Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bir yanlış kavram: HADİSİ KUTSİ

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Sürekli tartışılmış olan bu konu burada, tartışmalara konu olan boyutları ile değil, itiyadımız olduğu üzere Kur’an ışığı altında aklen değerlendirilmiştir.
Hadis-i kutsî; “Ahad yolla (bir-iki kişinin anlatımıyla) peygamberimiz tarafından nakledilmiş, manası yine peygamberimiz tarafından Allah’a nispetle ifade edilmiş hadislerdir.” diye tanımlanır.
Bu tanıma göre “hadis-i kutsî”lerin sözleri peygamberimize, manaları ise Allah’a ait olmaktadır. Ama bu hadislerin, hem manalarının hem de sözlerinin Allah’tan olduğu da iddia edenler ve öyle olduğuna inananlar da vardır. Böyle kabul edilmesine rağmen neyse ki Kur’an gibi mucize özellikleri olduğuna dair bir yakıştırma yapılmamış olan bu hadisler, “namazda okunamaz” olarak benimsenmiş ve bu hadisleri inkâr edenlere “kâfir” denmesi uygun görülmemiştir.

Bilindiği gibi Rabbimiz rahmeti gereği insanlara peygamberler göndermiş ve bu peygamberlere, insanlara tebliğ ve tebyin etmeleri için vahyler indirmiştir. Peygamberler, kendilerine gelen vahyleri saklamadan, değiştirmeden, olduğu gibi insanlara aktarmak zorunda olduklarından, elçilik görevlerini gerektiği gibi yerine getirmişler ve Yüce Allah’ın mesajlarını insanlığa ulaştırmışlardır. Peygamberimiz de bu ilâhî sistem içinde yer alan elçilerden biridir ve o da Allah’tan aldığı vahyleri saklamadan, değiştirmeden, olduğu gibi insanlara aktarmıştır.
Peygamberimizin, Yüce Allah’tan aldığı vahyleri eksiksiz ve doğru olarak aktardığı ve bu vahylerin, hem vahyedilme aşamasında hem tebliğden sonra Rabbimiz tarafından korunma altına alındığı, Kur’an’da bir çok yerde bildirmiştir:

Maide; 67: Ey Rasül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun verdiği elçilik görevini iletmemiş (yerine getirmemiş) olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Allah kesinlikle, küfre batmış topluluğa doğru yolu göstermez.

İsra; 73-75: Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi (sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı). İşte o takdirde seni Halil (izdaş, yoldaş, dost) edinirlerdi.
Ve eğer Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin.
O durumda sana hayatın da ölümünde iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın.

Hakka; 44-47: Eğer o (elçi; Muhammed) bazı sözleri bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi,
Kesinlikle ondan sağ elini koparırdık (tüm gücünü alırdık).
Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik.
Sizin hiç biriniz ona siper de olamazdınız.

Yunus; 15-16: Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir Kur’an getir yahut bunu değiştir.” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.”
De ki: “Allah dileseydi, ben onu size okumazdım, onu size bildirmemiş de olurdu. Ben ondan önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”

Hicr; 9: Zikr’i Biz indirdik ve Muhakkak onun koruyucuları da Biziz.


Yukarıdaki ayetlerden kolayca anlaşılmaktadır ki, Kur’an’ı Allah indirmiştir ve onu kaybolmaktan, tahriften (ilâve ya da eksiltilme yapılmasından, tağyirden, tebdilden), kısaca her türlü beşerî saldırıdan da Allah koruyacaktır. Nitekim Kur’an, başka hiçbir eserin, kitabın korunmadığı bir şekilde korunmuş olarak, orijinal ifadeleri ile bugüne gelmiştir.
Yine yukarıdaki ayetlerden anlaşılmaktadır ki peygamberimizin, Allah’ın vahyettiklerine (dine) herhangi bir şey ilâve etmesi veya eksiltmesi söz konusu olamaz. Yani Yüce Allah’ın peygamberimize vahyettiklerinin tümü, hiçbir değişikliğe uğramadan, olduğu gibi sadece Kur’an’da mevcuttur. Bunun aksini iddia etmek, peygamberimizin elçilik görevini tam yapmadığını ve Rabbimizin de bize bildirdiğinin aksine, vahyettiklerinin Kur’an’da yer almamasına göz yumduğunu, yani Kur’an’ı korumadığını kabul etmek demektir.
Bütün bu gerçeklere rağmen, peygamberimizin ölümünden iki yüz sene sonra, peygamberimize atfedilen sözler “hadis” adı altında toplanmaya başlamıştır. Kur’an’daki ilkeleri yaşamakla yükümlü ve din adına sadece Kur’an’ı tebliğ etmekle görevli olan, yani dine kendisinden bir şey ilâve etmesi veya eksiltmesi söz konusu olmayan peygamberimiz, bu konuda bir takım saptırma girişimlerinin vaki olabileceğini düşünmüş olmalı ki, sağlığında, Kur’an’dan olduğunu bildirdikleri dışında kendisinden bir söz veya davranış yazılmasına izin vermemiştir. Aslında, elde Kur’an gibi mucizeleri sürekli olan (hiç bitmeyen) bir hakikî delil kaynağı dururken böyle bir teşebbüste bulunmanın hiçbir anlamı yoktur. Ama ne yazık ki, bu anlamsız teşebbüs sürdürülmüş ve sonuçta günümüze, değil yaşanması okunması bile peygamberimizin 23 yıllık elçilik hayatına sığmayacak genişlikte ve uydurmalarla dolu olan bir biyografi intikal etmiştir.
Peygamberimizin davranış ve sözlerinden oluşan bu biyografinin uydurmalarla dolu oluşunun en belirgin örneği, peygamberimizin on binlerce insanın önünde yaptığı “Veda Hutbesi”dir. Veda Hutbesi, büyük bir insan kitlesinin şahit olması sebebiyle en sağlam, üzerinde tartışılamayan bir hadis olması gerekirken, günümüze değişik metinler hâlinde ulaşmıştır. Peygamberimiz bu söylevinde, ölümünden sonra sapmamaları için Müslümanlara;
- bazı rivayetlere göre, KUR’AN, SÜNNET ve EHLİ BEYT’i
- bazı rivayetlere göre, KUR’AN ve SÜNNET’i
- bazı rivayetlere göre de sadece KUR’AN’ı bıraktığını bildirmiştir.


Görüldüğü gibi, en sağlam olması gereken hadis bile günümüze doğru olarak gelmemiş, peygamberimizin on binlerce kişi önünde söylediği sözleri çarpıtılmıştır. Bu demektir ki, peygamberimizin sözleri Kur’an gibi Allah’ın koruması altında değildir, ilâve ve eksiltmelere uğrayabilir ve uğramıştır da.
Koruma garantisini sadece Kur’an için veren Rabbimiz, eğer peygamberimize elimizdeki Kur’an ayetlerinden başka herhangi bir vahy indirseydi, peygamberimiz onların da tebliğ ve tebyini ile birlikte yazdırılmasını ve ezberletilmesini sağlar, böylece de o vahyler “haber-i ahad (bir kaç kişi söylentisi)” düzeyinde kalmaz, Kur’an içinde yerini alır ve Rabbimizin koruması altına girmiş olurdu. Ya da bu vahyler Kur’an’da yer almamışsa, vahyin tebliğ ve muhafazası engellenmiş, yani peygamberimiz görevini ihmal etmiş olurdu.
Bu durumda peygamberimizin, değil tüm söz ve davranışlarının, sadece “hadis-i kutsî”lerde olanların bile vahy olduğunu iddia etmek, bu vahylerin peygamberimiz tarafından tebliğ edilmediğini ve böylece de vahyin korunmadığını, değiştirildiğini kabul etmektir. Bu kabul ise aynı zamanda peygamberimizin görevini yapmadığı anlamına gelmektedir. Çünkü, tüm topluma tevatür derecesinde bildirilmeyen, vahy kâtiplerine yazdırtılmayan, ezberletilmeyen vahylerin tebliğ edilmiş sayılmaları mümkün değildir. Yani peygamberimiz, Kur’an’da yer almayan vahylerin bulunduğunu kabul eden bu zihniyet tarafından, tebliğ görevini yerine getirmemiş durumuna düşürülmüş olmaktadır. Ama sonuçları itibariyle de çok ağır bir suç olduğunu yukarıdaki ayetlerden anladığımız bu davranış, asla peygamberimize uygun düşen bir davranış değildir. Zaten yukarıdaki ayetlere dikkat edilirse, peygamberimize sadece Kur’an’ın vahyedildiği görülmekte ve Mekkeli müşrikler ile peygamberimiz arasındaki tartışmaların da, peygamberimizin kendi sözleri ve davranışları ile ilgili olmayıp, Kur’an ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla vahy olduğu hâlde peygamberimizin Kur’an’a yansıtmadığı herhangi bir söz veya davranışının bulunması söz konusu değildir. Onun vahy olan söz ve davranışlarının tümü Kur’an’da mevcut olup, peygamberimizin bu sözleri ve davranışları da Müslümanlar tarafından baş tacı yapılmıştır.

Allah tarafından peygamberimize vahyedilmiş olup da Kur’an’da yer almayan bir söz veya sözcüğün mevcut olamayacağının anlaşılması, aşağıdaki bakış açısı ile mantıken de mümkündür.
Bilindiği gibi Kur’an’da, sadece peygamberimizi ilgilendiren, onun aile mahremiyetini içeren, aile sırlarını konu alan ve şahsî hatalarını ortaya döken ayetler vardır. Bu ayetler, peygamberimizin dışında kimseyi ilgilendirmemekte hatta başkaları tarafından bilinmemesi peygamberimiz açısından belki daha iyi olacak ayetlerdir. Ama peygamberimizin bazı aile sırlarını ve kendisinin yanlış davranışlarını ifşa eden, daha doğrusu kıyamete kadar ilân eden bu ayetler Kur’an’da yer almıştır (örneğin; Enfal; 67, 68, Tövbe; 43, Tahrim; 1, Ahzab; 37, Abese; 1-10. ayetler).


