Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cemaatler,firkalar Ve Islam

mehmetk

New member
Katılım
25 Eyl 2005
Mesajlar
32
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
--------------------------------------------------------------------------------
Cemaatler,firkalar Ve İslam

--------------------------------------------------------------------------------

Öncelikle İslam cemaat dinidir. Bu yüzden İslam'da kollektif çalışmaya, cemaatle ibadete önem verilmiştir. Gerçek anlamda bir cemaat oluşursa güçler birleşir. Cemaatten kopanların kendilerini şeytanın ve askerlerinin hile ve vesveselerine karşı korumaları zordur. Fakat unutmamak gerekir ki cemaat kelime olarak "birlik, bütünleşme, bir araya gelme ve topluluk" anlamlarına gelir. Yani cemaatte ayrılık değil bütünlük esastır. Bu yüzden İslami kaynaklarda zaman zaman cemaat aynı zamanda ümmet anlamına kullanılır. "Ehli sünnet" için de itikatla ilgili kitaplarda çoğunlukla "ehlu's-sunne ve'l-cemaa" adı kullanılır. Burada kastedilen ise ehli sünnetin ana kitleden ayrılmayan itikadi mezhep olduğuna işarettir.
Ne var ki zamanımızda cemaatleşmeden ziyade fırkalaşma dikkat çekmektedir. Burada olması gerekenle olan arasında bir tenakuz bulunmasından dolayı sıkıntı yaşanmaktadır. Yani problem cemaatleşmede değil fırkalaşmadadır. İşte bunun aşılabilmesi için cemaatleşmeye önem verilmesi, bunun için de en başta, en geniş cemaatin ümmet olduğunun unutulmaması gerekir. Eğer ki ümmetin herhangi bir kesimini dışlayan faaliyet söz konusu ise bu bir fırkalaşmadır. Ama ümmetin tümünü kuşatmayı esas alan, fakat bu arada bir teşkilat disiplini içinde belli bir kesimini aktif olarak değerlendiren faaliyet söz konusu ise bu cemaatleşmedir.

Bizim yapmamız gerekenlere gelince:

Önce şunu bilmeliyiz ki İslam kendi kendini temsil eder. Herhangi bir grup veya oluşum İslam'ın kendisi değildir. Bu grup veya oluşum İslam'ı ne kadar özümsemişse o kadar yansıtır. Eğer bir yanlışlık varsa o İslam'da değil, grupta, oluşumda ya da onu yönlendiren fertlerdedir. Dolayısıyla onların hatalarından yola çıkarak İslam'dan soğumak hatalıdır. Bir kimse eğer aradığı İslam'ı belli bir oluşumda bulamıyorsa o zaman kendi ferdi hayatına İslam'ı hakim kılmak için mücadele eder, etrafındakilerin hatalarını düzeltmelerine yardımcı olmak için davet çalışması yapar. Bilmek gerekir ki Allah katında herhangi bir grubun anlayışına göre değil Allah'ın vahyettiği İslam'a göre hesap vereceğiz.

İkinci olarak: Hiçbir mü'min kendisini mü'minlerin maruz kaldıkları sıkıntılardan soyutlayamaz. Mutlaka onların sıkıntılarıyla ilgilenmesi gerekir. Grupların hatalarından kaynaklanan sıkıntılar da buna dahildir. Bu yüzden o yanlışların düzeltilmesi için davet çalışması yapması gerekir.

Üçüncü olarak: Grup ve lider taassubundan kurtulmamız gerekir. Bu taassup bazen insanlarımızı itikatta sapmalara götürmektedir. Bir kimse belli bir gruba ve lidere sıkı sıkıya bağlıysa, mensubu olduğu grup ya da lider, Kur'an ölçülerine göre bir hata yaptığında o hatanın düzeltilmesi için çalışmak yerine Kur'an'ın ölçülerini esnetme, bu ölçüleri söz konusu grup ya da liderin anlayışına yahut fiiline göre yorumlama yoluna gitmektedir. İşte bu saplantıdan kurtulmalı, çevremizdeki insanların bu gibi saplantılardan kurtulmaları için kendilerine yardımcı olmalıyız.

