sinang
New member
بســـم الله الرحمن الرحيم
Yüce Allah'ın, rıza ve dileği dairesinde tanımını yaptığı "din" Allah'a ilişkin her tür inanç, demek değildir.
Din, Allah'a ilişkin değişik inanç biçimlerinden sadece biridir.
Bu da kesin ve net olan "mutlak tevhid (ortaksız birleme)" biçimidir. Yani insanın, yapacağı ibadetle Allah'ın İlahlığını birlemesidir. Tıpkı kainattaki diğer yaratıklar gibi...
Gene din, Allah'ın beşer ve tüm kainat üzerindeki sürekli egemenliğini birlemektir. Bu da, her şeyin sadece Allah'la kaim olması demektir. Allah'tan başkasının değişmez ve sabit varlığının bulunmaması demektir. İşte bundan dolayı Allah'ın, kullarından kabul ettiği tek din İslâm'dır.
"Allah katında din, sadece İslâm'dır." (Al-i İmran: 19)
Demek ki, din, sadece İslâm'dır.
Bu durumda din, İlâhî egemenliğe mutlak teslimiyetten ibarettir. Hayatın her şeyi için sadece bu kaynaktan bilgi almak ve bu kaynağın yapısı olan Allah'ın Kitabını hakem kılmaktır.
Öyleyse din, soyut bir dava, belirsiz bir bayrak ve sadece dille söylenen bir kelime değildir. Kalbin hareketsizce barındırdığı bir düşünceden veya kişilerin namaz hac ve oruç gibi vesilelerle yerine getirdikleri alâmet türünden ibadetler de demek değildir. Hayır!..
Bu, Allah'ın insanlardan din diye sadece kendisine teslim olmalarını dilediği İslâm değildir. Çünkü İslâm, teslimiyet demektir.
İslâm, itaat ve bağlılıktır. İslâm, kulların işinde Allah'ın hakem kılınmasıdır.
"Din" kelimesinin muhtevası, en duyarlı biçimiyle aşağıdaki ayeti kerimede belirlenmiştir.
"İşte bu planı Yusuf'a biz öğrettik. Çünkü o, kralın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı." (Yusuf:76)
Yani kralın kanun ve nizamına göre...
Görülüyor ki, Kur'an-ı Kerim, kanun ve nizamdan "din" diye söz etmektedir.
İşte yirminci yüzyıl cahiliyesinde tüm insanlardan gizli kalan apaçık Kur'anî muhteva budur.
Hem kendisine "müslüman" adını takan kimselerin, hem de diğer cahillerin bilmediği bir muhtevadır bu.
Çünkü dini, inanç ve alâmet türü ibadetlerden ibaret gören bu insanlara göre, Allah'ın vahdaniyetine, peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kaderin hayr ve şerrine inanan bir kimse, Allah'ı bırakıp itaat; bağlılık ve hakimiyet hakkı açısından ayrı ayrı rablere tedeyyün etse (boyun eğip, itaat etse) bile Allah'ın dinindendir.
Oysa bu ayete göre "kralın dini" demek, kralın kanun ve nizamı demektir. Öyleyse "Allah'ın dini" de, Allah'ın kanun ve nizamı demektir...
Ne var ki asıl muhtevası sönükleşip donuklaşan "Allah'ın dini", cahiliye kitlelerinin nazarında inanç ve alamet türü ibadetlerden başka bir şey ifade etmemektedir. Ama Hz. Âdem, ve Hz. Nuh'tan, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e değin gelen Allah' in dinine göre gerçek böyle değildir.
Çünkü tevhid tarihî boyunca dinin değişmez anlamı; sadece Allah'a tedeyyün (boyun eğip, itaat) etmek, başkasının koyduğu kanunları reddetmek, ilâhlığı göklerde olduğu gibi yerde de Allah'a tahsis etmek ve sadece O'nun insanlara rablığını kabullenmektir.
Yani sadece Allah'ın, şeriatinin egemenliğini ve emrinin hakimiyetini tanımaktır.
İşte "Allah'ın dininden" olanlarla "kralın dininden" olanların ayrılış noktası da budur. Çünkü:
- birinciler sadece Allah'ın nizam ve kanununu din bilirler.
- Diğerleri ise kralın nizam ve kanununu din diye tanırlar veya Allah'a sadece inanç ve alâmet türü ibadetlerde, başkasına da nizam ve kanunlar konusunda tedeyyün (boyun eğip, itaat) ederek şirke düşerler.