Acaba peygamberimiz, kendi aleyhine olan, aile sırlarını ifşa eden, kişiye özel bu vahyleri tebliğ etmiş, yazmış, yazdırtmış ve Kur’an’da yer almasını sağlamıştır (zaten başka türlüsü de düşünülemez) da, tüm insanları ilgilendiren, onların hidayetine sebep olacak olan bazı vahyleri (hadis-i kutsî denilen sözleri) neden Kur’an’ın içine dahil etmemiştir? Buradaki “neden” sorusuna mantıklı bir sebep bulmak mümkün değildir. Dolayısıyla, eğer gerçekten “hadis-i kutsî”lerin anlam ve sözlerini ihtiva eden bir veya bir kaç vahy olsa idi, mutlaka onlar da tebliğ edilir ve Kur’an’da yer alması sağlanırdı. Yani, ne Kur’an’da yer almayan bir vahy vardır, ne de Kur’an’da vahy olmayan bir söz vardır!

“Hadis-i kutsî”lerin sayıları yüz civarında olmasına rağmen, bu konudaki eser sahipleri hep “KIRK KUDSİ HADİS” başlığı ile kırk tanesini ele almışlardır. Bunlara bir örnek olarak, İmam-ı Gazalî’nin de yer verdiği, kırk “kutsî hadis”in 22 numarada yer alanını dikkatlerinize sunuyoruz.



“Allah teâla şöyle buyuruyor :
Ey insanoğlu! Bir kendine, bir de bütün yarattıklarıma bir bak. Eğer kendinden daha üstün birini bulursan, iyiliği ona yap.Yoksa tevbe ederek ve sâlih amel işleyerek kendine iyilik yap. Nefsin kendine göre aziz olunca, günahlarla onu kötüleme ve cehennem azabına onu hazırlama.
Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve bir de sizinle sözleşme yaptığı mîsâkını hatırlayın. Hani siz, “işittik ve itaat ettik” demiştiniz.
Şu günler gelip çatmadan önce Allah’tan korkun: kıyamet gününden önce, Aldanma gününden önce, azap gününden önce, miktarı ellibin yıl olan bir günden önce, İnsanların konuşamayacağı günden önce, ma’zaret dilemek için insanların izin alamadıkları günden önce, felaket gününden önce, kıyametin korkunç sesinden önce, çirkin yüzlü ve çatık suratlı bir günün dehşetinden önce, hiç kimsenin hiçbir kimseye bir şeyle sahip olamadığı ve işlerin ancak Allah’a ait olduğu günden önce, kasıp kavurucu günden önce, zelzele gününden önce, yine dağların düşüşü dehşetinden, ibret örneği uzun bir azaptan, azabın çabuklaştırılmasından ve dehşetinden çocukların ihtiyarlayacağı bir günün vuku bulmasından dolayı Allah’tan korkun. İşittik deyip de söz kabul etmeyen kimseler gibi olmayın.”


“Hadis-i kutsî” denilen bu metin, bazı Kur’an ayetlerinin parça parça edilmesi ve bu parçalardan bazılarının tekrar bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu metnin oluşturulduğu ayetler aşağıda olup, bu ayetlere Kur’an’dan bakıldığı takdirde, “hadis-i kutsî” metninin, ayetlerin parçalanmasından oluştuğu kolayca görülecektir: Maide; 7, Mümin; 3, 18, Teğâbün; 9, Mearic; 4, Mürselât; 35-38, Naziat; 34, Abese; 33, Kaf; 42, İnsan; 10, İnfitar; 13-19, Şems; 14, Tur; 10, Secde; 21, Müzzemmil; 17-18, Enfal; 21, Hakka suresi ve Zilzal suresi.

Aslında çok güzel bir va’z olan ve çok güzel nasihatler içeren bu metin, açık ve net olan Kur’an ayetlerinin, Tevrat’taki “Süleymanın meselleri”ne ya da Zebur’daki mezmurlara benzetilmeye çalışılmasıyla oluşturulmuş bir aşure çorbasıdır. Gerçekten de mevcut kitaplardaki “hadis-i kutsî” diye ortaya atılan rivayetler tek tek incelendiğinde görülmektedir ki bu metinler, ya üç beş Kur’an ayetinden parçalar alınıp birleştirilmesinden ya da Tevrat, İncil veya Zebur bozmalarından oluşmaktadır. Hatta bu kitaplardaki bazı metinler “hadis-i kutsî”lerin içinde kelimesi kelimesine aynen yer almaktadır.

Sonuç olarak:
“Hadis-i kutsî” inancı, İslâm dışı güçlerin Müslümanları fesada uğratabilmek için geliştirdikleri bir formüldür. Bu formül, fesat kapısını aralayıp, İslâm’ı yozlaştırmak amacına yöneliktir. Müslümanlar arasındaki tüm sapık inanç ve kabuller de, işte bu şekilde açılan deliklerden girmiştir.



http://www.istekuran.com/index.php?page=8c3bb2e15d9fc663f0e0522ef168dc9a&id=34 den alınmıştır
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Ben bu konuda artık yorum yapmıyorum:)
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Arkadaşlar buraya uzun sayılabilecek bir alıntı asıyorum. Aşağıdaki yazı bir kitaptan alıntıdır. Hadis / sünnet konusu ile ilgilenen arkadaşlara kitabı tavsiye ederim. Kitabın adı ve diğer bilgiler yazını sonuna eklenmiştir.

Selamlar!

"Sünnet'in vahiy ürünü olup olmadığı konusundaki tartışmalarla yakından ilgili bir başka konu da "Kudsî Hadisler" meselesidir.

İlahî Hadisler veya Rabbânî Hadisler de denilen bu hadis türü hakkında kapsamlı bir araştırma yapılmış değildir. Bu bakımdan hadislerin Kudsî olan ve olmayan şeklinde tasnifi görüşünün ilk defa ne zaman ve kimin tarafından ortaya atıldığı ve "Kudsî Hadis" kavramının ne gibi bir tarihi gelişim süreci izlediği sorularına tatminkâr cevaplar vermek zordur.

Ancak sadece bir fikir verebilmek için bazı hususları hatırlatmak da faydadan hali olmayacaktır. Dikkati çeken husus Kudsî Hadisler konusunun genelde muahhar sayılabilecek birtakım kaynaklarda ele alınmış olması;(55) ilk dönem kaynaklarında bu konuya hemen hiç temas edilmemesidir.

Hatta Kudsî Hadislere dair yapılan derleme çalışmalarında başvurulan hadislerin büyük bir kısmının "Kütüb-i Sitte"den alındığı, ancak bu eserlerin müelliflerinin bu hadisleri Kudsî Hadisler şeklinde nitelendirdiklerini gösteren herhangi bir açıklamaya rastlanmadığı göze çarpmaktadır.

Bu ise, Kütüb-i Sitte müelliflerinin zihinlerinde "Kudsî Hadisler" kavramının bulunmadığını gösteren bir ipucu olarak değerlendirilebilir. Hatta Hadis Usûlüne dair yazılmış eserlerde -özellikle klasik olanlarında- dahi bu konunun yeterince ele alınmamış veya tamamen sükûtla geçiştirilmiş olması da oldukça manidardır.

Bütün bu hususları aslında, "Kudsî Hadis" kavramı ortaya çıkmadan önce, Hz. Peygamberin bazı sözleri Allah'a izafe ettiğine dâir rivayetler ile kendi sözleri arasında herhangi bir fark görülmediği şeklinde yorumlamak mümkündür.

Şurası muhakkaktır ki, "Kudsî Hadis" kavramının vahy-i metluv ve vahy-i gayr-i metluv ayrımıyla yakın bir ilgisi bulunmaktadır. Diğer bir ifade ile "Kudsî Hadis" kavramı, Sünnet'i vahiy ürünü olduğu görüşünün bir uzantısı olarak ortaya çıkmış olmalıdır. ;

"Kudsî Hadis" kavramının özellikle Sünnet'in de vahiy ürünü olduğu görüşünü benimseyen ilim çevrelerince ele alınıp geliştirildiği kuşkusuzdur. Bu görüşte olanlar "Kudsî Hadis" kavramını temellendirmek ve onu vahiy olgusu içersinde bir yere oturtmak amacıyla vahiy türleri konusunda birtakım sınıflandırmalara da gitmişlerdir. Konunun daha iyi anlaşılması için önce bu husus üzerinde durmakta yarar yardır.

"Kudsî Hadis" kavramını kabul edenler, vahyi şu şekilde üçe ayırmaktadırlar:

l- Vahyin en üstün derecesidir ki, bu "Kur'an"dır. Bu vahyin özellikleri "mu'ciz" olması, tahrif ve değişiklikten korunmuş olması, ona abdestsiz dokunmanın ve cünüp olan tarafından okunmasının, mânâ ile rivayet edilmesinin, haram olması; namazda okunması, "Kur'an" adı verilmesi, her harfinin okunmasına on sevap verilmesi; -Ahmed b. Hanbel'den bir rivayete göre- satımının haram olması, bölüm veya cümlelerine âyet veya sûre adı verilmesi gibi hususlardır. Diğer Mukaddes Kitaplar ile Kudsî Hadislerde bu özellik yoktur. Bunlara abdestsiz veya cünüp dokunmak, onları okumak, mânâ ile rivayet etmek caizdir. Namazda okunması kıraat yerine geçmez, hatta namazı geçersiz kılar. Bunlara "Kur'an" adı verilmez, okuyana da her harfi karşılığında on sevap verilmez; satımı yasak değildir, bölüm veya cümlelerine âyet veya sûre adı verilmez.

2- Peygamberlerin, tahrif edilmeden önceki Mukaddes Kitapları.

3- Geriye kalan ise Kudsî Hadislerdir. Bunları Hz. Peygamber Allah'a (c.c.) nisbet etmekle birlikte, isnad açısından Âhâd haberlerdendir. Bu tür (Kudsî) hadisler Allah'ın kelamıdır ve -çoğunlukla- O'na izafe edilmiştir. Bu durum da O'na izafe edilmesi "konuşma veya söz'ün O'na ait olması" açısındandır, zira
ilk olarak bu sözleri söylemiş olan O'dur. Bu hadisler bazen Hz.Peygamber'e de izafe edilir; çünkü Allah'tan bu sözü alıp nakleden odur. Kur'an ise böyle olmayıp, Allah'tan başkasına izafe edilmez.