Ama çağrılarımız, davet çalışmalarımız kızdırıcı değil sevdirici, nefret ettirici değil, beğendirici, uzaklaştırıcı değil yakınlaştırıcı olmalıdır
 

Serhan Eðeryýlmaz

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
385
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
37
Dünya'nın düzelmesi ve her hak sahibinin hakkı bulabilmesi için Kuran-ı Kerim'e ve Hadis-i Şeriflere göre yönetilen bir düzen lazım


''Zan konuşmadan önce ilim öğrenin.''

''Kolaylaştırın,güşleştirmeyin,sevdirin,nefret ettirmeyin.''

''İyiliği emretmeyen kötülükten yasak etmeyenler,bizden değildir.''
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
...

...

Allahû Teâla'nın emri açık ve kesindir. "FIRKALARA AYRILMAYINIZ." Allahû Teâla insanların fırkalara ayrıldıklarını, herkesin kendi fırkasından memnun olduğunu ve bunun yanlış bir şey olduğunu söylüyor. Buradaki fırkalardan murat insanların, Sırat-ı Müstakiym’in üzerinde olan insanların ayrıldıkları tasavvuf grupları veya tarikat grupları değildir. Bunların dışındaki gruplardır. Eğer bir insan ruhunu Allah'a doğru yola çıkarmamışsa yani mürşidine ulaşmamışsa bu kişi tasavvufta değildir, bu kişinin ruhu hiçbir zaman Sırat-ı Müstakiym’in üzerinde olamaz. Oysa tevhid akidesinin muhtevasına dikkatle bakınız. Tevhid akidesi sizi Allah'a ulaştıran yolun üzerinde görmek isteyen Allah'ın bir açıklamasıdır. Bu akide bütün insanları Allah'a ulaştıracak olan bir birliğin kurulmasına istihdaf eder. Hedef aldığı şey bütün insanların Sırat-ı Müstakiym’in üzerinde olmasıdır. O Sırat-ı Müstakiym ki onları Allah'a ulaştırır. Öyleyse Allahû Teâla ile biz insanların arasındaki ilişkiye dikkatle bakalım. Bu ilişki mutlaka ruhumuzun Allah'a doğru yola çıkmasını gerektirir. Ve o noktaya ulaştığımız anda mutlaka tevhidin içindeyiz.
Ne zaman ruhumuz Allah'a doğru yola çıkar? Biz ne zaman mürşidimize ulaşırsak o gün ruhumuzun Allah'a doğru yola çıkması söz konusudur. İşte Nebe Suresi 38. âyet-i kerime bir tövbe merasiminden bahsediyor. Gökteki meleklerin saf saf indiği ve mürşidin sevap söylediği, halifenin de kişi olarak orada hazır bulunduğu bir merasim, tövbe merasimi. İşte bu merasimin sonundaki olayı da

Nebe suresinin bir sonraki âyet-i kerimesi, 39. âyet-i kerimesi anlatıyor.
"Zalikel yevmül hakkı femen şae ittehaze ila Rabbihi meaba."
İşte O gün Hak günüdür, dileyen kişi kendisine Allah'a ulaştıran yolu yol ittihaz eder.

Allahû Teâla bir kelime daha kullanmış, "Meaba" sığınak, melce demek. Yani her kim bu Sırat-ı Müstakiym’e Allah'a ulaştıran yola ulaşırsa o kişi mutlaka Allah'a ulaşacaktır. Ve mutlaka Allah O'na sığınak olacaktır, melce olacaktır. İşte bir insanın Allah'a ulaştıran yola vasıl olduğu nokta mürşidine ulaştıktan sonraki noktadır. Allahû Teâla’nın irşad konusunda çok titiz davrandığını görüyoruz. Mutlaka herkesi Allah'a çağırıyor. Bundan 14 asır evvel bütün sahabe ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) insanları Allah'a çağırıyorlardı. İşte

Yusuf Suresinin 108. âyet-i kerimesi:
Ben ve bana tâbî olanların, bizim hepimizin görerek Allah'a çağırdığı yol işte budur. Bu Sırat-ı Müstakiym’dir.

