(Melek, Şeytan, Cin, Ruh)
Demek ki Allah ve ahiret günü mutlak ğayb olurken ve bunlara sanki görmüşcesine (ihsan) ve sanki gidip de gelmişcesine (yakîn) iman etmemiz istenirken melek, şeytan, iblis, cin ve ruh kavramları ve kıssalar bunlara nazaran mukayyet ğayb olmaktadır.
Çünkü Allah ve ahiret günü, mahiyetleri itibariyle aşkındırlar (müteal). Bunun için Allah dış dünyada bir nesne olmadığı ve de kuşatılamayacağı için, kıyamet de henüz daha gerçekleşmediği için ilmin (bilginin) konusu olamazlar, bilakis imanın konusu olurlar. Zira Allah ve ahiret alemi aşmaktadır. Bunun için de ilmin nesnesi değildirler. Yani bir şeyin ilmin nesnesi olması için (aynı kökten gelen) alemin içinde olması gerekir. Çünkü alem, ilme (bilgiye, bilime) konu olanlar alanı demektir.
Melek, şeytan, cin, ruh kavramları ve kıssalar ise tarihte, hayatta, insanda ve tabiatta yani alemde meydana gelen bir takım olaylara ilgili kullanılmaktadır. Bu nedenle araştırılıp künhüne vakıf olunmaları veya ilmin nesnesi olmaları mümkündür. Mutlak ile mukayyet ğayb arasındaki fark da esasında burada ortaya çıkıyor.Örneğin Kuran melek diye güç sahibi olmayı kastediyor. Allahın melekleri, Allahın güçleri demektir. Rüzgar, fırtına, gök gürültüsü, yağmur gibi tabiatta varolan kuvvetler Tabiatta varolan bir takım işlevsel fonksiyonlar Hatta insanın bir takım ruhi ve psikolojik durumları Peygamberimizin Gök gürültüsü (rad) meleklerden bir melektir (Tirmizi; Tefsir 13, Kurtubi; 2/19 tefsiri) demesi bunu gösterir.Dolayısıyla Kuranda bu kökten gelen kavramları tasnif edersek: Mülk güç, melik güç sahibi (özne), meleke güç fiili (yüklem), melek fiilin mefulu (yüklemin nesnesi), melekut da fiil/yüklem alanı veya sahası oluyor. Yani el-melik, melekelerini kullanarak melaikeyi ortaya çıkarıyor, bunların tezahür ettiği sahaya (alem) de melekut diyor. Bunu için de mülk Onun oluyor. Bütün bunların mihverinde Allah var ve hepsi Onunla ilgili Kuran der ki: Rabbiniz gökleri ve yeri altı evrede yaratan, sonra görkemli egemenliği ile iş ve oluşu çekip çeviren Allahtır. Bu yaratma İKİNCİSİ OLMADAN yalnızca kendisinin iradesi iledir. İşte Rabbiniz Allah budur. Şu halde Ona ibadet ediniz. Bu zihin tutulması neden? (Yunus; 10/3)Yani: Allah gökleri ve yeri, Onunla birlikte/Ona yardım eden ikinci bir aracı (şefi) olmaksızın, tek başına yaratmıştır Ayetteki şefi bu bağlamda ikinci anlamına geliyor. Çünkü ahirette günahkârlara şefaatçi bulunup bulunmayacağı değil; göklerin ve yerin yaratılışı anlatılmaktadır. Allah bu yaratmayı yaparken (halen de yaratıyorken çünkü yaratma sürüyor) yanında ikinciler veya yardımcılar, aracı tanrılar, yarı tanrılar, tanrısal melekler vs. var mıydı? gibi bir soruya cevap verilmektedir.Çünkü eski dünya dinleri bir yüce tanrıdan başka ikinci, üçüncü alt tanrılar, yarı tanrılar, cinler, ifritler, tanrının yaratmada yardımcısı melekler anlayışı ile doluydu. Tanrı yaratmayı direk kendisi yapmaz, onlara havale ederdi. Bir kralın ülkesini oğulları arasında taksim etmesi ve bir çok yetkisini onlara devretmesi gibi Yahudi muhayyilesindeki dört büyük melek anlayışı da buradan geliyordu. Daha önceki dinlerde yüzlerceyken bunlarda dörde indirilmişti. Kuranın tevhid ilkesi gereği bu, bir tek Allahın doksandokuz, bin, üç bin, beş bin, binlerce ismi, niteliği, melekesi, fonksiyonu, kuvveti haline getirildi. Çünkü Allah birdir (ehad) ve isimleri, sıfatları ve melekeleri ile bölünmez bir bütündür (samed) Yani Tanrı bir tanedir ve Tanrılık sadece Onda toplanmış olup Ondan kimseye geçmez. Yaratmada, iş ve oluşta kimseyi vekil tayin etmez, bütün her şeyi doğrudan kendisi yapar. Örneğin Yahudi muhayyilesinde geçtiği gibi bitkileri ve mevsim işlerini Mikaile, ölüm işlerini Azraile, vahiy işlerini Cebraile, kıyametin kopuşunu İsrafile havale etmiş değildir. Onun şefii yoktur. Bütün bunları direk kendisi yapar Bu isimler (Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil vb.) Allahın iş ve oluşu (şen/emr) meydana getiriyorken ki melekeleridir. Ondan gayrı birer ikinci (şefi) değil. İnsanlar zamanla Allahın yapıp edişini, edip eyleyişini (melekelerini) bu isimlerle ifadelendirmişler.
