seyfullah putkýran
New member
- Katılım
- 30 Eyl 2005
- Mesajlar
- 5,807
- Tepkime puanı
- 205
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
- Konum
- Ruhlar Aleminden
- Web sitesi
- www.tevhidyolu.net
BÜYÜK İSLAM KADINI
Rabia Hatun, Basralı olarak bilinir ve Hicri II. Asırda yaşadığı rivayet edilirdi. Büyük keramet sahibi olarak tanınan Süfyan-ı Sevri ile çağdaştı ve onunla,zaman,zaman bir araya gelir sohbet ederdi.. Rabia , yüce bir kişiliğe, duygusal bir yapıya sahipti..
Onun hayat hikayesini doğru kaynaklardan derleyerek siz okurlarımıza sunmayı uygun buldum.
Rabia’nın yaşamı, acı ve tatlı bir çok olaylarla doludur. Bir gün Süfyan-ı Sevri Rabia’nın yanına gelerek,onun hal ve hatırını sordu ve ona;
- Ya Rabia dost olabilmenin sırrı sizce nedir? dedi,
Rabia;
- Samimi olarak gerçeğe inanma, güvenme ve Yaratandan ötürü yaratılanları sevmektir, dedi.
Süfyan;
-Ey Rabia, bu gün çok kederliyim, şaşkınım dedi.
Rabia;
-Siz neşeyi mi özlediniz. Yazık üzüldüm doğrusu, Halbuki benim üzüntüm
olmadığı zaman derdim artar, dedi.
Rabia’nın gönlünde gösterişe yer yoktu. O fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ailesi ona, saracak bez parçasını zor buldu. O gece evlerini aydınlatacak ne bir lamba ne de bir mum vardı. Kandillerinde birazcık yağ olsaydı, yakıp yeni doğan Rabia’nın gül yüzünü ilk kez göreceklerdi. O anda dertli anne, babasına ;
-Efendi ne olursun şu köşedeki komşuya git de birazcık yağ iste. Kandilimizi yakalım dedi.
Zavallı baba yağı nasıl isteyecekti? Eşini de da kırmak istemiyordu. Biraz düşündü sonra çaresiz gitmeye karar verdi. Fakirlik ne kötü şeydi. Komşunun kapısına vardı.Bir müddet bekledi.Kapıyı vurup, vurmamakta kararsızdı. İsteme işini beceremedi. Geri evine döndü. Zorunlu sabahı bekleyeceklerdi.
İşte böyle bir gecede Rabia’nın annesi, rüyasında Hz. Muhammedi gördü. Peygamberimiz ona;
- Sakın tasalanma, bu dünyaya getirdiğin çocuk, benim ümmetimden bir çoğuna yol gösterecek, ışık tutacak, Yarından tezi yok Rabia’nın babası Basra Beyine gitsin Onun, özel bir konudan dolayı yüz akçe kefaret borcu var, O parayı alsın., buyurdu. Hasta yatağında Rabia’nın annesi gözyaşlarıyla uyandı. Bu rüyayı kocasına anlattı.
Konu Basra Beyine intikal edince Bey ağlamaya başladı. Yardım olarak hemen on bin altın gönderdi. Böylece Rabia’nın doğumundaki büyük hikmet, bu ailenin sıkıntısını kısmen giderdi.
Rabia, işte böyle bir ailenin dördüncü kızı olduğu için bu ad verildi. Rabia çocukluğunda bile olgun, uysaldı. Hikmetli söz ve davranışlarıyla, neşeli, sevimli ve mutluydu. Rabia gün geç tikçe büyüyordu. Tam bu mutluluk içindeyken beklenmedik bir anda, önce annesini, sonra babasını kaybetti. Kader onu yalnızlığa terk etti. O şimdi öksüz ve yetimdi. Bir gün esir satıcılarının eline düştü ve köle olarak satıldı. Kaldığı evde çok çalışıyor, yorgun ve bitkin düşüyordu. Gece sabaha kadar da namaz kılıyor, dua ediyordu. Allah’ına sığınıp onun yardımını bekliyordu. İçten içe ağlıyor, gözyaşlarını içine döküyordu. Secdede uzun süre kalıyor, seccadesi göz yaşlarıyla ıslanıyordu. İşte bu hal üzereyken bir gece efendisi gördü ve onun yüce bir hatun olduğunu anladı. ve hemen kölelikten azat etti.
