seyfullah putkýran
New member
- Katılım
- 30 Eyl 2005
- Mesajlar
- 5,807
- Tepkime puanı
- 205
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
- Konum
- Ruhlar Aleminden
- Web sitesi
- www.tevhidyolu.net
CEZA OLARAK ELİ KESİLEN ŞEYH
Şeyh Hamad (Ebu'l - Hayr Tınati) Hazretlerinin bir eli kesikti. Bir gün müridlerinden biri küstahlık ederek ona elinin kesilmesine sebep olan şeyin ne olduğunu sordu. Şeyh Ebû'l Hayr Tınati Hazretleri elinin kesilmesine sebep olan hâdiseyi şöyle anlattı:
- Gençliğimde bir günah işledim. Ondan dolayı elimi kestiler, buyurunca ne zaman olduğunu sordular.
Hz. Şeyh de meseleyi başından anlatmaya başladı:
- Ben mağrip diyarında oturmakta idim. Sefer çıkmayı ve biraz gezmeyi arzuladım. Tınattan ayrılıp İskenderiye'ye geldim. Orada oniki sene kaldım. İskenderiye'den sonra Dimyat'a çok gelen-giden olurdu. Irmağın başına otururlar, yemeklerini yerler ve sofralarını da kalenin dibine dökerlerdi. Ben kimseden habersiz, oradaki köpeklerle beraber dökülen ekmeklere üşüşür ve nasibimi alırdım. Yaz mevsiminde bütün azığım bu idi.
Kış olunca ise evimin etrafında çok saz yetişirdi. Ben sazların kökünün tazesini ve beyazını yerdim, kurularını atardım. Kışın da azığım bu idi.
Birgün hatırıma:
- Ey Ebu'l - Hayr, sen kendini mütevekkil zannedersin. Halkın yapmadığını yapıyorum zannedersin ama otlaklarda otluyorsun, bir şeyler bulup yiyorsun, diye geldi. Kendi kendime: "İlahi bundan sonra yerden biten hiçbir şeye el sürmeyeceğim, onlardan hiçbir şey yemeyeceğim. Ancak bana kendi lâfzından gönderirsen onu yiyeceğim. Senin izzetin hakkı için buna söz veriyorum." dedim. Böylece 12 gün geçti, namazın farzını sünnetini ve nafileleri tamamen kılıyordum.
12 gün de sadece nafileleri terk ederek namaza devam ettim. Sonra sünneti terk ettim. 12 gün sadece farz namazı kılmaya başladım. Sonra kıyamdan, daha sonra da oturarak kılmaktan âciz kalarak farzlarıda edâ edemez olmuştum. Sırrımla niyaz ederek:" Allahım bana farz kıldığın bir hizmetten sorguya çekmen ve kefil olduğun rızkımı da göndermen gerekir. Kefil olmakta devam ettiğin o rızkı bana fazlından ihsan eyle!... " diye yalvardım.
Ansızın önümde iki yuvarlak daire görüldü. İçinde de bir şey vardı. O iki yuvarlak kürs her gece bana gelir bende içindekini yer, gıdamı temin ederim.(Şeyh yediği şeyin ne olduğunu söylemediği gibi yanındakilerde sormadılar.)
Böylece bir müddet devam ettikten sonra bana gaza için sınır boyuna gitmem işaret edildi. Buralarını müslümanlar ellerinde bulunduruyorlardı. Ben sınır boyuna gittim. Bir köye vardım. Cuma günü idi.
Mescidin kapısında bir kaç kişi toplanmışlar sohbet ediyorlar, birisi anlatıyor öbürleri dinliyorlardı. Anlatan Zekeriya Aleyhisselâmın ağaca saklandığını ve müşrikler tarafından destere ile kesildiğini anlatmakta idi. O'nun sabrından bahs ederken ben içimden şöyle geçirdim: "Eğer bende olsaydım orada sabrederdim."