Cebr-El: Tanrının gücü Azra-El: Tanrının durduruşu/engelleyişi Mika-El: Tanrının övülüşü, tesbihi İsraf-El: Tanrının soluğu, nefesi Samu-El: Tanrının işitişi/Tanrıyı duyan İsra-El: Tanrının yürüyüşü/Tanrı ile yürüyen Rafe-El: Tanrının yüceliği/Tanrıya yükselen Bunların hepsi İbranice Böyle yüzlerce isim var. Yahudi isimleri genellikle böyledir.Adı üzerinde Cebrail Allahın konuşma/vayhetme gücünü, Mikail mevsimleri yaratma gücünü, Ezrail ölüm, İsrafil hayat ve yaşam verme gücünü ifade eden özellikleri/melekeleridir. Bu isimlerin zamanla Tanrıdan ayrı (alem dışı) ontolojik varlıklarmış gibi algılandığını görüyoruz. Kuran yer yer bu muhayyileye hitap etmekle birlikte dönüştürmüş ve hepsini tek bir Allahın güzel isimlerinde toplayarak Esmaul-Hüsnayı getirmiştir. Bu kültürden hareketle Abdullah (Allahın kulu), Seyfullah (Allahın kılıcı), Nurullah (Allahın ışığı), Nimetullah (Allahın nimeti), Lutfullah (Allahın nimeti) vb. Müslüman isimleri doğmuştur.
Demek ki bu isim ve sıfatlar Allahın melekeleri oluyor. Ondan ayrı (alem dışı) ontolojik varlıklar değil; Onun kendisi de değil; alemde yani tarihte, hayatta, tabiatta ve insanda tecelli eden iş ve oluşu, yapıp edişi, edip eyleyişi
Kuranın ilk muhataplarına sorsan bir Allaha inanırlar ve fakat Onun samed olduğunu kabul etmezlerdi. Gökte bir tanrıya inanmakla birlikte, Onun, tanrılığı alt tanrılarla (min dunillah) bölüştüğünü, paylaştığını düşünürlerdi. İşte samed ilkesi bunu reddediyor. Allahın tanrılıkta bölünmez, paylaşma ve ortaklık kabul etmez bir bütün olduğunu ilan ediyor. Bunun içindir ki özellikle ilk sureler Allah isminden ziyade Onun melekelerine vurgu yapar. Şunu demek ister: Bir Allaha inanmak yetmez, Onun alemle; tarihle, hayatla, insanla, tabiatla dinamik ilişki içinde olduğuna, güçleri, isimleri, melekeleri ile aramızda olduğuna da inanacaksınız Şu halde Her kim Allahın alemdeki tasarrufunun bin bir çeşit görünümlerine yani melekelerine düşman olursa Allaha düşmanlık göstermiş olur ne demek anlaşılıyor olmalı
Keza Kim Allaha; meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına ve ahiret gününe iman ederse de şu oluyor: Kim insanla, tarihle, hayatla ve tabiatla iletişim içinde olan Allaha; alemde tecelli eden güçlerine (melaiketihi), tarih boyunca gelen elçilerine (rusulihi), kitaplarına/hitaplarına (kutubihi), gelecekte de (yevmul-ahir) hesap soracağına iman ederse İşte böyle insanlıkla canlı ve dinamik ilişki içinde olan (hayyu gayyum) Allaha iman ederse, bilsin ki, kopmayan bir kulpa yapışmış olur ki asıl iman da budur. Yoksa müşriklerin gökte oturup duran, yarattıkları ile iletişimsiz, yetkilerini alt tanrılara (dunillah) devretmiş, vurdumduymaz tanrısı o Göktekine (Mülk; 67/16-17) değil
Allahın meleklerle konuşması ise metafiziği kavratma amaçlı olduğu için teşhis (kişileştirme) ve intak (dile getirip konuşturma) anlatım sanatları kullanılarak aktarılan Aliya İzzetbegoviçin tabiri ile semavi prolog (gökteki ilk konuşma) oluyor.Yunus Emrenin Sordum sarı çiçeğe ilahisinde çiçekle girdiği diyalog veya Yusuf Has Hacipin Kutadgu Bilig (Kutlu Bilgi) adlı eserinde dört şey: Devlet/adalet/hükümdar (Kün-Toğdı), mutluluk (Ay-Toldı), akıl (Öğdülmiş), akibet (Odgurmuş)u birbiriyle konuşturması, kişileştirmesi, diyaloglaştırması gibi Böyle anlatımlar çoktur. Bunlara edebiyatta gerçeküstücü öykülendirme deniyor.Allahın melekler ve iblisle konuşması de böyledir. Yani sembolik olup aslında ortada Allahtan başka kimse yoktur. Allah bir takım olay ve durumları kişileştirmekte, sonra da kişileştirdiğini dile getirip