ERZURUMLU İBRAHİM HAHKI HAZRETLERİ VE MARİFETNAME ( 4 )
BİLİMDE GERİ KALINMIŞLIĞIN KÖKENİ
Peygamberimizin vefatından sonraki ilk birkaç yüzyılda hurafeler ve uydurmalar çıkmış olsa da Sunniliğin, Şiiliğin, hadisçi İslam öğretisinin bu yüzyıllarda tam bir hakimiyetini göremiyoruz. Hadis merkezli din anlayışına ve aklın bir kenara bırakılmasına karşı çıkan Mutezile gibi ekollerin bu yüzyıllardaki varlığı, hatta Abbasi halifelerinin kimisinin Mutezile ekolünü benimsemesi bunun delilidir.
İşte İslamın bu ilk asırlarında dünyanın en ileri ve en medeni toplumu İslam toplumuydu. Birçok ünlü bilim tarihi kitabı, bugünkü Avrupa medeniyetinin temellerinden olan sanayi devriminin ve bununla ilintili olarak bilimsel ilerlemesinin kökeninde İslam ülkelerinden alınan düşünsel ve bilimsel mirasa dikkat çeker. Hıristiyan toplumların doğru dürüst kitaplığının olmadığı dönemde İspanyaya yerleşmiş Müslümanlar, İspanyada yetmiş büyük halk kitaplığı yapmışlardı ve sırf Kurtubadaki kütüphanede 600.000lere ulaşan kitap sayısıyla düşünce hayatı aydınlatılıyordu.
Astronomi, kimya, tıp, botanik, matematik ilimlerinde büyük atılımlar hep Müslüman bilim adamlarınca yapılıyordu. Müslümanların, çevirileriyle de bu yüzyıllarda büyük katkıları oldu. Çevirisi yapılan kitaplarla geçmişteki bilgi birikimi kullanılıyor ve mevcut bilgilerle birleştirilip atılımlar yapılıyordu. Hatta Avrupa, kendi medeniyetinin tarihsel kökeni diye övündüğü Eski Yunanın ünlü düşünürleri Aristoteles, Platon ve diğerleriyle de Müslümanların yaptığı çeviriler sayesinde tanıştı. İşte ilk yüzyıllarında İslam toplumunda, böylesi bir bilimsel merak ve bunun sonucu olan ilerleme vardı. Müslümanlar çok kısa sürede topraklarını İspanyaya kadar genişletmekle kalmamış; bilimsel, düşünsel birikimler oluşturup, bu birikimlerini de bu topraklara yayıp insanlığın hizmetine sunmuşlardır.
İNSANLAR KENDİLERİNİ BOZMADIĞI SÜRECE TOPLULUKLAR BOZULMAZ
Peki, ilk yüzyıllarında dünyanın en ileri medeniyeti olduğu kabul edilen İslam medeniyeti, sonradan ne olmuştur da bugünkü durumuna düşmüştür. Aşağıdaki ayetten alacağımız önemli dersler olduğu kanaatindeyiz:
Gerçek şu ki Allah kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe bir toplulukta olanı değiştirmez. Allah bir topluma perişanlık dileyince de artık onu geri çevirebilecek bir güç yoktur.
13-Rad Suresi 11
Allah eğer İslam ülkelerine verdiği bilimsel üstünlük gibi bir nimeti değiştirmişse; biz, Müslümanları incelemeli, onlarda ne şekilde değişiklikler olduğunu anlamalıyız ki bugünkü duruma niye düşüldüğünü kavrayalım. İlk yüzyıllarda insanların zihniyetini şekillendirmede Kuranın rolü yüksekti. Aklı işletmeyi, araştırmayı, delil üzerinde olmayı öğütleyen Kuranın şekillendirdiği zihinler, bilimsel düşünmeye ve bilim yapmaya da uygundular.
Fakat daha sonra mezheplerin ve tarikatların İslamı hakim olunca, tarikatçılık ve mezhepçilik yayılınca; taklitçilik ve akılcı düşünce düşmanlığı da egemen oldu. Çünkü kitabın bu ve daha evvelki bölümlerinde görüldüğü gibi uydurmaların karıştırıldığı dinde mantığın, aklın yeri olamazdı.
Tarikatçılığın temeli olan şeyhe kayıtsız, şartsız, akıl süzgecinden geçirmeksizin itaat de rasyonel düşünceyle bağdaşamazdı. Uydurmaların karıştığı mezhepleri benimseyenler, hadisleri inkar etmemek ve tarikatlarını temize çıkarmak için akılcı düşüncenin gerekliliğini inkar etmişler; Kuranda, defalarca, aklı çalıştırma ve Allahın yarattıkları üzerinde düşünmek üzerine yapılan vurguların gereğini yerine getirmemişlerdir.
