Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Demokrasi

bekir

sadece bir kul
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,198
Tepkime puanı
5,997
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Katıksız demokrasi, ayak takımının despotizmidir, diyor Voltaire. Demokrasinin temeli hırstır, diyor. Demokrasi adaletin temelidir, Vacherot'ya göre. Proudhon'a göre, ruhani ve cismani bütün iktidarların sona ermesidir. Thierry için toplumun hayatıdır demokrasi. Tocqueville için, demokratik cumhuriyetlerin sonu manevi bir alçalıştır.
İki asır önce basılan bir ikonoloji kitabı, nazenini bir kadın olarak tecessüm ettirmiş: alnında asma yapraklarından bir taç, sırtında kaba saba giysiler; bir elinde nar, ötekinde yılanlar. Her çağ kendi rüyalarını, kendi emellerini söyletmiş kelimeye, her demagog kendi yalanlarını. Uğrunda sel gibi kan akıtılmış.

Nedir bu demokrasi? Homeros'un ahretindeki canlılar gibi, dokununca kaybolan bir hayalet mi? Genç bir sosyolog, demokrasiyi diğer siyasi rejimlerden ayıran ve yalnız ona ait olan önfaraziye nedir, diye soruyor: Hürriyet. Hürriyet, demokrasinin başlangıcında var; derece kabul etmez, kayıtsız şartsızdır. Hürriyeti meçhul bir istikbalde fethedilecek bir nesne olarak gösteren, diktatörlerdir sadece. Demokrasinin önfaraziyesi olan hürriyet, demokrasinin amacını da belirler: Eşitlik. Eşitlik gerçekleşemez, gerçekleşirse hikmet-i vücudunu kaybeder. Yerini anarşiye bırakır. Kısaca, demokraside hürriyet başlangıçta vardır, oysa eşitlik ulaşılması gereken bir amaçtır. Demokrasinin “ideal tipi” (saf tipi) budur, yazara göre. Demokrasiyi kavram olarak aydınlatmak, rejimin mantığını veya teorisini belirlemek isteyen bir tanım bu. Tarihteki demokrasileri anlamak ve demokrasilerin özlerinden ne kadar uzaklaştıklarını tayin etmek için onları bu saf tiple karşılaştırmak gerek. (Bk. J. Freund, Le Nouvel Age, édit. M. Riviére, 1970)


İslâmiyet, bir teokrasidir, diyor Gardet, laik bir teokrasi, daha doğrusu bir nomokrasi (kanun hakimiyeti). Bu teokrasi, Kuran hükümlerinin hem tesbiti, hem de dünyevî ve siyasi planda genişletilmesidir. İslâmiyetin siyasî felsefesi iki kutupta toplanır: otorite ve eşitlik.


İslâmiyette otorite ile iktidar arasında ananevi bir ayırım yok. Umumiyetle ikisi de bir vakıa olarak kabul edilir. Ruhani iktidar Kuran bilgisine dayanır; Kuran'ı ve Sünneti bilen her müslüman, öteki müslümana eşittir. Ruhanî ile cismani içiçedir. İdeal İslâm sitesinde bütün müminlerin belli hakları vardır. Ehliyetleri olmak şartıyla sitenin bütün makam ve mevkilerine geçebilirler. Mevkiler ayrıdır, içtimai durumlar farklıdır, ama müminlerin mümin olmak haysiyetiyle hakları eşittir. İslâmda a priori bir imtiyaz ve sınıf mefhumu yoktur.

Hristiyan dünyasında söz konusu olan ilk büyük değer, insan kişiliği ve hürriyetidir. Sosyal hiyerarşi, tabiî hiyerarşinin bir uzantısıdır.
Eşitlik nisbîdir.


Oysa, hür insan kavramı, İslâm için hukuki bir kavramdır, meteafizik bir kavram değil. Hürriyetin temeli, İslâm camiasının bütün üyeleri arasındaki çok güçlü ve sürekli bir inanç: tam bir hak eşitliği olduğu inancı. Bütün müminler, kanun karşısında eşittirler, çünkü kardeştirler. Kulun bütün haysiyeti mümin oluşunda; kul, mümin olunca hukukî bir statü kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir statü. İman Tanrı ile kul arasında tek taraflı bir mukavele. Mukavelenin kula yüklediği görev: Rabbin birliğini ikrar.