konuşturmaktadır. Aksi halde Allaha yer, zaman, mekan, meclis biçmiş oluruz. Dağları, yeryüzünü, insanın iç dünyasını, vicdanını (ahd-i misak ayeti), ellerini, derilerini dile getirip konuşturması veya güneşi, ayı, yıldızları vs. dile gelip konuşmaya çağırması da böyledir. Bunlar metafiziği kavratma amaçlı yerlerde böyle olup Kuranda örnekleri çoktur. Fakat örneğin kıssalar böyle değildir. Onlara da toplumsal gerçekçi öykülendirme diyoruz. (Toplumsal gerçekçi öykülendirme ile gerçeküstücü öykülendirme şeklinde ikiye ayırarak ele aldığımız Kurandaki hitabet sanatı ile ilgili olarak bkz. Kuran kıssaları; masal mı mucize mi? ve Allah nasıl Hz. Hızır oldu? başlıklı makaleler) Kendisine Allah hitap ederken Peygamberimizin algıladığı/gördüğü şeyin Allahın gücü olduğunu ve aslında Cebrail (Tanrının gücü) diye buna dendiğini şu rivayetlerden de anlarız: Resulullah (sav) buyurdular ki: Bu gece Rabbimden bir (melek, elçi olarak) geldi. -Bir rivayette ise şöyle demiştir: Rabbim bana en güzel bir surette geldi ve Ey Muhammed! dedi (Tirmizi; Tefsir, Sad, 3231, 3232). Yani Melek/Cebrail olarak bana en güzel surette görünen şey Rabbimin vahyetme gücüydü. demek istiyor
Yine Hz. Aişeden: Her kim Muhammed (uyanık olarak baş gözüyle) Rabbini gördü sanırsa, en büyük yalan irtikâb etmiş olur. Lâkin muhakkak olan şudur ki, Allahın Resülü Cebraili(Allahın gücünü) ufkun arasını kaplamış olduğu halde görmüştür. İbn Mesuddan: Cebraili (Allahın gücünü) altıyüz kanatlı veya kanatları semayı yeşil bir kumaş gibi kaplamış halde görmüştür. (Buhari; Bedul-Halk, 1334,1335,1336)Yani Gördüğü şey Allahın kendisi değildi; bilakis Allahın gücünün, eşiz güzelliğe sahip görkeminin her yanı kaplaması (zu merratin festeva), yüksek ufuk çizgisinde belirmesi (ufukil-ala), yaklaşarak iyice sarkması (dena fetedella), aralarında iki yay hatta daha da yakın mesafeye (gabe gavseyni ev edna) kadar belirerek görünmesiydi demek istiyorlar (Necm; 53/6-9). İşte buna Allahın gücü (Cebrail) diyoruz. Allahın kendisi değil; ondan ayrı bir varlık da değil; bilakis onun güç/konuşma/vahyetme melekesi Bu melekenin kolay algılanması için kişileştirme yapılarak ifade edildiğine dikkat ediniz Keza Yeryüzünde dolanan seyyah melekler vardır, zikr edenleri gözleyen melekleri vardır, rahmet melekleri, gazap melekleri vardır, ölüm meleği vardır, dağların meleği gelerek şöyle dedi vb. rivayetler hep tek bir Allahın aramızda dolanan gücünü, kudretini, bilmesini, görmesini, sevgisini, merhametini, öfkesini, kızgınlığını, yapmasını, etmesini, eylemesini yani binbir çeşit melekelerini kavratmak için kullanılan ifadelerdir.Bütün bunların Allahın insanla ve alemle olan derin ve çok boyutlu dinamik ilişkisini resmettiğini, aslında anlatılanın tek bir Allahın özellikleri olduğunu şu rivayetten de anlarız: Allah'ın meleklerinden olan Arş'ın taşıyıcılarından bir melek hakkında rivayette bulunmam için bana izin verildi dedi ve ilave etti: Onun kulak yumuşağı ile ensesi arasındaki uzaklık yedi yüz senelik mesafedir. (Ebu Davud; Sünnet, 19, 4727). Yani çokluktan kinaye ile kişileştirme yaparak Allahın gökyüzünü (arş/uzay) yaratma ve oluşturma gücü (arşı taşıyan melekleri) çok büyük, çok muazzam bir olaydır. demek istiyor. (Geçen günkü bir haber: Bir süpernovanın- enerjisi bitmiş büyük yıldız patlaması- yankısı dünyaya 436 yıl sonra geldi) Görülüyor ki kiminde altıyüz kanatlı, kiminde semayı kaplayan yeşil kumaş, kiminde de kulak memesi ile ensesi arasında yedi yüzyılık mesefa olan biri olarak resmedilen, birbirinden farklı olmasına rağmen tek