*sessizgemi*
New member
- Katılım
- 19 Eki 2006
- Mesajlar
- 92
- Tepkime puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 37
Bir salı günüydü.
'Yoğun bir iş temposuyla geçen günün akşamında eve varmak ne güzel...
Daha da güzeli elini yüzünü hoş kokulu sabunlarla yıkayıp, üstüne
rahat ev kıyafetlerini geçirmek... Sonra şöyle güzelce televizyonun
başına kurulup eline kumandayı almak..'
Oturduğu yerde sızlanmalarını dindirmek için ayaklarını yüksekçe bir
yere kaldırıp uzandı. Yorgunluğu şimdi çok daha belirginleşmiş, külçe
gibi üzerine çökmüştü. Oh! Tam şekerlemelik bir andı. Gözlerini yumdu,
televizyonun sesini kıstı. Sabah geç kalkmasına rağmen çok iş yapmış,
çok yere gitmişti. Geç yatması da cabası...
Şöyle bir düşündü:
'Evi silip süpürmek, çarşıya çıkıp sayısını hatırlamadığı kadar
mağaza gezmek, alışveriş yapmak, bu arada faturaları unutmamak, her
biri için saatlerce sıra beklemek, sonra o eşyaları elleriyle
taşımak...'
Çok, çok zahmetli bir gün olmuştu bugün.
Ayakları, kolları, her yeri sızlıyordu. Burnuna sabunun güzel kokusu
geldi. Leylâk gibi, insana eflâtun rengini hatırlatan ferahlatıcı bir
kokuydu bu... Derin derin içine çekti. Galiba bu kokunun uykuya da
tesiri vardı. Davetiye çıkarmış gibi, uyku hemen başucunda bitiverdi.
Tam kendini uykunun o tatlı tatlı dalgalanan, masmavi ve ılık denizine
atacak, imkânsızın mümküne dönüştüğü yerlerde gezecek hattâ uçacaktı
ki, aklına akşam namazını kılmadığı geldi. Düşünmemeye çalıştı.
Yok, hayır! Akşam namazını kılmamıştı. Ama çok yorgundu. Olsun, yine
de kılmamıştı. Ama kıpırdayacak hâli kalmamıştı, her yeri sızlıyordu,
zaten namazını kılsa bile huşuyla değil, bir an evvel kılmış olmak
için kılacaktı. Biraz düşünüp aklına gelen birkaç önemli önemsiz
bahaneyi de sıraladı. İçindeki uzlaşmaya yanaşmayan o inatçı ses tek
cümleyle cevap verdi: Kılmamıştı işte, kılmamıştı, kılmamıştı...
Bahanesini geçerli hâle getirmek, inatçı sesin inadını kırmak için
daha çok düşündü:
'Zaten bu sene üniversite imtihanına giriyorum. Gece yarılarına kadar
ders çalış, okul, dershane, etütler... Sabah namazlarına da genelde
kalkamıyorum, öğlenleri okulda kılamıyorum, hattâ bazen, yok yok,
genellikle ikindileri de... Ne öyle bölük pörçük... Bir şey yapıldı mı
tam olmalı. Seneye hayırlısıyla üniversiteyi bir kazanayım... Hepsini
beş vakit kılmaya başlarım. Hayatım nasıl olsa düzene girer. Şimdiki
kadar yoğun da olmam. Bu sene geçiş yılı. Olmuyor işte bu yoğunluğun
içinde!'
Üniversiteli olmakla, yepyeni bir pazartesiyle yepyeni bir hayata
başlayacaktı... düzenli bir hayata. Tabii, namazları tam bir hayata..
Ah pazartesi, bir gelse!
.........
Ve üniversite yılları
Bir salı günüydü. Artık şubat tatilinin yaklaştığı, insanların kayıp
düşmesini bekleyen buzlarla kaplı, soğuk yollarda geçirilen
koşturmacalı bir günün akşamında kendini eve zor atmıştı.
Yoğun bir günün bitiminde evine varmak ne güzel bir duyguydu.