Oradan ayrılıp sınır boylarından Antakya'ya geldiğimde dostlarım bana bir kılınç - kalkan verdiler. Sonra sınır boyuna müteveccihen Allah'tan haya ettiğimden oralardaki meşeliğe geçtim. Gece deniz kenarına gelir, abdest alır, namaz kılardım. Gündüz olunca da yine o meşeliğe geçer düşmanın gelmesini beklerdim.
Birgün meşelikte gezerken yemişleinin bazısı olgunlaşmış, bazısı henüz olgunlaşmamış bir meyve ağacı gördüm. Bu çok hoşuma gitmişti. Allah'a verdiğim sözden o anda gafildim. Elimi uzatarak yemişlerden bir miktar topladım. Sonra birkaç tanesini yemeğe başladım. Bir kısmı ağzımda bir kısmı da eliğmde olduğu halde yeminim aklıma geldi. Hemen elimde olanları serptim, ağzımdakileri tükürdüm. Kendi kendime mihnet ve belâ vakti yaklaştı, dedim. Kılıcımı- kalkanımı ve mızrağımı bir kenara attım, bir ağacın dibine varıp elim şakağımda düşünmeye başladım. Hata işledim. Şimdi benim halim ne olacak diye düşünüyordum. Ben dalgın dalgın düşünmekte iken bir bir bölük atlı silahlı kişi gelerek etrafımı sardı. Sonra beni yaka- paça deniz kenarına emir (Reislerinin) yanına götürdüler.
Daha evvel bazı köylüler de benim gibi yakalanarak sultanın huzuruna getirilmiş, bekletiliyorlarmış. Sultan bana:
-Sen kimsin? Necisin? dedi.
Ben:
Allahın kullarından bir kulum, deyince de orada bulunan esir köylülere tanıyıp tanımadıklarını sordu.
Tanımadıklarını söylediler. Onlara:
- Bu sizin büyüğünüz, fakat siz onu mâzur göstermek için tanımadığınızı söylüyorsunuz, kendinizi feda ediyorsunuz, dedi.
Biraz sonra da kararını verdi. O kalabalıktan birer birer ayırıp birer el, birer ayaklarını kestiler. Sıra bana gelince:
- Elini uzat dediler.
Uzattım ve bir vuruşta sağ elimi kestiler. Ayağını da uzat dediklerinde sırtüstü yatarak ayağımı uzattım ve:
-Ya Rabbi! Elim günah işlemişti, kestirdin, ayağımın ne suçu var!... diye içimden yalvardım.
O anda atlılardan biri atından atlayarak:
- Durun, kesmeyin, bu adam falan zattır!. Ne yapıyorsunuz, dünyayı başımıza mı yıkacaklsınız. Ben bunu tanıyorum! diye bağırdı.
Bunun üzerine reis atından inerek o kesilen eli öptü. Bana da:
- Biz hata ettik, bizi affet, diye yalvardı.
Ben de:
- O suçlu bir eldi. Kestiniz, hakkımı helâl ettim, dedim.
Ondan sonra çok ağladım. Çünkü bir anlık dalgınlık yüzünden hem elimden olmuş hem de o her zaman nereye gitsem beni bulan yuvarlak kürsten mahrum olmuştum. İşte bu elimin kesilmesi böyle bir hadise sonucu olmuştur. Bu bir suçlu eldir ve cezasını çekmiştir. Allah ahirette çektirmesin...
Şeyh Hamad (Ebu'l - Hayr Tınati) Hazretlerinin bir eli kesikti. Bir gün müridlerinden biri küstahlık ederek ona elinin kesilmesine sebep olan şeyin ne olduğunu sordu. Şeyh Ebû'l Hayr Tınati Hazretleri elinin kesilmesine sebep olan hâdiseyi şöyle anlattı:
- Gençliğimde bir günah işledim. Ondan dolayı elimi kestiler, buyurunca ne zaman olduğunu sordular.
