casus021
New member
- Katılım
- 30 Ocak 2007
- Mesajlar
- 1,475
- Tepkime puanı
- 380
- Puanları
- 0
- Yaş
- 41
- Konum
- istanbul
- Web sitesi
- www.islamportali.net
DUYGULARIN EN YÜCESI ISLAM KARDESLIGINI BURADA PERCINLIYORUZ
“KAYNAKLARIYLA VE KESIN BELGELERLE IRKCILIGIN IFLASINI BURADA ILAN EDIYORUM HIC KIMSE SOY SOP IRK ILE DiN KARDESLIGINDEN UZAKLASAMAZ BIZ KARDESLERIZ BIZ MÜSLÜMANLARIZ.
Bu ülkenin/coğrafyanın bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... İnananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak, ölmek, Türk’ü, Arap’ı, Laz’ı, Çerkez’i, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya yani iradeye. Altı yüz yıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kabusa kalbeden meşûm bir salgın, maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihine hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz. (Cemil Meriç/Bu Ülke)
Kardeşlik (Ar. Uhuvvet), ilgili kaynaklarda aynı anne-babadan doğan veya ortak değerlere sahip olan kimseler; ırs, süt ve din gibi çeşitli faktörlerin iki veya daha fazla kimse arasında meydana getirdiği ve birtakım hak ve sorumluluklar gerektiren çok yönlü yakınlık; ortak paydalara ve vasıflara/özelliklere (din, kan, süt, ideal) sahip kimseler gibi anlamlara gelir. Yine Arapça’da “ahî” kelimesiyle karşılanmaktadır ki, kardeşler ve arkadaşlar anlamına gelen ihve-ihvân kelimesi ahi kelimesinin çoğuludur.
Annelik-babalık, kardeşlik ve daha başka yakınlıklar, şeriatlerin ve/veya kanunların geçerli sayıldığı veraset, nafaka, evlenmenin haramlığı vb. kurallar getiren kurumlardır. Kardeşlik babanın sulbüne veya annenin rahmine ya da her ikisine birden dayanan yakınlıktır. Aynı anne-babadan meşru nikah sonucu doğan kimselerin kardeşliği kana veya irse dayalı kardeşlik olup aralarında nikah ve veraset ilişkisi söz konusudur; yani birbirleriyle evlenmeleri haram veya yasak olup birbirlerine varis olabilirler. Süt anneye dayalı kardeşlikte sadece nikah ilişkisi vardır. Yani süt kardeşler birbirleriyle evlenemezler, veraset zaten sözkonusu değildir. Din kardeşliği ise birtakım karşılıklı hak ve sorumluluklar gerektiren bir kardeşlik olup nikahın haramlığı veya veraset gibi önceki kardeşliklerde sözkonusu hükümler burada muteber değildir.
İslam dininde kardeşlik bütünüyle akide temeline dayanmaktadır. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler birbirleriyle ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının. Umulur ki bağışlanırsınız.” (Hucurat/49/10)
Ayet-i kerimeden de açıkca anlaşılacağı üzere ancak iman bağıyla biraraya gelenler kardeş olarak kabul edilmektedir. Buna göre yeryüzünün neresinde yaşıyor olursa olsunlar, hangi kavme mensup olursa olsunlar veya hangi reye sahip olursa olsunlar bütün mü’minler kelimenin tam anlamıyla birbirlerinin kardeşidirler. Yani birbirlerinin sadık dostudurlar. Bu kardeşler kendi aralarında apayrı bir topluluk oluştururlar. Kendi dinine saldıran veya imana karşı küfrü tercih eden kimselere -kendilerine ne kadar yakın olursa olsunlar- asla sevgi beslemezler; bu anlamda sadece akide kardeşliğini esas tutarlar. Rablerinin şu mealdeki uyarılarını asla unutmazlar: “Allah’a ve ahiret gününe inanan hiçbir topluluk bulamazsın ki onlar Allah’a ve Rasulüne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi/dostluk bağı kurmuş olsunlar. Bunlar ister babaları ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi kavimleri/soydaşları bile olsalar. Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalblerine imanı yazmış ve onları kendinden bir nur ile desteklemiştir.” (Mücadele, 58/22) Yine bir ayette: “Ey iman edenler! Eğer imana karşı küfrü sevip tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler/dostlar edinmeyin. Sizden kim onları veliler edinirse, işte zulme sapanlar onlardır.” (Tevbe 9/23)