Rabia o günden sonra kendini tamamen Allah yoluna adadı. Aradan uzun yıllar geçti, Hacca gitmek üzere yola çıktı. Yol boyunca bir çok güçlükler çekti. Bir ara duasında;
-Allah’ım çok yoruldum, bittim, bana güç ve kuvvet ver dedi, gaipten bir tatlı ses , “Ya Rabia sen yerinde dur, biz sana Kabe’yi getiririz” diyordu. Kabe şimdi onun karşısındaydı. İşte o an Rabia kendi varlığı içinde yok oldu. Diğer taraftan yüce Erenlerden İbrahim Ethem de aylardır yoldaydı. Kabe’yi ziyaret etmek istiyordu. Yol boyunca hem yürüyor hem de sık sık namaz kılıyordu. Allah sevgisi içini doldurunca, manevi haz onun aklını başından alıyordu. Sanki kendi varlığından habersiz gibiydi. Bütün özlemi Kabe’ye yüz sürmekti. Ne var ki Kabe’nin bulunduğu yere geldiğinde o heybetli mabet yerinde yoktu. Bir an ümitsizliğe düştü. Tedirgin oldu. İçten bir ah çekti. Sonra acaba gözlerimde bir zafiyet mi var diye düşündü. Telaşlandı, O anda gizemli bir ses;
-“Ey İbrahim senin gözlerinde hata yok, bizim yüce bir hatunumuz var Kabe’yi ona gösterdik” sözü İbrahim’i şaşkına çevirdi.
-Aman Allah’ım! Bu ne yücelik, bu ne büyük mertebe dedi, olduğu yere çöktü, iki elini şakağına dayadı, gözlerini bir noktaya dikti bir müddet böylece kaldı. Bütün benliğiyle Mevla’sına niyaz ediyordu ve;
-Allah’ım ben bu dünyada bunca yıl yaşadım. Rızanı kazanmak için çok çalıştım. Kabe’yi çok özledim. Ona yüz sürmek için ağladım, gözyaşı döktüm. Onu ziyaret için uzak yollardan geldim. Fakat, onu yerinde bulamadım. Şimdi ne yaparım. Halimi senden başka bilen yoktur. Acı bana Allah’ım. Sen esirgeyen, bağışlayan, düşkünlere yardım eden, çaresizliğe dermen olansın. Dedi Boynunu büktü. gözlerini sabit bir noktaya dikti. İşte bu anda ilginç. Parlak bir bulut peyda oldu. Tatlı, hoş bir görünümü vardı. Biraz sonra bulut, dağıldı. O ne! Kabe bütün görkemiyle yerinde duruyordu. İbrahim ikinci defa yıkıldı. Kabe’nin önünde diz çökmüş, ellerini açmış, niyazda bulunan bir hatun vardı. İbrahim Ethem, rüyadan uyanır gibi şöyle bir irkildi, sonra kendine geldi. Kalktı, diz çökmüş dua eden Rabia’ya doğru gitti ve;
-Ey Rabia bu ne büyük bir rütbe? Kabe’ye yüz sürmek için aylarca yol çiğnedim. Bir an gördüm ki Kabe yerinde yoktu. Çok üzüldüm. Fakat bu manevi mertebenin sırrına aklım ermedi, dedi;
Hz Rabia duasını tamamladı. Ellerini yüzüne sürdü, İbrahim Etheme döndü.;
-Ya İbrahim! Sen durmadan, yorulmadan yol aldın, namaz kıldın. Ben ise bütün yol boyunca Mevla’ma yalvardım, dua ettim. O da bana acıdı dedi.
Rabia aynı zamanda şair ruhlu idi. Bir çok kerametlerin de sahibiydi. İbrahim Ethem’e durumu izah ettikten sonra tekrar Kabe’ye doğru döndü Ellerini kaldırıp, şu şiiri okudu;.
Ey Allah’ım seni iki sevgi ile severim
Biri Sana karşı aşırı aşk ve muhabbetimdir,
Diğeri ise senin sevilmeye layık .sezalığındır
Bendeki aşırı sevgi ve muhabbet
Senden başkasına ilgi duymamaktır.
Ve senin sevilmeye karşı liyakatındır.
Ya Rab şükür ve sena sana aittir (1)
Bu anda Rabia kendinden geçti Sonra hıçkırıklar boğazına tıkandı, öylece kaldı. Ağladı ağladı.. sakinleşince İbrahim Ethem;
-Ya Rabia niçin bu kadar dertlisin? Cehennemden mi korkuyorsun, yoksa başka bir sebep mi var, bilmek isterim dedi. O anda Rabia’nın tekrar bayıldığını gördü. Onun bayılmasına Cehennem sözünün sebep olduğu muhakkaktı. İbrahim Ethem onun ayılmasıyla ilgilendi. Rabia kendine gelince;
-Biz tövbe etmekle kurtulduk sanırız, oysaki tövbemizde başka bir tövbeye muhtaçtır dedi. Sonra İbrahim Ethem ile vedalaştı. Basra’ya gitmek üzere hazırlığa başladı. Haç esnasında devesi öldüğü ,için yaya gidecekti. O anda ne olduysa oldu. Ölen devesi yanına geldi. Hayret etti. Diz çöktü;
Allah’ım sana ne kadar hamd etsem azdır. Bu aciz kulun bu izzet ve ikram karşısında ezilip yok oldu, dedi ve sonra devesine bindi. Basra’ya doğru yol aldı.