Hz. Şeyh de meseleyi başından anlatmaya başladı:
- Ben mağrip diyarında oturmakta idim. Sefer çıkmayı ve biraz gezmeyi arzuladım. Tınattan ayrılıp İskenderiye'ye geldim. Orada oniki sene kaldım. İskenderiye'den sonra Dimyat'a çok gelen-giden olurdu. Irmağın başına otururlar, yemeklerini yerler ve sofralarını da kalenin dibine dökerlerdi. Ben kimseden habersiz, oradaki köpeklerle beraber dökülen ekmeklere üşüşür ve nasibimi alırdım. Yaz mevsiminde bütün azığım bu idi.
Kış olunca ise evimin etrafında çok saz yetişirdi. Ben sazların kökünün tazesini ve beyazını yerdim, kurularını atardım. Kışın da azığım bu idi.
Birgün hatırıma:
- Ey Ebu'l - Hayr, sen kendini mütevekkil zannedersin. Halkın yapmadığını yapıyorum zannedersin ama otlaklarda otluyorsun, bir şeyler bulup yiyorsun, diye geldi. Kendi kendime: "İlahi bundan sonra yerden biten hiçbir şeye el sürmeyeceğim, onlardan hiçbir şey yemeyeceğim. Ancak bana kendi lâfzından gönderirsen onu yiyeceğim. Senin izzetin hakkı için buna söz veriyorum." dedim. Böylece 12 gün geçti, namazın farzını sünnetini ve nafileleri tamamen kılıyordum.
12 gün de sadece nafileleri terk ederek namaza devam ettim. Sonra sünneti terk ettim. 12 gün sadece farz namazı kılmaya başladım. Sonra kıyamdan, daha sonra da oturarak kılmaktan âciz kalarak farzlarıda edâ edemez olmuştum. Sırrımla niyaz ederek:" Allahım bana farz kıldığın bir hizmetten sorguya çekmen ve kefil olduğun rızkımı da göndermen gerekir. Kefil olmakta devam ettiğin o rızkı bana fazlından ihsan eyle!... " diye yalvardım.
Ansızın önümde iki yuvarlak daire görüldü. İçinde de bir şey vardı. O iki yuvarlak kürs her gece bana gelir bende içindekini yer, gıdamı temin ederim.(Şeyh yediği şeyin ne olduğunu söylemediği gibi yanındakilerde sormadılar.)
Böylece bir müddet devam ettikten sonra bana gaza için sınır boyuna gitmem işaret edildi. Buralarını müslümanlar ellerinde bulunduruyorlardı. Ben sınır boyuna gittim. Bir köye vardım. Cuma günü idi.
Mescidin kapısında bir kaç kişi toplanmışlar sohbet ediyorlar, birisi anlatıyor öbürleri dinliyorlardı. Anlatan Zekeriya Aleyhisselâmın ağaca saklandığını ve müşrikler tarafından destere ile kesildiğini anlatmakta idi. O'nun sabrından bahs ederken ben içimden şöyle geçirdim: "Eğer bende olsaydım orada sabrederdim."
Oradan ayrılıp sınır boylarından Antakya'ya geldiğimde dostlarım bana bir kılınç - kalkan verdiler. Sonra sınır boyuna müteveccihen Allah'tan haya ettiğimden oralardaki meşeliğe geçtim. Gece deniz kenarına gelir, abdest alır, namaz kılardım. Gündüz olunca da yine o meşeliğe geçer düşmanın gelmesini beklerdim.
Birgün meşelikte gezerken yemişleinin bazısı olgunlaşmış, bazısı henüz olgunlaşmamış bir meyve ağacı gördüm. Bu çok hoşuma gitmişti. Allah'a verdiğim sözden o anda gafildim. Elimi uzatarak yemişlerden bir miktar topladım. Sonra birkaç tanesini yemeğe başladım. Bir kısmı ağzımda bir kısmı da eliğmde olduğu halde yeminim aklıma geldi. Hemen elimde olanları serptim, ağzımdakileri tükürdüm. Kendi kendime mihnet ve belâ vakti yaklaştı, dedim. Kılıcımı- kalkanımı ve mızrağımı bir kenara attım, bir ağacın dibine varıp elim şakağımda düşünmeye başladım. Hata işledim. Şimdi benim halim ne olacak diye düşünüyordum. Ben dalgın dalgın düşünmekte iken bir bir bölük atlı silahlı kişi gelerek etrafımı sardı. Sonra beni yaka- paça deniz kenarına emir (Reislerinin) yanına götürdüler.