Gerçek kardeşlik, insanlık tarihinin her zaman yaşanılan olayların ortaya koyduğu bir realite olarak din/inanç ve ideal kardeşliğidir ki, bunun en güzel örneğini İslam’da görüyoruz. Kan/ırk bağı kişileri birbirine yaklaştıran reddolunmaz bir vakıa olmakla beraber, hiçbir zaman idealize edilemez, hayatın amaç/hedefi yapıla(maz). Tarih, kan bağını idealize eden toplumların daha çok ilkel toplumlar/kabileler, gayri medenî topluluklar/bedeviler olduğuna şahitlik eder. İslam’ın gözünde kan/ırk bağını (asabiyye) öne çıkarıp bunun için vuruşma, bir cahiliye adetidir. Buna karşılık gerçek ve ebedi kardeşlik ise “iman kardeşliği”dir. İslam’ın bütün mü’minleri kardeş ilan etmesini pekçokları mecazi düzlemde ele alma yanlışlığına düşmektedir. Kardeşliği asıl anlamda doğuma, nesep veya kana bağlayıp; iman kardeşliğini mecazi görenlerin düştüğü hata doğum, nesep (soy) fani bir hayatın kökeni olduğu halde, imanın ebedi ve gerçek hayatın kökeni olduğunu hesaba katmamalarından kaynaklanmaktadır. Gerçek ebedi hayatın sebebi, kökeni ve kaynağı “iman” olduğundan, din/iman kardeşliği gerçek ebedi kardeşliktir.
Yine kuşkusuz mü’min gönülleri en sağlam ve köklü bir biçimde bağlayan bağ, iman ve takva esasından kaynaklanan kardeşlik bağıdır. Bu, Cenab-ı Allah’ın mü’minlere ikram ettiği en güzel nimetlerden biridir. Ayet-i kerimede bu durum şöyle ifade edilmektedir: “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılmayın, ayrılmayın ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp sizi birbirinize ısındırdı. Siz onun ikramıyla ‘kardeşler’ oldunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye Allah size ayetlerini işte böyle açıklar.” (All-i İmran 3/103). Yüce Rabbimiz bizlere cahiliye döneminde birbirlerine düşmanlıklarıyla ün salmış Evs ve Hazreç kabilesine mensup fertleri iman bağıyla nasıl kardeşler haline getirdiğini hatırlatmaktadır. Bu hatırlatma insanlığa kumanda edecek mü’minlerin başarısını, Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp kardeşlik bağını kuvvetlendirmek şartına bağlamaktadır.
İman kardeşliğinin, kardeşler arasında gerektirdiği çok önemli hak ve sorumluluklar vardır. Mü’min, mü’minin kardeşidir, -elinden, dilinden emin olunan emin kimsedir- Ona ihanet etmez, ona zulmetmez, onu aldatmaz; canı, malı, ırz ve namusu haramdır. Kardeşlik “hak ve hukukuna” tam bir teslimiyetle riayet eder.
Kardeş olmak, arkadaş/dost olmak; sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak demektir. Bunu fiili olarak yapmak, tatbik etmek demektir.
Sevmek, saygı göstermek, izzet-i ikramda bulunmak demektir. Yardımlaşma ve dayanışma demektir. Bunlar olmadan kardeşlikten bahsedilemez. Kur’an’ın öngördüğü kardeşlik bütün bunları içeren bir muhtevaya sahiptir. İslam’daki kardeşlik bir hayat nizamı ve biçimidir. Dinde kardeşliğin en güzel numunesini asr-ı saadette sahabe-i kiram ortaya koymuştur. Ensar-Muhacir ilişkisi kardeşliğin ne anlama geldiğini gösteren son derece mükemmel örnektir. Medineli Ensar, Mekkeli Muhacir kardeşlerinin nefislerini kendi nefislerinden daha üstün tutmuşlar, onları hiçbir konuda yalnız ve yardımsız bırakmamışlardır. Hatta Ensar’dan bir müslüman (Sa’d bin Rebi) muhacir kardeşlerine (Abdurrahman bin Avf), şayet isterse hanımlarından birini boşayıp kendisine nikahlayabileceğini bile teklif etmiştir. Bu davranışlarıyla Ensar (r.a.) imanlarında ne derece samimi/ihlaslı olduklarını göstermişlerdir. Ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı gönüllerine yerleştirenler ise kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinden bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 59/9) Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Hiçbiriniz kendi nefsi için istediğini başkası için de istemedikçe iman etmiş olmaz.”