bir şeydir: Allahın insanda ve alemde tezahür eden melekeleri ve bunun görkemi, büyüklüğü. Kuranda melek, melekut, mülk, melekutus-semavati vel-arz kavram ve ifadeleriyle hep bu görkemin ve büyüklüğün anlatılmaya çalışıldığını görüyoruz. Örneğin (aynı kökten gelen) Mülk suresinin hemen başında şöyle denir: Şu görkemli egemenliğin sahibi (bi yedihil-mülk) ne yücedir! Sonra sure boyunca bi yedihil-mülkten örnekler verilir: Hayat ve ölüm Yedi kat gök Işık saçan yıldızlarla süslenmiş dünya göğü İnsanın iç dünyasında (zatis-sudur) olup bitenler Ürünlerle (rızk) dolu yeryüzü Sıra sıra kanat çırparak uçuşan kuşlar Kulaklar, gözler ve gönüller verilerek inşa edilmiş insan Ve sure şöyle biter: Bir sabah kalktınız sular çekilmiş, kim getirecek size suyu? (Mülk; 67/1-30) Bütün bunlar Allahın güç ve kudret melekelerinin (melaiketihi) tezahürü sonucu (ez-Zahir) olan yerin ve göğün melekutudur (melekutus-semavati vel-arz). Allah işte bu görkemli egemenliğin sahibidir (bi yedihil-mülk): Haydi, çevir gözünü, bir kusur görebiliyor musun? Sonra tekrar tekrar bak, aradığını bulamayacak, yorulup aciz kalacaksın! (Mülk; 67/3-4)
Nedir insanoğlunun aradığı?
Görüneni bırakıp görünmeyenler üzerinden spekülasyonlar yapmak Hayatı, ölümü, yeri, göğü, yıldızları, iç dünyasını, uçuşan kuşları, kulakları, gözleri, gönülleri vs. atıp tutmaların konusu yapmak, yani bunlar üzerinden ğaybı taşlamak! Oysa böyle yapanları bekleyen alevli bir ateşten başkası değildir (Mülk; 67/5): Tepelerinde sıra sıra kanat çırparak uçuşan kuşları (tayri fevgahum saffat) görmüyorlar mı? (Mülk; 67/19). Bu saffat sözcüğü de ilginçtir. Saf saf, sıra sıra anlamına geliyor. Şu ayetler üzerinde düşünün: Göklerde ve yerde olan kimseler (örneğin) sıra sıra uçuşan kuşlar (tayru saffat) Onu yüceltir, hepsinin salatı ve teshibi vardır. Göklerin ve yerin egemenliği (mülkus-semavati vel-arz) Allahındır. (Nur; 24/41-42) Bizden her birimizin belli bir makamı vardır. Elbette biziz saf saf dizilenler, biziz! Elbette biziz o tesbih edenler, biziz! (Saffat; 37/164-166) Karşılaştırmalı olarak ilgili yerleri inceleyin, yerde ve göklerde sıra sıra, saf saf dizilmiş olanların bir takım tabiat varlıkları (ay, güneş, bulutlar, gökgürültüsü, yıldırımlar, yıldızlar, gezegenler, kuşlar, hayvanlar, bitkiler, ağaçlar, dağlar, dereler, ırmaklar, göller, denizler vs.) olduğunu, Kuranın bunlara yerin ve göklerin melekutu (meleketus-semavati vel-arz), Onun görkemli egemenliği (bi yedihil-mülk) dediğini göreceksiniz. Dolayısıyla melaiketihi (Onun melekeleri/güçleri) bununla ilgilidir. O günkü yerleşik ve yaygın din dilinde öyle dendiği için Kuran bu dil üzerinden konuşmaktadır.
Keza rivayetlerde de durumun böyle olduğunu görüyoruz. Çünkü o çağda yerleşik olan din dili buydu. Onlarca rivayet ve hadisi taradım hepsi böyle.Yukarıda hadislerden de örnek verdim, şimdi yer dar, sanırım bu kadar yeter Şeytan veya İblis kavramları da teşhis ve intak sanatı kullanılarak şahıslaştırılıp konuşturulan alemdeki kötülük durumlarını ve insandaki kötülük dürtülerini ifade ediyor. Yoksa insanın dışında kazma dişli, çirkin suratlı harici bir varlık değildir. Bunu en iyi Peygamberimizin şu sözlerinden anlarız: Şeytan, sizin içinizde kanın damarda dolandığı gibi dolanır. (Buhari; İtikaf, 956), Şeytan uyuyanın genzinde geceler (Buhari; Bedul-Halk, 1359) Şeytan da, melek de insanoğluna birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen Allaha hamdetsin. Kim de içinde kötülük ve inkara çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın. (Tirmizi; Tefsir, 2991).