Hristiyanlığa göre, her otoritenin kaynağı Tanrı'dır. İslâmiyet her otorite Tanrı'dan gelir demekle kalmaz, Tanrı'nın dışında otorite yoktur, der. Hükmeden Tanrı'dır, bu hakimiyet devredilemez. Tanrı her cismanî şefi, otorite ile doğrudan doğruya teçhiz eder. Şef, seçimle gelse de, durum değişmez. Yani Tanrı'nınkinin dışında gerçek bir cismanî otorite yoktur. Vardır demek, Tanrı'ya şerik koşmak olur. Şef, Tanrı'nın aletidir sadece. Halk, geniş bir tenkit hakkına sahiptir. Hükümet tasarruflarını istediği gibi eleştirir, ama onlara itaat etmekte devam eder. İslâmiyette her türlü istibdada, ahkâm-ı Kuraniye dışındaki her türlü keyfîliğe isyan etmek için birçok yollar vardır. Hak esastır.


İnsanlar doğuştan eşittirler, çünkü kuldurlar, fanidirler. Menfî bir eşitlik bu, hiçbir değer belirtmez. Sonra iman sayesinde yeni bir eşitlik kazanır, kardeş olurlar. Rabbin lütuflarından aynı ölçüde faydalanacaklardır: hukukî ve müspet bir eşitlik.


Kitap sahibi kavimler, İslâmın üstünlüğünü kabul etmek ve ona cizye ödemek şartıyla hudutlu fakat garantili bir hakka layık görülürler. Bu himaye ümmetin bir civanmertliğidir. Bir nevi misafirperverlik. Himaye edilenlerin daha az vazifeleri vardır, onun için hakları da daha azdır. Dinlerini devam ettirebilir, kendi kanunlarını uygulayabilirler.

Putperestlerin camiada yeri yoktur. Ama müslümanlar zaman zaman onları da korumuşlardır. Her kâfir veya putperest İslâmiyeti kabul eder etmez, misak'a dahil olur. İslâm cihanşümul bir dindir, bütün insanlara hitap eder. Kast da tanımaz, gerçek müslüman nazarında sosyal sınıf diye bir şey olamaz. Servet veya mevki ciddi bir değer taşımaz, her Müslüman her Müslümana eşittir.

Teşriî magister (emr) Kuran'ındır. Kazaî magister (fıkıh) bütün müminlerindir. Kuranî okur, ezberler ve ona göre hareketlerini ayarlarlar. Bir de icra kuvveti (hükm) var: hem medeni, hem dinî. Hükm, yalnız Allah'ındır. Bir aracı tarafından (şef) yürütülür. Bu şefin ne kazaî , ne teşriî bir gücü vardır.

Vatandaşlığı yapan kan ve toprak birliği değil, inanç birliği. Ümmetin avrupa dillerinde karşılığı yok. Hem siyasî hem dinî bir bağ bu. Kuran hem bir ibadet kitabı hem bir anayasa. Kuran'ın muhatabı bütün insanlıktır. Müslüman camiası milletlerüstü bir topluluk değil, dünyada yaşamak hakkına sahip tek “millet”tir. Fıkha göre her Müslüman bulunduğu herhangi bir Müslüman ülkenin vatandaşıdır. (Bk. L.Gardet, La Cité Musulmane, Vrin, 1969).

Görüyoruz ki, İslâmiyetin anahtar-kavramı, eşitlik. Bu bir amaç değil, bir hak. Hürriyet, eşitliğin bir başka adı veya görünüşü. Sınıf kabul etmeyen bir dinde imtiyaz kabul etmeyen bir dinde kimin kime karşı hürriyeti? Batı, hürriyeti bir hata işleme hakkı olarak tanımlıyor. Müslümanın böyle bir hakkı yoktur. Çünkü o ebedi hakikatın, yegâne hakikatın, cihanşümul hakikatın emrindedir.


Gardet haklı: İslamiyet bir nomokrasidir. Batının fethe çalıştığı eşitliği, çoktan gerçekleştirmiş; fikir hürriyetin insanı insana saldırtan bir tecavüz silâhı olarak değil, bir ikaz bir irşad vasıtası olarak kabul etmiştir. Belki gerçek demokrasinin ta kendisidir İslamiyet. Ama Batı'nınkinden çok başka bir ruh ikliminde gelişen, çok başka meseleleri olan bir demokrasi.



Cemil Meriç


 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
Demokrasinin en temel 2 ayağı; Eşitlik ve Çoğulculuk mudur?

Çoğunluğun fikirleri, her zaman azınlığın fikirlerini bastırır ve ona hakim olur. Peki bu şartta çoğunluk bir yanlışta birleşirse, doğru azınlığa zulm olmaz mı?