Mü’minlerin birbirlerine karşı durumu tıpkı bir bedendeki organların, hücrelerin (diğer bir hadise göre bir binanın tuğlaları gibi) durumu gibidir; nasıl bedenin bir yeri ağrıdığında bütün beden aynı ağrıyı duyar; bedenin bir tarafındaki rahatsızlığın giderilmesi için nasıl tüm beden harekete geçerse aynı şekilde bir mü’minin rahatsızlığını diğer tüm mü’minler duymak ve onu gidermekle yükümlüdürler. Bir mü’mine yapılan kötülük bütün mü’minleri hareket geçirir. Mü’minler her bakımdan birbirleriyle yardımlaşırlar. Aksi bir durum/tutum mü’min cemaatinin gücünün zayıflamasına; ümmet bilincinin, İslam kardeşliği bağlarının gevşemesine neden olabilir ki bu durumda iyiliği emredip kötülükten menedecek bir topluluk (ki mü’min bir toplumun temel özelliğidir.) Bulunmadığından yeryüzünde büyük bir fesadın çıkmasına neden olur.
Bir mü’min diğer mü’min kardeşine her halükârda yardımcı olması gerekmektedir. Peygamberimiz bir hadisinde “zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardımcı ol.” diye buyurmaktadır. Zulüm konusunda nasıl yardım edileceğini ise şu ifadelerle dile getirmektedir: “Onu zulmünden el çektirirsin, ona yapacağın yardım budur.” Kardeşliğin bir gereği de zulme meyleden diğer kardeşlerini uyarmak ve onları yola getirmek için çalışıp çabalamaktır. Bu tür yardımlaşma fert ve toplumların selameti için oldukça önem taşımaktadır. Yine bir çok hadis-i şerif Allah için birbirini sevenlerin makamının kıyamet gününde yüceliğini açıklamaktadır. Bu hadislerden biri: “Allah’ın gölgesinden başka gölgelerin bulunmadığı o günde Allah’ın gölgeleyeceği yedi (7) kimseden birisi de birbirini Allah için seven kimselerdir.” buyurmuştur. Nitekim mahşerde Allah Teâlâ: “Nerede benim için birbirini sevenler?” diye seslenir. Bunun üzerine hadis-i şerifte belirtildiği üzere “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” ve birbirini dünyada iken Allah için sevenler bir araya gelirler.
Yine İslam kardeşliğinin önündeki belli başlı engeller soy-sop ile övünme, ırkçılık (şovenizm), ulusculuk/kavmiyetçilik (nasyonalizm, asabiyya) duyguları, ihtilaf ve tefrikadır. Ki bunlar cahiliye ve değer ve adetleridir. Konuyla ilgili bir hadiste: “Irkçılığa çağıran bizden değildir; ırkçılık yapan bizden değildir. Irkçılık üzere ölen bizden değildir, bu hâl üzere ölen cahiliye ölümü üzerine ölmüş gibidir.” buyurulmuştur. İşte bu nedenledir ki İslam; din kardeşliğini, ümmet ve cemaat bilincini, vahdet toplumu anlayışını bozacak, zayıf düşürüp parçalayacak olan ırkçılığı, ulusçuluğu, renkçiliği, bölgeciliği, dilciliği, soy-sopla övünme gibi “cahilî değerleri” yasaklar. Bunun yerine kan, ırk, soy-sop kardeşliğinden önce gelen din/inanç kardeşliğini esas alır. Konuyla ilgili bir hadiste ise şöyle buyrulur: “Ümmetimin içinde cahiliye döneminden kalma tamamen terkedemeyecekleri dört adet vardır:
Asaletleriyle (soy-sop) övünmek.
