Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Fıtrat hep tatlı söyler

berfut

New member
Katılım
23 Kas 2007
Mesajlar
2,167
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
En fıtri ve en doğru dil; tatlı dildir. Eğer dilimiz bu

kadar yumuşak olmasaydı konuşmak da, lokmaları çiğnemek de büyük bir

ızdırap ve işkence olabilirdi. Görüldüğü gibi dilimizin maddi

yumuşaklığında bile tatlı neticeler var. Bir başka anlamda yumuşaklık

ve tatlılık dilin fıtratında var. Gerçekten de tatlı dilin bize ne

kadar yakıştığını fark edebilsek mesele kendiliğinden çözülmüş

olacaktır. Bu dil aslında bütün bir kainatın ortak dilidir. Bu dil

bize bütün kainatın kapılarını açan ve önümüze seren bir fıtrat

dilidir.


Bütün mevcudatın kendine has bir dille hepimize bir

şeyler anlattığını, beyin paraşütümüzü biraz açmaya çalıştığımızda

anlamamız mümkündür.


Örneğin, bir kelebeğin kanatlarını açarak gösterdiği

muhteşem güzellikler içinde sonsuza açılan bir pencereden, “ya

Müzeyyin” diye göz kırparak süzülmesi...


Toprak altındaki bir çekirdeğin, “ya Fettah” diyerek

patlamasıyla, içindeki programla birlikte esma pırıltılarını

gözlerimizin önüne sermesi...



Ve gözlerimiz... hakkında bildiklerimizin

bilmediklerimize kıyasla bir hiç olduğu gözlerimiz... Mesela; şu son

cümleyi okuduğumuzda gözlerimizde yüz milyar işlemin yapıldığını

düşünürsek ve çok basit ve sıradan gibi algıladığımız sayısız hadise

ve fiillerin ne kadar muhteşem ve mucize olduklarını fark ettiğimizde

o büyük manaların nasıl tatlı bir dille, nasıl güzel bir üslupla

anlatıldığını biraz biraz çözmeye başlarız sanırım.


Ve o esrarlı kalp gözümüzün açılıp dilinin çözülmesiyle

birlikte, kainatın da dili çözülüverir birden. Bir gül goncası gibi

açılıverir kainat; içindeki o güzel kelime ve cümlelerin gül gibi

manalarını, gül-ü Muhammedi gibi yayarken en ücra köşelere... Bir

karınca, bir arı, bir sivri sinek hasılı; içindeki bütün misafirlerle

birlikte saniyede yaklaşık otuz kilometre hızla, döner durur şu mavi

gezegen, geçtiği yerden bir daha geçmemek üzere... ve o mavi

gezegenin içinde öyle dikkatli bir seyirci, şerefli bir halife,

esmaya cami bir ayna vardır ki; kainat ağacı o çekirdeğin

hakikatından ve nurundan yaratılmıştır. İşte bu sebepten Kur’an-ı

Hakim semaya eşdeğer tutar arz dediği mavi gezegenimizi.


Kainat bize bu manaları ders verirken hiç kızmıyor, hiç

küsmüyor, hiç bıkmıyordu... Tatlı dilliydi, yumuşak sözlüydü. Bir

hakikati defalarca izah ve tekrar edebiliyordu, hem de farklı

güzellikler ve hazineler içinde. Bıktırmadan, usandırmadan...


Öncelikle bir nizama, bir ölçüye tabi idi her şey.

Hiçbir şey kendisine verilen vazifeyi ihmal etmiyor ve emirden de kıl

kadar sapmıyordu. Sultan-ı kainata itaat tamdı.


Örneğin, su; sıfır santigrat derecede, şartlar

oluştuğunda, o metin ve sert demiri bile parçalıyor, adeta genişlen

emrine itaatini ve inkıyadını gösteriyordu. Ve metin demir onun

önünde direnemiyor, duramıyordu. Ama aynı zamanda da rahmet olup

yüzümüzü ve kalbimizi; çağlayan olup gözümüzü, kulağımızı ve

duygularımızı; ab-ı hayat olup kavrulan dudağımızı ve ruhumuzu; bütün

bunlarla birlikte aklımızı da okşuyordu su. Hasıl-ı kelam; her

yönümüze hitap etmesini biliyordu su. Hem de yüz binlerce kalbe,

milyonlarca akla arz-ı endam ederek...


Evet, kainatta her bir mevcudun kendine has bir dili

vardı ve bu dil hakikati ayna gibi gösterip, ihtiyarı da elden

almadan; müessir, yumuşak, kendi kabiliyetince ve mükerrer olarak

akıllara, kalplere, ruhlara ve duygulara hitap eden efsunlu bir

dildi. Öyle ki; bir İngiliz’in de, Fransız’ın da, Amerikalının da,

Çinli’nin de, Hintlinin de yabancı ve bigane olmadığı bir lisandı bu.


İşte talebelerini kainatla kucaklaştıran ve mevcudata

ünsiyetle kardeş eden Kur’an-ı Hakim, bize aynı lisanla konuşmayı

emrediyordu. Kalbimizi, ruhumuzu, aklımızı ve sair latifelerimizi bu

lisana aşinalık kazandıra kazandıra... Çünkü, hiçbir bozulmamış kalp;

sahte ve kokuşmuşa tahammül edemezdi. Hiçbir bedbaht olmayan ruh ve

vicdan; faniye, iğrence ve aşağıların en aşağısına razı olmazdı. Ve..... alıntı
 
Üst Alt