Kudsî Hadisler dışındaki Hadislere gelince, bunların da hepsi vahiy ürünü müdür, değil midir? Bu hususta ihtilaf edilmiştir. "O hevasından konuşmamaktadır" (53, en-Necm, 4) âyeti birinci görüşü doğrulamaktadır. Bu sebeple Hz. Peygamber "İyi bilin ki, bana Kur'an ile birlikte bir de onun eşi, dengi, misli verildi." buyurmuştur. Kudsî Hadislerin belli bir vahyediliş biçimi yoktur. Vahiy yollarından herhangi biriyle gelebilir, mesela rü'yada, kalbine ilkâ edilmekle, meleğin getirmesiyle olabilir." (56)

Bu ayrımın doğru olup olmadığını tartışmaya geçmeden önce, bu ayrımı temellendirmek için öne sürülen gerekçelere de kısaca bir göz atmak gerekir.

Kur'an'ı Kur'an yapan özellikler arasında onun, benzerini insanların meydana getiremeyeceğini ve tahrif edilmesinin sözkonusu olamayacağını zikretmekle isabet edilmektedir; zira bu özellikler Kur'an'ın bizzat kendisinden kaynaklanan özelliklerdir. Fakat ona abdestsiz ve cünüp olarak dokunulmamasını,
her harfinin okunmasına karşılık on sevap verilmesini, satımının haram kılınmasını, namazlarda okunması vb. hususları, Kur'an'ı diğer vahiylerden ayıran birer özellik olarak takdim etmek anlaşılır gibi değildir. Herşeyden önce bu zikredilenler dinin kesin gerçeklerinden değildir.

Çünkü Kur'an'a abdestsiz dokunulabileceğini, okunabileceğini söyleyen Sahabîler ve İslam âlimleri; yine mushaf alım-satımının caiz olduğunu söyleyen İslam âlimleri de vardır. Hele günümüzde mushaf alım-satımının haram olduğunu söylemek kadar abes birşey olamaz, nerede kaldı ki bu husus Kur'an'ın ayırıcı bir özelliği olsun, öte yandan 'Tahiyyat", "Subhaneke", "Kunut" gibi hadislerle sabit olan duaları da namazlarda -Kur'an olmadıkları halde- okumaktayız. Bu hususlan -İbn Hacer el-Heytemî gibi bir İslam âliminden naklen- el-Kasımî gibi bir çağdaş İslam âliminin kendi eserine aldığını görmek, inanılır gibi değildir.

Burada Sünnet'in tamamının vahiy ürünü olduğunu savunan görüşün, Kudsî Hadisler konusuyla ilgili olarak karşı karşıya bulundukları bir probleme de işaret etmeliyiz. Çünkü bu görüşte olanların Kudsî Hadis meselesini izah etmeleri hayli güç görünmektedir. Zira yaygın olarak, Kur'an ile Kudsî Hadis arasındaki farkın şu şekilde formüle edildiğini biliyoruz:

Kur'an'ın hem lafzı hem mânâsı açık bir vahiy ile Allah'tandır; Kudsî Hadisler'in mânâsı ilham veya rüya yoluyla Allah'tan gelir; lafzı ise Hz. Peygamber'e aittir. (57)

Kur'an ile Kudsî Hadis arasındaki farkın diğer bir formüle ediliş şekli de şudur;

Kur'an'ın lafzı mu'cizdir (benzeri meydana getirilemez); Cebrail aracılığıyla indirilmiştir; Kudsî Hadis ise mu'ciz değildir ve vasıtasız vahyedilmişlir. (58)

et-Tîbi’den (ö. 743/1342) ise bu konuda şu formül nakledilmiştir:

Kur'an, Cebrail'in Hz. Peygamber'e indirdiği mu'ciz lafızlardır; Kudsî Hadislerin ise Allah mânâsını ilham veya rüya yoluyla Hz. Peygamber'e bildirir, Hz. Peygamber de bu mânâları kendi cümleleriyle ümmetine aktarır. Onun (s.a.v.) diğer hadisleri ise Allah'a izafe edilmediği gibi, O'ndan (c.c.) rivayet de edilmiş değildir. (59)

Birinci formülü ele alalım; Kudsî Hadisler'in mânâsının Allah'tan, lafzının ise Hz. Peygamber'den olduğunu söylemektedir. Ancak bu özellikle Sünnet'in tamamının vahiy ürünü olduğu görüşünü bir çıkmaza sokmaktadır. Zira bu görüşe göre zaten bütün Hadislerin manası vahiy ürünü, lafızları ise Hz. Peygamber'e ait olduğu için normal hadislerle Kudsî Hadisler arasında bir fark bulunmamakta, dolayısıyla hadisleri Kudsî olan ve olmayan şeklinde ayırmak -bu görüşe göre- anlamsız olmaktadır.

Nitekim bu anlamsızlığın farkında olanların bulunduğunu da görmekteyiz. el-Kirmanî (ö. 786/1384) "Şayet 'Hadislerin hepsi böyle (mânâsı Allah'tan, lafzı Hz. Peygamberden)dir.' nasıl öyle olmasın ki: "O asla heva ve hevesinden konuşmamaktadır" dersen, cevabım şu olur; fark şudur; Kudsî Hadis Allah'a izafe edilir ve O'ndan rivayet edilir; diğer Hadisler ise böyle değildir." (60) sözleriyle, normal hadislerle Kudsî Hadisler arasındaki farkı izah etmenin zorluğunun farkındadır.

Zira açıkça ortadadır ki, her iki türün de mânâsı Allah'tan ise, bunlardan birini Allah'tan rivayet edip diğerini rivayet etmemek elbette bir "fark" sayılmaz. Çünkü Kudsî Hadisler dışındaki hadislerin de -mânâsı Allah'tan olduğu için- Allah'a izafe edilerek nakledilmemesi için hiçbir sebep yoktur.

Kudsî Hadis'i normal hadislerden ayırmak için öne sürülen bu kriterin tatminkâr olmadığı gayet açık görüldüğü içindir ki, bir de şu gerekçenin ileri sürülmesi lüzumu hissedilmiştir:

Kudsî Hadisleri diğerlerinden ayıran fark, onun Allah'ın zâtının ve cemal-celal sıfatlarının tenzihi konularıyla ilgili olmasıdır.(61)

Bu gerekçenin öncekinden daha zayıf bir gerekçe olduğunu söylemeye gerek yoktur. Zira Kudsî Hadisler dışında da Allah'ın tenzihine dair pekçok hadis bulunmaktadır. Dolayısıyla sadece ele aldığı konulara bakarak Kudsî Hadisleri ayrı bir hadis türü kabul etmek mümkün değildir.

Kudsî Hadisleri diğer hadislerden ayırdedici objektif bir kriter bulmak -özellikle Sünnet'i vahiy ürünü kabul eden görüşe göre- o kadar zor olmalı ki, -şayet rivayet doğru ise- ez-Zuhrî (0.124/741) gibi bazı İslâm âlimleri, son derece basit hususları dahi gerekçe olarak ileri sürmek durumunda kalmışlar ve şöyle demişlerdir:

Vahiy Allah'ın Peygamberlerinden birine vahyettiği, kalbine yerleştirdiği, Peygamber'in onu okuyup yazdırdığı şeydir. Vahyin bir de Peygamber'in [ibadet kastıyla] okumadığı, kimseye yazdırmadığı, yazılmasını emretmediği, sadece insanlara anlattığı, Allah'ın onu insanlara açıklamasını kendisine emrettiğini ifade etliği şekli vardır. (62)

ez-Zuhrî'nin bu rivayete göre öne sürdüğü gerekçelerin de tatminkâr olmaktan çok uzak olduğunda şüphe yoktur. Zira bir vahyin okunup okunmaması, yazılıp yazdırtılması veya aksi, vahiy olgusunun özüyle ilgili bir fark değildir. Hatta bu sayılanları "fark" olarak dahi öne sürmek doğru değildir.

Aslında bütün bunlar Sünnet'in tamamının vahiy ürünü olduğu görüşünden kaynaklanan birtakım güçlüklerdir. Yoksa Sünnet'in tamamının değil, sadece bir kısmının vahiy ürünü olabileceğini kabul eden görüş açısından, Kur'an ile Kudsî Hadis farkını izah etmek o kadar zor değildir. Zira bu görüşe göre Kur'an'ın hem mânâsının hem de lafzının Allah'tan; Kudsî Hadislerin ise sadece mânâsının ilham yoluyla Allah'tan, cümlelerin ise Hz. Peygamber'den olduğu şeklindeki bir izah tutarlı olacaktır. Çünkü bu takdirde Kudsî Hadislerin dışındaki hadislerin de hem mânâ hem de lafız olarak Hz. Peygamber'e ait olduğu ileri sürülebilecek ve herhangi bir çelişki sözkonusu olmayacaktır.

Görüldüğü gibi, mutlaka Kudsî Hadisler diye bir hadis türünün varlığından sözetmek ve bu hususta tutarlı olmak isteniyorsa, Sünnet'in tamamının vahiy ürünü olduğu görüşünden vazgeçmekten ve Sünnetlerin sadece pek az bir kısmının ilham ürünü olabileceğini, çoğunluğunun ise Hz. Peygamber'in Kur'an'a dayalı yorum ve uygulamaları olduğunu kabul etmekten başka bir yol bulunmamaktadır.

Ancak Kudsî Hadisler konusunda yazılanlara bakıldığında, şimdiye kadar, geçmişte söylenilenleri tekrarlamakla yetinildiği görülmektedir. Ne var ki bu konuda bugüne kadar sorulmamış olan şu soruyu da gündeme getirmek ve ona cevap aramak gerektiği inancındayız:

Acaba Kudsî Hadisleri mutlaka vahiy ürünü olarak izah etmek zorunlu mudur? Yoksa başka bir şekilde açıklanabilir mi? Biz bu sorulardan birincisine "hayır", ikincisine de "evet" cevabı veriyor ve diyoruz ki:

Kudsî Hadislerin ele aldığı konuların genelde ahlakî konular olduğu söylenebilir. Bu tür hadislerde ele alınan konuların ilke veya mânâ olarak Kur'an'da da yer aldığı; bir anlamda Kudsî Hadislerin Kur'an'daki bu mânâların açılımı olduğu düşünülebilir.