Din konusunda besbelli olan gerçek budur. İslâm akidesinin apaçık gereği de budur.
Halka acıma iddiasında olan kimi insanlar ise bu cehalete mazeret bulma peşindedirler. Sözde onlar "Allah'ın dini" kelimesinin gerçek muhtevasını bilmedikleri için ilahi kanunu hakem kılmıyorlar.
Şeriati "din" olarak bilmedikleri için direnmiyorlar. Sanki dinin gerçek muhtevasını bilmemeleri, kendilerinin cahil müşrikler olmalarına mazeret teşkil edecekmiş türünden bir iddia...
Sonra ben, bu dinin gerçek anlamını esasından bilmeyen kimselerin bu dinden olabileceklerini düşünemiyorum. Aslında bir gerçeğe inanmak, o gerçeği tanımanın bir parçasıdır. Buna göre eğer halk bir inancın hakikatini bilmiyorsa nasıl olur da onu benimsemiş olabilir?
Muhtevasını temelinden bilmedikleri halde nasıl olur da bu dinden sanılabilirler?
Bu bilmezlik, olur ki onları Ahiret hesabından kurtarır. Yahut azaplarının hafiflemesine neden olabilir. Bu durumda onların günah ve kusurları; kendilerine bu dinin hakikatini öğretmeyen âlim kimselerin boynuna atılabilir. Ama bu da, tamamen Allah'a kalmış gaybani bir meseledir.
Cahiliye halkının uhrevi cezası konusundaki tartışma genel bir şeydir. Bunda büyütülecek bir şey de yoktur. Sonra bu konu, yeryüzünde İslâm davetini yapan biz insanları da ilgilendirmemektedir.
Bizi ilgilendiren asıl mesele, bugün için insanların üzerinde bulunduğu dinin gerçeğini tanımlamaktır. Ve bu din de kesinlikle Allah'ın dini değildir. Çünkü Allah'ın dini, apaçık Kur'an ayetlerinin de ifade ettiği gibi Allah'ın nizam ve kanunlarıdır.
- Kim Allah'ın nizamı ve şeriati üzereyse o, Allah'ın dinindendir.
- Kim de kralın nizam ve şeriati üzereyse o da kralın dinindendir.
Bunda hiç bir tartışma yoktur.
İstikbal islamındır..!Şehid seyyid kutub
Yüce Allah'ın, rıza ve dileği dairesinde tanımını yaptığı "din" Allah'a ilişkin her tür inanç, demek değildir.
Din, Allah'a ilişkin değişik inanç biçimlerinden sadece biridir.
Bu da kesin ve net olan "mutlak tevhid (ortaksız birleme)" biçimidir. Yani insanın, yapacağı ibadetle Allah'ın İlahlığını birlemesidir. Tıpkı kainattaki diğer yaratıklar gibi...
Gene din, Allah'ın beşer ve tüm kainat üzerindeki sürekli egemenliğini birlemektir. Bu da, her şeyin sadece Allah'la kaim olması demektir. Allah'tan başkasının değişmez ve sabit varlığının bulunmaması demektir. İşte bundan dolayı Allah'ın, kullarından kabul ettiği tek din İslâm'dır.
"Allah katında din, sadece İslâm'dır." (Al-i İmran: 19)
Demek ki, din, sadece İslâm'dır.
Bu durumda din, İlâhî egemenliğe mutlak teslimiyetten ibarettir. Hayatın her şeyi için sadece bu kaynaktan bilgi almak ve bu kaynağın yapısı olan Allah'ın Kitabını hakem kılmaktır.
Öyleyse din, soyut bir dava, belirsiz bir bayrak ve sadece dille söylenen bir kelime değildir. Kalbin hareketsizce barındırdığı bir düşünceden veya kişilerin namaz hac ve oruç gibi vesilelerle yerine getirdikleri alâmet türünden ibadetler de demek değildir. Hayır!..
Bu, Allah'ın insanlardan din diye sadece kendisine teslim olmalarını dilediği İslâm değildir. Çünkü İslâm, teslimiyet demektir.
İslâm, itaat ve bağlılıktır. İslâm, kulların işinde Allah'ın hakem kılınmasıdır.
"Din" kelimesinin muhtevası, en duyarlı biçimiyle aşağıdaki ayeti kerimede belirlenmiştir.
"İşte bu planı Yusuf'a biz öğrettik. Çünkü o, kralın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı." (Yusuf:76)
Yani kralın kanun ve nizamına göre...
Görülüyor ki, Kur'an-ı Kerim, kanun ve nizamdan "din" diye söz etmektedir.