Bir grup içinde, çoğunluğun A diye tanımladığı bir nesne, gerçekten A'mıdır diye sorulmadan kabul edilmesi durumu, demokrasiye uygun ama Hak'ka uygun değildir.
Mesela;
Fransa meclisi; "Türkler, Ermenilere soykırım yapmış mıdır?" diye sorduğunda, meclisten "evet" diyenlerin sayısı fazla olunca Türkler soykırım yapmış kabul edildi! Burada Türkler soykırımı gerçekten yaptı mı, diye delillere bakmak yerine vekil sayısına göre hesaplamak, demokrasiye uygun, Hak'ka uygun olmadı. Bu suç kimin?
...

Neymiş bu Demokrasi :)
İyi bi deşmek lazım. Güzel konu açmışsın bekir abi. Üzerinde münzara edelim inş.

selametle..
 

bekir

sadece bir kul
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,198
Tepkime puanı
5,997
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bir grup içinde, çoğunluğun A diye tanımladığı bir nesne, gerçekten A'mıdır diye sorulmadan kabul edilmesi durumu, demokrasiye uygun ama Hak'ka uygun değildir.
Mesela;
Fransa meclisi; "Türkler, Ermenilere soykırım yapmış mıdır?" diye sorduğunda, meclisten "evet" diyenlerin sayısı fazla olunca Türkler soykırım yapmış kabul edildi! Burada Türkler soykırımı gerçekten yaptı mı, diye delillere bakmak yerine vekil sayısına göre hesaplamak, demokrasiye uygun, Hak'ka uygun olmadı. Bu suç kimin?
...

Eline, diline sağlık Mehmed'im. Vaziyet aynen bu...
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
Demokrasi; insan hakimiyetini savunur. Ama hakimiyet Allah'ındır.
Peki; Demokrasi şirk midir?
...
Demokrasiyi nasıl anlamalıyız? Genel manada, İnsanın eline verilen idare etme yetkisinin seçim sonucunda bir meclis ile uygulamaya konulması ve bu yetkinin Allah'ın dünya hükümleri ile uygulanması, şeklinde anlarsak sorun görünmüyor!
...

Demokrasiyi nasıl anlamalıyız; sizce ?

selametle..
 

bekir

sadece bir kul
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,198
Tepkime puanı
5,997
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Kısa ve öz...

Hakk'a uygun kararlarda rey kullanmak ve yine de daha hayr olana yönelmek kaydıyla...

Hepsi bu kadar...
 

YeniPýnar

New member
Katılım
5 Nis 2009
Mesajlar
10
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Web sitesi
www.risaleinurakademisi.org
Öncelikle kavramları yerli yerine oturtmak gerekir.Ve kavramları mecrasında tarif etmek kavram kargaşalarını gidermeye atılan ilk adım olmalıdır.

Öncelikle şeriatı tarif etmek gerekiyor.Sonra beşeri kabul ettiğimiz sistemlerin şeriata uygun olup olmadığını konuşmak daha isabetli olur diye düşünüyorum. Beşeri sistemler meşruiyetini şeriattan alıyorsa veya prensiplerini şeriat red etmiyorsa mesele vuzuha kavuşmuş demektir.Öyleyse meseleye şeriat tarifi ile devam edilmesi daha isabetlidir diye düşünüyoruz.

O halde şeriat-ı islamiye nedir ona bakmamız gerekiyor.İşte Şeriat-ı İslamiye:

Sosyal hayatta bir işte muvaffak olmak isteyen Allah’ın kâinata koymuş olduğu fıtri şeriat olan yaratılış kanunlarına veya sünnetullah da dediğimiz kevni kanunlara uygun hareket etmesi gerekmektedir. Sosyal hayatın heyetlerinin bağlarına dikkat etmesi gerekir. Fıtrat kanunlarını tanıyarak onlara uygun hareket edilmelidir. Aksi bir durumda yaratılış kanunları olan fıtrat muvaffakiyetsizlikle cevap verecektir. Öyleyse içtimaî ve topluluğa âit heyette, umumi cereyana yani yaratılış cereyanına zıt hareket etmemek lazımdır. Muhalefet edenler ise dolabın üstünden düşer gibi dahası altında kalır ve ezilir. Fıtrata karşı mücadele edilmez. Çünkü fıtrat fıtri olmayanları reddeder.