Daha evvel bazı köylüler de benim gibi yakalanarak sultanın huzuruna getirilmiş, bekletiliyorlarmış. Sultan bana:
-Sen kimsin? Necisin? dedi.
Ben:
Allahın kullarından bir kulum, deyince de orada bulunan esir köylülere tanıyıp tanımadıklarını sordu.
Tanımadıklarını söylediler. Onlara:
- Bu sizin büyüğünüz, fakat siz onu mâzur göstermek için tanımadığınızı söylüyorsunuz, kendinizi feda ediyorsunuz, dedi.
Biraz sonra da kararını verdi. O kalabalıktan birer birer ayırıp birer el, birer ayaklarını kestiler. Sıra bana gelince:
- Elini uzat dediler.
Uzattım ve bir vuruşta sağ elimi kestiler. Ayağını da uzat dediklerinde sırtüstü yatarak ayağımı uzattım ve:
-Ya Rabbi! Elim günah işlemişti, kestirdin, ayağımın ne suçu var!... diye içimden yalvardım.
O anda atlılardan biri atından atlayarak:
- Durun, kesmeyin, bu adam falan zattır!. Ne yapıyorsunuz, dünyayı başımıza mı yıkacaklsınız. Ben bunu tanıyorum! diye bağırdı.
Bunun üzerine reis atından inerek o kesilen eli öptü. Bana da:
- Biz hata ettik, bizi affet, diye yalvardı.
Ben de:
- O suçlu bir eldi. Kestiniz, hakkımı helâl ettim, dedim.
Ondan sonra çok ağladım. Çünkü bir anlık dalgınlık yüzünden hem elimden olmuş hem de o her zaman nereye gitsem beni bulan yuvarlak kürsten mahrum olmuştum. İşte bu elimin kesilmesi böyle bir hadise sonucu olmuştur. Bu bir suçlu eldir ve cezasını çekmiştir. Allah ahirette çektirmesin...
Şeyh Hamad (Ebu'l - Hayr Tınati) Hazretlerinin bir eli kesikti. Bir gün müridlerinden biri küstahlık ederek ona elinin kesilmesine sebep olan şeyin ne olduğunu sordu. Şeyh Ebû'l Hayr Tınati Hazretleri elinin kesilmesine sebep olan hâdiseyi şöyle anlattı:
- Gençliğimde bir günah işledim. Ondan dolayı elimi kestiler, buyurunca ne zaman olduğunu sordular.
Hz. Şeyh de meseleyi başından anlatmaya başladı:
- Ben mağrip diyarında oturmakta idim. Sefer çıkmayı ve biraz gezmeyi arzuladım. Tınattan ayrılıp İskenderiye'ye geldim. Orada oniki sene kaldım. İskenderiye'den sonra Dimyat'a çok gelen-giden olurdu. Irmağın başına otururlar, yemeklerini yerler ve sofralarını da kalenin dibine dökerlerdi. Ben kimseden habersiz, oradaki köpeklerle beraber dökülen ekmeklere üşüşür ve nasibimi alırdım. Yaz mevsiminde bütün azığım bu idi.
Kış olunca ise evimin etrafında çok saz yetişirdi. Ben sazların kökünün tazesini ve beyazını yerdim, kurularını atardım. Kışın da azığım bu idi.
Birgün hatırıma:
- Ey Ebu'l - Hayr, sen kendini mütevekkil zannedersin. Halkın yapmadığını yapıyorum zannedersin ama otlaklarda otluyorsun, bir şeyler bulup yiyorsun, diye geldi. Kendi kendime: "İlahi bundan sonra yerden biten hiçbir şeye el sürmeyeceğim, onlardan hiçbir şey yemeyeceğim. Ancak bana kendi lâfzından gönderirsen onu yiyeceğim. Senin izzetin hakkı için buna söz veriyorum." dedim. Böylece 12 gün geçti, namazın farzını sünnetini ve nafileleri tamamen kılıyordum.
