[FONT=Courier, Monospaced]/(...)gençliğin mahiyetini bilmeyen ihtiyarlar, gençliklerini düşünüp
teessüf ve tahassürle ağlıyorlar. Halbuki gençlik, eğer ehl-i kalb,
ehl-i huzur ve aklı başında ve kalbi yerinde bulunan mü'minlerde olsa,
ibadete ve hayrâta ve ticaret-i uhreviyeye sarf edilse, en kuvvetli bir
vesile-i ticaret ve güzel ve şirin bir vasıta-i hayrattır. Ve o gençlik,
vazife-i diniyesini bilip sû-i istimal etmeyenlere, kıymettar, zevkli
bir nimet-i İlâhiyedir. Eğer istikamet, iffet, takvâ beraber olmazsa,
çok tehlikeleri var; taşkınlıklarıyla saadet-i ebediyesini ve hayat-ı
uhreviyesini zedeler. Belki hayat-ı dünyeviyesini de berbat eder. Belki
bir iki sene gençlik zevkine bedel, ihtiyarlıkta çok seneler gam ve
keder çeker.
Madem ekser insanlarda gençlik zararlı düşüyor. Biz ihtiyarlar Allah'a
şükretmeliyiz ki, gençlik tehlikelerinden ve zararlarından kurtulduk.
Herşey gibi, elbette gençliğin dahi lezzetleri gidecek. Eğer ibadete ve
hayra sarf edilmişse, o gençliğin meyveleri onun yerinde bâki kalıp,
hayat-ı ebediyede bir gençlik kazanmasına vesile olur.
Sonra, ekser nâsın âşık ve müptelâ olduğu dünyaya baktım. Nur-u Kur'ân
ile gördüm ki, birbiri içinde üç küllî dünya var: Birisi esmâ-i
İlâhiyeye bakar, onların aynasıdır. İkinci yüzü âhirete bakar, onun
mezraasıdır. Üçüncü yüzü ehl-i dünyaya bakar, ehl-i gafletin
mel'abegâhıdır.
Hem herkesin bu dünyada koca bir dünyası var. Adeta insanlar adedince
dünyalar birbiri içine girmiş. Fakat herkesin hususî dünyasının direği,
kendi hayatıdır. Ne vakit cismi kırılsa, dünyası başına yıkılır,
kıyameti kopar. Ehl-i gaflet, kendi dünyasının böyle çabuk yıkılacak
vaziyetini bilmediklerinden, umumî dünya gibi daimî zannedip perestiş
eder. Başkalarının dünyası gibi çabuk yıkılır, bozulur, benim de hususî
bir dünyam var. "Bu hususî dünyam, bu kısacık ömrümle ne faydası var?"
diye düşündüm. Nur-u Kur'ân ile gördüm ki:
Hem benim, hem herkes için, şu dünya muvakkat bir ticaretgâh; ve hergün
dolar, boşalır bir misafirhane; ve gelen geçenlerin alışverişi için yol
üstünde kurulmuş bir pazar; ve Nakkaş-ı Ezelînin teceddüd eden, hikmetle
yazar bozar bir defteri ve her bahar, bir yaldızlı mektubu ve herbir yaz
bir manzum kasidesi; ve o Sâni-i Zülcelâlin cilve-i esmâsını
tazelendiren, gösteren aynaları; ve âhiretin fidanlık bir bahçesi; ve
rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı; ve âlem-i bekada gösterilecek olan
levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde gördüm.
Bu dünyayı bu surette yaratan *Hâlık-ı Zülcelâl*e yüz bin şükrettim. Ve
anladım ki, dünyanın, âhirete ve esmâ-i İlâhiyeye bakan güzel
içyüzlerine karşı nev-i insana muhabbet verilmişken, o muhabbeti sû-i
istimal ederek fâni, çirkin, zararlı, gafletli yüzüne karşı sarf
ettiğinden, (//Dünya sevgisi bütün hataların başıdır)// hadis-i
şerifinin sırrına mazhar olmuşlar.
