alptraum
New member
- Katılım
- 1 Ocak 2005
- Mesajlar
- 2,908
- Tepkime puanı
- 166
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
- Konum
- Aþk`dan
- Web sitesi
- www.muhakeme.net
Sual: (Mezhep imamına uymak, Allah’ı ve Resulünü bırakıp kula kul olmak demektir. Müslümanlar, müctehidleri peygamber kadar yükselttiler, Kur'andan ayrılıp, "müctehidin sözü varken Kur'anla amel edilmez" dediler. Sonra gelen âlimlere kıymet vermediler. Halbuki, sonra gelen âlimler, öncekilerden daha ileri olur. İmam Malik, bir mezhebi bilirse Abduh her mezhebi bilir!) diyen birisine nasıl cevap vermeli?
CEVAP
(Müctehidleri Peygamber kadar yükselttiler) sözünü bir müslüman söyleyemez. Çünkü bu söz, dört mezhepteki milyonlarca müslümana kâfir damgasını basmaktır. Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Bir mezhebe tâbi olan mümini Kur'andan ayrılmakla suçlamak ise, bundan daha büyük iftiradır.
Mezhep, Kur'an ve Sünnet yolu demektir. Bir mezhep imamına uyan, Kur’an-ı kerime ve Resulullaha uyduğuna iman etmiş demektir. Hiçbir müslüman, (müctehidin sözü varken, Kur'an ile amel edilmez) demez. Bu söz, mezhepsizlerin temiz müslümanlara yaptıkları çirkin iftiralardan biridir.
Müslüman nasıl düşünür
Bir mezhebe tâbi olan müslüman şöyle der:
(Kur’an-ı kerime uymak istiyorum. Fakat, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden kendim hüküm çıkaramıyorum. Anladığım hükümlere güvenemem ve uymam. Mezhep imamının anlamış olduğuna güvenirim ve uyarım. [Nasıl ki dünya işlerinde işin ehline gidiyor, yani bir yerim ağrıyınca notere değil de doktora, hem de mütehassısına gidiyorsam, kendi ilacımı kendim yapmayıp, kendi kendimi ameliyat etmiyorsam, daha hassas olan din işinde de müctehid olan İslam âlimine yani mezhebimin imamına gider, ona teslim olur, dediklerine harfiyen uyar, yaparım.] Çünkü o, benden daha âlimdir. (Kendi anlayışı ile mana çıkaran kâfir olur) hadis-i şerifinden korkarım. İlimlerinin, takvalarının, sonra gelenlerden kat kat üstün olduğu, hadis-i şeriflerle bildirilmiş olan, o büyük âlimlerin bile Kitâbdan ve Sünnetten çıkardıkları hükümler birbirine benzemiyor. Hüküm çıkarmak kolay olsaydı, hep aynı şeyi anlarlardı.)
(Sonra gelen âlimler, öncekilerden daha ileri olur) sözü, fen bilgileri için doğrudur. Din bilgilerinde ise, Resulullahın, (Her asır, kendinden öncesinden daha şerdir. Kıyamete kadar hep böyle olur) hadis-i şerifine itibar edilir. Bu hadis-i şerif, fen adamlarının şahsiyetleri ve fen vasıtalarını kullanmaları bakımından da muteberdir.
Elbet bu kaide çoğunluk için muteberdir. Her asırda, bundan müstesna olanlar bulunmuştur. Mezhepsiz reformcu, fen bilgisi ile din bilgisini birbiri ile karıştırmakta, fen ile fen adamını da aynı şey sanmaktadır. Fen elbet ilerliyor. Fakat bu ilerleyiş, fen adamlarının ileri olması demek değildir. Sonra gelen fen adamları arasında öncekilerden daha geri, daha bozuk olanları az değildir.
Din imamlarımız, Kur’an-ı kerimden mana çıkarmaya kalkışmadılar. Kendilerini bundan âciz gördüler. Resulullahın Kur’an-ı kerime nasıl mana verdiğini Eshab-ı kiramdan sorup araştırdılar. Eshab-ı kiramın anladıklarını da, kendi anlayışlarına tercih ettiler. İmam-ı a'zam hazretleri, herhangi bir sahabinin sözünü kendi anladığına tercih ederdi. Resulullahtan ve Sahabeden bir haber bulamayınca, ictihad etmek zorunda kalırdı.