Allahû Teâla’nın indinde bir olgu var. İnsanların bir olgusu. Allah'a çağırmak ve ulaşamayanların da Allah'a ulaşmasını temin etmek. İşte çağımızda da gene asıl hedefimiz bu olmalıdır. Herkes herkesi Allah'a çağırmalıdır.
 

esma_

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
öncelikle teşekkür etmem gerek uzun zamandır aradığım bir konuyu buraya taşıdığınız için mehmeth konuyu okurken ilk olarak günümüz oluşumlarından tarikat ve cemaatleri hatırladım öyle ki bana son yıllarda cemaatler yeni yeni mezhep oluşumlarıdır dedirten ardından da hayır artık mezhebi geçtim tağutçuluk örnekleridir dedirten bir takım yaşanmışlık ve tanıklıklarım olduğu için zaman zaman kendi içimde çelişiyordum.....

lakin serhan eğeryılmaz ise başka bir olguyu getirdi yaptığı yorumla hatırıma MEZHEPLERİ mezhep bildiğim kadarıyla gidillen yol demektir ve yine yanlış hatırlamıyorsam hadiste mealen şöyle deniyor;yolunu ayıran bizden değildir.....
yapılan yorumlarda ve yazınızda kur-an ve hadislerden bahsedilmiş kaynak olarak peki bizim dinimizi öğrenebileceğimiz yol bunlar iken neden çeşitli mezhepler kurulmuş ve insanlar bunların yolundan gitmiştir kaynak kitaplarda şöyle yazdığını biliyorum şafii mezhebine göre şöyle hanefi mezhebine göre böyle diye başlayıp o ilmihalde konuyu açıklama çabası Kİ kaldı ki onlarca mezhep var iki tane değil bu da ayrı bir çelişkiyi doğurmuyor mu ve biz mezhep imamlarının yorum ve yaşamlarına göre yaşıyorsak şu an o defada kur-andan yani allah kelamından sıyrılmış olup allah muhafaza bir nevi şirke girmiş olmuyor muyuz?

mezhepleri geçip tekrar tar,kat ve cemaatlere dönmek isterim her cemaatin farklı bir kurucusu yöneticisi var ve ne hikmetse onların dedikleri kanun hükmünde gibi işleniyor pweki ya biz bunu yapmakla gerçekten tağutçuluk yapmış olmuyor muyuz

arkadaşlar bu konularda beni aydınlatabilir misiniz allah yar ve yardımcınız olsun dua ile vesselam
 
E

ebubeddavi

Guest
lailahe illaallah muhammedenresulullah diyen müslümandır bitti öküzün altında buzağı aramıyalım ,,mezheplere karşımısın derseniz hayır değilim çok iyi bir sürü kolaylıklar var mesela ben öğle ve ikindiyi işim icabı birleştirerek kılıyorum gibi ..zorlaştırmayın kolaylaştırın gibi teferruatlar ile kafa karışmasın İMAN evet işin özü bu ve iman olmadıktan sonra neylersen eyle nafile..adam cumaya gidiyor ya oradan gelende yok gibi şüphe ve suru tarzı kelam ediyor hadi bakalım öp babanın elini....
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
...

...

ŞEYTANIN TUZAĞI
Allah'ın istediği şey insanların şu dünya hayatını mutluluk içinde, saadet içinde geçirmesidir. Ahiret hayatını da cennet'te yaşamalarıdır. Allah'ın istediği yalnızca budur. Allah insanları cezalandırmak değil mukafatlândırmak ister.

3/ÂL-İ İMRAN-31: Kul in küntüm tuhibbünallâhe fettebi'uni yuhbibkümüllahü ve yağfirleküm zünûbeküm. Vallahü gafûrun rahîm.
De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız, o zaman bana tâbî olun ki; Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı bağışlasın . Allah GAFÛR'Dur RAHÎM'dir.