Başkalarının ırk/ulusuna dil uzatmak.
Yıldızlar vesilesiyle yağmur istemek
Ölülerin arkasından yüksek sesle ağlamak.”
Ayet-i kerimede: “Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşmandınız, O sizin kalblerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor.” (Al-i İmran, 3/103) buyurulmuştur.
Yine insanın aslî içgüdülerinden birisi ailesinden başlayarak kan bağıyla bağlı olduğu insanlara, ırkına ve toprağına karşı sevgi ve bağlılık duymasıdır. Onun tabiatındaki bu özellik toplumsal bir varlık oluşunun gereklerindendir. Bu, toplumun yapıtaşı ailenin ve diğer alt grupların serpilip gelişmesi içinde kaçınılmazdır.
İslam’da kardeşlik inanç/din esasına oturduğu içindir ki mü’minlerin arasını bozacak her türlü yapay ayrımlar ve yersiz gurur/böbürlenmeler haram kabul edilmiştir. Irk, soy, cins, kavim, kabile, coğrafya, bölge vs. türünden “cahilî değerler” yerine takva kriteri getirilerek toplumsal kardeşliğin, barış ve huzurun devamı sağlanmıştır.
Bu konudaki ayet-i kerime her türlü tartışmayı sona erdirici niteliktedir: “Hiç kuşkusuz, Allah katında en üstün olanınız takvaca en ileride olanınızdır.” (Hucurat, 49/13)
Yine İslam aileye, ırs, kan ve soy bağı bulunanlara, vatan toprağına/halkına duyulacak sevgiyi ve bağlılığı yadsımaz. Ki yeryüzü müslümana (Allah’ın yeryüzündeki gerçek halifesi) emanet verilmiştir, huzur ve saadeti sağlasın, imar etsin diye. Irkı ve kan bağını korumaya, akrabalık ilişkilerini koparmamaya (sıla-i rahim) da büyük önem vermiştir. Bu, güçlü bir toplumsal dokunun teşekkülü kadar sağlam bir kişiliğin gelişimi içinde önemlidir. Bununla birlikte ırk, kan ve soy, bağını ve bölgeciliği/coğrafyacılığı öne çıkarıp dini/insanî değerleri geri plana itmek tam bir “cahilîye” örneğidir ki, İslam bunu şiddetle yasaklar. Asabiyye (ırçılık, ulusçulukla) anlatılmak istenen de budur.
İslam mutedil çerçevesinde kaldıkça kişinin ulusuna (kavmine), kabilesine, soyuna ve toplumuna yönelik sevgi ve mensubiyet duygularına karşı değildir. Bu sevgi ve mensubiyet tabii seyrinde kaldığı sürece bir değerdir. Ancak tabii hududunu aşması bir saplantı ve psikolojik bir hastalık olarak gelişecektir. Çünkü hududu/haddi aşanlar ilahî/nebevî bir lisanla helak olmuşlardır. Bu psikolojik hastalığın en bariz belirtilerinden biri kendi ülkesini, ırkını, ulusunu, dilini, tarihini, kültür ve geleneğini olabildiğince övmek, büyütmek; buna bağlı olarak diğer halkları/toplumları küçümsemek bu yolla köklerini güçlendirmektir. Halbuki ayeti kerimede: “Ey iman edenler! Bir topluluk diğer toplulukla alay etmesin, küçümsemesin. Belki alay ettikleri, küçümsedikleri kendilerinden daha hayırlıdırlar.” (Hucurat, 49/11) buyuruluyor. Önemli bir husus da bu hastalığın şirke zemin hazırlama durumuna gelebileceğidir. Kafir de, müşrik de olsa ataların yüceltilmesi, gelenek, soya ve ırka bağlılıktır. Irkını/ulusun övüp yüceltme ona mensup olmayı ve kavmiyeti/ırkı/ulusu bir değer, ahlaki bir fazilet olarak alma, başka kavimleri tahkir etmeye, aklın insafın ve sorumluluk hissinin kaybolmasına yol açacaktır. Oysa Kur’an “Bir kavme/topluluğa olan kininiz sizi onlara karşı adaletsizliğe sürüklemesin, adil olun; bu takvaya daha yakındır.” (Maide/6/8)
“KAYNAKLARIYLA VE KESIN BELGELERLE IRKCILIGIN IFLASINI BURADA ILAN EDIYORUM HIC KIMSE SOY SOP IRK ILE DiN KARDESLIGINDEN UZAKLASAMAZ BIZ KARDESLERIZ BIZ MÜSLÜMANLARIZ.