Böyle olduğunu vehhabiler bile bildiriyorlar. Vehhabi Feth-ul-mecid kitabı 388. sayfasında diyor ki:
(Ebu Hanife “rahimehullah” dedi ki: Kitabullaha ve Resulullahın hadisine ve Sahabenin sözlerine uygun olmayan bir sözümü bulursanız, bu sözümü bırakınız! Onları alınız!
İmam-ı Şafi’i dedi ki: Kitabımda, Resulullahın sünnetine uymayan bir şey bulursanız, benim sözümü bırakıp, Resulullahın sünnetini alınız!)
Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kitabullaha ve hadis-i şeriflere ne kadar sıkı sarılmış olduklarını, vehhabi kitabının bu yazısı bile göstermektedir. Bunun içindir ki, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin doğru manalarını anlamak isteyenler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelam ve fıkıh kitaplarını okumalıdır. Kitabı ve sünneti bildiren (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitaplarından kaçanların, Haktan kaçan cahillere benzediklerini, kendi kitapları da yazmış oluyor.
Her asırda gelen İslam âlimleri, daha önce gelenlerin, büyüklükleri, üstünlükleri, vera ve takvaları karşısında titrerler, onların sözlerine senet, delil olarak sarılırlardı.
Bu din, edep dini, tevazu dinidir. Cahil cüretkâr olur, kendini âlim sanır. Âlim olan tevazu gösterir. Cehenneme gidecekleri hadis-i şerifle haber verilen 72 bid’at fırkasının reisleri de derin âlim idi. Fakat onlar, ilimlerine güvenerek, Kitâbdan, Sünnetten mana çıkarmaya kalkıştılar. Böylece, Eshab-ı kirama uymak şerefine kavuşamadılar. Onların doğru yollarından saptılar.
Dört mezhebin âlimleri, derin ilimlerini Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarmakta kullanmadılar. Buna cesaret edemediler. Resulullahın ve Eshab-ı kiramın bildirdiklerini anlamakta kullandılar.
Allahü teâlâ, insanlara, (Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarın) demiyor. (Resulümün ve Eshabının çıkardığı hükümlere uyun, bunları kabul edin) buyuruyor. (Resulüme itaat edin, ona tâbi olun) âyet-i kerimesi ve (Eshabımın yoluna sarılın) hadis-i şerifi, bunu açıkça bildirmektedir. Âlimler bile, Kur’an-ı kerimin manasını anlamakta güçlük çekerken, bir cahil, murad-ı ilahiyi bilmeden nasıl olur da, Allah şöyle buyuruyor, Resulullah böyle buyuruyor, diyebilir? Derse, dediği nasıl doğru olabilir? Allahü teâlâ, böyle söylemeyi yasakladı. Tefsir âlimleri ve mezhep imamları bile, bu sözü söylemeye cesaret edememiştir. Anladıklarını bildirdikten sonra, (Bu benim anladığımdır, doğrusunu Allah bilir) demişlerdir. Kur’an-ı kerimin manasını Eshab-ı kiram bile anlamakta güçlük çeker, Resulullaha sorarlardı.
Abduhçu gence
Abduhçu genç, asırlardır müslümanların ve âlimlerin dört mezhepten birine uymalarına tahammül edemiyor, birkaç mezhepsizin kitabından aldığı ifadeleri kaynak gösterip bir mezhebe uymanın caiz olmadığını ispata kalkıyor. Bahsettiği kitapları kendisinin okumadığı, herhangi bir mezhepsizin kitabından aldığı pek açıktır. Çünkü İmam-ı Şarani gibi büyük bir âlimin Mizanından nakil yapıp, İmam-ı Ahmedin müctehid bir hadis imamı olan Ebu Davuda (Kimseyi taklit etme, dini Resulullah ve eshabından öğren) dediğini bildiriyor. (Gördünüz mü, Şarani de 4 mezhepten birine uymayı yasaklıyor) demek istiyor.
Abduhçu gencin bilmediği iki husus var. Birincisi, her müctehid, kendi ictihadı ile hareket eder. Başka bir müctehide uyması caiz değildir. İmam-ı Şafii hazretleri, imam-ı a'zam hazretlerinin çok yüksek bir âlim olduğunu bildirdiği halde, kendi ictihadlarına uymuştur.