İşte, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Ben Kur'ân-ı Hakîmin nuruyla ve
ihtiyarlığımın ihtarıyla ve İmân dahi gözümü açmasıyla bu hakikati
gördüm. Ve çok risalelerde katî bürhanlarla ispat ettim. Kendime hakikî
bir teselli ve kuvvetli bir rica ve parlak bir ziya gördüm. Ve
ihtiyarlığıma memnun oldum ve gençliğin gitmesinden mesrur oldum. Siz de
ağlamayınız ve şükrediniz. Madem İmân var ve hakikat böyledir; ehl-i
gaflet ağlasın, ehl-i dalâlet ağlasın.
Lem'alar,
Lügatçe;
//tahassür: //Hasret çekme, özlem; elde edilmesi istenen ve ele
geçirilemeyen şeye üzülme--//ehl-i kalb: //Kalb ehli olanlar, kalbiyle
mânevî terakkide bulunanlar--//ehl-i huzur: huzur sahipleri, her an
Canab-ı Hakkın kendisini gördüğünü ve denetlediğini
bilenler--//ticaret-i uhreviye: ahirette kazanacağı işler yapmak--//sû-i
istimal: //Birşeyi kötüye kullanma--//iffet: //Nâmus, temizlik, helâle
râzı olup haramdan kaçınmak--//takvâ: //Bütün günahlardan kendini
korumak; dinin yasak ettiği şeylerden kaçınmak--//küllî: //Bütüne mensup
parçalardan ve fertlerden meydana gelen, umumî, bütün--//mezraa:
tarla--//ehl-i gaflet: //Gaflete dalanlar, habersiz ve dikkatsiz
olanlar, Allah`a ve emirlerinde aldırış etmeyenler--//mel'abegâh: //Oyun
yeri--//perestiş: //Aşırı bağlılık, tapar derecesinde sevme, mükemmel
sevgi--//muvakkat: geçici, fani--//Nakkaş-ı Ezelî: //Zaman ve mekânla
kayıtlı olmayan ve herşeyi nakış nakış işleyen Cenâb-ı Hak--//teceddüd:
//Tâzelenme, yenilenme--//âlem-i beka: //Sonsuzluk âlemi, ahiret
alemi--//rica: ümit. GÖNÜL DOSTLARINDAN...
[/FONT]
teessüf ve tahassürle ağlıyorlar. Halbuki gençlik, eğer ehl-i kalb,
ehl-i huzur ve aklı başında ve kalbi yerinde bulunan mü'minlerde olsa,
ibadete ve hayrâta ve ticaret-i uhreviyeye sarf edilse, en kuvvetli bir
vesile-i ticaret ve güzel ve şirin bir vasıta-i hayrattır. Ve o gençlik,
vazife-i diniyesini bilip sû-i istimal etmeyenlere, kıymettar, zevkli
bir nimet-i İlâhiyedir. Eğer istikamet, iffet, takvâ beraber olmazsa,
çok tehlikeleri var; taşkınlıklarıyla saadet-i ebediyesini ve hayat-ı
uhreviyesini zedeler. Belki hayat-ı dünyeviyesini de berbat eder. Belki
bir iki sene gençlik zevkine bedel, ihtiyarlıkta çok seneler gam ve
keder çeker.
Madem ekser insanlarda gençlik zararlı düşüyor. Biz ihtiyarlar Allah'a
şükretmeliyiz ki, gençlik tehlikelerinden ve zararlarından kurtulduk.
Herşey gibi, elbette gençliğin dahi lezzetleri gidecek. Eğer ibadete ve
hayra sarf edilmişse, o gençliğin meyveleri onun yerinde bâki kalıp,
hayat-ı ebediyede bir gençlik kazanmasına vesile olur.
Sonra, ekser nâsın âşık ve müptelâ olduğu dünyaya baktım. Nur-u Kur'ân
ile gördüm ki, birbiri içinde üç küllî dünya var: Birisi esmâ-i
İlâhiyeye bakar, onların aynasıdır. İkinci yüzü âhirete bakar, onun
mezraasıdır. Üçüncü yüzü ehl-i dünyaya bakar, ehl-i gafletin
mel'abegâhıdır.