Bir örnek vermek gerekirse, et-Tirmizi’nin rivayet ettiği şu Kudsî Hadisi zikredebiliriz:

Hz. Peygamber dedi ki: Allah buyuruyor ki, "Ben, kulum beni nasıl bilirse öyleyim ve dua ettiğinde ben onun yanında olurum." (63)

Bu Kudsî Hadis aslında "(Ey Rasûlüm) kullarım sana beni sorarlarsa (bilsinler ki) ben kuşkusuz onlara yakınım. Benden isteyen olursa, isteyenin duasını kabul ederim." (2, el-Bakara, 186) âyeti ile yakın bir benzerlik göstermektedir.

Yine şu Kudsî Hadis de örnek verilebilir:

Allah buyurur ki: Ben, kulum beni nasıl bilirse öyleyim, beni andığında ben de onunla olurum. Beni kendi kendine anarsa, ben de onu öyle anarım. Şayet beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. Bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir kol, bana bir kol boyu yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.

Bu hadis de şu âyetlerle açık bir anlam yakınlığı içinde görünmektedir:

Artık Beni anın ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin (2, el-Bakara, 152);
Rabbini gönülden ve korkarak, içinden hafif bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma. (7, el-A'raf, 205);
Hac ibadetinizi bitirdiğinizde atalarınızı andığınız gibi, hattâ ondan da güçlü bir şekilde Allah'ı anın. (2, el-Bakara, 200).

Görüldüğü gibi birtakım Kudsî Hadislerle, bazı âyetler arasında yakın bir anlam benzerliği bulunmaktadır. Bu durumda Hz. Peygamber'in Kur'an'dan aldığı ilhamla bu âyetleri, farklı bir şekilde, kendi ifadeleriyle sunmuş olabileceği -en azından bir ihtimal olarak- düşünülebilir.

Burada sözkonusu edilenin bir ihtimal veya varsayım olduğunu, bu görüşün incelenmesi gerektiğini, yoksa bu görüşün mutlaka doğru olduğu iddiasında bulunulmadığını da belirtelim. Bu görüş karşısında takınılması gereken tavır, hemen red cihetine gitmekten ziyade, bu fikrin doğru olup olamayacağını araştırmak olmalıdır. Bu fikrin doğru olup olamayacağını belirlemenin en emin yolu ise, Kudsî Hadislerle Kur'an'ın kapsamlı ve titiz bir mukayesesine girişmektir.

 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Kudsî Hadislerle ilgili olarak üzerinde düşünülmesi gereken diğer bir varsayım da şu olabilir.

Hadis ilmi açısından Kudsî Hadislerle diğer hadisler arasında herhangi bir fark yoktur. Zira her iki türe dahil hadisler de birtakım raviler aracılığıyla, yani isnad ile bize ulaşmaktadır. Yine her iki tür hadisler içersinde sahih olanların yanında Hasen, Zayıf veya Mevzu (uydurma) olanlar bulunmaktadır. Kudsî Hadisler de diğerleri gibi raviler aracılığıyla nakledildikleri için, hadislerin rivayeti esnasında görülen ve ravilerin beşer olma özelliklerinden kaynaklanan birtakım hatâların, Kudsî Hadisler için de sözkonusu olacağı muhakkaktır. Bu duruma önce Kudsî olmayan hadislerden örnek verecek olursak, bazen bir sözün aynı anda hem Sahabe sözü, hem de Peygamber sözü olarak kaynaklarda yer aldığını gösterebiliriz.

Meselâ, "Bu Kur'an Allah'ın sofrasıdır; bu sofradan alabildiğinizi almaya çalışın..." sözü, Abdurrazzak ve ed-Dârîmî tarafından Abdullah b. Mes'ûd'un sözü olarak nakledilirken, (65) el-; Hâkim tarafından Hz. Peygamber'in sözü olarak rivayet edilmiştir. (66)

Yine "Allah vahyedeceği şeyi söylediği zaman melekler zincir şakırtısına benzer bir ses işitirler." mealindeki bir hadisin hem Abdullah b. Mes'ûd'un, hem de Hz. Peygamber'in sözü olarak rivayet edildiği görülmektedir. (67)

Araştırıldığı takdirde bu örneklerin sayısının daha da artacağı kuşkusuzdur. Ancak bizim amacımız sadece hadislerle ilgili bir probleme dikkat çekmek olduğundan, verilen örnekler bizce yeterlidir. Bu hususun ayrı bir araştırma konusu olduğunda ise kuşku yoktur.

İşte normal hadisler için sözkonusu olan bu durum, Kudsî Hadisler için de aynen geçerli olabilir. Yani, Hz. Peygamber'in bir sözü, bilahare ravilerin hataları sonucu Kudsî bir hadis halinde rivayet edilebilir ve bu şekilde kaynaklara geçmiş olabilir. Elbette bu bir varsayımdır ve kesin değildir. Ancak bu konu üzerinde bizi düşünmeye sevkedecek bazı örnekler de yok değildir. Nitekim Müslim'in rivayet ettiği:

Her kim bir iyilik yapmaya niyet eder de yapmazsa Allah ona bir sevap yazar. Niyet eder de aynı zamanda yaparsa, Allah ona on ile yediyüz arasında sevap yazar. Kim de bir kötülük yapmaya niyet eder, sonra onu yapmaktan vazgeçerse Allah ona bir sevap yazar. Niyet eder de yaparsa, bu takdirde bir kötülük yazar. (68)

mealindeki Kudsî Hadis ile, bundan bir önceki;

Kim bir iyilik yapmaya niyetlenir de yapmazsa ona bir sevap yazılır. Kim bir iyilik yapmaya niyetlenir de o iyiliği yaparsa, o zaman ona on ile yediyüz arasında sevap yazılır. Kim bir kötülük işlemeye niyet eder, ama onu yapmazsa, ona kötülük yazılmaz, şayet yaparsa bir kötülük yazılır. (69)

mealindeki normal hadis birbirinin aynısıdır.

Bu hadislerden ilkini Hz. Peygamber Rabbinin sözü olarak nakletmekte; ikinci rivayette ise aynı sözler Hz. Peygamberin kendi sözü olarak rivayet edilmektedir.

Hatta Ahmed b. Hanbel'in Musned'inde bu rivayet,(70) hem (Rasûlullah buyurdu ki...) şeklinde Hz. Peygamber'e izafe edilmiş, fakat ardından (Kulum bir iyilik yapmaya niyetlendiği takdirde...)" şeklindeki Kudsî bir hadis, Hz. Peygamber'in sözü gibi nakledilmiş ve ortaya Hz. Peygamber'in sözü mü yoksa Kudsî Hadis mi olduğu belli olmayan garip bir hadis şekli çıkmıştır.

Sadece bu örnek dahi, yukarıda normal hadisler için sözkonusu ettiğimiz problemin, aynen Kudsî Hadisler için de geçerli olduğunu göstermeye yeterlidir.

Tabiatıyla burada verilen örneklere bakarak, Hz. Peygamber'in sözü gibi görünen rivayetlerin, aslında Kudsî Hadis olması gerektiği de söylenebilir ve bu da bir ihtimaldir.

Ancak unutulmaması gereken şudur ki; Kudsî Hadislerin aslında Hz. Peygamber'in sözü olabileceği ihtimali ile Hz. Peygamber'in kendi sözü gibi görünen bazı rivayetlerin aslında Kudsî Hadis olabileceği ihtimali aynı oranda sözkonusudur. Dolayısıyla her iki ihtimali de aynı oranda değerlendirmek icabeder. Ancak bu hiçbir surette, Kudsî Hadislerin aslında Hz. Peygamber'in sözü olabileceği ihtimalini ortadan kaldırmaz.

Kudsî Hadislerle ilgili olarak üzerinde durulması gereken son bir ihtimal daha vadır. O da, bazı Kudsî Hadislerin aslında, geçmiş kutsal kitaplardan alınmış olabileceği ihtimalidir. Zira bilinen bir gerçektir ki, başta Yahudi ve Hristiyan kültürü olmak üzere, birçok kültüre ait unsurlar, çeşitli sebeplerle İslam kültürüne sızmış ve zaman zaman "Hadis" olarak ortaya çıkmıştır.

Hadis ilminde bu tür rivayetlere genel olarak "İsrâiliyyât-Mesîhiyyât" adı verilmektedir. Özellikle Yahudi ve Hıristiyanlar'dan müslümanlar olanlar, eski inanç ve kültürlerinden kopmayarak -kasıtlı ya da kasıtsız- bunları İslam toplumuna da taşımışlar ve zaman içersinde bu bilgiler İslam kültürüne büyük ölçüde nüfuz etmiştir. İslam kültürüne dışarıdan sokulan bu bilgilerin pekçoğu, açıkça ve doğrudan değil, birer "Hadis" şeklinde sokulmuştur.

