fetih
New member
- Katılım
- 16 Şub 2007
- Mesajlar
- 1,994
- Tepkime puanı
- 355
- Puanları
- 0
- Yaş
- 46
Arapçada “ugur ve ugurlu seyleri gösteren simge” anlamına gelen fal kelimesi, batı dillerinde genellikle “gelecekten haber verme” anlamında kullanılır. Dilimizdeki kullanımının da bu anlamda olduğu görülüyor. Aşağıda göreceğimiz çeşitli yöntem ve şekillerde yapılan “falcılık” gelecekten haber verme iddiasıyla icra edilir. Arapçada “kahin” veya “arraf” gibi kelimelerle anlatılan kimselerin yaptığı da bundan başka bir şey değildir.
ESKİ KAVİMLERİN ALIŞKANLIĞI
Ülkemizde çoğunlukla el falı,kağıt (iskambil) falı,kahve falı,yıldız falı… gibi çeşitleri ile yürütülen falcılık, çok eski çağlardan beri çeşitli din ve kültürlerde rastlanan bir faaliyettir. Geçmişinin milattan önce 4000 yılına kadar uzandığını gösteren belgeler,Mısır,Çin,Babil ve Kalde’de falcılık yapıldığını ortaya koymaktadır. En eski falcılık örneklerinin Mezapotamyada bulunduğu tahmin edilmektedir. (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 12/135)
Gelecekten veya bizim için “gayb” olan herhangi bir meseleden haber verme işini cinler vasıtası ile yürütme tarzının ilk örneklerinin Yahudilerde görüldüğünü biliyoruz.Müfessirlerin rivayet ettiğine göre şeytanlar gök kapılarına kadar çıkar,orada meleklerin,dünyadaki ölüm,kayıp vb. hususlardaki konuşmalarına kulak verir, ezberledikleri sözleri yeryüzündeki kahinlere aktarırlardı. Kahinler de (kehanet,falcılık gibi isimler altında) bunları insanlara haber verir, insanlar da gerçekten o haberlerin vaki olduğunu görürdü. Şeytanlar, kahinler nezdinde belli bir itimat ve güven sağlayınca,bir süre sonra yalan söylemeye,doğru haberler yalan karıştırmaya başladılar. Öyle ki, bir doğru sözün yanına yetmiş yalan söz koyup söylüyorlardı.
BİR PEYGAMBERİN MÜCADELESİ
Derken, bazı kimseler bunları yazıp kaydetmeye başladılar. Zaman içinde bu yazılanlar vesilesiyle cinlerin gaybı bildikleri söylentşsş İsrailoğulları arasında yayıldı. Hz.Süleyman a.s. bunun üzerine dört bir yana adamlar göndererek bu kitapları toplattı. Bir sandığın içine koydu ve tahtının altına gömdü. Sonra da “kim şeytanların gaybı bildiğini söylerse, boynunu vururum” diye ilan etti.
Hz.Süleyman a.s. hayatta olduğu sürece o sandığın yaklaşamayan şeytanlar, o ve onun emrini uygulayan alimler vefat edip bu dünyadan ayrılınca, şeytanlar insanları kandırarak tahtın altını kazdırdılar ve sandığı çıkarıp, içindeki kitapları göstererek; “Süleyman insanları, şeytanları, kuşları işte bunlarla kontrol altında tutuyordu!” dediler.
Böylece insanlar arasında Hz.Süleyman a.s. ın büyücü olduğu söylentisi yayıldı.
İşte, “Ve onlar, şeytanların Süleyman’ın mülkü aleyhine uydurdukları şeylerin peşine düştüler. Oysa Süleyman asla küfre düşmedi. Sadece şeytanlar küfre düştüler.” (Bakara,102) ayetinde anlatılan durum budur.(İbn Kesir, Tefsirul Kur’anil Azim, 1/134 vd.)