Allah'ın istediği şey insanları mükâfatlandırmakdır. Ama insanlar kendilerine verilen serbest iradeyi, Allah'ın emrettiği istikamette değil yanlış istikametlerde kullanarak, Allah'ın hediyelerine vasıl olmak yerine, cehennem'e vasıl olmak yolunu tutuyorlar. Ne yazık ki, insanların çoğunluğu bu durumda. İşte iblîs Peygamber Efendimiz (SAV)'in Allah'a kavuşmasından 14 asır sonra insanları büyük tuzağına düşürmüş vaziyette. Hangi İslâm ülkesine giderseniz oradaki din âlimleri ile konuşursanız şunu göreceksiniz. Hepsi size şunu sorarlar. Namaz kılıyor musun? Oruç tutuyor musun? Zekât veriyor musun? Kelime-i Şehadet getirdin mi? Paran var da Hacca gittin mi? Bunların hepsine "evet" cevabını almışlarsa size verecekleri cevap "kurtuldun" olacaktır. Halbuki Allahû Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de hiç böyle söylemiyor. Şeytandan kurtulabilenler ihlâs sahibi olan kullardır. Sen, diyor iblis'e, "Benim ihlâs sahibi kullarımı yoldan çıkartamazsın. İdIâle düşüremezsin."

15/ HİCR-40: İllâ ibâdeke minhümülmuhlasıyn
Senin ihlâs sahibi kulların hariç.

Öyleyse insanların ihlâs sahibi olmaları lazım geldiği sonucuna ulaşıyoruz. Sadece bir tane Kur'ân-ı Kerîm var. Ne hüküm verdiyse Allahû Tealâ Hz., neyi bildirdi ise, sadece onlar var, Kur'ân-ı Kerîm hükümleri. Ve O hükümlere baktığımız zaman Allahû Tealâ Hz.nin İslâm'ın 5 şartını yeterli görmediği sonucuna ulaşıyoruz. Çünkü bu beş şart sadece fizik vücudun görevlerinden bir kısmını ifade ediyor.
Bir de son andaki (Kıyâmet günündeki) sahneyi sergilemiş Allahû Teâlâ Sebe Sûresi'nin 20. âyet-i kerîmesinde;

34/ SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim ibliysü zannehü fettebe'ûhü illâ feriykan minelmü'miniyn.
Şeytan insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi iblise tâbî oldular.34/


14/ İBRAHİM-22: Şeytan emir olup bittiği zaman der ki; "Muhakkak ki Allah size hak vaadde bulunmuştu. Ben de size vaad ettim. Fakat vaadimden caydım. Sizi davet etmemin dışında üzerinizde hiçbir nüfuzum yoktu. Siz hemen davetime icabet ettiniz. Artık beni kınamayın, kendi nefsinizi levmedin, kınayın. Ben sizin yardımınıza gelecek değilim. Siz de benim yardımıma gelemezsiniz. Muhakkak ki daha evvel ben Allah'a ortak koşmanızı tanımadım . Muhakkak bu zalimler için, elim bir azap vardır.

İşte mü'minlerin dışında bütün fırkaların şeytana tâbî olmaları insanlık için hazin bir tabloyu gösteriyor. Allahû Tealâ ezelde ebedi bilendir. Dolayısıyla insanların bir gün ne hale geleceğini ve kıyamet günü yapılacak olan hesaplaşmada hangi noktada bulunacağını çok açık bir şekilde ifade ediyor. Bu bize bir işarettir. Demek ki, insanların büyük bir kısmı ne yazık ki, iblisin kandırmalarına tâbî olacak. İblis böyle bir sonuca ulaşmak için ne yapabilirdi? Öyleyse bir şey yapmalıydı ki, insanlar doğru zannettikleri, kendilerini kurtaracağını zannettikleri ibadetlerle uğraşsınlar ama kurtulamasınlar ve iblisle birlikte cehennem'e gitsinler. İşte İslâm'ın beş şartı böyle bir tuzaktır.
 