12 gün de sadece nafileleri terk ederek namaza devam ettim. Sonra sünneti terk ettim. 12 gün sadece farz namazı kılmaya başladım. Sonra kıyamdan, daha sonra da oturarak kılmaktan âciz kalarak farzlarıda edâ edemez olmuştum. Sırrımla niyaz ederek:" Allahım bana farz kıldığın bir hizmetten sorguya çekmen ve kefil olduğun rızkımı da göndermen gerekir. Kefil olmakta devam ettiğin o rızkı bana fazlından ihsan eyle!... " diye yalvardım.
Ansızın önümde iki yuvarlak daire görüldü. İçinde de bir şey vardı. O iki yuvarlak kürs her gece bana gelir bende içindekini yer, gıdamı temin ederim.(Şeyh yediği şeyin ne olduğunu söylemediği gibi yanındakilerde sormadılar.)
Böylece bir müddet devam ettikten sonra bana gaza için sınır boyuna gitmem işaret edildi. Buralarını müslümanlar ellerinde bulunduruyorlardı. Ben sınır boyuna gittim. Bir köye vardım. Cuma günü idi.
Mescidin kapısında bir kaç kişi toplanmışlar sohbet ediyorlar, birisi anlatıyor öbürleri dinliyorlardı. Anlatan Zekeriya Aleyhisselâmın ağaca saklandığını ve müşrikler tarafından destere ile kesildiğini anlatmakta idi. O'nun sabrından bahs ederken ben içimden şöyle geçirdim: "Eğer bende olsaydım orada sabrederdim."
Oradan ayrılıp sınır boylarından Antakya'ya geldiğimde dostlarım bana bir kılınç - kalkan verdiler. Sonra sınır boyuna müteveccihen Allah'tan haya ettiğimden oralardaki meşeliğe geçtim. Gece deniz kenarına gelir, abdest alır, namaz kılardım. Gündüz olunca da yine o meşeliğe geçer düşmanın gelmesini beklerdim.
Birgün meşelikte gezerken yemişleinin bazısı olgunlaşmış, bazısı henüz olgunlaşmamış bir meyve ağacı gördüm. Bu çok hoşuma gitmişti. Allah'a verdiğim sözden o anda gafildim. Elimi uzatarak yemişlerden bir miktar topladım. Sonra birkaç tanesini yemeğe başladım. Bir kısmı ağzımda bir kısmı da eliğmde olduğu halde yeminim aklıma geldi. Hemen elimde olanları serptim, ağzımdakileri tükürdüm. Kendi kendime mihnet ve belâ vakti yaklaştı, dedim. Kılıcımı- kalkanımı ve mızrağımı bir kenara attım, bir ağacın dibine varıp elim şakağımda düşünmeye başladım. Hata işledim. Şimdi benim halim ne olacak diye düşünüyordum. Ben dalgın dalgın düşünmekte iken bir bir bölük atlı silahlı kişi gelerek etrafımı sardı. Sonra beni yaka- paça deniz kenarına emir (Reislerinin) yanına götürdüler.
Daha evvel bazı köylüler de benim gibi yakalanarak sultanın huzuruna getirilmiş, bekletiliyorlarmış. Sultan bana:
-Sen kimsin? Necisin? dedi.
Ben:
Allahın kullarından bir kulum, deyince de orada bulunan esir köylülere tanıyıp tanımadıklarını sordu.
Tanımadıklarını söylediler. Onlara:
- Bu sizin büyüğünüz, fakat siz onu mâzur göstermek için tanımadığınızı söylüyorsunuz, kendinizi feda ediyorsunuz, dedi.
Biraz sonra da kararını verdi. O kalabalıktan birer birer ayırıp birer el, birer ayaklarını kestiler. Sıra bana gelince:
- Elini uzat dediler.