"İsrâiliyyât-Mesihiyyât" rivayetleri olarak adlandırılan bu İslam dışı unsurlar, İslam toplumunun bünyesini o derece sarmıştır ki, İslam âlimleri ve özellikle Hadisçiler bu durumu ciddî bir tehlike olarak görmüşler ve bunların içyüzünü ortaya koymak için büyük çabalar harcamışlardır. Ancak harcanan bunca çabalara rağmen bu rivayetlerin pekçoğu, Hadis, Tefsir, Tarih ve Ahlâk-Mev'ıza alanlarında yazılan birçok eserde kalabilmiş ve varlıklarını bugüne kadar devam ettirebilmişdir. (71)

İşte birer hadis olarak İslam kültürüne sızmış olan bu İslam dışı kültür unsurlarının bazılarının "Kudsî Hadis" şekline girmiş olması da bizce ihtimal dahilinde görünmektedir. Ancak bunun gözardı edilemeyecek kadar ciddî bir ihtimal olduğunu da hemen ilave etmek gerekir. Zira bu ihtimalin ciddîyetini gösteren birtakım örnekler sözkonusudur. Önce bu örnekleri görelim:

Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste şöyle denmektedir:

Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah (c.c.) kıyamet günü şöyle der:
- Ey Ademoğlu, ben hasta oldum beni ziyaret etmedin.
- Ey Rabbim, sen âlemlerin Rabbi'sin; Sen'i nasıl ziyaret edebilirim ki?
- Unuttun mu benim falan kulum hastalanmıştı da onu ziyaret etmemiştin. Şayet onu ziyaret etseydin, beni de onun yanında bulacağını düşünmedin mi?
- Ey Ademoğlu senden bana yiyecek vermeni istedim, vermedin.
-Ey Rabbim, Sen alemlerin Rabbi'sin; Sana nasıl yiyecek ikram edebilirim ki?
- Unuttun mu benim falan kulum senden yiyecek istemişti sen de vermemiştin? Şayet ona yemek verseydin, bu iyiliğini benim katımda bulurdun.
- Ey Ademoğlu senden su istedim, vermedin.
- Ey Rabbim, Sen alemlerin Rabbi'sin, sana nasıl su verebilirim ki?
-Benim falan kulum senden su istemişti de, sen vermemiştin. Şayet sen ona su verseydin, bu iyiliği benim katımda bulurdun. (72)

Bu Kudsî Hadisi şimdi İncil'deki şu ifadelerle karşılaştıralım: . [

O zaman Kral, sağındakilere diyecektir: Ey sizler, Babamın mübarekleri, gelin, dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan melekûtu miras alın. Zira aç idim, bana yiyecek verdiniz; susamıştım, bana içecek verdiniz; yabancı idim, beni içeri aldınız; çıplak idim, beni giydirdiniz; hasta idim beni aradınız; zindanda idim, yanıma geldiniz. O zaman salihler ona cevap verip diyecekler: Ya Rab, biz seni ne zaman aç görüp yedirdik veya susamış görüp içirdik? Ve ne zaman seni yabancı görüp içeri aldık veya çıplak görüp giydirdik? Ve ne zaman seni hasta veya zindanda görüp yanına geldik? Kral cevap verip onlara diyecek: Doğrusu size derim: Madem ki bu kardeşlerimden, şu en küçüklerinden birine [bu iyilikleri] yaptınız, bana yapmış oldunuz. O zaman solundakilere de diyecek: Ey lanetliler, benim yanımdan İblis ile onun meleklerine hazırlanmış olan ebedî ateşe girin. Çünkü aç idim, bana yiyecek vermediniz; susamıştım, bana içecek vermediniz; yabancı idim, beni içeri almadınız; çıplak idim beni giydirmediniz; hasta ve zindanda idim, beni aramadınız. O zaman onlar da cevap verip diyecekler: Ya Rab, seni ne vakit aç veya susamış yahut yabancı veya çıplak, yahut hasta veya zindanda gördük de, sana hizmet etmedik? O zaman onlara cevap verip diyecek: Doğrusu size derim: Madem ki bu en küçüklerden birine [bu iyilikleri] yapmadınız, bana da yapmamış oldunuz. Ve bunlar ebedî azaba, fakat salihler ebedî hayata gideceklerdir. (73)

Müslim'de yer alan yukarıdaki Kudsî Hadis ile İncil'deki ifadeler arasındaki benzerlik tartışmaya gerek kalmayacak kadar açıktır.

Kudsî Hadislerle Tevrat ve İncil arasındaki ilişki başka rivayetlerde de açık bir şekilde görülmektedir:

Meselâ, Buhari es-Sahih'inde şu hadisi nakletmektedir:

Her kim rızkının genişlemesini ve ömrünün uzamasını arzu ediyorsa akrabalarını ziyaret etsin. (74)

Ahmed b. Hanbel de el-Musnedinde benzer bir rivayeti nakletmektedir:

Her kim ömrünün uzamasını ve rızkının artmasını arzu ediyorsa, ana-babasına iyilik etsin, akrabalarını ziyaret etsin. (75)

el-Hâkim en-Neysâburi’nin el-Mustedrek'inden da benzer bir rivayet nakledelim:

Kim Allah'ın kendisinin ömrünü uzatmasını, rızkını genişletmesini ve kötü ölüm'ü kendisinden uzaklaştırmasını arzu ediyorsa, Allah'tan sakınsın ve akrabalarını ziyaret etsin. (76)

Bu hadisler ile Kitab-ı Mukaddes'in şu ifadeleri arasında yakın bir benzerlik olduğu görülmektedir:

Babana anana hürmet et, tâ ki Allah'ın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun. (77)

Allah'ın sana emrettiği gibi babana ve anana hürmet et; ta ki ömrün uzun olsun ve Allah'ın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta sana iyilik olsun. (78)

Yukarıdaki hadislerle Kitab-ı Mukaddes'teki ilgili ifadelerin "Kudsî Hadisler" konusuyla ne gibi bir ilgisinin bulunduğu sorulabilir. Aslında verilen hadisler görünürde Kudsî Hadislerden değildir. Ancak kaynakların titiz bir şekilde taranması, durumun gerçekte böyle olmadığını ve bu hadislerin Kitab-ı Mukaddes'ten alındığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu hadislerin aslının Tevrat'tan alınma ifadeler olduğunu bizzat Hz. Peygamber'in açıkça ifade ettiğini gördüğümüz aşağıdaki rivayet hayli ilgi çekicidir:

İbn Abbas Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: 'Tevratta: "Her kim hayatının uzun olmasını, rızkının artmasını arzu ediyorsa akrabalarını ziyaret etsin" diye yazılıdır. (79)

Bu son rivayet daha önce zikrettiğimiz hadislerin Hz. Peygamber'in kendi sözü olmadığı, aksine, Hz. Peygamberin, hakkında bilgi sahibi bulunduğu Tevrat'ın bu ifadelerini, vahiy olması itibariyle "Kudsî Hadis" olarak sunduğu şeklinde yorumlanabilir.

Bu durum, "Kudsî Hadisler" ile "Kitâb-ı Mukaddes" arasındaki ilişkinin sadece bir ihtimal olmadığını, bilakis rivayetlerin sahih olduğu varsayılacak olduğu takdirde, bu ilişkinin belli bir gerçekliği bulunduğunu göstermektedir.

Bir başka örnek de şudur:

ed-Deylemî, Hz. Peygamber'den onun şöyle dediğini nakletmektedir: "İncil'de şöyle yazılmıştır: "Ne yaparsan onu bulursun, hangi ölçekle ölçersen o ölçekle alırsın, (ne edersen kendine edersin, ne ekersen onu biçersin.)"

Bu rivayet de "Kudsî Hadisler" ile İncil'in ilişkisi bulunduğunu göstermektedir. Nitekim İncil'de bu rivayete uygun olan şu ifadeler yer almaktadır:

Verin, size de verilecektir, sizin kucağınıza, güzelce basılmış ve silkelenmiş, taşkın, iyi ölçekle verilecektir, zira hangi ölçekle ölçerseniz, o ölçekle size ölçülecektir. (81)
Hükmetmeyin ki, hükmolunmayasınız Çünkü ne hükümle hükmederseniz, onunla hükmolunacaksınız; ölçtüğünüz ölçü ile size de ölçülecektir. (82)

Yukarıdaki rivayet, Hz. Peygamber'in İncil'de yer alan bazı ifadeleri de, vahiy olması sebebiyle, "Kudsî Hadis" olarak sunmuş olabileceğini göstermektedir.

Mamafih Kudsî Hadisler ile Kitab-ı Mukaddes arasındaki ilişkiyi gösteren bu rivayetlerin aslının bulunmadığı, ve muhtemelen uydurma (mevzu) olduğu da ileri sürülebilir. Ancak bu tür bir iddia, yine de söz konusu ilişkiyi tamamen ortadan kaldırmaya yetecek nitelikte değildir. Zira bu hadislerin uydurma olarak kabul edilmesi dahi, bu hadisleri uydurduğu farzedilenlerin ve bu hadisleri eserlerine alan İslam âlimlerinin zihinlerinde böyle bir ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır.

Bizce önemli olan, şu veya bu şekilde, Kudsî Hadislerle Kitâb-ı Mukaddes -veya varsa diğer kaynaklar- arasında sözkonusu olan bir ilişkidir. Bu ilişkinin daha açık ve kesin olarak ortaya çıkabilmesi elbette Kudsi Hadislerle Kitab-ı Mukaddes vb. dinî metinlerin titiz ve kapsamlı bir mukayesesine bağlıdır. (83)

 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Ancak buraya kadar verdiğimiz örnekler, en azından, Kudsî Hadisler konusundaki klasik anlayışın sanıldığı kadar doğru olmadığını; bu tür hadislerin mahiyetiyle ilgili birçok ihtimalin ve bu ihtimallere bağlı olarak birçok problemlerin sözkonusu olabileceğini açıkça gözler önüne sermektedir.

Tekrar ifade edelim ki, Kudsî Hadislerin, hadis ilmi açısından diğer hadislerden hiçbir farkı, veya ayrıcalığı yoktur. Kudsî Hadislerin hepsi de Âhâd haberlerden olup, birer isnad ile bize ulaşmış bulunmaktadır. Bu bakımdan bugün için bizim, bu hadislerin kesin olarak Hz. Peygamber'in ağzından çıktığını iddia etmemiz mümkün değildir. Çünkü ehline malum olduğu gibi Âhâd hadisler zann-ı gâlib ifade ederler. Bu ise, bu hadislerin Hz. Peygamber'in sözü olma "ihtimalinin" ağır bastığı, ancak ona ait olmama ihtimalinin sıfır olmadığı anlamına gelir. (84)

Binaenaleyh bir kimse bu tür hadislerin hiçbirinin Hz. Peygamber'e ait olduğunu kabul etmediğini söylese dahi, bu sebeple dinden çıkmış olmaz. Burada bu hadislerin Hz. Peygamber'e ait oluşunu reddetmek ile; Hz. Peygamber'e ait olduğunu kabul edip reddetmek arasında fark olduğunu, ikisinin aynı şey olmadığını özellikle belirtmemiz gerekir.