CİNLER NEYİ BİLİR
Kur’an’da cinlerin ağzından şöyle dedikleri haber verilir: “Doğrusu biz(cinler) göğü yokladık; fakat onu, kuvvetli (ve şiddetli) bekçilerle ve alev huzmeleri ile doldurulmuş bulduk. Oysa biz (daha önce)onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler(bulup) oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetle(yip izle)yen bir alev huzmesi buluyor. Bilmiyoruz yeryüzündekilere kötülük mü murad edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi.”(Cin,8-10)
GAYBI BILMEZLER
Bu ayet açık bir şekilde gösteriyor ki, cinler gaybı bilen varlıklar değildir. Onlar bir zaman göğün belli yerlerinde meleklerin yeryüzünde olup biten hadiselerle ilgili konuşmalarını dinleme imkanı bulmuşlardır. Ancak bu imkan daha sonra onların elinden alınmıştır.
Bu durum başka ayetlerde şöyle ifade buyurulur;
“Doğrusu biz dünya göğünü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve onu inatçı her şeytandan koruduk. Onlar Mele-i ala’yı dinleyemezler. Her taraftan atılır, uzaklaştırılırlar. Onlara ardı arkası kesilmez bir azap vardır. Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir sözü kapan olursa, onu da delip gecen alevli yıldızlar takip eder.”(Saffat, 6-10)
“Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.” (Mülk,5)
Andolsun ki biz gökte burçlar yaptık ve onları bakanlar için donattık.
Ve onları kovulmuş her şeytandan koruduk.Ancak kulak hırsızlığı
Yapan olursa apaçık görülen bir ateş onu kovalar.(Hicr 16-18)
Bütün bu ayet-i kerimeler açıkça bildiriyor ki cinler kendiliklerinden
Gaybı bilemezler.Onlardan bir kısmı göğün bazı yerlerine gizlenerek
Meleklerin konuşmalarını dinler sonra da gelip bu dinlediklerini bire yüz katarak yeryüzündeki dostları olan kahinlere falcılara aktarırlardı.
HAYRA YORMAK BAŞKA
Bununla birlikte Efendimiz S.A.V.’in, bazı gelişmeleri hayra yorduğu,bazı durumlardan hayırlı neticeler çıkmasını umduğunu da yine sahih rivayetler kanalıyla biliyoruz.
Söz gelimi bir keresinde bir devenin sütünün sağılması gerekiyordu.Efendimiz S.A.V.,bu işi kimin yapmak istediğini sordu.Orada bulunanlardan birisi ayağa kalktı;Efendimiz S.A.V.ona adını sordu.Adam “Mürre” dedi.Efendimiz S.A.V. ona yerine oturmasını söyledi ve sorusunu tekrarladı.Bir başkası kalktı.Efendimiz S.A.V.ona da ismini sordu, o da “Harb” diye cevap verince ona da oturmasını buyurdu.Üçüncü isminin “Ya’iş” olduğunu söyleyen birisi kalkınca Efendimiz S.A.V. deveyi onun sağmasını istedi.(Muvatta)
Burada dikkat çeken husus,deveyi sağmak için ilk önce ayağa kalkan kişinin adının “acı” kelimesinden türemiş olması,ikincisinin adının ise “savaş” olmasıdır.Deveyi sağmasına müsaade edilen sahabinin adı ise “yaşamak” kelimesinden türemiştir.Efendimiz S.A.V.bir keresinde tefe’ül’ü sevdiğini ifade buyurunca,yanında bulunanlar “tefe’ül”ün ne olduğunu sordular,“Güzel kelimedir.”buyurdu.(Buhari,Müslim,Ahmed b.Hanbel vd.)
İsim güzel olsun,iş güzel olsun
Az yukarıda zikrettiğimiz rivayet üzerinde dururken,İbn Abdilberr şu inceliğe dikkatimizi çekiyor:Burada Efendimiz S.A.V.,ilk iki sahabinin adında uğursuzluk bulunduğuna inandığı için değil,fakat üçüncü sahabinin adında bir güzellik bulunduğu (Tefe’ül) için böyle davranmıştır.