Bu ülkenin/coğrafyanın bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... İnananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak, ölmek, Türk’ü, Arap’ı, Laz’ı, Çerkez’i, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya yani iradeye. Altı yüz yıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kabusa kalbeden meşûm bir salgın, maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihine hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz. (Cemil Meriç/Bu Ülke)
Kardeşlik (Ar. Uhuvvet), ilgili kaynaklarda aynı anne-babadan doğan veya ortak değerlere sahip olan kimseler; ırs, süt ve din gibi çeşitli faktörlerin iki veya daha fazla kimse arasında meydana getirdiği ve birtakım hak ve sorumluluklar gerektiren çok yönlü yakınlık; ortak paydalara ve vasıflara/özelliklere (din, kan, süt, ideal) sahip kimseler gibi anlamlara gelir. Yine Arapça’da “ahî” kelimesiyle karşılanmaktadır ki, kardeşler ve arkadaşlar anlamına gelen ihve-ihvân kelimesi ahi kelimesinin çoğuludur.
Annelik-babalık, kardeşlik ve daha başka yakınlıklar, şeriatlerin ve/veya kanunların geçerli sayıldığı veraset, nafaka, evlenmenin haramlığı vb. kurallar getiren kurumlardır. Kardeşlik babanın sulbüne veya annenin rahmine ya da her ikisine birden dayanan yakınlıktır. Aynı anne-babadan meşru nikah sonucu doğan kimselerin kardeşliği kana veya irse dayalı kardeşlik olup aralarında nikah ve veraset ilişkisi söz konusudur; yani birbirleriyle evlenmeleri haram veya yasak olup birbirlerine varis olabilirler. Süt anneye dayalı kardeşlikte sadece nikah ilişkisi vardır. Yani süt kardeşler birbirleriyle evlenemezler, veraset zaten sözkonusu değildir. Din kardeşliği ise birtakım karşılıklı hak ve sorumluluklar gerektiren bir kardeşlik olup nikahın haramlığı veya veraset gibi önceki kardeşliklerde sözkonusu hükümler burada muteber değildir.
İslam dininde kardeşlik bütünüyle akide temeline dayanmaktadır. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler birbirleriyle ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının. Umulur ki bağışlanırsınız.” (Hucurat/49/10)
Ayet-i kerimeden de açıkca anlaşılacağı üzere ancak iman bağıyla biraraya gelenler kardeş olarak kabul edilmektedir. Buna göre yeryüzünün neresinde yaşıyor olursa olsunlar, hangi kavme mensup olursa olsunlar veya hangi reye sahip olursa olsunlar bütün mü’minler kelimenin tam anlamıyla birbirlerinin kardeşidirler. Yani birbirlerinin sadık dostudurlar. Bu kardeşler kendi aralarında apayrı bir topluluk oluştururlar. Kendi dinine saldıran veya imana karşı küfrü tercih eden kimselere -kendilerine ne kadar yakın olursa olsunlar- asla sevgi beslemezler; bu anlamda sadece akide kardeşliğini esas tutarlar. Rablerinin şu mealdeki uyarılarını asla unutmazlar: “Allah’a ve ahiret gününe inanan hiçbir topluluk bulamazsın ki onlar Allah’a ve Rasulüne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi/dostluk bağı kurmuş olsunlar. Bunlar ister babaları ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi kavimleri/soydaşları bile olsalar. Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalblerine imanı yazmış ve onları kendinden bir nur ile desteklemiştir.” (Mücadele, 58/22) Yine bir ayette: “Ey iman edenler! Eğer imana karşı küfrü sevip tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler/dostlar edinmeyin. Sizden kim onları veliler edinirse, işte zulme sapanlar onlardır.” (Tevbe 9/23)