Fakir aileden dünyaya gelip, cariye olarak satılan Rabia’nın kerameti sayesinde hürriyete erdi. Onun için duygu ve düşüncelerini açık olarak anlatıyordu.
Hac dönüşü bitmek, tükenmek bilmeyen çölün ortasında çadır kurdu, dinlendi. Bir süre de dua etti. Secdeye kapandığında secde yeri göz yaşlarıyla ıslandı. Sonra devesine binip yola revan oldu. Basra’da Rabia Hatunun kerametleri dilden dile dolaşıyordu. Onun Hacdan döndüğünü duyanlar ziyaretine geldiler, duasını aldılar.
Rabia’nın evi dergah gibi, dolup taşıyordu. Onun nasihatlerini dinlemek, dualarını almak ve derslerini takip etmek için gelen bir çok talebeler vardı. İlerde büyük alim olarak isim yapan (hadis ravisi) Süfyan -el Sevri, Şuri Şakık, Al belhi gibi ilim adamları da vardı.
Bu arada Rabia Hatunun hikmetli sözleri dilden dile, kulaktan kulağa darb-ı mesel olarak anlatılıyordu.
Rabia’nın az yediği, az uyuduğu, çalışmadığı halde hiç kimseden yardım almadığı da biliniyordu (2). Buna cevaben;
-Benim dünyalığa ihtiyacım yok derdi. Bir gün Süfyan-ı Sevri, onun sohbetinde kendi halinden dert yandı;
-Vah benim perişan halime ki, hangi yüzle Mevla’nın huzuruna çıkarım, dedi. Rabia onun bu haline hayret etti ve ona;
-Vah senin çektiğin az vaha ki tam gönülden ah, çekip üzülebilseydin, bu dünyada derdin, tasan olur muydu? Yaşamak ne tatlı şey dilinden anlayana dedi. Rabia Hatun, süfyan-ı Sevriyi böylece ikaz ettikten sonra sohbetini bitirdi. Herkes evine gitti. Akşam oldu, gece yarısını geçmek üzereydi.Rabia ,tekrar Yüce Mevla’ya gönlünü açtı ve;
-Rabbim, yıldızlar parlıyor, insanlar ise uykuda. Kralların kapıları kilitli olduğu şu saatlerde her aşık sevgilisi ile sarmaş dolaş özlem gidermekte.. Ben ise şuracıkta yapa yalnızım Kalbimde ve gönlümde sadece sen varsın. Rabbim! eğer seni Cehennem korkusuyla seversen, dilerim beni orada yak, yok et. Yok eğer seni Cennet özlemi ile dilersem, beni ondan mahrum et. Seni gerçek ve karşılıksız seviyorsam, ebedi güzelliğini benden esirgeme diye Hakka niyaz eyledi. Başka bir gün Süfyan-ı Sevri’ye;
-Şunu iyi biliniz ki, birine Efendisi tövbe etme fırsatını vermez, özrünü kabul etmezse, insan nasıl kurtuluşa erer Fırsat kaçınca pişmanlık para etmez. O sana yönelirse sen de ona yönel dedi.
Rabia Hatun her an iyilik ve ikram görmeyi değil, onu vereni bilme ve anlama fikrine sahipti. Cennet hakkındaki kanaati, “önce komşu, sonra ev” Velilik konusunda ise “beni ilgilendirmeyen şeyleri terk etmek benim prensibimdir” dedi. Daha sonra çeşitli soruları cevaplandırırken de;
-Her gerçek sevgili, sevdiği şeyi yürekten diler ve onun hasretiyle yanar. Benim kalbimde tarifi imkansız bir sevgi vardır. Sanki o vücudumun bir parçasıdır. Bülbül altın kafesi neyler o güzel güller, özlemi duyulan hürriyet varken. Vücudumda dolaşan kan kalbimde konuk olan benim can damarımdır. Kalbim aziz misafirini her an arar, onu konuk etmek için her derde katlanır, ona özlem duyar. Onunla olunca bütün dertler biter, aşk ve sevda bütün vücudumu esir alır. Ondan başka sevgi ve sevgiliye yer kalmaz.
Eğer ben Allah’ı Cehennem korkusu ile sevseydim, dolgun ücret alan bir ustadan farksız olurdum. Şayet Cennetini dileyerek bu işi yapsaydım o zamanda yaptığı işin ücretini bekleyen kötü bir ırgat konumuna düşerdim. Hizmetimi yalnız Allah aşkıyla ve Onun arzusu doğrultusunda yaptım. Ben artık bende değilim. Ben ve benlik fikrinden sıyrıldım. Sevgiliyle bir oldum. Onun sevgisiyle hem hal oldum. Kendimi ona adadım dedi.