Gerçekten de Efendimiz S.A.V.güzel isimleri sever ve bunların hayra vesile olacağını söylerdi.Bu sebeple şöyle buyurmuştur;
“İsimlerin en hayırlısı Abdullah,Abdurrahman,Haris ve Hemmam’dır.(İlk ikisi bellidir)Haris dünyası (evi, evlad-u ıyali) için çalışır,kazanır.Hemmam ise hayır düşünür,hayır umar.İsimlerin şerlileri ise Harb ve Mürre’dir.”(et-Temhid, 24/72)
Efendimiz S.A.V. herhangi bir şeyde uğursuzluk bulunduğunu düşünmezdi.Bir kimseye adını sorup da,karşılığında güzel bir anlam ifade eden bir isim söylendiğinde ise,bundan hoşlanmadığı belli olurdu.Aynı şey,yer,mevki isimleri konusunda da vaki idi.
HAYRA VESİLE SAYMAKTA HAYIRDIR
Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç şudur;Uğur veya uğursuzluk diye bir şey yoktur.Dolayısıyla bazı eşyaların,zaman dilimlerinin,sayıların vs. uğur veya uğursuzluk getirdiğine inanmak doğru değildir.
Buna mukabil,bir şeyi hayra yormak,güzel bir söz,isim vb. duyduğunda bunun hayra vesile olacağını düşünmek meşrudur,güzeldir.Efendimiz S.A.V.’in,bazı ipucu ve işaretlere dayanarak gelecek hakkında iyimser tahmin ve yorumlarda bulunması bunu açıkça göstermektedir.Nevevi ve İbn Hacer’in de isabetle belirttiği gibi,tefe’ülün şartı,hayra vesile olacağı umulan şeyin maksatlı olarak ve bir anlamda zorla yapılması değil,tevafuk eseri vuku bulmasıdır.(Münavi,Feyzu’l-Kadir,5/229,231)
Yukarıda zikrettiğimiz rivayetlerin ve aynı muhtevadaki diğerlerinin ortak noktası,EfendimizS.A.V.’in ,özellikle güzel anlamlı isimlerle tefe’ül’de bulunduğunu anlatmalarıdır.Bu demektir ki Efendimiz S.A.V.anlamında hayır,kolaylık,bereket...bulunan isimlerle tefe’ülde bulunmuş,bunların iyimserlik ve işin hayırla neticelenmesi için tevafuk olarak değerlendirmiştir.
ESKİ KAVİMLERİN ALIŞKANLIĞI
Ülkemizde çoğunlukla el falı,kağıt (iskambil) falı,kahve falı,yıldız falı… gibi çeşitleri ile yürütülen falcılık, çok eski çağlardan beri çeşitli din ve kültürlerde rastlanan bir faaliyettir. Geçmişinin milattan önce 4000 yılına kadar uzandığını gösteren belgeler,Mısır,Çin,Babil ve Kalde’de falcılık yapıldığını ortaya koymaktadır. En eski falcılık örneklerinin Mezapotamyada bulunduğu tahmin edilmektedir. (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 12/135)
Gelecekten veya bizim için “gayb” olan herhangi bir meseleden haber verme işini cinler vasıtası ile yürütme tarzının ilk örneklerinin Yahudilerde görüldüğünü biliyoruz.Müfessirlerin rivayet ettiğine göre şeytanlar gök kapılarına kadar çıkar,orada meleklerin,dünyadaki ölüm,kayıp vb. hususlardaki konuşmalarına kulak verir, ezberledikleri sözleri yeryüzündeki kahinlere aktarırlardı. Kahinler de (kehanet,falcılık gibi isimler altında) bunları insanlara haber verir, insanlar da gerçekten o haberlerin vaki olduğunu görürdü. Şeytanlar, kahinler nezdinde belli bir itimat ve güven sağlayınca,bir süre sonra yalan söylemeye,doğru haberler yalan karıştırmaya başladılar. Öyle ki, bir doğru sözün yanına yetmiş yalan söz koyup söylüyorlardı.