DEVAM EDECEK....
Alıntıdır..
BİLİMDE GERİ KALINMIŞLIĞIN KÖKENİ
Peygamberimizin vefatından sonraki ilk birkaç yüzyılda hurafeler ve uydurmalar çıkmış olsa da Sunniliğin, Şiiliğin, hadisçi İslam öğretisinin bu yüzyıllarda tam bir hakimiyetini göremiyoruz. Hadis merkezli din anlayışına ve aklın bir kenara bırakılmasına karşı çıkan Mutezile gibi ekollerin bu yüzyıllardaki varlığı, hatta Abbasi halifelerinin kimisinin Mutezile ekolünü benimsemesi bunun delilidir.
İşte İslamın bu ilk asırlarında dünyanın en ileri ve en medeni toplumu İslam toplumuydu. Birçok ünlü bilim tarihi kitabı, bugünkü Avrupa medeniyetinin temellerinden olan sanayi devriminin ve bununla ilintili olarak bilimsel ilerlemesinin kökeninde İslam ülkelerinden alınan düşünsel ve bilimsel mirasa dikkat çeker. Hıristiyan toplumların doğru dürüst kitaplığının olmadığı dönemde İspanyaya yerleşmiş Müslümanlar, İspanyada yetmiş büyük halk kitaplığı yapmışlardı ve sırf Kurtubadaki kütüphanede 600.000lere ulaşan kitap sayısıyla düşünce hayatı aydınlatılıyordu.
Astronomi, kimya, tıp, botanik, matematik ilimlerinde büyük atılımlar hep Müslüman bilim adamlarınca yapılıyordu. Müslümanların, çevirileriyle de bu yüzyıllarda büyük katkıları oldu. Çevirisi yapılan kitaplarla geçmişteki bilgi birikimi kullanılıyor ve mevcut bilgilerle birleştirilip atılımlar yapılıyordu. Hatta Avrupa, kendi medeniyetinin tarihsel kökeni diye övündüğü Eski Yunanın ünlü düşünürleri Aristoteles, Platon ve diğerleriyle de Müslümanların yaptığı çeviriler sayesinde tanıştı. İşte ilk yüzyıllarında İslam toplumunda, böylesi bir bilimsel merak ve bunun sonucu olan ilerleme vardı. Müslümanlar çok kısa sürede topraklarını İspanyaya kadar genişletmekle kalmamış; bilimsel, düşünsel birikimler oluşturup, bu birikimlerini de bu topraklara yayıp insanlığın hizmetine sunmuşlardır.
İNSANLAR KENDİLERİNİ BOZMADIĞI SÜRECE TOPLULUKLAR BOZULMAZ
Peki, ilk yüzyıllarında dünyanın en ileri medeniyeti olduğu kabul edilen İslam medeniyeti, sonradan ne olmuştur da bugünkü durumuna düşmüştür. Aşağıdaki ayetten alacağımız önemli dersler olduğu kanaatindeyiz:
Gerçek şu ki Allah kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe bir toplulukta olanı değiştirmez. Allah bir topluma perişanlık dileyince de artık onu geri çevirebilecek bir güç yoktur.
13-Rad Suresi 11
Allah eğer İslam ülkelerine verdiği bilimsel üstünlük gibi bir nimeti değiştirmişse; biz, Müslümanları incelemeli, onlarda ne şekilde değişiklikler olduğunu anlamalıyız ki bugünkü duruma niye düşüldüğünü kavrayalım. İlk yüzyıllarda insanların zihniyetini şekillendirmede Kuranın rolü yüksekti. Aklı işletmeyi, araştırmayı, delil üzerinde olmayı öğütleyen Kuranın şekillendirdiği zihinler, bilimsel düşünmeye ve bilim yapmaya da uygundular.
Fakat daha sonra mezheplerin ve tarikatların İslamı hakim olunca, tarikatçılık ve mezhepçilik yayılınca; taklitçilik ve akılcı düşünce düşmanlığı da egemen oldu. Çünkü kitabın bu ve daha evvelki bölümlerinde görüldüğü gibi uydurmaların karıştırıldığı dinde mantığın, aklın yeri olamazdı.
Tarikatçılığın temeli olan şeyhe kayıtsız, şartsız, akıl süzgecinden geçirmeksizin itaat de rasyonel düşünceyle bağdaşamazdı. Uydurmaların karıştığı mezhepleri benimseyenler, hadisleri inkar etmemek ve tarikatlarını temize çıkarmak için akılcı düşüncenin gerekliliğini inkar etmişler; Kuranda, defalarca, aklı çalıştırma ve Allahın yarattıkları üzerinde düşünmek üzerine yapılan vurguların gereğini yerine getirmemişlerdir.
DEVAM EDECEK....
Alıntıdır..