'Bir de mor veya mavi renkli, kokulu sabunlarla yıkanıp, yüzüne
gözüne, eline ayağına yapışıp onun yorgunluğunu artırmak için ağırlık
yapan tozdan kirden kurtulmak herhalde dünyanın en güzel duygularından
biriydi.'
Gerçi sabun evindekiler kadar kaliteli değildi. Bazen yüzünü tahriş de
ediyordu; ama olsun. Öğrencilik hayatı işte...
Oturduğu koltukta hemen uyuyabileceğini biliyordu. Çok yorgun ve
uykusuzdu. Gece sabaha kadar ders çalışmış, erkenden deneme imtihana
gitmiş, yetiştirmesi gereken ödevi yapmak için kütüphanede bir hayli
vakit geçirmişti.
O kadarla kalsa yine iyi... Eksik ders notlarını tamamlamak için
koşuşturup fotokopicilerde epey ter dökmüştü... 'Üff ne tempo ama!' diye
düşündü. 'Hiç de öyle bir kere kapağı atmakla bitmiyormuş... Asıl zorluk
üniversitedeymiş meğer. Şimdi çalıştığım kadar üniversite imtihanına
hazırlansaydım en yüksek bölümü kazanırdım alimallah...'
Başını yastığa koydu. Üzerine sıcacık bir battaniye aldı. Burnuna
ikinci sınıf da olsa güzel kokan sabunun kokusu geldi. Bir an evini
hatırladı. 'Az kaldı. 2-3 imtihan sonrası, yaklaşık 2 hafta sonra
evdeyim.'
Annesinin mis gibi yemeklerinden yiyecek, yüzünü evlerinin güzel ve
kaliteli sabunlarıyla yıkayacaktı.
Bu düşünce onu keyiflendirdi. Gözlerini kapadı, yüzünde ailesini
düşünmenin verdiği tebessümle, bedeninde uzun zamandır süren
koşuşturmanın yorgunluğuyla, uykunun insanı uçurup yorulmaksızın
gezdirdiği değişik âlemlere yola çıkmaya hazırlanıyordu...
Birden aklına akşam namazı geldi. Eskisi kadar inatçı olmasa da, o
ses yine konuşmaya başlamıştı: 'Oooo, bu yorgunlukla çok zor bir iş
şimdi bu. Kalkacak, ağrıyan bacaklarıyla yürüyecek, sızlayan
kollarınla, ellerinle abdest alacaksın... Soğuk suyu da hesaba kattın
mı? Sıcacık battaniye terk edilip namaz kılmak...'
Kılmalıydı!!!
İnatçı sese karşı, o da inat etti: 'Yarım yamalak, bu yoğun temponun
içinde, hızlı hızlı kılınacak namazın ne hayrı olur ki... Koşturmanın
içinde böyle geçiştirilmiş namazlar... Yok yok, olmaz öyle. Şu
imtihanlar bir bitsin, şu okul bir bitsin, mesleğimi elime bir alayım.
Adam gibi kılmaya başlarım...'
Pazartesi bir gelse.
Yeni bir hayatın ilk günü olacaktı... Artık mesleğini eline almış çok
daha düzenli ve stressiz hayata başlamış olacaktı. 'O zaman kılarım,
hem bugünlerin kazasını da yaparım.' diye düşündü. Sonra içinde
feryatlar koparan o sesi duymamak ve hattâ onu da rahatlatacak bir
çözüm bulabilmek için, yarın bir gün çalışacağını, sabah erken kalkıp
namazını kılıp hattâ çok sevdiği sabah uykularından vazgeçip, namazdan
sonra yatmayıp Kur'ân okuyacağını, öğle tatillerinde namazını
rahatlıkla kılabileceğini, ikindiyi kısa günlerde iş yerinde, uzun
günlerde evinde, akşam ve yatsıyı evinde sakin ve huşuyla kılacağını
hayal etti.
Nasıl olsa kılacaktı.
Yeter ki şu yoğun tempolu, stresli okul günleri bir geçsin... İşe
başlayacağı, yeni bir başlangıç yapacağı pazartesi bir gelse..