Bizim kastettiğimiz bunlardan birincisidir. Bir anlamda bu, Kudsî Hadislerin sübûtunu reddetmek demektir. Bu tür hadisler mütevatir olmadığı, dolayısıyla sübûtu kesin olmadığı için inkarı küfrü gerektirmez; Kudsî Hadislere bakılacak olursa, gerçekten de bunların birer Âhâd haberden ibaret oldukları, bunların da diğer Âhâd hadisler gibi Sahih, Hasen, Zayıf veya Mevzu (uydurma) olabileceği kolayca görülür.

Meselâ Kudsî Hadisleri toplayan en geniş eserlerin başında gelen ve Mısır Vakıflar Bakanlığı'nca neşredilen el-Âhâdisu'l-Kudsiyye (Kudsî Hadisler) adlı esere bakılacak olursa -ki eser dörtyüz Kudsî Hadisi ihtiva etmektedir- bu hadislerin başta Kütüb-i Sitte olmak üzere çeşitli hadis kitaplarından derlendikleri görülür. Hatta bunlar içersinde zayıf ve muhtemelen uydurma olanlara bile rastlanmaktadır. (85)

Öte yandan Kudsî Hadis oldukları söylenen birçok hadisin açıkça uydurma olduğunu da görmekteyiz. Örnek olarak özellikle Tasavvufî çevrelerde çok yaygın olan iki uydurma Kudsî Hadisi zikredebiliriz:

Bunlardan birisi "Sen olmasaydın, sen olmasaydın ben âlemleri yaratmazdım" rivayeti, diğeri ise "Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve insanları (veya bütün mahlukatı) yarattım" rivayetidir. Bu rivayetlerden her ikisinin de -Kudsî olduğu kabul edilmesine rağmen- mevzu (uydurma) olduğu mevzuat kitaplarında açıkça ifade edilmiş bulunmaktadır. (86) Bazılarının bu rivayetlerin mânâlarının doğru olduğunu söyleyerek onları savunması ise neticeyi hiçbir şekilde değiştirmez.

Özetleyecek olursak Kudsî Hadislerin diğer hadislerden herhangi bir ayrıcalığı söz konusu değildir. Diğer hadisler gibi onlar da Hadis ilminin kriterlerine göre değerlendirilir. Yani gerek isnadı gerek metni açısından tedkik edilir, isnadının sağlamlığı, metninin de İslam'ın ruhuna, Kur'an'ın esaslarına uygunluğu sağlanırsa, o takdirde bu hadisin Sahih olduğuna hükmedilebilir. Aksi takdirde Zayıf, hatta bazen Mevzu (uydurma) hükmünü vermek zorunlu olur. Bütün bu gerçeklere rağmen bu tür Mevzu (uydurma) hadisleri "Kudsî Hadis" adı altında sunmak, hatta bu konuda ısrar etmek ise ilme sırt çevirmek anlamına gelir.

Kudsî Hadislerle ilgili olarak bütün bu söylediklerimiz, konunun halâ incelenmeye muhtaç yönleri bulunduğunu göstermek içindir. Bu ise, Kudsî Hadisler'in gayr-ı metluvv vahiy ürünü olarak görülmesinin o kadar kolay olmadığını açıkça göstermektedir.

55 Bkz.: Prof. Dr. Tayyip Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tedkikler (A.Ü.İ.F. yay., XXVII, ist., 1959), s. 15.
56 el-Kasımî, Kavâ'idu't-Tahdîs (Dımeşk, 1353), s.39-40; keza bkz.: el-Kirmânî, el-Kevâkibu'd-Derârî (Şerhu Sahîhi'l-Buhârî), (Mısır, 1356 baskısının 1401'de ofset baskısı), K. 79-80.
57 el-Kasımî, a.g.e., s.40 (Ebul-Bakâ'dan naklen).
58 A.y.
59 el-Kirmânî, a.g.e., IX. 79-80.
60 el-Kirmânî, a.g.e., IX. 79. \
61 A.y.
62 es-Suyûtî, el-Itkân fî Ulumi'l-Kur'ân (Mısır, 1278), I.55'ten naklen.
63 et-Tirmizî, es-Sunen. 37, Zuhd, 51, hadis no: 2383 (IV. 596).
64 el-Buharî, es-Sahih, 97. Tevhid, 15 (K. 121); Müslim, es-Sahih, 48, Zikr-Dua-Tevbe, l, hadis no: 2675 (IV. 2061); et-Tirmizi, es-Sunen, 49, Da'avat, 132, hadis no: 3603 (V. 581).
65 Abdurrazzak, el-Musannef (Beyrut, 1390/1971), III. 375, hadis no: 6017; ed-Dârîmî, es-Sunen (Neşâtâbâd-Faysalâbâd-Pakistan. 1404/1984), n.308, hadis no: 3310; 11.310, hadis no: 3318.
66 el-Hâkim en-Neysâbûrî, el-Mustedraka ale's-Sahihayn (Haydarabat, 1334-1342), I. 555.
67 Bkz.: İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, (Beyrut, ?. M. F. Abdulbaki - Muhibbuddin el-Hatib neşri), XIII. 456 (97, et-Tevhîd, 32); el-Lâlekâi, Şerhu Usûli İ'tikâdi Ehli's-Sunne ve'l-Cemâ'a (Riyad, ? ), II.334.
68 Müslim, l, İman, 59. hadis no: 207 (I. 118).
69 A.y. hadis no: 206.
70 Ahmed b. Hanbel, el-Musned (Bulak.1313), II. 315.
71 Bu konuda bkz.: Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyât (D.I.B. Yayını. Ank. 1979); Mahmud Ebû Reyye, Muhammedi Sünnet'in Aydınlatılması (İst. 1988), s.163-199 (İsrailliyyât); 201-211 (Mesihiyyât).
72 Müslim, 45 Birr-Sıla-Adab, 13, hadis no: 43 (IV. 1990).
73 Matta. XXVI. 34-46.
74 el-Buhâri, 78. Edeb, 12 (VIII.5).
75 Ahmed b. Hanbel, el-Musned, III. 266.
76 el-Hâkim, el-Mustedrak, IV. 161
77 Çıkış, XX, 12.
78 Tesniye, V.16; bkz.: XXII. 7; XXX.20.
79 el-Hakim. a.g.e., IV. 160 (Kitabul-Birr ve's-Sıla); bu hadisi Hasan Hüsnü Erdem, İlahi Hadisler (Dİ.B. Yay., Ank. 1963) adlı derlemede (s.34) zikretmiştir.
80 Hasan Hüsnü Erdem, a.g.e.. s.22 (ed-Deylemi’nin Musned'inden naklen).
81 Luka, VI. 38.
82 Matta, VII. 1-2.
83 Burada Kudsî hadisler ile Kitab-ı Mukaddes arasındaki ilişkiye dikkatimizi çeken Yrd. Doç. Dr. Mehmed Paçacı’ya teşekkür borçlu olduğumuzu belirtmek isteriz.
84 Bkz: es-Serahsî, el-Usûl, (Beyrut, 1393/1973), I. 333.
85 Bkz.: el-Ahadisul-Kudsiyye (Vakıflar Bakanlığı neşri. Mısır, 1405/1986), (VI. baskı), s.77. hadis no: 73; s.101. hadis no: 97; s. 168-169. hadis no: 152.
86 Bkz.: Aliyyul-Kârî, el-Esrâru'l-Marfu'a fı'1-Ahbari'l-Mavdû'a, (Beyrut, 1371/ 1971), s.273, no.: 353; s.295, no: 385; es-Sehâvî, el-Makdsıdu'1-Hasene (Mısır, 1375/1956), s.327, no: 838; ayrıca Louis Massignon, apokrif (mevzu) Kudsî Hadislerin birçoğunu sûfî şathiyyatından addetmiş ve bazılarının isnad edildiği kimselerin listesini tanzim etmiştir. Bkz.: Essai sur leş origines du lexique de la mystiaue Musulmane, Paris, 1922, s. 106-108 (Table des auteurs responsables des certaines ahadith qudsiyah celebres). (Zikreden: Prof. Dr. Tayyip Okiç, a.g.e., s. 14)."


Alıntı Yapılan Kitap: İslam Düşüncesinde Sünnet, Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu. S. 281-299.
 

umit2006

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
82
Tepkime puanı
0
Puanları
0
eLLERİNİZE,DİLİNİZE,YÜREĞİNİZE,EMEĞİNİZE SAĞLIK ALLAH RAZI OLSUN,KUR'ANIN ANLAŞILMASI İÇİN ÇABA SARFEDENLERDEN
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Hazreti Peygamber'in Allah Teâlâ'dan rivayetle ifade buyurduğu hadislere "Kudsi Hadis" denir. Hz. Peygamber'in istediği ibare ile ifade etmek üzere bazen Cibril (a.s) vasıtasıyla ve bazen de vahiy, ilham ve rüya suretiyle Allah Teâlâ'dan rivâyet ettiği hadistir.

"Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ'ya izafe edilmesi, diğer taraftan Hz. Peygamber'in hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerinden Hz. Peygamber'in hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmı olup Hz. Peygambere vahyolunmuştur; kudsî hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Hz. Peygamber tarafından ondan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur'ân-ı Kerim'le hadis-i kudsî arasında herhangi bir fark mevcut değildir. Bununla beraber Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar; "her ikisinin de kendilerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey olmalarına engel teşkil ederler" Talat Koçyiğit, Hadis Istılahlarla Ankara 1980, s. 123-124).

Kudsî hadislerle Kur'an-ı Kerîm arasındaki fark konusunda İslâm âlimleri iki görüş beyan etmişlerdir:

A- Kudsî hadislerin manâsı ve sözleri Allah'tandır.

1. Bu hadisler Allah'a nisbet edilmiş ve "Kudsî", "ilâhî" ve "Rabbani" diye tavsif edilmiştir.

2. "Ey kullarım" gibi Allah'ı ifade eden birinci şahıs zamirleri kullanılmıştır.