Peygamber (S.A.V). “Kadın Allah yolunda hizmet eden bir yiğit er gibidir. Ona gerçekte hanım demek doğru değil. Velilik makamı, nişanesi kadının hos özelliğidir” diye buyurdu..
Onun için Rabia kendi devrinde Hak yolunun eşsiz Ereniydi. Rabia bütün sorulara cevap veriyor, nasihat ve irşatlarda bulunuyordu. Kendi içindeki ateş gün geçtikçe artıyor, ona dayanılmaz acı veriyordu. Onun aradığı, özlediği şey neydi? Tedirginliği belliydi. Çevresindekiler onun derdine dermen değildi. O gerçekte aşıktı. Aşk ateşiyle yanıyor, sevgilisini arıyordu. İçindeki sıkıntıyı dağıtmak için Basra’dan ayrılma kararı aldı. Ancak nereye gideceğini bilmiyordu. Tebdil-i mekanda ferahlık vardır diyerek yola çıktı. Uçsuz bucaksız çölde yürüyor, bilinmeyen yöne doğru ilerliyordu.
Bu yol kona göçe sıkıntılı, tam yedi yıl sürdü. Bir gün Mekke Şehri’ne geldi. Kabe bütün zarafetiyle önünde duruyordu. Buradan Arafat Dağı’na .çıktı. Toprağına yüz sürdü. Yorgun ve bitkindi. İçi aşkla yanıyordu. Yol boyunca çektiği sıkıntıyı çoktan unutmuştu. Olduğu yere çöktü, dinlendi ve bir nefes aldı. Bunaltıcı sıcak onu etkilemedi. Buram, buram ter içinde Kabe’ye doğru yöneldi. Ellerini göğe kaldırdı ve;
-Hamd olsun Yüce Mevla m, Bu mübarek yere tekrar geldim, sevincim sonsuz dedi. Bu esnada kayıptan bir ses;
-Ey Rabia, bu ne güzel istektir, durmadan, bıkmadan bizi istersin, Bu arzun yerine gelecek dedi. Bu ses kendisi için iltifattı. Elleri havada duası kabul olan Rabia;
-Ey Allah’ım senin zavallı, değersiz kulun, bu izzet ve ikrama layık değil. Kaldı ki senin tecelline, dağlar, taşlar bile dayanmaz. Parça, parça olurlar. Ben bir eksik eteğim, miskin biriyim. Fakir bir kulun olarak kapında hizmet etmeğe çoktan razıyım dedi. Tekrar bir ses daha kulağında yankılandı.
-“Ey Rabia, ne güzel bir dilekte bulundun. Fakirlik bizim fahrimizdir. Bu sıfatla Erenler ve Evliyalara ihsanda bulunuruz. Onlara (kerametlerle olağan şeyler) öğretiriz. Yalnız senin bu (fakir) mekana ermen için bir çok denemelerden geçmek gerekir. Yine de size bir izzet ve ikramda bulunalım. Şimdi biraz yukarı bakıp semayı seyreyleyin.” Dedikten sonra Rabia başını kaldırıp yukarı baktı. Hayret etti. Bu ne hikmetti. Bir türlü anlayamadığı manzara karşısında dehşete düştü. Havada masmavi bir deniz, boşlukta dalgalanıyordu. Sözün devamında “bu gördüğün deniz bizim aşıklarımızın göz yaşı birikintisidir. Onların hepsi yokluk denizinde nihan oldular. İzleri kalmadı. Benim iltifatım, O makama erenler içindir” deniyordu.. Rabia;
-Rabbim ne olur o yüce makama erişen velilerin kokusundan bana da ikram eyle dedi. Bu sözleri tekrar ederken, vücudunda zerre kadar can kalmadığını hissetti. Hemen oraya yığılıverdi. Tam bu esnada özür (aybaşı hali) oluverdi. Kayıptan yine bir ses;
-“Ya Rabia! Durmadan yorulmadan aylarca her türlü sıkıntıya katlanıp, geldiğin Kabe’yi ziyaretin burada son buldu” deniyordu. Elbette Rabia bu haliyle namaz kılamaz, Kuran-ı Kerim’e el süremez, Camiye, mescide giremez ve de Kabe’yi tavaf edemezdi. Rabia’nın aklı başından gitti. Deli divaneye döndü Avare ve şaşkındı. Kendini toparladı. Mevla’sına şöyle yalvardı;
-Ey Yüce Padişah! Ben her şeyden önce senin evine{Kabe ne} değil,Sana itibar ettim.Bu kez oda bana layık görülmedi.Çaresiz olarak geldiğim yere geri döneceğim ,dedi ve diz çöktüğü yerden güçlükle kalktı,Basra ya doğru yol aldı..Yorucu yolculuktan sonra Basra ya geldi .Bu arada yoğun bir ziyaret trafiği yaşandı.