Efendimiz (asm)’in getirdiği şeriatın hakikatleri ve prensipleri fıtratın yaratılış kanunları ile dengeyi korumuştur. Çünkü kâinat boşluk kabul etmez şekliyle yaratılmıştır. Dini ve kevni şeriata birlikte uyulmalıdır ki saadet-i dareyn olsun. Sanırım fıtri şeriatı atladığımız için aksiyle ceza görüyoruz

Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği şeriatın hakaiki sosyal hayatın rabıtalarını, bağlarının lüzumlu münasebetlerini bozmamıştır. Onların müspetlerini kabul etmiş bozuk olanları ise tashih etmiştir. Böylece o şeriatın hakaiki zaman uzadıkça aralarındaki yakınlık ve bağ kurmuştur. İslamiyet insanlık için fıtri ve yaratılışa uygun bir dindir. Çünkü insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap vermiştir. Onun için içtimai hayatı sarsıntılardan koruyan yegâne bir sebeptir.
İslâm şeriatı, İslâm dinindeki emir ve yasaklarla ilgili kanunlar düzeni akli deliller üzerine tesis edilmiştir. Bu nedenle Şeriat-ı İslâmiye tüm prensiplerini akla tasdik ettirir ve akli bürhanlar üzerine tesis edilmiştir. Bu şeriat, ulum-u esasiyenin yani esasa ait ilimler, asıl ilimler, temel ilimlerin hayati noktalarını tamamıyla içine almış olan ilim ve fenlerden meydana gelmiştir. Bediüzzaman bu manada şu tarifi yapmaktadır:

”Evet, tehzibü'r-ruh, riyazetü'l-kalb, terbiyetü'l-vicdan, tedbirü'l-cesed, tedvirü'l-menzil, siyasetü'l-medeniye, nizâmâtü'l-âlem, hukuk, muamelât, âdâb-ı içtimaiye, vesaire vesaire gibi ulûm ve fünûnun ihtiva ettikleri esasatın fihristesi, şeriat-ı İslâmiyedir.” (İşarat'ül İ'caz-2001-s:166)

Bu kavramları açacak olursak;
•Tehzibü'r-ruh (Ruhun ıslahı, ruhun temizlenmesi.)
•Riyazetü'l-kalb (Kalb terbiyesi, kalbi kötü arzu ve isteklerden uzak tutma.)
•Terbiyetü'l-vicdan (Vicdanın terbiyesi)
•Tedbirü'l-cesed (Cesedin idaresi)
•Tedvirü'l-menzil (Ev idaresi)
•Siyasetü'l-medeniye, (İdare, yöneticilik, devlet idaresi)
•Nizâmâtü'l-âlem (Dünya işlerinin düzenlenmesi.)
•Hukuk (Şeriat kitaplarında yazılı olan haklar, kanunlar ve kaideler)
•Muamelât (Fıkıhta şahıs ve aile hukuku, aynî haklar, miras, ticaret, borçlar ve iç hukukuyla ilgili konular.)
•Adâb-ı içtimaiye (Sosyal hayata, toplum hayatına ait kurallar, terbiyeler.)

Yukarıda sıralanan kavramlar şeriatın şümulüne dâhil olan hakikatlerdir. Bu kadar ince hakikatleri tazammum eden şeriat-ı islâmiyeyi dar bir daireye hapsetmek elbette doğru olmaz.

Şeriat-ı islamiye aynı zamanda, lüzum görülen ayrıntılı meselelerde ise ihtiyaca göre izahatta bulunmuştur. Çünkü ayetin manasıyla “Kuru ve yaş ne ararsanız apaçık bir kitapta vardır” buyuran Yüce Allah’tır. Yine ayrıca Efendimiz (asm)’in hayatı ile Şeriatın tüm meseleleri yaşanarak açığa çıkmış ve açıklanmıştır.

Şeriat-ı İslamiye lüzumlu olmayan yerlerde veya zihinlerin kabiliyeti olmayan meselelerde veyahut zamanın kabiliyeti olmayan noktalarında yani istikbale ait hadiselerde ve insanlığın terakkisine sebep olan ilim ve teknolojik gelişmelerde, bir fezleke yani öz, özet ile icmal etmiştir yani kısaltma, özetleme, kısaca anlatma ile iktifa etmiştir.

Şeriat-ı İslamiye esasları ortaya koymuştur fakat o esaslardan alınacak olan hükümleri veya esasa bina edilecek olan füruatı, ayrıntıları akıllara havale etmiştir. O akıl ise ortak akıl dediğimiz şura ve istişare ile oluşan ihtisas ehillerince oluşan heyetleri zaruri kılmaktadır. Çünkü şeriat o füruatı akıllara havale etmiş Allah’ta o füruatın esasata bina edilmesini ayetlerle şura ve istişare ile yapılmasını emretmiştir.