Gerçek kardeşlik, insanlık tarihinin her zaman yaşanılan olayların ortaya koyduğu bir realite olarak din/inanç ve ideal kardeşliğidir ki, bunun en güzel örneğini İslam’da görüyoruz. Kan/ırk bağı kişileri birbirine yaklaştıran reddolunmaz bir vakıa olmakla beraber, hiçbir zaman idealize edilemez, hayatın amaç/hedefi yapıla(maz). Tarih, kan bağını idealize eden toplumların daha çok ilkel toplumlar/kabileler, gayri medenî topluluklar/bedeviler olduğuna şahitlik eder. İslam’ın gözünde kan/ırk bağını (asabiyye) öne çıkarıp bunun için vuruşma, bir cahiliye adetidir. Buna karşılık gerçek ve ebedi kardeşlik ise “iman kardeşliği”dir. İslam’ın bütün mü’minleri kardeş ilan etmesini pekçokları mecazi düzlemde ele alma yanlışlığına düşmektedir. Kardeşliği asıl anlamda doğuma, nesep veya kana bağlayıp; iman kardeşliğini mecazi görenlerin düştüğü hata doğum, nesep (soy) fani bir hayatın kökeni olduğu halde, imanın ebedi ve gerçek hayatın kökeni olduğunu hesaba katmamalarından kaynaklanmaktadır. Gerçek ebedi hayatın sebebi, kökeni ve kaynağı “iman” olduğundan, din/iman kardeşliği gerçek ebedi kardeşliktir.
Yine kuşkusuz mü’min gönülleri en sağlam ve köklü bir biçimde bağlayan bağ, iman ve takva esasından kaynaklanan kardeşlik bağıdır. Bu, Cenab-ı Allah’ın mü’minlere ikram ettiği en güzel nimetlerden biridir. Ayet-i kerimede bu durum şöyle ifade edilmektedir: “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılmayın, ayrılmayın ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp sizi birbirinize ısındırdı. Siz onun ikramıyla ‘kardeşler’ oldunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye Allah size ayetlerini işte böyle açıklar.” (All-i İmran 3/103). Yüce Rabbimiz bizlere cahiliye döneminde birbirlerine düşmanlıklarıyla ün salmış Evs ve Hazreç kabilesine mensup fertleri iman bağıyla nasıl kardeşler haline getirdiğini hatırlatmaktadır. Bu hatırlatma insanlığa kumanda edecek mü’minlerin başarısını, Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp kardeşlik bağını kuvvetlendirmek şartına bağlamaktadır.
İman kardeşliğinin, kardeşler arasında gerektirdiği çok önemli hak ve sorumluluklar vardır. Mü’min, mü’minin kardeşidir, -elinden, dilinden emin olunan emin kimsedir- Ona ihanet etmez, ona zulmetmez, onu aldatmaz; canı, malı, ırz ve namusu haramdır. Kardeşlik “hak ve hukukuna” tam bir teslimiyetle riayet eder.
Kardeş olmak, arkadaş/dost olmak; sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak demektir. Bunu fiili olarak yapmak, tatbik etmek demektir.
Sevmek, saygı göstermek, izzet-i ikramda bulunmak demektir. Yardımlaşma ve dayanışma demektir. Bunlar olmadan kardeşlikten bahsedilemez. Kur’an’ın öngördüğü kardeşlik bütün bunları içeren bir muhtevaya sahiptir. İslam’daki kardeşlik bir hayat nizamı ve biçimidir. Dinde kardeşliğin en güzel numunesini asr-ı saadette sahabe-i kiram ortaya koymuştur. Ensar-Muhacir ilişkisi kardeşliğin ne anlama geldiğini gösteren son derece mükemmel örnektir. Medineli Ensar, Mekkeli Muhacir kardeşlerinin nefislerini kendi nefislerinden daha üstün tutmuşlar, onları hiçbir konuda yalnız ve yardımsız bırakmamışlardır. Hatta Ensar’dan bir müslüman (Sa’d bin Rebi) muhacir kardeşlerine (Abdurrahman bin Avf), şayet isterse hanımlarından birini boşayıp kendisine nikahlayabileceğini bile teklif etmiştir. Bu davranışlarıyla Ensar (r.a.) imanlarında ne derece samimi/ihlaslı olduklarını göstermişlerdir. Ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı gönüllerine yerleştirenler ise kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinden bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 59/9) Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Hiçbiriniz kendi nefsi için istediğini başkası için de istemedikçe iman etmiş olmaz.”