......
.. Ve iş hayatı
Bir salı günüydü. İşten yorgun argın eve gelmişti. Gelen fakslar,
yapılan görüşmeler, arananlar, arayanlar... İnsanlara laf anlatmak
cidden çok zordu. Hele bir de iş yerinde dönen ayak oyunları.
Çekememezlikler, kavgalar.. hadi hepsi bir yana, işten çıkıp da eve
gelmek için çekilen trafik çilesi... Bazen caddede yolun ilerisinin
göründüğü yerlerde kilometrelerce uzayan tıkanık yolu, bekleşen
arabaları görünce ağlayası geliyordu.
Sonunda varabildiği evinde olmanın mutluluğuyla elini, yüzünü güzel
kokan bir sabunla yıkadı. Yorgunluktan dile gelmiş ayaklarını yüksekçe
bir yere koyarak uzandı.
Gözlerini kapadı. Bugün ayaklarının sızlamasına baş ağrısı da eşlik
ediyor, Bremen mızıkacılarınınkine benzeyen uyumsuz bir koro gibi
kendilerince bağrışıyorlardı.
Sabunun hoş kokusunu duydu. Uyku, güzel kokulu yumuşacık mavi bir
bulut gibi onu sarıp sarmaladı.
Tam o bulutun üzerinde yola çıkacaktı ki, 'namaz' dedi içindeki ses,
her geçen gün biraz daha kısılan ses tonuyla..
İster istemez uyku bulutu aralandı, zihni yeni bahaneler üretmek için
harekete geçiyordu ki, içinden bir başka ses daha geldi. 'Evde yemek
yok ve akşama yemeğe arkadaşlarını çağırdın...'
Üç saniye içinde uyku kalmadı gözlerinde. O sevimli bulut kuvvetli bir
rüzgârla karşılaşmışçasına kaçıverdi geldiği bilinmeze. Hâlâ ayakları
sızlıyor ve başı ağrıyordu; yine de telâş içerisinde mutfağın yolunu
tuttu, telâşını bastıracak kadar kuvvetli değildi bu ağrılar.
Öyle bir telâştı ki namazı da unutturuvermişti.
......
İşte aile...
Bir salı gecesiydi.
Oturduğu koltuğun üzerinde kâh uyuyor, kâh uyanıyordu. İşin gerçeği,
uykuyla uyanıklık arasında bir bölgede, 'âraf'ta duruyordu.
Ârafın bu yanına geçip gözlerini, uykusuzluktan sızlayan gözlerini
aralayıp çocuğunun ateşini kontrol etti. Biraz düşmüş gibi olması
ârafın öbür tarafına daha rahat geçebilmesi için bir biletti sanki.
İçi rahatlayarak başını koltuğa dayadı.
Camiden yükselen sabah ezanı, hasta çocuğu soğuktan korumak için her
zamankinden daha sıkı kapatılmış evde açık cam bulamamasına rağmen,
onun ârafın öbür yanından bu yanına yaklaşmasına sebep olmuştu. 'Çok
bitkinim. Sabaha kadar uyutmadı çocuk. Aman ne çileymiş bu. Zaten her
şeyden hasta oluyorlar. Şimdi namaza kalkmak.. uzun iş. Çocuk da
ağlar. Yok yok şimdi olmaz.
Hep erteliyorsun ama..
Şu çocuk düzelsin başlayayım artık namaza. Aman düzelse ne ki, bu defa
öbürü hasta olur. Yok yok. bu çocuklarla namaz falan kılınmaz. Pek bir
zor olur, böyle bir vakit kıl, üç vakit kılma. Hoş değil zaten.
Hayırlısıyla şöyle biraz büyüsünler. Kendi işlerini görür hâle
gelsinler.
Onların yürüdüğü, okula başladığı pazartesi günü başlayacaktı
namazlarına.. çok düzenli, bol dualı ihlâslı namazlar kılacaktı.
Hayırlısıyla bir gelseydi o pazartesi.
......................
Yine bir salı günüydü.