Serhan Eðeryýlmaz

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
385
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
37
Portal bölümünden adıma tıklayarak,bütün mesajlarımı yazdığım konu'ya zan konuşmamak için bu yazıyı yazdım,içim bu yüzden çok rahat.Güncel mevzular olsun,dini mevzular olsun kendimi çok yorum yaparken gördüm,Allah beni affetsin,benim ne haddime Kuran-ı Kerim ayeti ve Resulullah'ın hadis-i şerifini belirtmeden söz söylemem böyle bir iş yaparsam sapıtmış olurum,kardeşlerim ben zan konuşmadan önce ilim öğrenmek istiyorum,zira Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurmuştur :''Zan konuşmadan önce ilim öğrenin.'' bir diğer hadis-i şerifinde Aleyhisselatu Vesselam buyurmuştur :''Zan sözün en yalan olanıdır.'' zancı olmak yalancı olmaktır,ben böyle olmaktan korkuyorum,bugüne kadar yazmış olduğum yazılarımda doğru kısımda vardır yanlış kısımda siz onları atın bir kenara . Allah Teala Hazretleri insanoğluna Ayetler ve Resuller göndermiştir.Allah insanların uymaları gereken bilgileri insanlara vermiştir.İnsan kendi nefsince konuşamaz,konuşursa baş kaldırmış olur.Yazılarımda sizlere herhangi bir yanlış harekette bulunduysam beni affedin.Bir konu ile ilgili konuşulması lazım geliyorsa bu konuda tek söz sahibi nefisler değil Allah'ın ayetleri ve Resulullunun uygulamaları (sünnetleri) olmalıdır,gerisi yalan.Yazı yazdığım her konunun arkasına bu yazımı da yazacağım nasip olursa.Demek istediğim şu,konuştum konuştum konuştum ama ne konuştum ? artık konulara katılımımda ben değil önce Allah Teala Hazretleri ve sonrasında Resulu söz sahibi olacak kendimden bir şey eklemeyeceğim.Allah'ım nasip ederse
 

Serhan Eðeryýlmaz

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
385
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
37
İslam açıktır,nettir,meseleler ve ayet ile hadisler yoruma dayalı değildir,elini vicdanına koyan her insan için apaçık yazan hükümlerdir,Kuran-ı Kerim vardır ve Allah'ın elçisi Muhammed Mustafa vardır,kimsenin din ile ilgili meseleleri tekrar tekrar açıklamasına hiç gerek yok.
 

berfut

New member
Katılım
23 Kas 2007
Mesajlar
2,167
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
Peki ne öneriyorsun değerli kardeşim. Mezheb imamlarının ameli düzene sokan uygulamalarından ayrılıp kendi fikrimize göre bir yol mu tutalım? Peki bu 1,5 milyar mezhebi netice vermeyecek midir?

Ayrıca mezheb "gidilen yol" değil "tutulan yol" demektir. Farklıdır!

Muhabbetle
fikrinize saglık hocam...
 

the okuz

New member
Katılım
19 Mar 2006
Mesajlar
254
Tepkime puanı
1
Puanları
0
mezheplere lafım yok ancak Müslümanların kafalarda ve kalplerde ayrı olmasına lafım var, devletler zaten birbirine hasım kesilmişler, bunun en önemli sebebi de halkların birbiriyle kaynaşmamak için adeta özel bir çaba sarf etmesi...devletler birleşmese de biz Müslümanların akılları ve gönülleri bir olmalı...
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
dava ayni yol farkli

