fetih
New member
- Katılım
- 16 Şub 2007
- Mesajlar
- 1,994
- Tepkime puanı
- 355
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
FÂNÎLER DEĞİL BÂKÎ OLAN BİLSİN!
İslâm târihinin ilk yıllarında Medîne-i Münevvere'de bâzı
fakirlerin kapılarına meçhûl bir kimse her sabah bir çuval
erzak bırakmaktaydı. Bir sabah o fakirler uyandıklarında
baktılar ki, kapılarına erzak konmamış. Sebebini merak
ederlerken o esnâda içli bir salâ sesi duyuldu ve Medîne-i
Münevvere Hazret-i Alî -radıyallâhu anh-'ın torunu Zeynel
Âbidîn Hazretleri'nin vefâtı ile çalkalandı. Herkes derin bir
mâteme büründü.
Bu peygamber evlâdına karşı son vazîfeler îtinâ ile
yapılmaya başlandı. Sıra mübârek nâşının yıkanmasına
geldiğinde bu şerefli vazîfeyi yapacak olan zât, mevtânın
sırtında içi su toplamış büyükçe yaralar görünce şaşırdı.
Sebebini anlayamadı. Yakınlarına sorduğunda ise, ehl-i
beytten orada bulunup bu sırra âşinâ olan bir kimse,
şunları söyledi:
"- Zeynel Âbidîn Hazretleri her sabah hazırladığı erzak
çuvallarını sırtında taşıyarak erkenden fakirlerin kapısına
götürür ve kimseye görünmeden geri dönerdi. Halk da bu
çuvalları kimin bıraktığını bilmezdi. Sırtında gördüğünüz
yaralar, işte o çuvalları taşımaktan ötürü oluşmuş yaralardır."
Amellerini sırf Hak Teâlâ'nın rızâsı için yapanlar,
onları, ifşâsı harâm olan bir sır gibi halktan gizlemeye çalışırlar.
Zîrâ Hakk'a âit olduğu hâlde halka arz edilen amellerde
Allâh'a götürecek hiçbir fazîlet kalmaz.
Çünkü onları ucub ve gurûr başta olmak üzere binbir türlü
nefsâniyet kaplar. Dolayısıyla Hak yolunda yapılan her
salih amel, "Fânîler değil, Bâkî olan bilsin!" düşüncesiyle
olursa makbûldür ve böyle fiillerin ecir ve mükâfâtlarını
yazmaya ne kalemler kâfî gelir, ne de mürekkep yetişir.
Samîmî ve fedâkâr hizmetlerle Allâh'ın kullarını memnûn
etmeye gayretli olurken nefsini değil, Hakk'ı râzı edebilen
isimsiz ve gerçek kahramanlara ne mutlu!
İslâm târihinin ilk yıllarında Medîne-i Münevvere'de bâzı
fakirlerin kapılarına meçhûl bir kimse her sabah bir çuval
erzak bırakmaktaydı. Bir sabah o fakirler uyandıklarında
baktılar ki, kapılarına erzak konmamış. Sebebini merak
ederlerken o esnâda içli bir salâ sesi duyuldu ve Medîne-i
Münevvere Hazret-i Alî -radıyallâhu anh-'ın torunu Zeynel
Âbidîn Hazretleri'nin vefâtı ile çalkalandı. Herkes derin bir
mâteme büründü.
Bu peygamber evlâdına karşı son vazîfeler îtinâ ile
yapılmaya başlandı. Sıra mübârek nâşının yıkanmasına
geldiğinde bu şerefli vazîfeyi yapacak olan zât, mevtânın
sırtında içi su toplamış büyükçe yaralar görünce şaşırdı.
Sebebini anlayamadı. Yakınlarına sorduğunda ise, ehl-i
beytten orada bulunup bu sırra âşinâ olan bir kimse,
şunları söyledi:
"- Zeynel Âbidîn Hazretleri her sabah hazırladığı erzak
çuvallarını sırtında taşıyarak erkenden fakirlerin kapısına
götürür ve kimseye görünmeden geri dönerdi. Halk da bu
çuvalları kimin bıraktığını bilmezdi. Sırtında gördüğünüz
yaralar, işte o çuvalları taşımaktan ötürü oluşmuş yaralardır."
Amellerini sırf Hak Teâlâ'nın rızâsı için yapanlar,
onları, ifşâsı harâm olan bir sır gibi halktan gizlemeye çalışırlar.
Zîrâ Hakk'a âit olduğu hâlde halka arz edilen amellerde
Allâh'a götürecek hiçbir fazîlet kalmaz.
Çünkü onları ucub ve gurûr başta olmak üzere binbir türlü
nefsâniyet kaplar. Dolayısıyla Hak yolunda yapılan her
salih amel, "Fânîler değil, Bâkî olan bilsin!" düşüncesiyle
olursa makbûldür ve böyle fiillerin ecir ve mükâfâtlarını
yazmaya ne kalemler kâfî gelir, ne de mürekkep yetişir.
Samîmî ve fedâkâr hizmetlerle Allâh'ın kullarını memnûn
etmeye gayretli olurken nefsini değil, Hakk'ı râzı edebilen
isimsiz ve gerçek kahramanlara ne mutlu!