3. Kudsî hadislerin ilk kaynağı Allah Teâlâ'dır., hitap O'nundur, Hz. Peygamber râvî durumundadır. Nitekim bu tür hadislerin başında genellikle şu ibareler görülür: "Rasûlüllah Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu..." veya "Rasûlüllah'ın rivayet ettiği hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurdu... "

Bununla beraber Kur'an-ı Kerîm'in özelliklerine sahip değillerdir. Zira; manâ ve lafız yönünden Kur'an-ı Kerîm'deki i'caz kudsî hadislerde yoktur. Kur'an tevâtür yoluyla, kudsî hadisler âhâd yolla nakledilmişlerdir. Kur'an âyetlerinin manâ ile rivayeti câiz değildir. Kur'an âyetleri namazda okunur, cünüp iken okunmaz ve abdestsiz dokunulmaz. Kudsî hadisler böyle değildir (bk. Muhammed Accâc el-Hatîb, es-Sünnetu Kable't-Tedvîn, Kâhire 1383/1963, s.22).

B- Âlimlerin çoğuna göre kudsî hadislerin manâsı Allah'a, lafzı Hz. Peygambere aittir. Allah'ın, vahiy, ilham ve rüyâ yoluyla kendisine bildirdiği ilâhî mesajları manâlarına uygun ifadelerle nakletmiştir.

Kudsî hadisler, Allah'ın kudret ve azametinden, rahmetinin genişliğinden, ihsanının bolluğundan söz ederler. Helâl, haram şeklinde ahkâma taalluk etmezler. Bu hadisler yüz adedi bulur. Bazı âlimler kudsî hadisleri ayrı eserlerde toplamışlardır. Bunlardan Abdurraûf el-Münâvî (1031/1622) "el-İthâfâtü's-Seniyye bi'l-Ehâdîsi'l Kudsiyye" isimli eserinde alfabetik sırayla tasnif etmiştir (Kettânî, er-Risâletü'l-Müstatrafe, İstanbul 1986, s.81).

Bazı kudsî hadisler: Ebû Hureyre Rasûlüllah'ın (s.a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Allah Teâlâ buyurdu ki; Adem oğlunun her ameli kendisi içindir, ancak oruç" böyle değildir. Çünkü o, sırf benim rızam için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını bizzat ben vereceğim" (Müslim, Sıyâm, 161,163).

Yine Ebû Hureyre'nin Rasûl-ü Ekrem'den rivayetine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kulum bir iyilik yapmaya azmeder takat bir engelden dolayı onu yapamazsa, onun için bir hasene sevabı yazarım. Azmettiği iyiliği yaparsa on haseneden yediyüz misline kadar sevap yazarım. Bir kötülük yapmaya teşebbüs eder de vazgeçerse, ona hiçbir günah yazmam. Eğer niyetlendiği kötü işi yaparsa yalnız bu günah yazarım." (Müslim, İmân, 204).

"Sâlih kullarım için Cennet'te, hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemediği birtakım nimetler hazırladım" (Müslim, Kitâbü'l Cenne, 2,3,4).


Mânâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından olan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i kudsîleri söylerken, Peygamber efendimizi bir nûr kaplardı ve bu, hâlinden belli olurdu. (Abdülhak Dehlevî)
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
seyfullah putkıran' Alıntı:
Hazreti Peygamber'in Allah Teâlâ'dan rivayetle ifade buyurduğu hadislere "Kudsi Hadis" denir. Hz. Peygamber'in istediği ibare ile ifade etmek üzere bazen Cibril (a.s) vasıtasıyla ve bazen de vahiy, ilham ve rüya suretiyle Allah Teâlâ'dan rivâyet ettiği hadistir.

"Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ'ya izafe edilmesi, diğer taraftan Hz. Peygamber'in hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerinden Hz. Peygamber'in hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmı olup Hz. Peygambere vahyolunmuştur; kudsî hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Hz. Peygamber tarafından ondan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur'ân-ı Kerim'le hadis-i kudsî arasında herhangi bir fark mevcut değildir. Bununla beraber Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar; "her ikisinin de kendilerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey olmalarına engel teşkil ederler" Talat Koçyiğit, Hadis Istılahlarla Ankara 1980, s. 123-124).

Kudsî hadislerle Kur'an-ı Kerîm arasındaki fark konusunda İslâm âlimleri iki görüş beyan etmişlerdir:

A- Kudsî hadislerin manâsı ve sözleri Allah'tandır.

1. Bu hadisler Allah'a nisbet edilmiş ve "Kudsî", "ilâhî" ve "Rabbani" diye tavsif edilmiştir.

2. "Ey kullarım" gibi Allah'ı ifade eden birinci şahıs zamirleri kullanılmıştır.

3. Kudsî hadislerin ilk kaynağı Allah Teâlâ'dır., hitap O'nundur, Hz. Peygamber râvî durumundadır. Nitekim bu tür hadislerin başında genellikle şu ibareler görülür: "Rasûlüllah Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu..." veya "Rasûlüllah'ın rivayet ettiği hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurdu... "

Bununla beraber Kur'an-ı Kerîm'in özelliklerine sahip değillerdir. Zira; manâ ve lafız yönünden Kur'an-ı Kerîm'deki i'caz kudsî hadislerde yoktur. Kur'an tevâtür yoluyla, kudsî hadisler âhâd yolla nakledilmişlerdir. Kur'an âyetlerinin manâ ile rivayeti câiz değildir. Kur'an âyetleri namazda okunur, cünüp iken okunmaz ve abdestsiz dokunulmaz. Kudsî hadisler böyle değildir (bk. Muhammed Accâc el-Hatîb, es-Sünnetu Kable't-Tedvîn, Kâhire 1383/1963, s.22).

B- Âlimlerin çoğuna göre kudsî hadislerin manâsı Allah'a, lafzı Hz. Peygambere aittir. Allah'ın, vahiy, ilham ve rüyâ yoluyla kendisine bildirdiği ilâhî mesajları manâlarına uygun ifadelerle nakletmiştir.

Kudsî hadisler, Allah'ın kudret ve azametinden, rahmetinin genişliğinden, ihsanının bolluğundan söz ederler. Helâl, haram şeklinde ahkâma taalluk etmezler. Bu hadisler yüz adedi bulur. Bazı âlimler kudsî hadisleri ayrı eserlerde toplamışlardır. Bunlardan Abdurraûf el-Münâvî (1031/1622) "el-İthâfâtü's-Seniyye bi'l-Ehâdîsi'l Kudsiyye" isimli eserinde alfabetik sırayla tasnif etmiştir (Kettânî, er-Risâletü'l-Müstatrafe, İstanbul 1986, s.81).

Bazı kudsî hadisler: Ebû Hureyre Rasûlüllah'ın (s.a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Allah Teâlâ buyurdu ki; Adem oğlunun her ameli kendisi içindir, ancak oruç" böyle değildir. Çünkü o, sırf benim rızam için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını bizzat ben vereceğim" (Müslim, Sıyâm, 161,163).

Yine Ebû Hureyre'nin Rasûl-ü Ekrem'den rivayetine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kulum bir iyilik yapmaya azmeder takat bir engelden dolayı onu yapamazsa, onun için bir hasene sevabı yazarım. Azmettiği iyiliği yaparsa on haseneden yediyüz misline kadar sevap yazarım. Bir kötülük yapmaya teşebbüs eder de vazgeçerse, ona hiçbir günah yazmam. Eğer niyetlendiği kötü işi yaparsa yalnız bu günah yazarım." (Müslim, İmân, 204).

"Sâlih kullarım için Cennet'te, hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemediği birtakım nimetler hazırladım" (Müslim, Kitâbü'l Cenne, 2,3,4).


Mânâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından olan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i kudsîleri söylerken, Peygamber efendimizi bir nûr kaplardı ve bu, hâlinden belli olurdu. (Abdülhak Dehlevî)



Sevgili Seyfullah Putkıran dostum,
sanırım meselenin ciddiyetini anlamamışsınız,
Bakın,
Sözlerini Allah'a bağladığınız bir söylemi ne hikmetse Peygambere izafe edilen hadislerle delillendirmeye çalışmışsınız,
Yani,
Allah vahyettiği veya bildirdiği tüm bilgileri koruma altına aldıysa, ki bu Kur'anın tümüdür, Allah kaynaklı olarak gördüğünüz bu Kutsi Hadisleri hangi kritere göre ele alacağız..
Derseniz ki, hadis meselesinde olduğu gibi, burda da rivayet zincirine başvurulur...
Rivayet zinciriyle henüz doğrulanabilmiş peygamber hadis sayisi henüz 100 adetten az iken...
Böylesi ciddi bir meseleyi rivayet zinciriyle nasıl izah etmeye kalkışacaksınız..
Mesela, Sen olmasaydın, sen olmasaydın, bu alemleri yaratmazdım... hadisi Kutsi olarak bilinen söylem... Sadece sufi taraftarlarınca kabul görürken.. Ciddi Hadis alimleri dahil.. Bütün ilimle uğraşanlar tarafından değil Kutsi, normal hadis bile olmadığı israrla savunulmuştur ki..
İyi düşünüldüğünde, bu sözün yol açacağı sıkıntılar her akıllı insanın fevkinde olacağı sıkıntılardır..
Bunun için,
lütfen hissi beyanlar yerine...
AKLİ ve KUR'ANİ beyanlarla meselenin üstüne varalım..
yoksa, boşa kürek çekmiş oluruz ki, sadece yorulduğumuz kar kalır bize..
dualarımla
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Aysegul' Alıntı:
Ben bu konuda artık yorum yapmıyorum:)


Açıkyürekliliğiniz için teşekkürler hanfendi,
yorum yapmak ya da yapmamak konusunda serbestsiniz,
yeter ki, meselelere ilmi yaklaşılsın
dualarımla
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
THE_HAFIZ' Alıntı:
Açıkyürekliliğiniz için teşekkürler hanfendi,
yorum yapmak ya da yapmamak konusunda serbestsiniz,
yeter ki, meselelere ilmi yaklaşılsın
dualarımla


Ben ilmi yaklaşıyorum fakat anlamak istemeyen olduğu için boşu boşuna sayfalara yazı yazmaya gerek yok...
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Aysegul' Alıntı:
Ben ilmi yaklaşıyorum fakat anlamak istemeyen olduğu için boşu boşuna sayfalara yazı yazmaya gerek yok...