BİR PEYGAMBERİN MÜCADELESİ
Derken, bazı kimseler bunları yazıp kaydetmeye başladılar. Zaman içinde bu yazılanlar vesilesiyle cinlerin gaybı bildikleri söylentşsş İsrailoğulları arasında yayıldı. Hz.Süleyman a.s. bunun üzerine dört bir yana adamlar göndererek bu kitapları toplattı. Bir sandığın içine koydu ve tahtının altına gömdü. Sonra da “kim şeytanların gaybı bildiğini söylerse, boynunu vururum” diye ilan etti.
Hz.Süleyman a.s. hayatta olduğu sürece o sandığın yaklaşamayan şeytanlar, o ve onun emrini uygulayan alimler vefat edip bu dünyadan ayrılınca, şeytanlar insanları kandırarak tahtın altını kazdırdılar ve sandığı çıkarıp, içindeki kitapları göstererek; “Süleyman insanları, şeytanları, kuşları işte bunlarla kontrol altında tutuyordu!” dediler.
Böylece insanlar arasında Hz.Süleyman a.s. ın büyücü olduğu söylentisi yayıldı.
İşte, “Ve onlar, şeytanların Süleyman’ın mülkü aleyhine uydurdukları şeylerin peşine düştüler. Oysa Süleyman asla küfre düşmedi. Sadece şeytanlar küfre düştüler.” (Bakara,102) ayetinde anlatılan durum budur.(İbn Kesir, Tefsirul Kur’anil Azim, 1/134 vd.)
CİNLER NEYİ BİLİR
Kur’an’da cinlerin ağzından şöyle dedikleri haber verilir: “Doğrusu biz(cinler) göğü yokladık; fakat onu, kuvvetli (ve şiddetli) bekçilerle ve alev huzmeleri ile doldurulmuş bulduk. Oysa biz (daha önce)onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler(bulup) oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetle(yip izle)yen bir alev huzmesi buluyor. Bilmiyoruz yeryüzündekilere kötülük mü murad edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi.”(Cin,8-10)
GAYBI BILMEZLER
Bu ayet açık bir şekilde gösteriyor ki, cinler gaybı bilen varlıklar değildir. Onlar bir zaman göğün belli yerlerinde meleklerin yeryüzünde olup biten hadiselerle ilgili konuşmalarını dinleme imkanı bulmuşlardır. Ancak bu imkan daha sonra onların elinden alınmıştır.
Bu durum başka ayetlerde şöyle ifade buyurulur;
“Doğrusu biz dünya göğünü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve onu inatçı her şeytandan koruduk. Onlar Mele-i ala’yı dinleyemezler. Her taraftan atılır, uzaklaştırılırlar. Onlara ardı arkası kesilmez bir azap vardır. Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir sözü kapan olursa, onu da delip gecen alevli yıldızlar takip eder.”(Saffat, 6-10)
“Andolsun ki, yakın göğü kandillerle donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.” (Mülk,5)
Andolsun ki biz gökte burçlar yaptık ve onları bakanlar için donattık.
Ve onları kovulmuş her şeytandan koruduk.Ancak kulak hırsızlığı
Yapan olursa apaçık görülen bir ateş onu kovalar.(Hicr 16-18)
Bütün bu ayet-i kerimeler açıkça bildiriyor ki cinler kendiliklerinden
Gaybı bilemezler.Onlardan bir kısmı göğün bazı yerlerine gizlenerek
Meleklerin konuşmalarını dinler sonra da gelip bu dinlediklerini bire yüz katarak yeryüzündeki dostları olan kahinlere falcılara aktarırlardı.
HAYRA YORMAK BAŞKA
Bununla birlikte Efendimiz S.A.V.’in, bazı gelişmeleri hayra yorduğu,bazı durumlardan hayırlı neticeler çıkmasını umduğunu da yine sahih rivayetler kanalıyla biliyoruz.