Mü’minlerin birbirlerine karşı durumu tıpkı bir bedendeki organların, hücrelerin (diğer bir hadise göre bir binanın tuğlaları gibi) durumu gibidir; nasıl bedenin bir yeri ağrıdığında bütün beden aynı ağrıyı duyar; bedenin bir tarafındaki rahatsızlığın giderilmesi için nasıl tüm beden harekete geçerse aynı şekilde bir mü’minin rahatsızlığını diğer tüm mü’minler duymak ve onu gidermekle yükümlüdürler. Bir mü’mine yapılan kötülük bütün mü’minleri hareket geçirir. Mü’minler her bakımdan birbirleriyle yardımlaşırlar. Aksi bir durum/tutum mü’min cemaatinin gücünün zayıflamasına; ümmet bilincinin, İslam kardeşliği bağlarının gevşemesine neden olabilir ki bu durumda iyiliği emredip kötülükten menedecek bir topluluk (ki mü’min bir toplumun temel özelliğidir.) Bulunmadığından yeryüzünde büyük bir fesadın çıkmasına neden olur.
Bir mü’min diğer mü’min kardeşine her halükârda yardımcı olması gerekmektedir. Peygamberimiz bir hadisinde “zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardımcı ol.” diye buyurmaktadır. Zulüm konusunda nasıl yardım edileceğini ise şu ifadelerle dile getirmektedir: “Onu zulmünden el çektirirsin, ona yapacağın yardım budur.” Kardeşliğin bir gereği de zulme meyleden diğer kardeşlerini uyarmak ve onları yola getirmek için çalışıp çabalamaktır. Bu tür yardımlaşma fert ve toplumların selameti için oldukça önem taşımaktadır. Yine bir çok hadis-i şerif Allah için birbirini sevenlerin makamının kıyamet gününde yüceliğini açıklamaktadır. Bu hadislerden biri: “Allah’ın gölgesinden başka gölgelerin bulunmadığı o günde Allah’ın gölgeleyeceği yedi (7) kimseden birisi de birbirini Allah için seven kimselerdir.” buyurmuştur. Nitekim mahşerde Allah Teâlâ: “Nerede benim için birbirini sevenler?” diye seslenir. Bunun üzerine hadis-i şerifte belirtildiği üzere “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” ve birbirini dünyada iken Allah için sevenler bir araya gelirler.
Yine İslam kardeşliğinin önündeki belli başlı engeller soy-sop ile övünme, ırkçılık (şovenizm), ulusculuk/kavmiyetçilik (nasyonalizm, asabiyya) duyguları, ihtilaf ve tefrikadır. Ki bunlar cahiliye ve değer ve adetleridir. Konuyla ilgili bir hadiste: “Irkçılığa çağıran bizden değildir; ırkçılık yapan bizden değildir. Irkçılık üzere ölen bizden değildir, bu hâl üzere ölen cahiliye ölümü üzerine ölmüş gibidir.” buyurulmuştur. İşte bu nedenledir ki İslam; din kardeşliğini, ümmet ve cemaat bilincini, vahdet toplumu anlayışını bozacak, zayıf düşürüp parçalayacak olan ırkçılığı, ulusçuluğu, renkçiliği, bölgeciliği, dilciliği, soy-sopla övünme gibi “cahilî değerleri” yasaklar. Bunun yerine kan, ırk, soy-sop kardeşliğinden önce gelen din/inanç kardeşliğini esas alır. Konuyla ilgili bir hadiste ise şöyle buyrulur: “Ümmetimin içinde cahiliye döneminden kalma tamamen terkedemeyecekleri dört adet vardır:
Asaletleriyle (soy-sop) övünmek.
Başkalarının ırk/ulusuna dil uzatmak.