Bugün yıllık izninden bir gündü. Yorgun değildi, sabah da geç kalkmış,
ağır ağır aklına gelen bütün kahvaltılıklardan oluşan bir sofra
kurmuş, öğle yemeğiyle birleşen bir kahvaltı yapmıştı. Evin odalarında
yavaş adımlarla yürüdü. Televizyonu açıp elinde kumandasıyla koltuğa
kuruldu. Bu anın, bu mutluluğun tadını doya doya çıkarmak için eline
bol miktarda Erzurumluların deyimiyle sımışka, yani ayçiçeği almıştı.
Çıt çıt.. kanalları dolaştı. Hangisinde karar kılacağını düşündü.
Çıtır çıtır çitletilen çekirdeklerle önce bir film, sonra eski bir
film seyretti. Dışarıdan gelen yeni bir ezan sesi yine onu
kımıldatamadı.
"Namaz" dedi içindeki güçsüzleşmiş ses. "Namaz!"
Hiç yerinden kalkası yoktu. Zaten yarım yarımdı bütün namazları.
'Hangi gün beş vakit kılıyorum ki.. bir vakit daha neyi değiştirecek...
İş hayatında çok zordu namaz kılmak. Hem ev, hem iş. Bu koşuşturmada
çok zordu. Çok zor. Zaten emekliliğime de fazla bir şey kalmadı. Ah
hayırlısıyla emekli olayım. Artık gerçekten her şeye yeni bir
başlangıç yapacağım. Benim yeni pazartesim olacak.'
Kendini ibadete verecekti. Her namazını vaktinde huşu ile kılacak,
peşinden kazalarını kılacak, tesbihatları yapacaktı. Dahası gece
namazlarına bile kalkabilirdi.
O gün yeni bir başlangıç olacaktı. Yeni bir hayatın ilk günü, bir
pazartesi olacaktı. Ah o pazartesi bir gelse...
Çay demledi; bir süre çekirdek çitletti, çay içti. Sonra yavaş yavaş
bir uyku bastırdı. Kanepeye uzandı. Başının altına bir yastık aldı.
Elinde kumanda bir-iki kanal daha gezdi. Yeni bir programda karar
kıldı. 'Oh be, tatilde olmak koşuşturmamak ne güzel! Ama tatilden
sonra iş başı yapmak hiç güzel olmayacak. Off, Allah vere de bu sene
resmî tatiller hep hafta içine denk gelse!' diye düşündü.
Uzanıp masanın üzerindeki takvimi aldı. Yıllık tatilleri gösteren
sayfalara baktı. 23 Nisan Salı, 19 Mayıs Salı, Ramazan Bayramı Salı,
Kurban Salı... Keyiflendi. Sonra öylesine karıştırmaya başladı takvimi.
O günün tarihine baktı: ..ağustos salı. Çocuklarının doğum günlerine
baktı: ..mart salı, ...haziran salı...
Takvimin ilk sayfalarını açtı: 1 Ocak Salı, 2 Ocak Salı, 3 Ocak Salı,
mart salı, nisan salı...
Haziran, temmuz, ekim, kasım.. hepsi salı.. Dün salı, bugün salı, yarın salı.
'Bir gariplik var bu işte! Acaba?' demeye kalmadan iyice yoğunlaşan
sabun kokulu uykuya daha fazla karşı koyamadı.
Esnedi, battaniyesini iyice üzerine çekti.
Günlerin, ayların, yılların, kısacası hayatın sadece salı günlerinden
ibaret olduğunu anlayamadan uykuya daldı...
..............
Uykuda mıydı, rüyada mıydı anlayamadı. Kıpırdamak istedi; fakat hiçbir
yerini oynatamadı, sonra gözlerini açmaya zorladı ve gözünü açtığında
bir anda çok şaşırdı. Nasıl olabilirdi bu iş? Kendisini seyrediyordu.
Biraz yaşlıca bir hanım kazandan bir tasla aldığı suyu bir tahta
üzerinde yatan yarı çıplak bedenine döküyor, diğer hanım da güzel
kokulu bir sabunla bedenini oğuşturuyordu.