İkinci husus, imam-ı Şarani hazretleri, 4 mezhebin hak olduğunu, mutlaka bu 4 mezhepten birine uymak gerektiğini bildirmek için Mizan-ül-kübrayı yazmıştır. Dört mezhebin fıkıh bilgilerini anlatan Mizanın tercümesi de vardır. Zahiri ve bâtıni ilimlerin mütehassısı Abdülvehhab-ı Şarani hazretleri, hadis ve fıkıh âlimi olup Şafii mezhebindedir. Mizanın sadece önsözünü okuyup buna uyan mezhepsiz olmaktan kurtulur.
CEVAP
(Müctehidleri Peygamber kadar yükselttiler) sözünü bir müslüman söyleyemez. Çünkü bu söz, dört mezhepteki milyonlarca müslümana kâfir damgasını basmaktır. Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Bir mezhebe tâbi olan mümini Kur'andan ayrılmakla suçlamak ise, bundan daha büyük iftiradır.
Mezhep, Kur'an ve Sünnet yolu demektir. Bir mezhep imamına uyan, Kur’an-ı kerime ve Resulullaha uyduğuna iman etmiş demektir. Hiçbir müslüman, (müctehidin sözü varken, Kur'an ile amel edilmez) demez. Bu söz, mezhepsizlerin temiz müslümanlara yaptıkları çirkin iftiralardan biridir.
Müslüman nasıl düşünür
Bir mezhebe tâbi olan müslüman şöyle der:
(Kur’an-ı kerime uymak istiyorum. Fakat, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden kendim hüküm çıkaramıyorum. Anladığım hükümlere güvenemem ve uymam. Mezhep imamının anlamış olduğuna güvenirim ve uyarım. [Nasıl ki dünya işlerinde işin ehline gidiyor, yani bir yerim ağrıyınca notere değil de doktora, hem de mütehassısına gidiyorsam, kendi ilacımı kendim yapmayıp, kendi kendimi ameliyat etmiyorsam, daha hassas olan din işinde de müctehid olan İslam âlimine yani mezhebimin imamına gider, ona teslim olur, dediklerine harfiyen uyar, yaparım.] Çünkü o, benden daha âlimdir. (Kendi anlayışı ile mana çıkaran kâfir olur) hadis-i şerifinden korkarım. İlimlerinin, takvalarının, sonra gelenlerden kat kat üstün olduğu, hadis-i şeriflerle bildirilmiş olan, o büyük âlimlerin bile Kitâbdan ve Sünnetten çıkardıkları hükümler birbirine benzemiyor. Hüküm çıkarmak kolay olsaydı, hep aynı şeyi anlarlardı.)
(Sonra gelen âlimler, öncekilerden daha ileri olur) sözü, fen bilgileri için doğrudur. Din bilgilerinde ise, Resulullahın, (Her asır, kendinden öncesinden daha şerdir. Kıyamete kadar hep böyle olur) hadis-i şerifine itibar edilir. Bu hadis-i şerif, fen adamlarının şahsiyetleri ve fen vasıtalarını kullanmaları bakımından da muteberdir.
Elbet bu kaide çoğunluk için muteberdir. Her asırda, bundan müstesna olanlar bulunmuştur. Mezhepsiz reformcu, fen bilgisi ile din bilgisini birbiri ile karıştırmakta, fen ile fen adamını da aynı şey sanmaktadır. Fen elbet ilerliyor. Fakat bu ilerleyiş, fen adamlarının ileri olması demek değildir. Sonra gelen fen adamları arasında öncekilerden daha geri, daha bozuk olanları az değildir.
Din imamlarımız, Kur’an-ı kerimden mana çıkarmaya kalkışmadılar. Kendilerini bundan âciz gördüler. Resulullahın Kur’an-ı kerime nasıl mana verdiğini Eshab-ı kiramdan sorup araştırdılar. Eshab-ı kiramın anladıklarını da, kendi anlayışlarına tercih ettiler. İmam-ı a'zam hazretleri, herhangi bir sahabinin sözünü kendi anladığına tercih ederdi. Resulullahtan ve Sahabeden bir haber bulamayınca, ictihad etmek zorunda kalırdı.
Böyle olduğunu vehhabiler bile bildiriyorlar. Vehhabi Feth-ul-mecid kitabı 388. sayfasında diyor ki:
(Ebu Hanife “rahimehullah” dedi ki: Kitabullaha ve Resulullahın hadisine ve Sahabenin sözlerine uygun olmayan bir sözümü bulursanız, bu sözümü bırakınız! Onları alınız!