Rabia Hatun, Basralı olarak bilinir ve Hicri II. Asırda yaşadığı rivayet edilirdi. Büyük keramet sahibi olarak tanınan Süfyan-ı Sevri ile çağdaştı ve onunla,zaman,zaman bir araya gelir sohbet ederdi.. Rabia , yüce bir kişiliğe, duygusal bir yapıya sahipti..
Onun hayat hikayesini doğru kaynaklardan derleyerek siz okurlarımıza sunmayı uygun buldum.
Rabia’nın yaşamı, acı ve tatlı bir çok olaylarla doludur. Bir gün Süfyan-ı Sevri Rabia’nın yanına gelerek,onun hal ve hatırını sordu ve ona;
- Ya Rabia dost olabilmenin sırrı sizce nedir? dedi,
Rabia;
- Samimi olarak gerçeğe inanma, güvenme ve Yaratandan ötürü yaratılanları sevmektir, dedi.
Süfyan;
-Ey Rabia, bu gün çok kederliyim, şaşkınım dedi.
Rabia;
-Siz neşeyi mi özlediniz. Yazık üzüldüm doğrusu, Halbuki benim üzüntüm
olmadığı zaman derdim artar, dedi.
Rabia’nın gönlünde gösterişe yer yoktu. O fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ailesi ona, saracak bez parçasını zor buldu. O gece evlerini aydınlatacak ne bir lamba ne de bir mum vardı. Kandillerinde birazcık yağ olsaydı, yakıp yeni doğan Rabia’nın gül yüzünü ilk kez göreceklerdi. O anda dertli anne, babasına ;
-Efendi ne olursun şu köşedeki komşuya git de birazcık yağ iste. Kandilimizi yakalım dedi.
Zavallı baba yağı nasıl isteyecekti? Eşini de da kırmak istemiyordu. Biraz düşündü sonra çaresiz gitmeye karar verdi. Fakirlik ne kötü şeydi. Komşunun kapısına vardı.Bir müddet bekledi.Kapıyı vurup, vurmamakta kararsızdı. İsteme işini beceremedi. Geri evine döndü. Zorunlu sabahı bekleyeceklerdi.
İşte böyle bir gecede Rabia’nın annesi, rüyasında Hz. Muhammedi gördü. Peygamberimiz ona;
- Sakın tasalanma, bu dünyaya getirdiğin çocuk, benim ümmetimden bir çoğuna yol gösterecek, ışık tutacak, Yarından tezi yok Rabia’nın babası Basra Beyine gitsin Onun, özel bir konudan dolayı yüz akçe kefaret borcu var, O parayı alsın., buyurdu. Hasta yatağında Rabia’nın annesi gözyaşlarıyla uyandı. Bu rüyayı kocasına anlattı.
Konu Basra Beyine intikal edince Bey ağlamaya başladı. Yardım olarak hemen on bin altın gönderdi. Böylece Rabia’nın doğumundaki büyük hikmet, bu ailenin sıkıntısını kısmen giderdi.
Rabia, işte böyle bir ailenin dördüncü kızı olduğu için bu ad verildi. Rabia çocukluğunda bile olgun, uysaldı. Hikmetli söz ve davranışlarıyla, neşeli, sevimli ve mutluydu. Rabia gün geç tikçe büyüyordu. Tam bu mutluluk içindeyken beklenmedik bir anda, önce annesini, sonra babasını kaybetti. Kader onu yalnızlığa terk etti. O şimdi öksüz ve yetimdi. Bir gün esir satıcılarının eline düştü ve köle olarak satıldı. Kaldığı evde çok çalışıyor, yorgun ve bitkin düşüyordu. Gece sabaha kadar da namaz kılıyor, dua ediyordu. Allah’ına sığınıp onun yardımını bekliyordu. İçten içe ağlıyor, gözyaşlarını içine döküyordu. Secdede uzun süre kalıyor, seccadesi göz yaşlarıyla ıslanıyordu. İşte bu hal üzereyken bir gece efendisi gördü ve onun yüce bir hatun olduğunu anladı. ve hemen kölelikten azat etti.