Böyle bir şeriatın ihtiva ettiği fenlerin üçte birinin bile şu yaşadığımız ilerleme zamanında, en gelişmiş ve medeni yerlerde bile en zeki bir kişide bulunamayacağı açıkça ortaya konmaktadır. Onun için mütesanit heyetler diyoruz ve taksimü’l amel diyoruz, teşrik-i mesai diyoruz, şura, istişare ve meşveret diyoruz. Bunları içine alan hakiki ve dindar Cumhuriyet diyoruz, demokrat manasındaki meşrutiyet diyoruz.
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
Demokrasi dünya işlerine ait bir sistemdir. Meşveret esastır. Kur'an dünya işlerinde meşvereti emredir.

Demokrasi de hürriyet esastır. Hürriyet-i şer'iye buna taraftardır.
.

Demokrasi'de meşveretin (istişare) esaslığını izah eder misin abi? Nasıl?

Demokraside hürriyet, doğru olanın değilde sayıca çok olanın hürriyetini tercih etme manasına gelmez mi?

selametle..
 

YeniPýnar

New member
Katılım
5 Nis 2009
Mesajlar
10
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Web sitesi
www.risaleinurakademisi.org
"Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer'iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrutiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz."

Asl-ı şeriatın meslek-i hakikîsi, hakikat-i meşrutiyet-i meşrûadır.

Demek meşrutiyeti, delâil-i şer'iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklîdî ve hilâf-ı şeriat telâkki etmedim. Ve şeriatı rüşvet vermedim.

İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san'at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.(Divan-ı Harb-i Örfî )

Meşruityet adalet ve şeriattır. (Divan-ı Harb-i Örfî,s: 23)


"Meşrutiyet ve kanun-u esasî hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir." (Divan-ı Harb-i Örfî,s: 21)
 
Son düzenleme:

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
O bahsettiğin hürriyet bugün Suudi'de İran'da şeriat namına yapılıyor. Demek bizi yanlış uygulanan şeriat(doğru bir tabir değil) ilgilendirmediği gibi, istibdata demokrasi namı verilmesi de ilgilendirmez.

Demokrasi bir meselede nasıl yapılacağı karar verilirken çoğunluğun fikrinin esas alınmasıdır. Azınlıkta kalanın hak ve hürriyetlerini gasb etmek değildir. Yada hakikatler meşveret edilmez. İnançlar meşveret edilmez. Denilemez ki, "Bizim inancımız çoğunluktur, inancımıza dahil olmayan azınlık ya inancımıza gelir ya kölemizdir." Yada denilemez "biz çoğunluk olarak içki içmenin zararsız olduğuna inanıyoruz. O zaman zararsızdır"

Dini dili fikri inancı ne olursa olsun ülkede tek bir kişi kalsa dahi meşru dairede dilediği gibi şahane hür yaşamalıdır. Kendi inancını yaşama ve insanlara anlatma hürriyetine sahiptir. HER TÜRLÜ hakkı güvence altındadır. Demokrasi böyle ise hürriyet-i şeriyeye uygun olur. Yoksa ne isimle olursa olsun istibdattır.

Kur'anın emrettiği Şeriat aynı değil midir?

Ülkemizde zuhur eden Kemalistler demokrasi namına demiyor mu ki "ya bizim size gösterdiğimiz dindesiniz yada sizi ezeriz"
İran da şeriat namına denmiyor mu ki "Ya bizim itikadımızdasınız yada sizi ezeriz"

Fark yoktur. Müslüman bir Mü'min iki zulme de taraftar olmamakla mükelleftir.

Hakkaniyet ölçüleri değişmez. Benim için Faiz haramdır. IMF ise, Faizci kapitalist düzenin Ekonomik organıdır.
Şimdi; Demokrasi çoğunluğun fikrinin esas alınması ise, bu çoğunluk fikri IMF ile anlaşmayı seçiyor ama ben IMF'siz ekonomiyi seçiyorsam, lakin azınlık olduğum için benim dediğim olmuyorsa ve benim param faiz ile gaspediliyorsa bu benim yani azınlığın haklarının gaspı değil mi?

Abi; yoksa bu durumun izahı, Demokrasinin kötülüğü değil, seçmenlerin Demokratur kurbanı olması mıdır?

selametle..
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
"Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer'iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrutiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz."

Asl-ı şeriatın meslek-i hakikîsi, hakikat-i meşrutiyet-i meşrûadır.

Demek meşrutiyeti, delâil-i şer'iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklîdî ve hilâf-ı şeriat telâkki etmedim. Ve şeriatı rüşvet vermedim.

İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san'at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.(Divan-ı Harb-i Örfî )

Meşruityet adalet ve şeriattır. (Divan-ı Harb-i Örfî,s: 23)


"Meşrutiyet ve kanun-u esasî hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir." (Divan-ı Harb-i Örfî,s: 21)

Sözleri tam anlayamadım aslında. Ama anladıklarımı yazayım.

Doğru olan, Kanun ve nizamın İslam Kuralları ile olması, idarecinin ise seçimle belirlenmesi. Yani, Yönetim biçimi İslami olacak ama idare edilme şekli, Demokrasi(seçim sistemi) olacak.

Eğer bu deniyorsa, bende böyle düşünüyorum. Devletin kuralları İslam kurallar olacak, yönetim biçimi Osmanlıda Padişahlık olmuş bizde ise seçim ile başa geçen idareciler olacak.

Yanlış mı anlamışım?

selametle..
 

bekir

sadece bir kul
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,198
Tepkime puanı
5,997
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Duha Kardeşim, bu demokrasi ile alakalı tüm münazaralarda senin cihetinden bir türlü aktarılamayan, bizlerin anlayamadığı bir hususiyet var. Bunu bize açık ve detaylı olarak bir anlatsan. Bu senin savunduğun demokratik sistem nasıl bir şey. Bunun yaşanan bir örneği mevcut mu? Senin dediğin demokrasi uygulanabilir mi?
 

bekir

sadece bir kul
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,198
Tepkime puanı
5,997
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Estağfirullah Duha. Yargılamak ve sorgulamak adına değil bu yazdıklarım. Gerçekten bu konuda bir frekans eşitsizliği var gibi. Yani bunu çözmeğe çalışıyorum sadece...
 

YeniPýnar

New member
Katılım
5 Nis 2009
Mesajlar
10
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Web sitesi
www.risaleinurakademisi.org
Bidayetlerde herkesten sual olunduğu gibi, Divan-ı Harpte bana da sual ettiler: "Sen de şeriatı istemişsin."
Dedim: Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira, serîat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil.(Divan-ı Harbi Örfi)

Yukarıda Bediüzzaman mükemmel bir şeriat tarifi yapıyor.

Birincisi:"Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. " diyerek şeriatın bütün hakikatlerine ruhunu feda etmeye hazır görüyoruz Üstadı.Ayrıca seriatın tarifini de "Zira, serîat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. " diyerek şeriatın saadet sebebi olduğunu,hakiki adalet ve fazileti taşıdığını anlıyoruz.Üstadımız"Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil."diyerek de şeriat isteyenlerin farklı tarzlar da seriat istediklerini nazarlara sunuyor.

"İşte şeriat isteyenlerin iki kısmı:
Biri;muvazene ile zarureti nazara alarak,müdakkikane,meşrutiyeti şeriata tatbik etmek istiyor.
Diğeri de,muvazenesiz,zahirperestane,çıkılmaz bir yola sapıyor.(Münazarat s:41)

Yukarıdaki şeriat isteyenleri nazara alırsak herhalde şeriat isteyenlerin nasıl bir şeriat istedikleri ve şeriatı isterken hangi yolları ve metodları takip ettikleri daha net olarak anlaşılmış olacaktır .Herhalde alem-i islamın hali ve durumu bu açıdan değerlendirilirse kim neyi ve nasıl istediğinin farkında mı değil mi meselesi anlaşılmış olabilir.

Yukarıda bahsedilen şeriat isteyenlerin biraz daha incelenmesi gerektiğine inanıyorum.
Birinci kısım şeriat isteyenleri Bediüzzaman şöyle vasıflandırıyor.

Muvazene ile:yani dengeli,istediğini bilen,karşılıklı diyologları dengeleyen,

Zarureti nazara alarak:Bu asrın kesin zaruretleri vardır ki bunların başında dehşetli dinsizlik cereyanları vardır bunları nazara alarak hareket etmek,kangren olmuş parmağın zaruretini nazara almak,bunu kesinlikle atlamamak,

Müdakkikane:araştırarak,inceleyerek,istediklerinin adetullaha uygun olup olmadığına bakarak,muhali talep etmeyerek,yaptığı hareketin ne getirip ne götürdüğünün hesaplarını yapmak,

Meşrutiyeti şeriata tatbik etmek istiyor:Yani meşrutiyeti demokrat manasındaki cumhuriyeti nazara alarak onu şeriata tatbik etmek istiyor.

Bu seriatı isteyenler ihtilalcilerin istediği gibi değil Bediüzzaman ve Nur
Talebelerinin istediği bir şeriat oluyor.Artık müslümanlar da bu noktalarda neyi nasıl istediklerinin farkına varması icap ediyor.