Uzattım ve bir vuruşta sağ elimi kestiler. Ayağını da uzat dediklerinde sırtüstü yatarak ayağımı uzattım ve:
-Ya Rabbi! Elim günah işlemişti, kestirdin, ayağımın ne suçu var!... diye içimden yalvardım.
O anda atlılardan biri atından atlayarak:
- Durun, kesmeyin, bu adam falan zattır!. Ne yapıyorsunuz, dünyayı başımıza mı yıkacaklsınız. Ben bunu tanıyorum! diye bağırdı.
Bunun üzerine reis atından inerek o kesilen eli öptü. Bana da:
- Biz hata ettik, bizi affet, diye yalvardı.
Ben de:
- O suçlu bir eldi. Kestiniz, hakkımı helâl ettim, dedim.
Ondan sonra çok ağladım. Çünkü bir anlık dalgınlık yüzünden hem elimden olmuş hem de o her zaman nereye gitsem beni bulan yuvarlak kürsten mahrum olmuştum. İşte bu elimin kesilmesi böyle bir hadise sonucu olmuştur. Bu bir suçlu eldir ve cezasını çekmiştir. Allah ahirette çektirmesin...
Şeyh Hamad (Ebu'l - Hayr Tınati) Hazretlerinin bir eli kesikti. Bir gün müridlerinden biri küstahlık ederek ona elinin kesilmesine sebep olan şeyin ne olduğunu sordu. Şeyh Ebû'l Hayr Tınati Hazretleri elinin kesilmesine sebep olan hâdiseyi şöyle anlattı:
- Gençliğimde bir günah işledim. Ondan dolayı elimi kestiler, buyurunca ne zaman olduğunu sordular.
Hz. Şeyh de meseleyi başından anlatmaya başladı:
- Ben mağrip diyarında oturmakta idim. Sefer çıkmayı ve biraz gezmeyi arzuladım. Tınattan ayrılıp İskenderiye'ye geldim. Orada oniki sene kaldım. İskenderiye'den sonra Dimyat'a çok gelen-giden olurdu. Irmağın başına otururlar, yemeklerini yerler ve sofralarını da kalenin dibine dökerlerdi. Ben kimseden habersiz, oradaki köpeklerle beraber dökülen ekmeklere üşüşür ve nasibimi alırdım. Yaz mevsiminde bütün azığım bu idi.
Kış olunca ise evimin etrafında çok saz yetişirdi. Ben sazların kökünün tazesini ve beyazını yerdim, kurularını atardım. Kışın da azığım bu idi.
Birgün hatırıma:
- Ey Ebu'l - Hayr, sen kendini mütevekkil zannedersin. Halkın yapmadığını yapıyorum zannedersin ama otlaklarda otluyorsun, bir şeyler bulup yiyorsun, diye geldi. Kendi kendime: "İlahi bundan sonra yerden biten hiçbir şeye el sürmeyeceğim, onlardan hiçbir şey yemeyeceğim. Ancak bana kendi lâfzından gönderirsen onu yiyeceğim. Senin izzetin hakkı için buna söz veriyorum." dedim. Böylece 12 gün geçti, namazın farzını sünnetini ve nafileleri tamamen kılıyordum.
12 gün de sadece nafileleri terk ederek namaza devam ettim. Sonra sünneti terk ettim. 12 gün sadece farz namazı kılmaya başladım. Sonra kıyamdan, daha sonra da oturarak kılmaktan âciz kalarak farzlarıda edâ edemez olmuştum. Sırrımla niyaz ederek:" Allahım bana farz kıldığın bir hizmetten sorguya çekmen ve kefil olduğun rızkımı da göndermen gerekir. Kefil olmakta devam ettiğin o rızkı bana fazlından ihsan eyle!... " diye yalvardım.
Ansızın önümde iki yuvarlak daire görüldü. İçinde de bir şey vardı. O iki yuvarlak kürs her gece bana gelir bende içindekini yer, gıdamı temin ederim.(Şeyh yediği şeyin ne olduğunu söylemediği gibi yanındakilerde sormadılar.)