Hanfendi, sen salih amel işle, (Tebliğine devam et) kabul eden olur ya da olmaz, bu sizin meseleniz olmamalı.. Yani, mü'min sadece görevini yapmalı, gerisini Allah'a havale etmelidir.. BİLİNÇ dediğimiz şey budur işte.. dualarımla

Ali İmran Suresi 20 Seninle kanıt yarıştırmaya girerlerse şöyle söyle: “Ben yüzümü Allah’a teslim ettim.Bana uyanlar da.” Kitap verilenlerle ümmilere de sor: “Siz de teslim oldunuz mu?” Eğer teslim olurlarsa doğruya ve güzele kılavuzlanmışlardır.Yüz çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir.Allah, kullarını görmektedir.
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
THE_HAFIZ' Alıntı:
Hanfendi, sen salih amel işle, (Tebliğine devam et) kabul eden olur ya da olmaz, bu sizin meseleniz olmamalı.. Yani, mü'min sadece görevini yapmalı, gerisini Allah'a havale etmelidir.. BİLİNÇ dediğimiz şey budur işte.. dualarımla

Ali İmran Suresi 20 Seninle kanıt yarıştırmaya girerlerse şöyle söyle: “Ben yüzümü Allah’a teslim ettim.Bana uyanlar da.” Kitap verilenlerle ümmilere de sor: “Siz de teslim oldunuz mu?” Eğer teslim olurlarsa doğruya ve güzele kılavuzlanmışlardır.Yüz çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir.Allah, kullarını görmektedir.

Ben söylenmesi gereken tüm cevapları başka konularda aktardım ama herşey oratada olmaısına rağmen hepiniz reddettiniz...

Fâtır Suresi

28. İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.

Mücadele Suresi

11. Ey iman edenler! Size, “Meclislerde yer açın” denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, “Kalkın”, denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

burada iki farklı kavram kullanılıyor...1-inananlar 2-kendilerine ilim verilenler

Nisa Suresi

162. Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler. O namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.

yine iki kavram kullanılıyor


1-ilimde derinleşenler 2-Mü'minler


Bu ayetleri verdim yetmedi...Sonra siz dedinizki Allah'u Teala kur'an dışında peygamberine hiç bir bilgi vermez...Bende size dedimki Hz Meryeme ,Hz Eyyub'a , Ashab-ı Kehf'e kitap yollayarak mı haberleşmiştir?...

Al-i İmran

42 »« Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti.
43 »« Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O'nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.
44 »« (Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.
45 »« Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesîh'tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır.
46 »« sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara (peygamber sözleri ile) konuşacak.
47 »« Meryem: Rabbim! dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece "Ol!" der; o da oluverir.


Hz Meryem peygamber değildi ama Allah'u teala yazılı olmayarak onunla haberleşmiştir...


Sâd Suresi


41 »« (Resûlüm!) Kulumuz Eyyub'u da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti.
42 »« Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su (dedik).
43 »« Bizden bir rahmet ve olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık.
44 »« Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir. Gerçekten biz Eyyub'u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah'a yönelirdi.


Hz Eyyub'ada kitap gönderilmemişti ama Allah'u Teala yazılı olmayarak onunla haberleşmiştir...Şimdilik bu kadar örnek veriyorum...
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ilimde derinleşenler ve mü'minleri aracı edinmek yerine.. Bu iki sıfatı bir elbise gibi üzerinize giyme çabasına girmeniz daha akıllıca ve mantıklıca değil midir? Bakın, ilimde derinleşenler övülmüş, sizde derinleşen, ne engeliniz var ki, oysa siz, göreve talip olma yerine, talip olmuş birileriyle avunma yolunu seçiyorsunuz, bu birazda görevden kaçınmak gibi olmuyor mu.. dualarımla
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
THE_HAFIZ' Alıntı:
ilimde derinleşenler ve mü'minleri aracı edinmek yerine.. Bu iki sıfatı bir elbise gibi üzerinize giyme çabasına girmeniz daha akıllıca ve mantıklıca değil midir? Bakın, ilimde derinleşenler övülmüş, sizde derinleşen, ne engeliniz var ki, oysa siz, göreve talip olma yerine, talip olmuş birileriyle avunma yolunu seçiyorsunuz, bu birazda görevden kaçınmak gibi olmuyor mu.. dualarımla

Eğer ikiside aynı manaya gelseydi Allah'u teala iki kavram belirtmezdi öyle değilmi...Ben kılıf giymeye çalışmıyorum beyefendi Allah'ın emirlerine uyuyorum...Sizede uymanızı tavsiye ederim
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Aysegul' Alıntı:
Eğer ikiside aynı manaya gelseydi Allah'u teala iki kavram belirtmezdi öyle değilmi...Ben kılıf giymeye çalışmıyorum beyefendi Allah'ın emirlerine uyuyorum...Sizede uymanızı tavsiye ederim


Tavsiyeniz sizin olsun, Bana ŞAH DAMARIMDAN DAHA YAKIN birine aracılarla varmaya haya ederim, açar elimi, direkt Allah'tan isterim, Hiç olmazsa, ben muhatabımı Allah'ta muhatabını bilir, arada şüphelere yer kalmaz.. dualarımla
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
THE_HAFIZ' Alıntı:
Tavsiyeniz sizin olsun, Bana ŞAH DAMARIMDAN DAHA YAKIN birine aracılarla varmaya haya ederim, açar elimi, direkt Allah'tan isterim, Hiç olmazsa, ben muhatabımı Allah'ta muhatabını bilir, arada şüphelere yer kalmaz.. dualarımla

Senin tek derdin nefsinle işte ayet dedin ayetler açık ve ortada...Ama kendinizle çeliştiğiniz için inkar ediyorsunuz...Çıkıp mertçe deki ben "Haksızım" sen "Haklı"...Ama bunu diyemezsin gururun bastırıyor
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Aysegul' Alıntı:
Ben ilmi yaklaşıyorum fakat anlamak istemeyen olduğu için boşu boşuna sayfalara yazı yazmaya gerek yok...



Eğer anlatamıyorsanız,
Ya anlattığınız konuya hakim değilsiniz,
Ya anlatım diliniz uygun değil
Ya anlattığınız konu ilmi delillere dayanmıyor,
kendinizi gözden geçirin, mutlaka eksiğinizi göreceksiniz,
Bakın, ben anlatırım ve sonucuna bakmam, Verdiğim Vahy kaynaklıdır zaten, alan alır, almayana zorluk yoktur, kitabımız böyle emreder çünkü
dualarımla
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
THE_HAFIZ' Alıntı:

Eğer anlatamıyorsanız,
Ya anlattığınız konuya hakim değilsiniz,
Ya anlatım diliniz uygun değil
Ya anlattığınız konu ilmi delillere dayanmıyor,
kendinizi gözden geçirin, mutlaka eksiğinizi göreceksiniz,
Bakın, ben anlatırım ve sonucuna bakmam, Verdiğim Vahy kaynaklıdır zaten, alan alır, almayana zorluk yoktur, kitabımız böyle emreder çünkü
dualarımla

Neyi anlatamıyorum?...İlmi kaynaklı?...Sizin tek kabul ettiğiniz şey kur'an değilmi al işte ayetler?...Ben arapça kur'an okuyorum ...

Nisa Suresi 162

lekinirrasihunefilılmiminhüm velmü'minune

Bunun tam türkçe karşılığı kelimelerin: Lakin onlardan ilimde derinleşmiş rusih alimler ve Mü'minler

deniyor...Kur'andan başka kanıt tanımadığınıza göre herşey ortada...Hala inkar ediyorsunuz...Allahu Teala ve Peygamber efendimiz s.a.v Alimleri yüceltmiştir...Bu hep böyle olmuştur
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
THE_HAFIZ' Alıntı:
Hanfendi, sen salih amel işle, (Tebliğine devam et) kabul eden olur ya da olmaz, bu sizin meseleniz olmamalı.. Yani, mü'min sadece görevini yapmalı, gerisini Allah'a havale etmelidir.. BİLİNÇ dediğimiz şey budur işte.. dualarımla

Ali İmran Suresi 20 Seninle kanıt yarıştırmaya girerlerse şöyle söyle: “Ben yüzümü Allah’a teslim ettim.Bana uyanlar da.” Kitap verilenlerle ümmilere de sor: “Siz de teslim oldunuz mu?” Eğer teslim olurlarsa doğruya ve güzele kılavuzlanmışlardır.Yüz çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir.Allah, kullarını görmektedir.


Anlayan yok işte sonuç bu olduğu için uğraşmak istemiyorum...Artık benim duygularıma tercüman olabiliyorsundur herhalde:eek:
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Aysegul' Alıntı:
Neyi anlatamıyorum?...İlmi kaynaklı?...Sizin tek kabul ettiğiniz şey kur'an değilmi al işte ayetler?...Ben arapça kur'an okuyorum ...

Nisa Suresi 162

lekinirrasihunefilılmiminhüm velmü'minune

Bunun tam türkçe karşılığı kelimelerin: Lakin onlardan ilimde derinleşmiş rusih alimler ve Mü'minler

deniyor...Kur'andan başka kanıt tanımadığınıza göre herşey ortada...Hala inkar ediyorsunuz...Allahu Teala ve Peygamber efendimiz s.a.v Alimleri yüceltmiştir...Bu hep böyle olmuştur



Bu ayeti birde siyak ve sibak ilişkisi ile okuyalım bakalım sizin söylediğiniz mana çıkıyor mu?


Nisa Suresi 161 Ve ribayı almaları yüzünden -oysaki ondan yasaklanmışlardı- ve haksız yollarla insanların mallarını yemeleri yüzünden onların küfre sapanlarına korkunç bir azap hazırladık.

Nisa Suresi 162 ama onların ilimde derinleşmiş olanları ve müminler, sana indirelene de senden önce indirilene de inanırlar. Namazı kılıcıdırlar, zekâtı vericidirler, allah'a ve âhiret gününe inanırlar. İşte bunlara yakında büyük bir ödül vereceğiz.



Eğer farkettiyseniz hanfendi, burada bahsedilenler sen, ben, o, bizler.. tüm inananlarız.. özel birilerine özel bir iltimas sözkonusu değil yani.. dualarımla
 
Üst Alt