İkinci kısım şeriat isteyenler;
Muvazenesiz:dengesiz,ne istediğini bilmeyen zaruretleri nazara almayan Üstadımızın tuti kuşları gibi dediği ihtilalciler gibi şeriat isteyenler,

Zahirperestane:Görünüşe aldanan,inceleme ve araştırm yapmayan,istediği şeriatın mahiyetini dahi bilmeyen,

Çıkılmaz bir yola sapıyor:Evet çıkılmaz yol olan çıkmaz bir sokağa giriliyor.Çünkü istenen şeriat makul değil,zaruretlere riayet edilmiyor adetullah kanunları atlanıyor,inceleme,araştırma,denge ve meuvazene olmayan bir hareketin ulaşacağı yer çıkılmaz bir yol olur herhalde.Bu ikinci tür şeriat isteyenleri Üstad hazretleri şöyle de tarif ediyor."Dinde hassas,akli muhakemede nakıs,heyecanı fazla bir kısım müslümanlar."
 

yaylalý

New member
Katılım
24 Şub 2009
Mesajlar
20
Tepkime puanı
20
Puanları
0
Bu senin savunduğun demokratik sistem nasıl bir şey. Bunun yaşanan bir örneği mevcut mu? Senin dediğin demokrasi uygulanabilir mi?

Sonra dediler: "Sen selef-i salihîne muhalefet ediyorsun."
Cevaben diyordum: Hulefa-i Raşidîn hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıdkîk-ı Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.
(Beyanat ve Tenvirler, S:276)
 

yaylalý

New member
Katılım
24 Şub 2009
Mesajlar
20
Tepkime puanı
20
Puanları
0
Sanıyorum en büyük problemimiz, kavramları yerine oturtmaya çalışırken olması gerekeni değil, gözümüz önünde gördüğümüz bazı örnekleri o kavramın yerine oturtuyor olmamız gibi geliyor. Meselâ demokrasiyi konuşurken, aslında demokrasiden kast edileni veya bekleneni değil, önümüzde gördüğümüz demokrasi adı altındaki bazı uygulamaları nazara alıyormuşuz gibi geliyor. Ve genellikle de en göz önündeki örneğimiz, Türkiye Cumhuriyeti. Memleketimizdeki bu günkü idareyi “demokrasi” olarak kabûl ediyoruz. Halbûki “demokrasi” adı altındaki bu günkü sistem, Bedîüzzamân Hz.leri’nin “isim ve resimden ibaret” dediği ve yukarıda Duha kardeşimizin, içinin başka hakikatlerle doldurulmuş olduğunu söylediği müstebit bir sistem.
Zira görüyoruz ki, seksen küsur yıldır demokrasi adındaki bu sistem hiçbir dönemde halkın ekseriyetinin istekleri ve beklentileri doğrultusunda işlememiş. Ne zaman bu yönde bir gelişme olmuşsa, silâh zoruyla bu beklentinin önü kesilmiş. Mhmt kardeşimizin de Demokratur şeklinde ifade ettiği ma’nâ aslında gerçek demokrasinin yerinde, “demokrasi” adıyla hüküm süren bir “istibdattan” başka bir şey değil. Sanıyorum bizleri yanıltan da önümüzde duran bu fiilî durum. Çünkü görünüşte halkın çoğunluğu tarafından seçilen bir meclis ya da hükûmetle yönetildiğimiz söyleniyor ama, bakıyoruz ki, uygulanan tüm sistemler hâkim zihniyet tarafından kabûl edilmiş ve hiçbir zaman terkine veya değiştirilmesine izin verilmeyen kanunlar ve kurallar manzûmesinden ibaret. Bu ise önümüzdeki örneği olarak baktığımız sistemin, demokrasi değil, istibdat olduğunu gösteriyor. Bu yüzden demokrasiyi konuşurken, şu anda uygulanan sistemi değil, asıl kastedilen veya beklenen sistemi göz önüne almak lâzım diye düşünüyorum.
Aslında Demokrasi veya insanlığın denediği, aradığı diğer sistemler hepsi insan aklının mükemmeli ararken güzelliğine inandığı sistemler. Ancak insandaki nefis ve nefse hizmet eden duygular bu sistemleri de kendi menfaatleri istikametine döndürmeye, dejenere etmeye çalışıyor. Demokrasi ne zaman ki, hakîkî hüviyetine kavuşur, o zaman “meşrûtiyet-i meşrûa” denilen ve İslâmiyet’in özünde bulunan, insanlığın idaresi için Allah’ın seçtiği şerîate uygun bir sistem haline gelir diye düşünüyorum.
 