Böylece bir müddet devam ettikten sonra bana gaza için sınır boyuna gitmem işaret edildi. Buralarını müslümanlar ellerinde bulunduruyorlardı. Ben sınır boyuna gittim. Bir köye vardım. Cuma günü idi.
Mescidin kapısında bir kaç kişi toplanmışlar sohbet ediyorlar, birisi anlatıyor öbürleri dinliyorlardı. Anlatan Zekeriya Aleyhisselâmın ağaca saklandığını ve müşrikler tarafından destere ile kesildiğini anlatmakta idi. O'nun sabrından bahs ederken ben içimden şöyle geçirdim: "Eğer bende olsaydım orada sabrederdim."
Oradan ayrılıp sınır boylarından Antakya'ya geldiğimde dostlarım bana bir kılınç - kalkan verdiler. Sonra sınır boyuna müteveccihen Allah'tan haya ettiğimden oralardaki meşeliğe geçtim. Gece deniz kenarına gelir, abdest alır, namaz kılardım. Gündüz olunca da yine o meşeliğe geçer düşmanın gelmesini beklerdim.
Birgün meşelikte gezerken yemişleinin bazısı olgunlaşmış, bazısı henüz olgunlaşmamış bir meyve ağacı gördüm. Bu çok hoşuma gitmişti. Allah'a verdiğim sözden o anda gafildim. Elimi uzatarak yemişlerden bir miktar topladım. Sonra birkaç tanesini yemeğe başladım. Bir kısmı ağzımda bir kısmı da eliğmde olduğu halde yeminim aklıma geldi. Hemen elimde olanları serptim, ağzımdakileri tükürdüm. Kendi kendime mihnet ve belâ vakti yaklaştı, dedim. Kılıcımı- kalkanımı ve mızrağımı bir kenara attım, bir ağacın dibine varıp elim şakağımda düşünmeye başladım. Hata işledim. Şimdi benim halim ne olacak diye düşünüyordum. Ben dalgın dalgın düşünmekte iken bir bir bölük atlı silahlı kişi gelerek etrafımı sardı. Sonra beni yaka- paça deniz kenarına emir (Reislerinin) yanına götürdüler.
Daha evvel bazı köylüler de benim gibi yakalanarak sultanın huzuruna getirilmiş, bekletiliyorlarmış. Sultan bana:
-Sen kimsin? Necisin? dedi.
Ben:
Allahın kullarından bir kulum, deyince de orada bulunan esir köylülere tanıyıp tanımadıklarını sordu.
Tanımadıklarını söylediler. Onlara:
- Bu sizin büyüğünüz, fakat siz onu mâzur göstermek için tanımadığınızı söylüyorsunuz, kendinizi feda ediyorsunuz, dedi.
Biraz sonra da kararını verdi. O kalabalıktan birer birer ayırıp birer el, birer ayaklarını kestiler. Sıra bana gelince:
- Elini uzat dediler.
Uzattım ve bir vuruşta sağ elimi kestiler. Ayağını da uzat dediklerinde sırtüstü yatarak ayağımı uzattım ve:
-Ya Rabbi! Elim günah işlemişti, kestirdin, ayağımın ne suçu var!... diye içimden yalvardım.
O anda atlılardan biri atından atlayarak:
- Durun, kesmeyin, bu adam falan zattır!. Ne yapıyorsunuz, dünyayı başımıza mı yıkacaklsınız. Ben bunu tanıyorum! diye bağırdı.
Bunun üzerine reis atından inerek o kesilen eli öptü. Bana da:
- Biz hata ettik, bizi affet, diye yalvardı.
Ben de:
- O suçlu bir eldi. Kestiniz, hakkımı helâl ettim, dedim.
Ondan sonra çok ağladım. Çünkü bir anlık dalgınlık yüzünden hem elimden olmuş hem de o her zaman nereye gitsem beni bulan yuvarlak kürsten mahrum olmuştum. İşte bu elimin kesilmesi böyle bir hadise sonucu olmuştur. Bu bir suçlu eldir ve cezasını çekmiştir. Allah ahirette çektirmesin...