İmam-ı Şafi’i dedi ki: Kitabımda, Resulullahın sünnetine uymayan bir şey bulursanız, benim sözümü bırakıp, Resulullahın sünnetini alınız!)
Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kitabullaha ve hadis-i şeriflere ne kadar sıkı sarılmış olduklarını, vehhabi kitabının bu yazısı bile göstermektedir. Bunun içindir ki, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin doğru manalarını anlamak isteyenler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelam ve fıkıh kitaplarını okumalıdır. Kitabı ve sünneti bildiren (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitaplarından kaçanların, Haktan kaçan cahillere benzediklerini, kendi kitapları da yazmış oluyor.
Her asırda gelen İslam âlimleri, daha önce gelenlerin, büyüklükleri, üstünlükleri, vera ve takvaları karşısında titrerler, onların sözlerine senet, delil olarak sarılırlardı.
Bu din, edep dini, tevazu dinidir. Cahil cüretkâr olur, kendini âlim sanır. Âlim olan tevazu gösterir. Cehenneme gidecekleri hadis-i şerifle haber verilen 72 bid’at fırkasının reisleri de derin âlim idi. Fakat onlar, ilimlerine güvenerek, Kitâbdan, Sünnetten mana çıkarmaya kalkıştılar. Böylece, Eshab-ı kirama uymak şerefine kavuşamadılar. Onların doğru yollarından saptılar.
Dört mezhebin âlimleri, derin ilimlerini Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarmakta kullanmadılar. Buna cesaret edemediler. Resulullahın ve Eshab-ı kiramın bildirdiklerini anlamakta kullandılar.
Allahü teâlâ, insanlara, (Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarın) demiyor. (Resulümün ve Eshabının çıkardığı hükümlere uyun, bunları kabul edin) buyuruyor. (Resulüme itaat edin, ona tâbi olun) âyet-i kerimesi ve (Eshabımın yoluna sarılın) hadis-i şerifi, bunu açıkça bildirmektedir. Âlimler bile, Kur’an-ı kerimin manasını anlamakta güçlük çekerken, bir cahil, murad-ı ilahiyi bilmeden nasıl olur da, Allah şöyle buyuruyor, Resulullah böyle buyuruyor, diyebilir? Derse, dediği nasıl doğru olabilir? Allahü teâlâ, böyle söylemeyi yasakladı. Tefsir âlimleri ve mezhep imamları bile, bu sözü söylemeye cesaret edememiştir. Anladıklarını bildirdikten sonra, (Bu benim anladığımdır, doğrusunu Allah bilir) demişlerdir. Kur’an-ı kerimin manasını Eshab-ı kiram bile anlamakta güçlük çeker, Resulullaha sorarlardı.
Abduhçu gence
Abduhçu genç, asırlardır müslümanların ve âlimlerin dört mezhepten birine uymalarına tahammül edemiyor, birkaç mezhepsizin kitabından aldığı ifadeleri kaynak gösterip bir mezhebe uymanın caiz olmadığını ispata kalkıyor. Bahsettiği kitapları kendisinin okumadığı, herhangi bir mezhepsizin kitabından aldığı pek açıktır. Çünkü İmam-ı Şarani gibi büyük bir âlimin Mizanından nakil yapıp, İmam-ı Ahmedin müctehid bir hadis imamı olan Ebu Davuda (Kimseyi taklit etme, dini Resulullah ve eshabından öğren) dediğini bildiriyor. (Gördünüz mü, Şarani de 4 mezhepten birine uymayı yasaklıyor) demek istiyor.
Abduhçu gencin bilmediği iki husus var. Birincisi, her müctehid, kendi ictihadı ile hareket eder. Başka bir müctehide uyması caiz değildir. İmam-ı Şafii hazretleri, imam-ı a'zam hazretlerinin çok yüksek bir âlim olduğunu bildirdiği halde, kendi ictihadlarına uymuştur.
İkinci husus, imam-ı Şarani hazretleri, 4 mezhebin hak olduğunu, mutlaka bu 4 mezhepten birine uymak gerektiğini bildirmek için Mizan-ül-kübrayı yazmıştır. Dört mezhebin fıkıh bilgilerini anlatan Mizanın tercümesi de vardır. Zahiri ve bâtıni ilimlerin mütehassısı Abdülvehhab-ı Şarani hazretleri, hadis ve fıkıh âlimi olup Şafii mezhebindedir. Mizanın sadece önsözünü okuyup buna uyan mezhepsiz olmaktan kurtulur.