Son düzenleme:

bekir

sadece bir kul
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,198
Tepkime puanı
5,997
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
emek ki bir teori olan demokrasi, bir fiili olan demokrasi var bu gün. Bu gün malum sistemler kendini asıl manasına uymasa da demokrasi olarak ilan ediyor ve kimse de buna itiraz etmiyor. O zaman fiiliyatta ki durumu temsil ediyor demokrasi artık. Zira bu kavram kadim tarihlerde yok, olduğu tarihlerde de tanımı var, fiiliyatı yok. Murad edilen, teoride ki demokrasinin, "demokrasi" kavramı ortaya konmadan evvel, aynı şartları karşılayan bir adı olmalı. Bu adı kullanmak lazım o zaman diye düşünüyorum. Dolayısı ile kavram kargaşası çözülmüş ve yeri yerine oturan doğru kavram ifade edilmiş olur. Acaba?..
 

YeniPýnar

New member
Katılım
5 Nis 2009
Mesajlar
10
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Web sitesi
www.risaleinurakademisi.org
Şeriat aleme gelmiş; ta isbibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin.

Asıl şeriatın meslek-i hakikisi, hakîkat-i meşrûtiyet-i meşrûadır.(D.H.Ö)

Şeriat-ı İlâhiye ikidir:
Biri: Sıfat-ı kelâmdan gelen bir şeriattır ki, beşerin ef'âl-i ihtiyariyesini tanzim eder.

İkincisi:
Sıfat-ı iradeden gelen ve "evâmir-i tekviniye" tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir ki, bütün kâinatta câri olan kavânin-i âdâtullahın muhassalasından ibarettir.

Evvelki şeriat nasıl kavânîn-i akliyeden ibârettir; tabiat denilen ikinci şeriat dahi, mecmu-u kavânin-i itibariyeden ibarettir. Sıfat-ı kudretin hassası olan tesir ve icada mâlik değillerdir.(Mesnevî-i Nuriye - Nokta )
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
Günümüz uygulaması DEMOKRASİ değil zaten. Laiklik'te gerçek manasıyla uygulanmıyor bu ülkede. İkiside, güçlülerin baskı unsuru olarak kullandıkları kavramlar. Bende şahsen, Türkiye'deki uygulamasından yola çıkmadım.

Demokrasi kavramının temellerinden biri olan "çoğunluğun tercihi"ni uygulamanın Hak olup olmadığını, sorgulamak istedim. Bu durum her zaman Hak'ka tekabul etmiyor. Bunun sebebi; seçmenlerin ölçülerini yanlış alması, seçmene yanlış ölçü verilmesi (Demokratur=Kandırmaca Demokrasi oyunu) gibi durumların olduğu kesin.

Asr-ı Saadet'te seçmen (diyebileceğimiz), yani halk; Kamil iman sahibi ve ölçüsünü İslami Şeriat temelli alıyordu. Bu yüzden tercihi doğru oluyordu.

Buradan şu çıkıyor o zaman:
Demokrasi; bıçak gibidir. Nasıl kullanıldığı önemlidir. Adam da öldürür, ekmekte keser.

selametle..
 

fethullah

New member
Katılım
20 Nis 2009
Mesajlar
3
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Demokrasi kelimesi ve kavramı ne zaman bulunmuş, asrı saadette ne diyorlarmış bu kavrama?
 

fethullah

New member
Katılım
20 Nis 2009
Mesajlar
3
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Asr-ı Saadette demokrasiye asr-ı saadet diyorlarmış. Hürriyet-i şer'iye diyorlarmış. Meşveret-i meşrua diyorlarmış.

Pencere birşeyi göstermek içindir. Güneşi davet içindir. Siz pencerenin manasına bakmayıp profilleri ile uğraşırsanız pek çok mazeret ve bahane bulabilirsiniz.

Batı, Asr-ı Saadeti Asr-ı Sadet yapan meşveret ve hürriyeti keşfetmiş. Adına kendi dilinde demokrasi demiş. Ancak, onların hürriyet ve meşveretin arızası çoktur. Gelin tamir edelim. Avrupaya demokrasi namında hürriyet-i şer'iyeyi verelim. Bütün dünyaya Şeriatı verlim. Varsınlar adına demokrasi desinler, ne çıkar?

Ne alaka? asrı saadette hırsızın elinin kesilmesi meşveret ve hürriyetle mi oldu. Bişeleri bişeler benzetmeye çalışıyorsunuz ama beceremiyorsunuz ya demokrasinin manasını bilmiyorsunuz yada asrı saadeti
 
Üst Alt