Rabia o günden sonra kendini tamamen Allah yoluna adadı. Aradan uzun yıllar geçti, Hacca gitmek üzere yola çıktı. Yol boyunca bir çok güçlükler çekti. Bir ara duasında;
-Allah’ım çok yoruldum, bittim, bana güç ve kuvvet ver dedi, gaipten bir tatlı ses , “Ya Rabia sen yerinde dur, biz sana Kabe’yi getiririz” diyordu. Kabe şimdi onun karşısındaydı. İşte o an Rabia kendi varlığı içinde yok oldu. Diğer taraftan yüce Erenlerden İbrahim Ethem de aylardır yoldaydı. Kabe’yi ziyaret etmek istiyordu. Yol boyunca hem yürüyor hem de sık sık namaz kılıyordu. Allah sevgisi içini doldurunca, manevi haz onun aklını başından alıyordu. Sanki kendi varlığından habersiz gibiydi. Bütün özlemi Kabe’ye yüz sürmekti. Ne var ki Kabe’nin bulunduğu yere geldiğinde o heybetli mabet yerinde yoktu. Bir an ümitsizliğe düştü. Tedirgin oldu. İçten bir ah çekti. Sonra acaba gözlerimde bir zafiyet mi var diye düşündü. Telaşlandı, O anda gizemli bir ses;
-“Ey İbrahim senin gözlerinde hata yok, bizim yüce bir hatunumuz var Kabe’yi ona gösterdik” sözü İbrahim’i şaşkına çevirdi.
-Aman Allah’ım! Bu ne yücelik, bu ne büyük mertebe dedi, olduğu yere çöktü, iki elini şakağına dayadı, gözlerini bir noktaya dikti bir müddet böylece kaldı. Bütün benliğiyle Mevla’sına niyaz ediyordu ve;
-Allah’ım ben bu dünyada bunca yıl yaşadım. Rızanı kazanmak için çok çalıştım. Kabe’yi çok özledim. Ona yüz sürmek için ağladım, gözyaşı döktüm. Onu ziyaret için uzak yollardan geldim. Fakat, onu yerinde bulamadım. Şimdi ne yaparım. Halimi senden başka bilen yoktur. Acı bana Allah’ım. Sen esirgeyen, bağışlayan, düşkünlere yardım eden, çaresizliğe dermen olansın. Dedi Boynunu büktü. gözlerini sabit bir noktaya dikti. İşte bu anda ilginç. Parlak bir bulut peyda oldu. Tatlı, hoş bir görünümü vardı. Biraz sonra bulut, dağıldı. O ne! Kabe bütün görkemiyle yerinde duruyordu. İbrahim ikinci defa yıkıldı. Kabe’nin önünde diz çökmüş, ellerini açmış, niyazda bulunan bir hatun vardı. İbrahim Ethem, rüyadan uyanır gibi şöyle bir irkildi, sonra kendine geldi. Kalktı, diz çökmüş dua eden Rabia’ya doğru gitti ve;
-Ey Rabia bu ne büyük bir rütbe? Kabe’ye yüz sürmek için aylarca yol çiğnedim. Bir an gördüm ki Kabe yerinde yoktu. Çok üzüldüm. Fakat bu manevi mertebenin sırrına aklım ermedi, dedi;
Hz Rabia duasını tamamladı. Ellerini yüzüne sürdü, İbrahim Etheme döndü.;
-Ya İbrahim! Sen durmadan, yorulmadan yol aldın, namaz kıldın. Ben ise bütün yol boyunca Mevla’ma yalvardım, dua ettim. O da bana acıdı dedi.
Rabia aynı zamanda şair ruhlu idi. Bir çok kerametlerin de sahibiydi. İbrahim Ethem’e durumu izah ettikten sonra tekrar Kabe’ye doğru döndü Ellerini kaldırıp, şu şiiri okudu;.
Ey Allah’ım seni iki sevgi ile severim
Biri Sana karşı aşırı aşk ve muhabbetimdir,
Diğeri ise senin sevilmeye layık .sezalığındır
Bendeki aşırı sevgi ve muhabbet
Senden başkasına ilgi duymamaktır.
Ve senin sevilmeye karşı liyakatındır.
Ya Rab şükür ve sena sana aittir (1)
Bu anda Rabia kendinden geçti Sonra hıçkırıklar boğazına tıkandı, öylece kaldı. Ağladı ağladı.. sakinleşince İbrahim Ethem;
-Ya Rabia niçin bu kadar dertlisin? Cehennemden mi korkuyorsun, yoksa başka bir sebep mi var, bilmek isterim dedi. O anda Rabia’nın tekrar bayıldığını gördü. Onun bayılmasına Cehennem sözünün sebep olduğu muhakkaktı. İbrahim Ethem onun ayılmasıyla ilgilendi. Rabia kendine gelince;
-Biz tövbe etmekle kurtulduk sanırız, oysaki tövbemizde başka bir tövbeye muhtaçtır dedi. Sonra İbrahim Ethem ile vedalaştı. Basra’ya gitmek üzere hazırlığa başladı. Haç esnasında devesi öldüğü ,için yaya gidecekti. O anda ne olduysa oldu. Ölen devesi yanına geldi. Hayret etti. Diz çöktü;
Allah’ım sana ne kadar hamd etsem azdır. Bu aciz kulun bu izzet ve ikram karşısında ezilip yok oldu, dedi ve sonra devesine bindi. Basra’ya doğru yol aldı.