Hem herkesin bu dünyada koca bir dünyası var. Adeta insanlar adedince
dünyalar birbiri içine girmiş. Fakat herkesin hususî dünyasının direği,
kendi hayatıdır. Ne vakit cismi kırılsa, dünyası başına yıkılır,
kıyameti kopar. Ehl-i gaflet, kendi dünyasının böyle çabuk yıkılacak
vaziyetini bilmediklerinden, umumî dünya gibi daimî zannedip perestiş
eder. Başkalarının dünyası gibi çabuk yıkılır, bozulur, benim de hususî
bir dünyam var. "Bu hususî dünyam, bu kısacık ömrümle ne faydası var?"
diye düşündüm. Nur-u Kur'ân ile gördüm ki:
Hem benim, hem herkes için, şu dünya muvakkat bir ticaretgâh; ve hergün
dolar, boşalır bir misafirhane; ve gelen geçenlerin alışverişi için yol
üstünde kurulmuş bir pazar; ve Nakkaş-ı Ezelînin teceddüd eden, hikmetle
yazar bozar bir defteri ve her bahar, bir yaldızlı mektubu ve herbir yaz
bir manzum kasidesi; ve o Sâni-i Zülcelâlin cilve-i esmâsını
tazelendiren, gösteren aynaları; ve âhiretin fidanlık bir bahçesi; ve
rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı; ve âlem-i bekada gösterilecek olan
levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde gördüm.
Bu dünyayı bu surette yaratan *Hâlık-ı Zülcelâl*e yüz bin şükrettim. Ve
anladım ki, dünyanın, âhirete ve esmâ-i İlâhiyeye bakan güzel
içyüzlerine karşı nev-i insana muhabbet verilmişken, o muhabbeti sû-i
istimal ederek fâni, çirkin, zararlı, gafletli yüzüne karşı sarf
ettiğinden, (//Dünya sevgisi bütün hataların başıdır)// hadis-i
şerifinin sırrına mazhar olmuşlar.
İşte, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Ben Kur'ân-ı Hakîmin nuruyla ve
ihtiyarlığımın ihtarıyla ve İmân dahi gözümü açmasıyla bu hakikati
gördüm. Ve çok risalelerde katî bürhanlarla ispat ettim. Kendime hakikî
bir teselli ve kuvvetli bir rica ve parlak bir ziya gördüm. Ve
ihtiyarlığıma memnun oldum ve gençliğin gitmesinden mesrur oldum. Siz de
ağlamayınız ve şükrediniz. Madem İmân var ve hakikat böyledir; ehl-i
gaflet ağlasın, ehl-i dalâlet ağlasın.
Lem'alar,
Lügatçe;
//tahassür: //Hasret çekme, özlem; elde edilmesi istenen ve ele
geçirilemeyen şeye üzülme--//ehl-i kalb: //Kalb ehli olanlar, kalbiyle
mânevî terakkide bulunanlar--//ehl-i huzur: huzur sahipleri, her an
Canab-ı Hakkın kendisini gördüğünü ve denetlediğini
bilenler--//ticaret-i uhreviye: ahirette kazanacağı işler yapmak--//sû-i
istimal: //Birşeyi kötüye kullanma--//iffet: //Nâmus, temizlik, helâle
râzı olup haramdan kaçınmak--//takvâ: //Bütün günahlardan kendini
korumak; dinin yasak ettiği şeylerden kaçınmak--//küllî: //Bütüne mensup
parçalardan ve fertlerden meydana gelen, umumî, bütün--//mezraa:
tarla--//ehl-i gaflet: //Gaflete dalanlar, habersiz ve dikkatsiz
olanlar, Allah`a ve emirlerinde aldırış etmeyenler--//mel'abegâh: //Oyun
yeri--//perestiş: //Aşırı bağlılık, tapar derecesinde sevme, mükemmel
sevgi--//muvakkat: geçici, fani--//Nakkaş-ı Ezelî: //Zaman ve mekânla
kayıtlı olmayan ve herşeyi nakış nakış işleyen Cenâb-ı Hak--//teceddüd:
//Tâzelenme, yenilenme--//âlem-i beka: //Sonsuzluk âlemi, ahiret
alemi--//rica: ümit. GÖNÜL DOSTLARINDAN...
[/FONT]