İşte yirminci yüzyıl cahiliyesinde tüm insanlardan gizli kalan apaçık Kur'anî muhteva budur.
Hem kendisine "müslüman" adını takan kimselerin, hem de diğer cahillerin bilmediği bir muhtevadır bu.
Çünkü dini, inanç ve alâmet türü ibadetlerden ibaret gören bu insanlara göre, Allah'ın vahdaniyetine, peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kaderin hayr ve şerrine inanan bir kimse, Allah'ı bırakıp itaat; bağlılık ve hakimiyet hakkı açısından ayrı ayrı rablere tedeyyün etse (boyun eğip, itaat etse) bile Allah'ın dinindendir.
Oysa bu ayete göre "kralın dini" demek, kralın kanun ve nizamı demektir. Öyleyse "Allah'ın dini" de, Allah'ın kanun ve nizamı demektir...
Ne var ki asıl muhtevası sönükleşip donuklaşan "Allah'ın dini", cahiliye kitlelerinin nazarında inanç ve alamet türü ibadetlerden başka bir şey ifade etmemektedir. Ama Hz. Âdem, ve Hz. Nuh'tan, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e değin gelen Allah' in dinine göre gerçek böyle değildir.
Çünkü tevhid tarihî boyunca dinin değişmez anlamı; sadece Allah'a tedeyyün (boyun eğip, itaat) etmek, başkasının koyduğu kanunları reddetmek, ilâhlığı göklerde olduğu gibi yerde de Allah'a tahsis etmek ve sadece O'nun insanlara rablığını kabullenmektir.
Yani sadece Allah'ın, şeriatinin egemenliğini ve emrinin hakimiyetini tanımaktır.
İşte "Allah'ın dininden" olanlarla "kralın dininden" olanların ayrılış noktası da budur. Çünkü:
- birinciler sadece Allah'ın nizam ve kanununu din bilirler.
- Diğerleri ise kralın nizam ve kanununu din diye tanırlar veya Allah'a sadece inanç ve alâmet türü ibadetlerde, başkasına da nizam ve kanunlar konusunda tedeyyün (boyun eğip, itaat) ederek şirke düşerler.
Din konusunda besbelli olan gerçek budur. İslâm akidesinin apaçık gereği de budur.
Halka acıma iddiasında olan kimi insanlar ise bu cehalete mazeret bulma peşindedirler. Sözde onlar "Allah'ın dini" kelimesinin gerçek muhtevasını bilmedikleri için ilahi kanunu hakem kılmıyorlar.
Şeriati "din" olarak bilmedikleri için direnmiyorlar. Sanki dinin gerçek muhtevasını bilmemeleri, kendilerinin cahil müşrikler olmalarına mazeret teşkil edecekmiş türünden bir iddia...
Sonra ben, bu dinin gerçek anlamını esasından bilmeyen kimselerin bu dinden olabileceklerini düşünemiyorum. Aslında bir gerçeğe inanmak, o gerçeği tanımanın bir parçasıdır. Buna göre eğer halk bir inancın hakikatini bilmiyorsa nasıl olur da onu benimsemiş olabilir?
Muhtevasını temelinden bilmedikleri halde nasıl olur da bu dinden sanılabilirler?
Bu bilmezlik, olur ki onları Ahiret hesabından kurtarır. Yahut azaplarının hafiflemesine neden olabilir. Bu durumda onların günah ve kusurları; kendilerine bu dinin hakikatini öğretmeyen âlim kimselerin boynuna atılabilir. Ama bu da, tamamen Allah'a kalmış gaybani bir meseledir.
Cahiliye halkının uhrevi cezası konusundaki tartışma genel bir şeydir. Bunda büyütülecek bir şey de yoktur. Sonra bu konu, yeryüzünde İslâm davetini yapan biz insanları da ilgilendirmemektedir.
Bizi ilgilendiren asıl mesele, bugün için insanların üzerinde bulunduğu dinin gerçeğini tanımlamaktır. Ve bu din de kesinlikle Allah'ın dini değildir. Çünkü Allah'ın dini, apaçık Kur'an ayetlerinin de ifade ettiği gibi Allah'ın nizam ve kanunlarıdır.
- Kim Allah'ın nizamı ve şeriati üzereyse o, Allah'ın dinindendir.
- Kim de kralın nizam ve şeriati üzereyse o da kralın dinindendir.
Bunda hiç bir tartışma yoktur.
İstikbal islamındır..!Şehid seyyid kutub