düsmanlik yok

ama her yolda ufakda olsa hatalar olacaktir

insan yapimi seyler hata gösterecektir

ama illede bir olacak diye birsey yok ama öyle bir vakit gelirki bölünme saydigin seyler sirt sirta verir ve geregini yapar
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
Hz. Mehdi'nin Üç Asli Görevi Vardır.
"Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, "Hz. Mehdi Al-i Resul'ün temsil ettiği kudsi cemaatinin şahs-ı manevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i ilahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak." (Emirdağ Lahikası, 259)
"Büyük Hz. Mehdi'nin çok vazifeleri var. Ve siyaset aleminde, diyanet aleminde, saltanat aleminde, cihad aleminde." (Şualar, sf. 456)
Emirdağ Lahikası 259. sayfada fedakâr seyyidlerin yardımından bahsediyor. Üstad seyyidler topluluğu ile beraber faaliyette bulunmamıştır. Bu faaliyet Üstad'dan sonra Mehdi tarafından yapılacaktır.
Üstad, Mehdi'nin siyaset alanında faaliyet yapacağını, devlet yönetiminde en üst kademede bulunacağını belirtmiştir. Nitekim hem siyaset, hem diyanet hem de cihad yani tebliğ yönünden faaliyette bulunması çok geniş imkanlar gerektirmektedir. Dolayısıyla da buradan Mehdi'nin imkanlarının çok geniş olacağını, bu görevlerin tam yapılmasının ancak devlet yetkilerinin kullanılması ile olacağını anlamaktayız. Üstad bu imkan ve yetkiye sahip olmamıştır.

Birinci görevi: İnsanların imanını kurtaracak
"Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle ve maddiyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek..." (Emirdağ Lahikası, 259)
Mehdi'nin görevi olan "materyalizmi dünyada tam anlamıyla etkisiz hale getirmek" Üstad tarafından yapılmamış ve buna bağlı olarak insanların imanını kurtarma görevi dünya çapında Mehdi'ye verilmiştir. Bu çalışmaların köklü ve çok etkileyici yapılacağını da; Mehdi'nin iman sahiplerini dalaletten koruyacağını belirterek açıklamıştır.
Bu görevi en önemli ve değerli görevdir.
"Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikiyi neşr ve ehl-i imanı delaletten kurtarmak" (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9)
Üstad, Mehdi'nin 3 görevinden en önemlisi ve en dikkat çekicisini imanı yayma olarak belirtmiştir. Bu imanı yayma çalışmasının yönteminin nasıl olacağını da Üstad "iman-ı tahkikiyi neşr" olarak vurgulamıştır. Buradaki "neşr" kelimesiyle iman hakikatlerinin neşriyat yoluyla yani kitap, dergi, CD ve diğer kitle iletişim araçları yoluyla yapılacağı anlaşılmaktadır. Doğal olarak bu şekilde imanı yayma çalışması da dünyadaki tüm insanlar tarafından bilinecektir. Üstadın çalışması ise kendi döneminde ancak fedakar nur talebelerinin el yazmalarıyla birkaç nüsha çoğaltma şeklinde olmuş, kastedilen neşr, maksadı hasıl olacak şekilde oluşmamıştır.

