzgâr O’nun yâdıyla eser… Bülbüller O’nun kokusunun olmadığı yerlerde susar… O’nun izinden gitmeyen saadet bulamaz… O’nun nûruna pervâne olmayan Mahşerde kurtulamaz…

O, İlâhî nizâmın nâmütenâhi güzelliğini bahşetti gönüllerimize… O, ruhlarımıza üflediği sonsuzluk aşkıyla hilkâtin esrârını öğretti bize… O’nsuz ne farkı vardı gündüzlerin geceden… O’na gelen vahiyle aydınlandık, karanlık her düşünceden… O olmasaydı, sonsuzluk iklimine ulaşamazdık… O olmasaydı, dünyadaki bu sarp yokuşları asla aşamazdık… O’nunla kalbimize nûr olup, doldu ilham… O‘nunla ışık buldu; gece, gündüz ve akşam… O’nsuz baharlar kıştı… O’nsuz insanlık, öksüz ve yetim kalmıştı…

Kâinatta mütecellî olan Esmâ-i İlâhiye’yi şahsında en mükemmel bir biçimde tebârüz ettirip, en mücellâ keyfiyetiyle temsil eden Gâye İnsan O’dur… O’nun her kelâmı hakla bâtılı ayıran bir kıstas; O’nun her hükmü şaşmaz bir adâlettir… O’nun hayatı tebliğini temsille geçmiş ve cihana en iyi tebliğin temsil olduğunu göstermiştir…

O, ıstıraptan çatlamış dudaklara merhem, kuraklıktan çoraklaşmış gönüllere zemzem, insanlığını kaybetmiş ruhlara erdem ve alev alev yanan sinelere bir meltem gibi serinlik vererek bizlere cennet-âsâ baharlar ikrâm eder… O’nun gelişi gecelerin ebedî bir gündüze dönüşüdür… Ve O’nunla İslâm’ın nûru tulû etmiştir… O, ümmetini küfrün yakıcı sıcağından îmânın âsude ve serin iklimine kavuşturmuş, karanlıktan nûrun aydınlığına çıkartmıştır…

Uykuda bile uyanık kalmanın keyfiyetine vâsıl olan gönül erleri, nurani ışıltıların semâvi izdüşümlerini O’na teslimiyette bulurlar… Muhakkak ki, sema ile arz arasında meydana gelecek bir kutlu buluşma “Gül Devri”nden ilham alan bir iklimde gerçekleşir… O “Gül”ün nâmütenâhi güzelliği kalplere yansıdığında gecesi olmayan bir gündüz tecelli edip gönüllerde Gül tomurcuklarının açılmasına vesile olur… Unutmayalım ki, en karanlık devirlerde bile dikenler arasında goncaya durmuştur Güller… “Gül”ün çevresindeki dikenler, Gül kokusuyla hemhâl olunca, Güle dönüşür birer birer… Bizler “Gül” kokusunun ikliminde insanlığımızı yeniden keşfettiğimiz zaman; rahmet, bereket ve hidâyet yağmurlarıyla madde ve mânâ planında yeniden dirileceğiz… Mekanın ve zamanın ölü noktalarına “Gül Devri”nden gelen esintilerle hayat üflemeye muktedir olacağız… Gül yüzlüler göz yaşıyla Gül sularken, tomurcuk veren Güllerin açılmasını beklemektedir… Gonca Güller açıldığı zaman vuslat baharı gelecek, gönlümüz şâdumân olacaktır… Kalpler O’na bağlanıp râm olduğunda, yanlışlıklar bütün neticeleriyle birlikte ortadan kalkacaktır…

Yeter artık uykunun yollarını gözleme… “Çıkmaz sokak”larda koşup dolaşmaktan yorulmadın mı? Umranların verâsındaki insanlar mesut değilse, huzuru bulamıyorsa; beşeriyet kendisini yeniden mîzâna çekmek, yeniden Kâinatın Efendisi’nin aşkıyla yanmak, yeniden O’nun ışığıyla nurlanmak, yeniden Asr-ı Saadet iklimine bağlanmak mecbûriyetindedir…