Fakir aileden dünyaya gelip, cariye olarak satılan Rabia’nın kerameti sayesinde hürriyete erdi. Onun için duygu ve düşüncelerini açık olarak anlatıyordu.
Hac dönüşü bitmek, tükenmek bilmeyen çölün ortasında çadır kurdu, dinlendi. Bir süre de dua etti. Secdeye kapandığında secde yeri göz yaşlarıyla ıslandı. Sonra devesine binip yola revan oldu. Basra’da Rabia Hatunun kerametleri dilden dile dolaşıyordu. Onun Hacdan döndüğünü duyanlar ziyaretine geldiler, duasını aldılar.
Rabia’nın evi dergah gibi, dolup taşıyordu. Onun nasihatlerini dinlemek, dualarını almak ve derslerini takip etmek için gelen bir çok talebeler vardı. İlerde büyük alim olarak isim yapan (hadis ravisi) Süfyan -el Sevri, Şuri Şakık, Al belhi gibi ilim adamları da vardı.
Bu arada Rabia Hatunun hikmetli sözleri dilden dile, kulaktan kulağa darb-ı mesel olarak anlatılıyordu.
Rabia’nın az yediği, az uyuduğu, çalışmadığı halde hiç kimseden yardım almadığı da biliniyordu (2). Buna cevaben;
-Benim dünyalığa ihtiyacım yok derdi. Bir gün Süfyan-ı Sevri, onun sohbetinde kendi halinden dert yandı;
-Vah benim perişan halime ki, hangi yüzle Mevla’nın huzuruna çıkarım, dedi. Rabia onun bu haline hayret etti ve ona;
-Vah senin çektiğin az vaha ki tam gönülden ah, çekip üzülebilseydin, bu dünyada derdin, tasan olur muydu? Yaşamak ne tatlı şey dilinden anlayana dedi. Rabia Hatun, süfyan-ı Sevriyi böylece ikaz ettikten sonra sohbetini bitirdi. Herkes evine gitti. Akşam oldu, gece yarısını geçmek üzereydi.Rabia ,tekrar Yüce Mevla’ya gönlünü açtı ve;
-Rabbim, yıldızlar parlıyor, insanlar ise uykuda. Kralların kapıları kilitli olduğu şu saatlerde her aşık sevgilisi ile sarmaş dolaş özlem gidermekte.. Ben ise şuracıkta yapa yalnızım Kalbimde ve gönlümde sadece sen varsın. Rabbim! eğer seni Cehennem korkusuyla seversen, dilerim beni orada yak, yok et. Yok eğer seni Cennet özlemi ile dilersem, beni ondan mahrum et. Seni gerçek ve karşılıksız seviyorsam, ebedi güzelliğini benden esirgeme diye Hakka niyaz eyledi. Başka bir gün Süfyan-ı Sevri’ye;
-Şunu iyi biliniz ki, birine Efendisi tövbe etme fırsatını vermez, özrünü kabul etmezse, insan nasıl kurtuluşa erer Fırsat kaçınca pişmanlık para etmez. O sana yönelirse sen de ona yönel dedi.
Rabia Hatun her an iyilik ve ikram görmeyi değil, onu vereni bilme ve anlama fikrine sahipti. Cennet hakkındaki kanaati, “önce komşu, sonra ev” Velilik konusunda ise “beni ilgilendirmeyen şeyleri terk etmek benim prensibimdir” dedi. Daha sonra çeşitli soruları cevaplandırırken de;
-Her gerçek sevgili, sevdiği şeyi yürekten diler ve onun hasretiyle yanar. Benim kalbimde tarifi imkansız bir sevgi vardır. Sanki o vücudumun bir parçasıdır. Bülbül altın kafesi neyler o güzel güller, özlemi duyulan hürriyet varken. Vücudumda dolaşan kan kalbimde konuk olan benim can damarımdır. Kalbim aziz misafirini her an arar, onu konuk etmek için her derde katlanır, ona özlem duyar. Onunla olunca bütün dertler biter, aşk ve sevda bütün vücudumu esir alır. Ondan başka sevgi ve sevgiliye yer kalmaz.
Eğer ben Allah’ı Cehennem korkusu ile sevseydim, dolgun ücret alan bir ustadan farksız olurdum. Şayet Cennetini dileyerek bu işi yapsaydım o zamanda yaptığı işin ücretini bekleyen kötü bir ırgat konumuna düşerdim. Hizmetimi yalnız Allah aşkıyla ve Onun arzusu doğrultusunda yaptım. Ben artık bende değilim. Ben ve benlik fikrinden sıyrıldım. Sevgiliyle bir oldum. Onun sevgisiyle hem hal oldum. Kendimi ona adadım dedi.