İkinci görevi: Dini özüne döndürecek
"İkinci Vazifesi: Hilafet i Muhammediye (ASM) ünvanı ile şeair-i İslamiyeyi ihya etmektir. Alem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı ilâhi'den kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hadimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lazımdır." (Emirdağ Lahikası, sf. 259)
"Hilafet-i Muhammediye ünvanı ile" Mehdi'yi tarif eden Bediüzzaman, Mehdi'nin İslam Dünyası'nın Halifesi olacağını söylemektedir. Ayrıca bu makamı da "ünvan" olarak tarif ederek, tüm Müslümanların Mehdi'yi o makama layık kişi olarak tanıyacağına da işaret etmiştir. Büyük mütefekkir Bediüzzaman, şüphesiz 13. asrın müceddididir, ancak tüm Müslümanların Halifesi ünvanını almamıştır.
"Alem-i İslâmın vahdetini" tabirini kullanarak Üstad, kendi devrinde de dağınık, halifesiz ve bir birliktelik içinde olmayan İslam ülkelerinin birleşerek İslam Birliği'nin oluşacağını söylemektedir. Bu birliktelik Üstad zamanında da, henüz de oluşmuş değildir. Bu birlikteliği, Mehdi'nin bir dayanak noktası yaparak Müslümanları bazı tehlikelerden koruyacağını ifade etmektedir.
"milyonlarla efradı bulunan ordular"ın da, Mehdi'nin bu vazifesini ifa ederken yardımcıları olacağını, yani emrinde ordular olacağını söyleyen Üstad'ın ordulardan oluşan yardımcıları olmamıştır. Sadece büyük fedakarlıklar içinde, canla başla gayret içinde olan mahdut miktarda Nur talebeleri onun yardımcısı olup tebliğ çalışması yapmışlardır.
"O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlas ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddi bir kuvvet lazım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9)
"O zat" ifadesi, beklenen Mehdi'nin belirli "bir" kişi olduğunu gösteren açık bir ifadedir.
Görevi "şeriatı icra ve tatbik etmek" olan Mehdi'nin ifa edeceği ikinci vazifesini tarif ederken, Üstad, dinin kurallarını toplum içinde Mehdi'nin hayata geçireceğini söylemektedir. Bediüzzaman ise büyük mücadelelerle kendi devrinde ancak iman hakikatlerini sınırlı bir topluluğa tebliğ etme imkanı bulabilmiştir.
"gayet büyük maddi bir kuvvet lazım" ifadesi büyük maddi imkanlarla yapılacak olan hizmetleri işaret etmektedir. Bu belki de devlet hazinesini kullanma yetkisi olarak adlandırılabilir. Üstad mücadelesini gayet zor maddi şartlar içerisinde geçirmiştir.
Mehdi'nin insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden koruyacağı net olarak belirtilmiştir. Ayrıca Mehdi İslam birliğini de oluşturacak ve bunun için de sayısı milyonları bulan ordular gerekecektir. Bu durum Üstad döneminde oluşmamıştır. Mehdi şeriatı uygulayacak, bu da ancak büyük bir maddi güçle olacaktır.
"Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bidatlar zulümatını dağıtacak." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 189)
"bidatlar zulümatını dağıtacak": Üstad'ın döneminde de var olan bidatlar, dine sonradan sokulan batıl inanç ve uygulamalar, hala süregelmektedir. Üstadın çalışmalarıyla bu, sona ermemiştir. Bunu dini özüne döndürecek olan Mehdi gerçekleştirecektir.

Üçüncü görevi: İslam toplumunu tekrar birleştirecek
"O zatın üçüncü vazifesi, Hilafet-i İslamiyeyi İttihad-ı İslam'a bina ederek, İsevi ruhanileriyle ittifak edip din-i İslam'a hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o vazifeden üç dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9)
Mehdi'nin bir başka görevi ise İslam toplumunu birleştirmek ve Hristiyan alemiyle ittifak yapmaktır. Mehdi'nin çok büyük çapta ve ihtişamlı olarak yapacağı bu görevler tüm dünyada herkes tarafından bilinecektir. Buna binaen ahir zamanda bu konuların tüm insanlar tarafından bilinmesi ve genele yayılması ancak televizyon, radyo ve internet gibi teknolojik imkanlarla mümkün olabilir. Nitekim Müslüman birliği ve Müslüman-Hristiyan ittifakı da Üstad döneminde olmamıştır.
"Bu vazife, pek büyük bir saltanat, kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir." Üstad, İslam Birliği ile Müslüman ve Hristiyan dünyasının hak din adına kol kola vermesi gibi büyük bir olayın ancak 3 şartın oluşmasıyla gerçekleşeceğini ifade etmiştir.
Birincisi "saltanat": Bu ifade tam bir hakimiyet ifadesidir. Bu şunu gösterir; Mehdi'nin ülke yönetiminde bulunan, güç ve iktidar sahibi olan ve adeta bir sultan gibi dediği her şey uygulanan yetki sahibi bir makamda olacağıdır. Saltanat ifadesi ile Üstad'ın kastettiği budur. Bu durumun Üstad'da tecelli etmediği malumdur.
İkincisi "kuvvet": Buradaki kasıt, istediği şeyi icra edebilme gücü, yani yetki sahibi ve iktidar olmaktır. Bu ortam da Üstad zamanında oluşmamıştır.
Üçüncü "milyonlar fedakarlar": Çok açık olan bu ifadeyle Üstad, bu görevin, hizmette bulunacak, Mehdi'ye tabi milyonlarca insanın olmasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. O dönemde Üstad'ın çevresinde hizmet eden fedakar talebelerin sayısının ise milyon sözüyle ifade edilemeyeceği aşikardır.
"üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda" gerçekleşecek olan İslam'ın hakimiyeti, hem dünyada geniş çaplı bir şekilde, hem de oldukça görkemli ve yankılar uyandıran bir tarzda meydana gelecektir. Bu şaşaa toplumların çoğunluğunun üzerinde büyük etki uyandırdığı gibi, bu toplumların çok da önem verdiği bir husus olacak. Bu şaşaa ne Üstadın döneminde, ne de "asr-ı saadet" hariç başka bir dönemde yaşanmış bir durumdur.
 