Yıldızlar vesilesiyle yağmur istemek
Ölülerin arkasından yüksek sesle ağlamak.”
Ayet-i kerimede: “Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşmandınız, O sizin kalblerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor.” (Al-i İmran, 3/103) buyurulmuştur.
Yine insanın aslî içgüdülerinden birisi ailesinden başlayarak kan bağıyla bağlı olduğu insanlara, ırkına ve toprağına karşı sevgi ve bağlılık duymasıdır. Onun tabiatındaki bu özellik toplumsal bir varlık oluşunun gereklerindendir. Bu, toplumun yapıtaşı ailenin ve diğer alt grupların serpilip gelişmesi içinde kaçınılmazdır.
İslam’da kardeşlik inanç/din esasına oturduğu içindir ki mü’minlerin arasını bozacak her türlü yapay ayrımlar ve yersiz gurur/böbürlenmeler haram kabul edilmiştir. Irk, soy, cins, kavim, kabile, coğrafya, bölge vs. türünden “cahilî değerler” yerine takva kriteri getirilerek toplumsal kardeşliğin, barış ve huzurun devamı sağlanmıştır.
Bu konudaki ayet-i kerime her türlü tartışmayı sona erdirici niteliktedir: “Hiç kuşkusuz, Allah katında en üstün olanınız takvaca en ileride olanınızdır.” (Hucurat, 49/13)
Yine İslam aileye, ırs, kan ve soy bağı bulunanlara, vatan toprağına/halkına duyulacak sevgiyi ve bağlılığı yadsımaz. Ki yeryüzü müslümana (Allah’ın yeryüzündeki gerçek halifesi) emanet verilmiştir, huzur ve saadeti sağlasın, imar etsin diye. Irkı ve kan bağını korumaya, akrabalık ilişkilerini koparmamaya (sıla-i rahim) da büyük önem vermiştir. Bu, güçlü bir toplumsal dokunun teşekkülü kadar sağlam bir kişiliğin gelişimi içinde önemlidir. Bununla birlikte ırk, kan ve soy, bağını ve bölgeciliği/coğrafyacılığı öne çıkarıp dini/insanî değerleri geri plana itmek tam bir “cahilîye” örneğidir ki, İslam bunu şiddetle yasaklar. Asabiyye (ırçılık, ulusçulukla) anlatılmak istenen de budur.
İslam mutedil çerçevesinde kaldıkça kişinin ulusuna (kavmine), kabilesine, soyuna ve toplumuna yönelik sevgi ve mensubiyet duygularına karşı değildir. Bu sevgi ve mensubiyet tabii seyrinde kaldığı sürece bir değerdir. Ancak tabii hududunu aşması bir saplantı ve psikolojik bir hastalık olarak gelişecektir. Çünkü hududu/haddi aşanlar ilahî/nebevî bir lisanla helak olmuşlardır. Bu psikolojik hastalığın en bariz belirtilerinden biri kendi ülkesini, ırkını, ulusunu, dilini, tarihini, kültür ve geleneğini olabildiğince övmek, büyütmek; buna bağlı olarak diğer halkları/toplumları küçümsemek bu yolla köklerini güçlendirmektir. Halbuki ayeti kerimede: “Ey iman edenler! Bir topluluk diğer toplulukla alay etmesin, küçümsemesin. Belki alay ettikleri, küçümsedikleri kendilerinden daha hayırlıdırlar.” (Hucurat, 49/11) buyuruluyor. Önemli bir husus da bu hastalığın şirke zemin hazırlama durumuna gelebileceğidir. Kafir de, müşrik de olsa ataların yüceltilmesi, gelenek, soya ve ırka bağlılıktır. Irkını/ulusun övüp yüceltme ona mensup olmayı ve kavmiyeti/ırkı/ulusu bir değer, ahlaki bir fazilet olarak alma, başka kavimleri tahkir etmeye, aklın insafın ve sorumluluk hissinin kaybolmasına yol açacaktır. Oysa Kur’an “Bir kavme/topluluğa olan kininiz sizi onlara karşı adaletsizliğe sürüklemesin, adil olun; bu takvaya daha yakındır.” (Maide/6/8)