Demek ki Allah ve ahiret günü mutlak ğayb olurken ve bunlara sanki görmüşcesine (ihsan) ve sanki gidip de gelmişcesine (yakîn) iman etmemiz istenirken melek, şeytan, iblis, cin ve ruh kavramları ve kıssalar bunlara nazaran mukayyet ğayb olmaktadır.
Çünkü Allah ve ahiret günü, mahiyetleri itibariyle aşkındırlar (müteal). Bunun için Allah dış dünyada bir nesne olmadığı ve de kuşatılamayacağı için, kıyamet de henüz daha gerçekleşmediği için ilmin (bilginin) konusu olamazlar, bilakis imanın konusu olurlar. Zira Allah ve ahiret alemi aşmaktadır. Bunun için de ilmin nesnesi değildirler. Yani bir şeyin ilmin nesnesi olması için (aynı kökten gelen) alemin içinde olması gerekir. Çünkü alem, ilme (bilgiye, bilime) konu olanlar alanı demektir.
Melek, şeytan, cin, ruh kavramları ve kıssalar ise tarihte, hayatta, insanda ve tabiatta yani alemde meydana gelen bir takım olaylara ilgili kullanılmaktadır. Bu nedenle araştırılıp künhüne vakıf olunmaları veya ilmin nesnesi olmaları mümkündür. Mutlak ile mukayyet ğayb arasındaki fark da esasında burada ortaya çıkıyor.Örneğin Kuran melek diye güç sahibi olmayı kastediyor. Allahın melekleri, Allahın güçleri demektir. Rüzgar, fırtına, gök gürültüsü, yağmur gibi tabiatta varolan kuvvetler Tabiatta varolan bir takım işlevsel fonksiyonlar Hatta insanın bir takım ruhi ve psikolojik durumları Peygamberimizin Gök gürültüsü (rad) meleklerden bir melektir (Tirmizi; Tefsir 13, Kurtubi; 2/19 tefsiri) demesi bunu gösterir.Dolayısıyla Kuranda bu kökten gelen kavramları tasnif edersek: Mülk güç, melik güç sahibi (özne), meleke güç fiili (yüklem), melek fiilin mefulu (yüklemin nesnesi), melekut da fiil/yüklem alanı veya sahası oluyor. Yani el-melik, melekelerini kullanarak melaikeyi ortaya çıkarıyor, bunların tezahür ettiği sahaya (alem) de melekut diyor. Bunu için de mülk Onun oluyor. Bütün bunların mihverinde Allah var ve hepsi Onunla ilgili Kuran der ki: Rabbiniz gökleri ve yeri altı evrede yaratan, sonra görkemli egemenliği ile iş ve oluşu çekip çeviren Allahtır. Bu yaratma İKİNCİSİ OLMADAN yalnızca kendisinin iradesi iledir. İşte Rabbiniz Allah budur. Şu halde Ona ibadet ediniz. Bu zihin tutulması neden? (Yunus; 10/3)Yani: Allah gökleri ve yeri, Onunla birlikte/Ona yardım eden ikinci bir aracı (şefi) olmaksızın, tek başına yaratmıştır Ayetteki şefi bu bağlamda ikinci anlamına geliyor. Çünkü ahirette günahkârlara şefaatçi bulunup bulunmayacağı değil; göklerin ve yerin yaratılışı anlatılmaktadır. Allah bu yaratmayı yaparken (halen de yaratıyorken çünkü yaratma sürüyor) yanında ikinciler veya yardımcılar, aracı tanrılar, yarı tanrılar, tanrısal melekler vs. var mıydı? gibi bir soruya cevap verilmektedir.Çünkü eski dünya dinleri bir yüce tanrıdan başka ikinci, üçüncü alt tanrılar, yarı tanrılar, cinler, ifritler, tanrının yaratmada yardımcısı melekler anlayışı ile doluydu. Tanrı yaratmayı direk kendisi yapmaz, onlara havale ederdi. Bir kralın ülkesini oğulları arasında taksim etmesi ve bir çok yetkisini onlara devretmesi gibi Yahudi muhayyilesindeki dört büyük melek anlayışı da buradan geliyordu. Daha önceki dinlerde yüzlerceyken bunlarda dörde indirilmişti. Kuranın tevhid ilkesi gereği bu, bir tek Allahın doksandokuz, bin, üç bin, beş bin, binlerce ismi, niteliği, melekesi, fonksiyonu, kuvveti haline getirildi. Çünkü Allah birdir (ehad) ve isimleri, sıfatları ve melekeleri ile bölünmez bir bütündür (samed) Yani Tanrı bir tanedir ve Tanrılık sadece Onda toplanmış olup Ondan kimseye geçmez. Yaratmada, iş ve oluşta kimseyi vekil tayin etmez, bütün her şeyi doğrudan kendisi yapar. Örneğin Yahudi muhayyilesinde geçtiği gibi bitkileri ve mevsim işlerini Mikaile, ölüm işlerini Azraile, vahiy işlerini Cebraile, kıyametin kopuşunu İsrafile havale etmiş değildir. Onun şefii yoktur. Bütün bunları direk kendisi yapar Bu isimler (Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil vb.) Allahın iş ve oluşu (şen/emr) meydana getiriyorken ki melekeleridir. Ondan gayrı birer ikinci (şefi) değil. İnsanlar zamanla Allahın yapıp edişini, edip eyleyişini (melekelerini) bu isimlerle ifadelendirmişler.
Cebr-El: Tanrının gücü Azra-El: Tanrının durduruşu/engelleyişi Mika-El: Tanrının övülüşü, tesbihi İsraf-El: Tanrının soluğu, nefesi Samu-El: Tanrının işitişi/Tanrıyı duyan İsra-El: Tanrının yürüyüşü/Tanrı ile yürüyen Rafe-El: Tanrının yüceliği/Tanrıya yükselen Bunların hepsi İbranice Böyle yüzlerce isim var. Yahudi isimleri genellikle böyledir.Adı üzerinde Cebrail Allahın konuşma/vayhetme gücünü, Mikail mevsimleri yaratma gücünü, Ezrail ölüm, İsrafil hayat ve yaşam verme gücünü ifade eden özellikleri/melekeleridir. Bu isimlerin zamanla Tanrıdan ayrı (alem dışı) ontolojik varlıklarmış gibi algılandığını görüyoruz. Kuran yer yer bu muhayyileye hitap etmekle birlikte dönüştürmüş ve hepsini tek bir Allahın güzel isimlerinde toplayarak Esmaul-Hüsnayı getirmiştir. Bu kültürden hareketle Abdullah (Allahın kulu), Seyfullah (Allahın kılıcı), Nurullah (Allahın ışığı), Nimetullah (Allahın nimeti), Lutfullah (Allahın nimeti) vb. Müslüman isimleri doğmuştur.
Demek ki bu isim ve sıfatlar Allahın melekeleri oluyor. Ondan ayrı (alem dışı) ontolojik varlıklar değil; Onun kendisi de değil; alemde yani tarihte, hayatta, tabiatta ve insanda tecelli eden iş ve oluşu, yapıp edişi, edip eyleyişi
Kuranın ilk muhataplarına sorsan bir Allaha inanırlar ve fakat Onun samed olduğunu kabul etmezlerdi. Gökte bir tanrıya inanmakla birlikte, Onun, tanrılığı alt tanrılarla (min dunillah) bölüştüğünü, paylaştığını düşünürlerdi. İşte samed ilkesi bunu reddediyor. Allahın tanrılıkta bölünmez, paylaşma ve ortaklık kabul etmez bir bütün olduğunu ilan ediyor. Bunun içindir ki özellikle ilk sureler Allah isminden ziyade Onun melekelerine vurgu yapar. Şunu demek ister: Bir Allaha inanmak yetmez, Onun alemle; tarihle, hayatla, insanla, tabiatla dinamik ilişki içinde olduğuna, güçleri, isimleri, melekeleri ile aramızda olduğuna da inanacaksınız Şu halde Her kim Allahın alemdeki tasarrufunun bin bir çeşit görünümlerine yani melekelerine düşman olursa Allaha düşmanlık göstermiş olur ne demek anlaşılıyor olmalı
Keza Kim Allaha; meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına ve ahiret gününe iman ederse de şu oluyor: Kim insanla, tarihle, hayatla ve tabiatla iletişim içinde olan Allaha; alemde tecelli eden güçlerine (melaiketihi), tarih boyunca gelen elçilerine (rusulihi), kitaplarına/hitaplarına (kutubihi), gelecekte de (yevmul-ahir) hesap soracağına iman ederse İşte böyle insanlıkla canlı ve dinamik ilişki içinde olan (hayyu gayyum) Allaha iman ederse, bilsin ki, kopmayan bir kulpa yapışmış olur ki asıl iman da budur. Yoksa müşriklerin gökte oturup duran, yarattıkları ile iletişimsiz, yetkilerini alt tanrılara (dunillah) devretmiş, vurdumduymaz tanrısı o Göktekine (Mülk; 67/16-17) değil
Allahın meleklerle konuşması ise metafiziği kavratma amaçlı olduğu için teşhis (kişileştirme) ve intak (dile getirip konuşturma) anlatım sanatları kullanılarak aktarılan Aliya İzzetbegoviçin tabiri ile semavi prolog (gökteki ilk konuşma) oluyor.Yunus Emrenin Sordum sarı çiçeğe ilahisinde çiçekle girdiği diyalog veya Yusuf Has Hacipin Kutadgu Bilig (Kutlu Bilgi) adlı eserinde dört şey: Devlet/adalet/hükümdar (Kün-Toğdı), mutluluk (Ay-Toldı), akıl (Öğdülmiş), akibet (Odgurmuş)u birbiriyle konuşturması, kişileştirmesi, diyaloglaştırması gibi Böyle anlatımlar çoktur. Bunlara edebiyatta gerçeküstücü öykülendirme deniyor.Allahın melekler ve iblisle konuşması de böyledir. Yani sembolik olup aslında ortada Allahtan başka kimse yoktur. Allah bir takım olay ve durumları kişileştirmekte, sonra da kişileştirdiğini dile getirip konuşturmaktadır. Aksi halde Allaha yer, zaman, mekan, meclis biçmiş oluruz. Dağları, yeryüzünü, insanın iç dünyasını, vicdanını (ahd-i misak ayeti), ellerini, derilerini dile getirip konuşturması veya güneşi, ayı, yıldızları vs. dile gelip konuşmaya çağırması da böyledir. Bunlar metafiziği kavratma amaçlı yerlerde böyle olup Kuranda örnekleri çoktur. Fakat örneğin kıssalar böyle değildir. Onlara da toplumsal gerçekçi öykülendirme diyoruz. (Toplumsal gerçekçi öykülendirme ile gerçeküstücü öykülendirme şeklinde ikiye ayırarak ele aldığımız Kurandaki hitabet sanatı ile ilgili olarak bkz. Kuran kıssaları; masal mı mucize mi? ve Allah nasıl Hz. Hızır oldu? başlıklı makaleler) Kendisine Allah hitap ederken Peygamberimizin algıladığı/gördüğü şeyin Allahın gücü olduğunu ve aslında Cebrail (Tanrının gücü) diye buna dendiğini şu rivayetlerden de anlarız: Resulullah (sav) buyurdular ki: Bu gece Rabbimden bir (melek, elçi olarak) geldi. -Bir rivayette ise şöyle demiştir: Rabbim bana en güzel bir surette geldi ve Ey Muhammed! dedi (Tirmizi; Tefsir, Sad, 3231, 3232). Yani Melek/Cebrail olarak bana en güzel surette görünen şey Rabbimin vahyetme gücüydü. demek istiyor
Yine Hz. Aişeden: Her kim Muhammed (uyanık olarak baş gözüyle) Rabbini gördü sanırsa, en büyük yalan irtikâb etmiş olur. Lâkin muhakkak olan şudur ki, Allahın Resülü Cebraili(Allahın gücünü) ufkun arasını kaplamış olduğu halde görmüştür. İbn Mesuddan: Cebraili (Allahın gücünü) altıyüz kanatlı veya kanatları semayı yeşil bir kumaş gibi kaplamış halde görmüştür. (Buhari; Bedul-Halk, 1334,1335,1336)Yani Gördüğü şey Allahın kendisi değildi; bilakis Allahın gücünün, eşiz güzelliğe sahip görkeminin her yanı kaplaması (zu merratin festeva), yüksek ufuk çizgisinde belirmesi (ufukil-ala), yaklaşarak iyice sarkması (dena fetedella), aralarında iki yay hatta daha da yakın mesafeye (gabe gavseyni ev edna) kadar belirerek görünmesiydi demek istiyorlar (Necm; 53/6-9). İşte buna Allahın gücü (Cebrail) diyoruz. Allahın kendisi değil; ondan ayrı bir varlık da değil; bilakis onun güç/konuşma/vahyetme melekesi Bu melekenin kolay algılanması için kişileştirme yapılarak ifade edildiğine dikkat ediniz Keza Yeryüzünde dolanan seyyah melekler vardır, zikr edenleri gözleyen melekleri vardır, rahmet melekleri, gazap melekleri vardır, ölüm meleği vardır, dağların meleği gelerek şöyle dedi vb. rivayetler hep tek bir Allahın aramızda dolanan gücünü, kudretini, bilmesini, görmesini, sevgisini, merhametini, öfkesini, kızgınlığını, yapmasını, etmesini, eylemesini yani binbir çeşit melekelerini kavratmak için kullanılan ifadelerdir.Bütün bunların Allahın insanla ve alemle olan derin ve çok boyutlu dinamik ilişkisini resmettiğini, aslında anlatılanın tek bir Allahın özellikleri olduğunu şu rivayetten de anlarız: Allah'ın meleklerinden olan Arş'ın taşıyıcılarından bir melek hakkında rivayette bulunmam için bana izin verildi dedi ve ilave etti: Onun kulak yumuşağı ile ensesi arasındaki uzaklık yedi yüz senelik mesafedir. (Ebu Davud; Sünnet, 19, 4727). Yani çokluktan kinaye ile kişileştirme yaparak Allahın gökyüzünü (arş/uzay) yaratma ve oluşturma gücü (arşı taşıyan melekleri) çok büyük, çok muazzam bir olaydır. demek istiyor. (Geçen günkü bir haber: Bir süpernovanın- enerjisi bitmiş büyük yıldız patlaması- yankısı dünyaya 436 yıl sonra geldi) Görülüyor ki kiminde altıyüz kanatlı, kiminde semayı kaplayan yeşil kumaş, kiminde de kulak memesi ile ensesi arasında yedi yüzyılık mesefa olan biri olarak resmedilen, birbirinden farklı olmasına rağmen tek bir şeydir: Allahın insanda ve alemde tezahür eden melekeleri ve bunun görkemi, büyüklüğü. Kuranda melek, melekut, mülk, melekutus-semavati vel-arz kavram ve ifadeleriyle hep bu görkemin ve büyüklüğün anlatılmaya çalışıldığını görüyoruz. Örneğin (aynı kökten gelen) Mülk suresinin hemen başında şöyle denir: Şu görkemli egemenliğin sahibi (bi yedihil-mülk) ne yücedir! Sonra sure boyunca bi yedihil-mülkten örnekler verilir: Hayat ve ölüm Yedi kat gök Işık saçan yıldızlarla süslenmiş dünya göğü İnsanın iç dünyasında (zatis-sudur) olup bitenler Ürünlerle (rızk) dolu yeryüzü Sıra sıra kanat çırparak uçuşan kuşlar Kulaklar, gözler ve gönüller verilerek inşa edilmiş insan Ve sure şöyle biter: Bir sabah kalktınız sular çekilmiş, kim getirecek size suyu? (Mülk; 67/1-30) Bütün bunlar Allahın güç ve kudret melekelerinin (melaiketihi) tezahürü sonucu (ez-Zahir) olan yerin ve göğün melekutudur (melekutus-semavati vel-arz). Allah işte bu görkemli egemenliğin sahibidir (bi yedihil-mülk): Haydi, çevir gözünü, bir kusur görebiliyor musun? Sonra tekrar tekrar bak, aradığını bulamayacak, yorulup aciz kalacaksın! (Mülk; 67/3-4)
Nedir insanoğlunun aradığı?
Görüneni bırakıp görünmeyenler üzerinden spekülasyonlar yapmak Hayatı, ölümü, yeri, göğü, yıldızları, iç dünyasını, uçuşan kuşları, kulakları, gözleri, gönülleri vs. atıp tutmaların konusu yapmak, yani bunlar üzerinden ğaybı taşlamak! Oysa böyle yapanları bekleyen alevli bir ateşten başkası değildir (Mülk; 67/5): Tepelerinde sıra sıra kanat çırparak uçuşan kuşları (tayri fevgahum saffat) görmüyorlar mı? (Mülk; 67/19). Bu saffat sözcüğü de ilginçtir. Saf saf, sıra sıra anlamına geliyor. Şu ayetler üzerinde düşünün: Göklerde ve yerde olan kimseler (örneğin) sıra sıra uçuşan kuşlar (tayru saffat) Onu yüceltir, hepsinin salatı ve teshibi vardır. Göklerin ve yerin egemenliği (mülkus-semavati vel-arz) Allahındır. (Nur; 24/41-42) Bizden her birimizin belli bir makamı vardır. Elbette biziz saf saf dizilenler, biziz! Elbette biziz o tesbih edenler, biziz! (Saffat; 37/164-166) Karşılaştırmalı olarak ilgili yerleri inceleyin, yerde ve göklerde sıra sıra, saf saf dizilmiş olanların bir takım tabiat varlıkları (ay, güneş, bulutlar, gökgürültüsü, yıldırımlar, yıldızlar, gezegenler, kuşlar, hayvanlar, bitkiler, ağaçlar, dağlar, dereler, ırmaklar, göller, denizler vs.) olduğunu, Kuranın bunlara yerin ve göklerin melekutu (meleketus-semavati vel-arz), Onun görkemli egemenliği (bi yedihil-mülk) dediğini göreceksiniz. Dolayısıyla melaiketihi (Onun melekeleri/güçleri) bununla ilgilidir. O günkü yerleşik ve yaygın din dilinde öyle dendiği için Kuran bu dil üzerinden konuşmaktadır.
Keza rivayetlerde de durumun böyle olduğunu görüyoruz. Çünkü o çağda yerleşik olan din dili buydu. Onlarca rivayet ve hadisi taradım hepsi böyle.Yukarıda hadislerden de örnek verdim, şimdi yer dar, sanırım bu kadar yeter Şeytan veya İblis kavramları da teşhis ve intak sanatı kullanılarak şahıslaştırılıp konuşturulan alemdeki kötülük durumlarını ve insandaki kötülük dürtülerini ifade ediyor. Yoksa insanın dışında kazma dişli, çirkin suratlı harici bir varlık değildir. Bunu en iyi Peygamberimizin şu sözlerinden anlarız: Şeytan, sizin içinizde kanın damarda dolandığı gibi dolanır. (Buhari; İtikaf, 956), Şeytan uyuyanın genzinde geceler (Buhari; Bedul-Halk, 1359) Şeytan da, melek de insanoğluna birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen Allaha hamdetsin. Kim de içinde kötülük ve inkara çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın. (Tirmizi; Tefsir, 2991).