the okuz

New member
Katılım
19 Mar 2006
Mesajlar
254
Tepkime puanı
1
Puanları
0
dava ayni yol farkli

düsmanlik yok

ama her yolda ufakda olsa hatalar olacaktir

insan yapimi seyler hata gösterecektir

ama illede bir olacak diye birsey yok ama öyle bir vakit gelirki bölünme saydigin seyler sirt sirta verir ve geregini yapar

kardeş yapma Allah aşkına ille de bir olmasına elbette ki gerek var, Osmanlı'nın yapmaya çalıştığı bu değil miydi, Büyük Selçuklu'nun yapmaya çalıştığı bu değil miydi, Hz.Ömer'in, Hz. Ebubekir'in yapmaya çalıştığı bu değil miydi?
Bence ille de bir olmak zorundayız başka çaremiz yok...
 

rusen_alp

New member
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
42
Konum
ruhlar aleminden
Peygamber Efendimiz 2 kişi yolculuğa çıkacaksa , bir kişi önder olmuş demiştir, islamda düzen vardır, bu bakımdan cemaatleri de böyle düşünmek gerekiyor, 1 çubuk hemen kırılık fakat 10 çubuk aynı anda kırılamaz, onları teker teker kırmak gerekiyor, bu yüzden cemaatlerde rahmet vardır, fakat iş senin cemaatin büyük, benim cemaatim daha büyük olayına dönmesin, herkes neye hizmet ettiğini düşünsün ve hizmetini o yönde yapsın, hem unutmayalım.Cemaatlerde rahmet vardır.
 

gokhann

New member
Katılım
27 Tem 2007
Mesajlar
115
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
46
Konum
Sivas
Neden hepiimiiz bir yere bağlı olma ihtiyacı duyuyoruz ki zaten biz rabbimize bağlı değilmiyiz. Ben dini konularda ki ufkum çok fazla geniş değil bu yüzdende fırkalara cemaatlere uzak duruyorum çünkü bana mantıklı gelmiyor. Sank birazda insanların dini duygularını allah korkularını kullanarak bir yerlere gelmek isteyenler var. Şöyle bir bakıyorum bu oluşumların yaptıklarına ya siyesetin içindeler ya da belli kurumlarla halkın arasını açmaya çalıışyorlar korkum sadece insanlar doğru bildiklerini sanıp yanlışta ısrar etmeleridir. Nitekim Deccalin ıspatlarından biride buydu dimi insanların yanlışı doğru bilecekleriydi. Ve bunu yani deccalin olduğunu yani onun deccal olduğunu bilen çok az insan olacağı ve bu insanların Mehdi (a.s.) bileceklerinden. Keşke hepimiz birlik olsak ama ne yazıki insanlar bölünüyor ve birileri buna feryat etsede malsef sesleri duyulmuyor.
 
Üst Alt