Söz gelimi bir keresinde bir devenin sütünün sağılması gerekiyordu.Efendimiz S.A.V.,bu işi kimin yapmak istediğini sordu.Orada bulunanlardan birisi ayağa kalktı;Efendimiz S.A.V.ona adını sordu.Adam “Mürre” dedi.Efendimiz S.A.V. ona yerine oturmasını söyledi ve sorusunu tekrarladı.Bir başkası kalktı.Efendimiz S.A.V.ona da ismini sordu, o da “Harb” diye cevap verince ona da oturmasını buyurdu.Üçüncü isminin “Ya’iş” olduğunu söyleyen birisi kalkınca Efendimiz S.A.V. deveyi onun sağmasını istedi.(Muvatta)
Burada dikkat çeken husus,deveyi sağmak için ilk önce ayağa kalkan kişinin adının “acı” kelimesinden türemiş olması,ikincisinin adının ise “savaş” olmasıdır.Deveyi sağmasına müsaade edilen sahabinin adı ise “yaşamak” kelimesinden türemiştir.Efendimiz S.A.V.bir keresinde tefe’ül’ü sevdiğini ifade buyurunca,yanında bulunanlar “tefe’ül”ün ne olduğunu sordular,“Güzel kelimedir.”buyurdu.(Buhari,Müslim,Ahmed b.Hanbel vd.)
İsim güzel olsun,iş güzel olsun
Az yukarıda zikrettiğimiz rivayet üzerinde dururken,İbn Abdilberr şu inceliğe dikkatimizi çekiyor:Burada Efendimiz S.A.V.,ilk iki sahabinin adında uğursuzluk bulunduğuna inandığı için değil,fakat üçüncü sahabinin adında bir güzellik bulunduğu (Tefe’ül) için böyle davranmıştır.
Gerçekten de Efendimiz S.A.V.güzel isimleri sever ve bunların hayra vesile olacağını söylerdi.Bu sebeple şöyle buyurmuştur;
“İsimlerin en hayırlısı Abdullah,Abdurrahman,Haris ve Hemmam’dır.(İlk ikisi bellidir)Haris dünyası (evi, evlad-u ıyali) için çalışır,kazanır.Hemmam ise hayır düşünür,hayır umar.İsimlerin şerlileri ise Harb ve Mürre’dir.”(et-Temhid, 24/72)
Efendimiz S.A.V. herhangi bir şeyde uğursuzluk bulunduğunu düşünmezdi.Bir kimseye adını sorup da,karşılığında güzel bir anlam ifade eden bir isim söylendiğinde ise,bundan hoşlanmadığı belli olurdu.Aynı şey,yer,mevki isimleri konusunda da vaki idi.
HAYRA VESİLE SAYMAKTA HAYIRDIR
Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç şudur;Uğur veya uğursuzluk diye bir şey yoktur.Dolayısıyla bazı eşyaların,zaman dilimlerinin,sayıların vs. uğur veya uğursuzluk getirdiğine inanmak doğru değildir.
Buna mukabil,bir şeyi hayra yormak,güzel bir söz,isim vb. duyduğunda bunun hayra vesile olacağını düşünmek meşrudur,güzeldir.Efendimiz S.A.V.’in,bazı ipucu ve işaretlere dayanarak gelecek hakkında iyimser tahmin ve yorumlarda bulunması bunu açıkça göstermektedir.Nevevi ve İbn Hacer’in de isabetle belirttiği gibi,tefe’ülün şartı,hayra vesile olacağı umulan şeyin maksatlı olarak ve bir anlamda zorla yapılması değil,tevafuk eseri vuku bulmasıdır.(Münavi,Feyzu’l-Kadir,5/229,231)
Yukarıda zikrettiğimiz rivayetlerin ve aynı muhtevadaki diğerlerinin ortak noktası,EfendimizS.A.V.’in ,özellikle güzel anlamlı isimlerle tefe’ül’de bulunduğunu anlatmalarıdır.Bu demektir ki Efendimiz S.A.V.anlamında hayır,kolaylık,bereket...bulunan isimlerle tefe’ülde bulunmuş,bunların iyimserlik ve işin hayırla neticelenmesi için tevafuk olarak değerlendirmiştir.