Peygamber (S.A.V). “Kadın Allah yolunda hizmet eden bir yiğit er gibidir. Ona gerçekte hanım demek doğru değil. Velilik makamı, nişanesi kadının hos özelliğidir” diye buyurdu..
Onun için Rabia kendi devrinde Hak yolunun eşsiz Ereniydi. Rabia bütün sorulara cevap veriyor, nasihat ve irşatlarda bulunuyordu. Kendi içindeki ateş gün geçtikçe artıyor, ona dayanılmaz acı veriyordu. Onun aradığı, özlediği şey neydi? Tedirginliği belliydi. Çevresindekiler onun derdine dermen değildi. O gerçekte aşıktı. Aşk ateşiyle yanıyor, sevgilisini arıyordu. İçindeki sıkıntıyı dağıtmak için Basra’dan ayrılma kararı aldı. Ancak nereye gideceğini bilmiyordu. Tebdil-i mekanda ferahlık vardır diyerek yola çıktı. Uçsuz bucaksız çölde yürüyor, bilinmeyen yöne doğru ilerliyordu.
Bu yol kona göçe sıkıntılı, tam yedi yıl sürdü. Bir gün Mekke Şehri’ne geldi. Kabe bütün zarafetiyle önünde duruyordu. Buradan Arafat Dağı’na .çıktı. Toprağına yüz sürdü. Yorgun ve bitkindi. İçi aşkla yanıyordu. Yol boyunca çektiği sıkıntıyı çoktan unutmuştu. Olduğu yere çöktü, dinlendi ve bir nefes aldı. Bunaltıcı sıcak onu etkilemedi. Buram, buram ter içinde Kabe’ye doğru yöneldi. Ellerini göğe kaldırdı ve;
-Hamd olsun Yüce Mevla m, Bu mübarek yere tekrar geldim, sevincim sonsuz dedi. Bu esnada kayıptan bir ses;
-Ey Rabia, bu ne güzel istektir, durmadan, bıkmadan bizi istersin, Bu arzun yerine gelecek dedi. Bu ses kendisi için iltifattı. Elleri havada duası kabul olan Rabia;
-Ey Allah’ım senin zavallı, değersiz kulun, bu izzet ve ikrama layık değil. Kaldı ki senin tecelline, dağlar, taşlar bile dayanmaz. Parça, parça olurlar. Ben bir eksik eteğim, miskin biriyim. Fakir bir kulun olarak kapında hizmet etmeğe çoktan razıyım dedi. Tekrar bir ses daha kulağında yankılandı.
-“Ey Rabia, ne güzel bir dilekte bulundun. Fakirlik bizim fahrimizdir. Bu sıfatla Erenler ve Evliyalara ihsanda bulunuruz. Onlara (kerametlerle olağan şeyler) öğretiriz. Yalnız senin bu (fakir) mekana ermen için bir çok denemelerden geçmek gerekir. Yine de size bir izzet ve ikramda bulunalım. Şimdi biraz yukarı bakıp semayı seyreyleyin.” Dedikten sonra Rabia başını kaldırıp yukarı baktı. Hayret etti. Bu ne hikmetti. Bir türlü anlayamadığı manzara karşısında dehşete düştü. Havada masmavi bir deniz, boşlukta dalgalanıyordu. Sözün devamında “bu gördüğün deniz bizim aşıklarımızın göz yaşı birikintisidir. Onların hepsi yokluk denizinde nihan oldular. İzleri kalmadı. Benim iltifatım, O makama erenler içindir” deniyordu.. Rabia;
-Rabbim ne olur o yüce makama erişen velilerin kokusundan bana da ikram eyle dedi. Bu sözleri tekrar ederken, vücudunda zerre kadar can kalmadığını hissetti. Hemen oraya yığılıverdi. Tam bu esnada özür (aybaşı hali) oluverdi. Kayıptan yine bir ses;
-“Ya Rabia! Durmadan yorulmadan aylarca her türlü sıkıntıya katlanıp, geldiğin Kabe’yi ziyaretin burada son buldu” deniyordu. Elbette Rabia bu haliyle namaz kılamaz, Kuran-ı Kerim’e el süremez, Camiye, mescide giremez ve de Kabe’yi tavaf edemezdi. Rabia’nın aklı başından gitti. Deli divaneye döndü Avare ve şaşkındı. Kendini toparladı. Mevla’sına şöyle yalvardı;
-Ey Yüce Padişah! Ben her şeyden önce senin evine{Kabe ne} değil,Sana itibar ettim.Bu kez oda bana layık görülmedi.Çaresiz olarak geldiğim yere geri döneceğim ,dedi ve diz çöktüğü yerden güçlükle kalktı,Basra ya doğru yol aldı..Yorucu yolculuktan sonra Basra ya geldi .Bu arada yoğun bir ziyaret trafiği yaşandı.