Âdemoğlu, “Muhammedî Nur”dan ışık alıyorsa, davranışlar ve duygular semâvi kalıplarda şekillenip “Gül”e meftûn oluyorsa; akıl ve kalp mecrâsını bulmuş, ruh ve gönül Hakk’a kavuşmuş, gözler Kevser, sözler zemzem ile yıkanmış demektir…

Muhabbeti sâdık olanlar sevdiğinin yolundan gider ve ona itaat eder… İlahi sevginin menzîli de, istikâmeti de yolu da Muhammedî sevdâdan geçer… O’nu sevmek, O’na itaat etmektir… O’nu sevmek, O’nun sevmediklerini sevmemektir… O’nu sevmek O’nun şerefli ashabını ve O’nu sevenleri sevmektir… O, “Kişi sevdiğiyle berâberdir” müjdesini vererek ümmetine cennette beraberlik vâdetmiştir… O’nun sevgisi öyle bir aşk olmalıdır ki, bütün sevgiler onun yanında sönük kalmalıdır… O’nun sevgisi öyle bir muhabbet olmalıdır ki, sahibini îmânın en zirve noktasına ulaştırmalıdır…

“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,

Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl ?”

diye ifâde edilen bir aşktır Sevdâyı Muhammedî…

Esmâ-i İlâhiye’nin beşer planında en kâmil mânâsıyla tezâhür ettiği Sultanlar Sultanı’nı rehber edinme ve O’na “Esselâm” diyebilme irtifâsıdır Sevdâyı Muhammedî… Kalplere hükmeden varlığı duyma, hissetme, halef olma mükellefiyetiyle her şeye lâhutî âlemin penceresinden bakabilmedir Sevdâyı Muhammedî… O’nun aşkı, kainata mânâ kazandıran bir sır hazinesidir… Eşyanın ruhuna nüfûz ederek “eşyâ”dan “esmâ”ya ulaşabilme yoludur Sevdâyı Muhammedî… “Esma”dan “Sıfat”a, sıfattan “Zât”a intikâl ederek yaratılış gâyesini idrâktir Sevdâyı Muhammedî… Kendisini nefs ve enâniyet cihetiyle dizginleyen ve “Gül”e râm olan Gül yüzlü insanların gönüllerinde İlâhî aşkın şahikalaşmasıdır Sevdâyı Muhammedî…

“Sevdim Seni ben, Âleme Rahmet diye sevdim,

Bir benzeri yok, Cenâb-ı Ahmet diye sevdim”

dizeleriyle terennüm edilen bir İlâhî muhabbettir Sevdâyı Muhammedî…

O’nsuz zaman, mekan ve insan hayatiyetini kaybeder… Gönüller O’na dönünce dirilir… O’nun varlığı insanlığın vâroluş sebebidir… O’nu her dem kalbinde hissederek selât-ü selamla yâdetmek ne büyük mutluluk… O’nun sevgisini yüreğinde büyütebilmek ne büyük saadet…

Gerçekten de, asırlardır buhran ve bunalımlar içinde kıvranan beşeriyetin mutluluk ve saadeti; “ İnsanlığın İftihar Tablosu”nun sünnet-i seniyyelerine ittibâ etmekten geçer… Ve insanlık, O’nun getirdiği altın düsturları hayata geçirmeye, bugün her zamankinden çok daha fazla muhtaçtır… Asrın getirdiği problemlere çözüm arayan insanlığın kara bulutlarla kaplı dünyasının aydınlanması; O’nu yeniden tanımak, O’na yönelmek, O’nu rehber edinmek ve O’ndan alacağı umut kıvılcımlarını beşeriyetin ufkuna taşımakla mümkün olacaktır… Şeyh Gâlip’in:

“Sen Ahmed’i Mahmûd’u Muhammed’sin Efendim,

Hakk’tan bize Sultân-ı Müeyyedsin Efendim”

diye hitâb ettiği; şefaatçımız, yardımcımız, müjdecimiz, kurtarıcımız olan “Sonsuz Nûr” bütün bir beşeriyet gibi bizleri felâha erdirilecektir…

Ufkumuzu saran sisler, kurşûni bulutlar, endişeler ve karanlıklar kaybolur; O’nun rahmet elinden bizlere yansıyan bereket ve feyz ikliminde… Hep birlikte yeniden, yeni baştan yenileyelim Âlem-i Ervah’taki “Elestü bi Rabbiküm”sualine verdiğimiz “Belâ” cevâbını… Ürpertisini kalplerimizin en derin köşelerinde hissederek tâzeleyelim ahd-ü peymânımızı… “Gül”ün gölgesindeki toprağın bile Gül koktuğunu hiç unutmayalım… “Gül”e sevdâmızı eksiltmeyelim… Allah’ım! Bize O’nun sîretini öğret… O’nun yolundan gitmeyi bizlere nasip et… “..Kim Peygambere itaat ederse şüphesiz Allah’a itaat etmiş olur..” (Nisâ 4/80) emr-i İlâhîsi gereğince Habîbullahı sevmek Allah(cc)’ı sevmektir… “Resûlulah’a duyulan muhabbetin derecesi îmânın ölçüsüdür”… Bu sebeple bizlere O’nun muhabbetini lütfet…Yâ Erhame’r-Râhimîn!… O’nun aşkını sînelerimizde bir alev deryâsı hâlinde volkanlaştır… Bizleri O’nun yolundan ayırma Yâ Rabbi… Ve iki cihanda ebediyen Gülmek için, “Gül”ün gölgesinde olmayı bizlere müyesser eyle Yâ İlâhe’l-Âlemîn!…

O’nun gölgesinde olmak, cennet-âsâ baharlara ermektir… O’ndan medet ummak, çölde susuzluktan çatlamış dudaklara âb-ı hayat vermektir… O, hicranla yanan sînelerin mutluluk rüzgârıdır… O, sonsuzluk iklîminin îtîbârıdır… O, ümidin temsilcisidir…O, şefâat bekleyenlerin; mütebessim incisidir… O, bizim gönüllerimizin sultanı… O, bizim dertlerimizin dermanı… O, bizim kurtuluşumuzun fermanı… Bizde, O Habîb-i Kibriyâ’nın, O Sevgililer Sevgilisi’nin eşiğine baş koyup -yüzümüz olmasa da affına sığınarak- şefkâtine muhtaç olduğumuzu, arzetmek için, Yunus Emre’nin diliyle:

“Canım kurban olsun Senin yoluna,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed,

Şefâat eyle bu kemter kuluna,

Adı güzel kendi güzel Muhammed”

diyerek medet bekliyor, Efendimiz’den şefâat dileniyoruz…

Ey Sultanlar Sultânı! 15 asır önce yol verdiğin sevgi kervânına bizleri de kabul buyur… Ey Resûller Resûlü! Bizler için; kapına Kıtmir, bastığın yere türâb, ayağına toz, tebliğine köle olmak ne büyük ümran… Senin ümmetin olma berâtını almak ne büyük ikram… Sultanım, bizler Seni dünyada görme saadetine erişemedik… Ama bizler, çok günahkar bir ümmet olmamıza rağmen -hakkımız olmasa da- rüyâlarımızda Seninle olmak, Senin aşkın ve muhabbetinle dolmak istiyoruz… Cür’etimizi bağışla Efendim… Gül Yüzünü görmemiz, şefâatine ermemiz için, bizlere de lütfeyle destur… Ne olur!..

“Ezel bezminde bir dinmez figândım Yâ Resûllalâh,

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûllalâh…”

diye Yaman Dede’nin dizeleriyle arz-ı hâl ediyoruz…

“En Güzel”e yâr olanlara, “Gül”e gönülden bağlananlara binlerce selâm olsun…


alinti
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks