Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Filistin… Sinir Savaşları

azizdolu

New member
Katılım
15 Haz 2007
Mesajlar
63
Tepkime puanı
56
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Antalya-Serik
Web sitesi
azizdolu.blogcu.com
Filistin… Sinir Savaşları

Resmi adı Devlet-i Âli Osmanî (Büyük Osmanlı Devleti) olan Osmanlı, dünya siyasetinden dolayısı ile Ortadoğu’dan çekildiğinde; bu çekilmenin, en çok Araplara zarar vereceğini -başta Osmanlı’ya ihanet eden Şerif Hüseyin olmak üzere- sanırım Araplar da tahmin etmemiştir. Her ne kadar ayaklananlar üç-beş aşiret reisi olsa da bu durum İslâm düşmanlarının ekmeğine yağ sürmekle kalmamış; birkaç kişinin ahmaklığı, bin yıllık bir dostluğa ve kardeşliğe de gölge düşürmüştür. Geçen süre zarfında da Türk-Arap ilişkileri hep buzdolabında tutulmuştur. Arapların, Türklere karşı olan çekincelerine; Türklerin, Araplar söz konusu olduğunda bir türlü içlerinden atamadıkları kuşku da eklenince özlenen, beklenen birlik ve beraberlik geciktikçe gecikmiş, bu da Türkiye’nin büyüyüp yeni bir Osmanlı olmasını engellemiştir. Zira sözünü ettiğimiz birlik beraberlik sağlanmış olsaydı, ne Araplar dünyaya rezil olacaklardı ne de biz -misâl- pkk teröründen bu kadar zarar görecektik. Peki, son bir yüzyılda Ortadoğu’da neler olup bitmiştir? Dünya, Araplarla sadece kafa bulmuştur. Arap-İsrail savaşlarında, bırakın Amerika’yı ve Avrupa devletlerini; Rusya bile birçoğu sosyalist partilerce yönetilen Arapları değil de, İsrail’i desteklemiştir. Hâliyle Araplar Osmanlı’yı çok aramıştır. Ama artık Osmanlı yoktur. Zaten ilerleyen yıllarda Araplar da işin peşini bırakmışlardır. “Kazanırsan dost kazan, düşmanı anan da doğurur.” diyen Arap atasözünün haklılığı da böylece ortaya çıkmıştır. Haddizatında Arapların bin yıldır tek bir dostu olmuştur. O da Türk milletidir.

Filistin denilince, Yaser Arafat başlı başına bir olaydır (fenomen). Bu arada onun bir lider mi, yoksa kukla mı; bir vatansever mi, yoksa satılmış mı olduğuna dair yargıyı tarih verecektir. Ama Kudüs’ten, Şeria’dan aldığı malları Mısır’a götürüp satan; oralardan ucuza kapattığı malları getirip memleketinde pazarlayan bir tüccar iken, birden bire direnişin simgesi (symbol) oluvermesi soru işaretlerini de beraberinde getirmektedir. Üstelik direniş de ne direniştir ama… Ateşli silahlara karşı taş ve sapan! Üzerinde durulması gereken bir başka soru işareti ise Avrupalı bir Hıristiyan ile evlenmesidir. Resimlerinden, bir hayli de alımlı olduğu gözlemlenen bu bayanın; Yaser Arafat’ın ‘patlamış mısır’ kabilinden yüzüne bir bakmayla aşk denizlerine yelken açtığını düşünmek ise safdillik olur herhâlde. Bir başka şüpheli durum ise 11 Kasım 2003 tarihinde Fransa’da öldüğünde ortaya çıkmıştır. Zehirlenerek öldüğü daha doğrusu öldürüldüğü söylendiğine göre; bu suikastı kim yapmıştır? Öyle ya en yakınındakilerden biri olmadan bunun mümkün olamayacağı açıktır. Yine Fransa’da tedavi edilmesi ile Fransa’da Yahudi etkisinin hayli fazla olması bir tesadüf müdür? Bu günlerde Fransa Cumhurbaşkanı olan Nicolas Sarkozy’nin (nikılıs sarkozi) de Yahudi olduğunu düşünürsek… Buna benzer garabet durumlar Batı’da hayli yaygındır. Misâl Annan Efendi gibi hayli esmer (!) bir muhteremin bile hanımı -yanılmıyorsam- İsveçli bir Yahudi’dir. Üstelik hayli de alımlı ve beyaz tenli(!) bir bayandır. Üstelik İsveç’in en zengin ailelerinden birine mensup olması da cabası… Yeri gelmişken, ülkemizde de buna benzer garabet olayların olduğu malûmunuzdur. Söz gelimi Batı’nın viskili, şampanyalı meclislerinin müdavimi (müşteri) olmuş, hatta dumanlı kafalarla birer yenge de ayarlamış hayli bürokratımız vardır. Üstelik ne hikmetse ‘bulunmaz Hint kumaşı’ muamelesine mazhar olan bu zevat hep de devletin kilit noktalarına getirilmişlerdir.

‘Sabra ve Şatilla kamplarında vahşet...’; ‘Hıristiyan Falanjistler, Ariel Şaron’un da göz yumması hatta gizli desteği ile mülteci kamplarını kana buladı.’; ‘Karşılık Ebu Fidal örgütünden geldi. Berlin Olimpiyatlarında 11 İsrailli oyuncu (sportmen) öldürüldü.’ türünden gazete başlıkları ile geçen uzun yıllara rağmen, Filistin’de hâlâ barış sağlanamamıştır. Maalesef Kıbrıs’ta da sağlanamamıştır. 20 Ekim 1949’dan bu yana Çin işgalinde bulunan Doğu Türkistan; Çeçenistan, Keşmir, Somali, Afganistan… diye giden Türk-İslâm ülkeleri de barışa hasrettir. Bosna ve Cezayir hâlâ kan ve barut kokusunun izlerini silmeye çalışmaktadır. Kısacası cancağızlar, Hilâl ile Haç arasında yüzlerce yıldır sürüp giden bir sinir harbinde (savaş), birer ‘Asım’; birer ‘Ulubatlı’; birer ‘Seyit’ olduğumuz apaçık ortadadır. Ve bizlere lâzım olan az biraz ‘Kürşad’ çılgınlığıdır. Silkinip özümüze dönmektir. Sonrası mı? Sonrası Allah kerim!

Aziz Dolu Atabey
azizdolu.blogcu.com
 
Üst Alt