'Yoğun bir iş temposuyla geçen günün akşamında eve varmak ne güzel...
Daha da güzeli elini yüzünü hoş kokulu sabunlarla yıkayıp, üstüne
rahat ev kıyafetlerini geçirmek... Sonra şöyle güzelce televizyonun
başına kurulup eline kumandayı almak..'
Oturduğu yerde sızlanmalarını dindirmek için ayaklarını yüksekçe bir
yere kaldırıp uzandı. Yorgunluğu şimdi çok daha belirginleşmiş, külçe
gibi üzerine çökmüştü. Oh! Tam şekerlemelik bir andı. Gözlerini yumdu,
televizyonun sesini kıstı. Sabah geç kalkmasına rağmen çok iş yapmış,
çok yere gitmişti. Geç yatması da cabası...
Şöyle bir düşündü:
'Evi silip süpürmek, çarşıya çıkıp sayısını hatırlamadığı kadar
mağaza gezmek, alışveriş yapmak, bu arada faturaları unutmamak, her
biri için saatlerce sıra beklemek, sonra o eşyaları elleriyle
taşımak...'
Çok, çok zahmetli bir gün olmuştu bugün.
Ayakları, kolları, her yeri sızlıyordu. Burnuna sabunun güzel kokusu
geldi. Leylâk gibi, insana eflâtun rengini hatırlatan ferahlatıcı bir
kokuydu bu... Derin derin içine çekti. Galiba bu kokunun uykuya da
tesiri vardı. Davetiye çıkarmış gibi, uyku hemen başucunda bitiverdi.
Tam kendini uykunun o tatlı tatlı dalgalanan, masmavi ve ılık denizine
atacak, imkânsızın mümküne dönüştüğü yerlerde gezecek hattâ uçacaktı
ki, aklına akşam namazını kılmadığı geldi. Düşünmemeye çalıştı.
Yok, hayır! Akşam namazını kılmamıştı. Ama çok yorgundu. Olsun, yine
de kılmamıştı. Ama kıpırdayacak hâli kalmamıştı, her yeri sızlıyordu,
zaten namazını kılsa bile huşuyla değil, bir an evvel kılmış olmak
için kılacaktı. Biraz düşünüp aklına gelen birkaç önemli önemsiz
bahaneyi de sıraladı. İçindeki uzlaşmaya yanaşmayan o inatçı ses tek
cümleyle cevap verdi: Kılmamıştı işte, kılmamıştı, kılmamıştı...
Bahanesini geçerli hâle getirmek, inatçı sesin inadını kırmak için
daha çok düşündü:
'Zaten bu sene üniversite imtihanına giriyorum. Gece yarılarına kadar
ders çalış, okul, dershane, etütler... Sabah namazlarına da genelde
kalkamıyorum, öğlenleri okulda kılamıyorum, hattâ bazen, yok yok,
genellikle ikindileri de... Ne öyle bölük pörçük... Bir şey yapıldı mı
tam olmalı. Seneye hayırlısıyla üniversiteyi bir kazanayım... Hepsini
beş vakit kılmaya başlarım. Hayatım nasıl olsa düzene girer. Şimdiki
kadar yoğun da olmam. Bu sene geçiş yılı. Olmuyor işte bu yoğunluğun
içinde!'
Üniversiteli olmakla, yepyeni bir pazartesiyle yepyeni bir hayata
başlayacaktı... düzenli bir hayata. Tabii, namazları tam bir hayata..
Ah pazartesi, bir gelse!
.........
Ve üniversite yılları
Bir salı günüydü. Artık şubat tatilinin yaklaştığı, insanların kayıp
düşmesini bekleyen buzlarla kaplı, soğuk yollarda geçirilen
koşturmacalı bir günün akşamında kendini eve zor atmıştı.
Yoğun bir günün bitiminde evine varmak ne güzel bir duyguydu.
'Bir de mor veya mavi renkli, kokulu sabunlarla yıkanıp, yüzüne
gözüne, eline ayağına yapışıp onun yorgunluğunu artırmak için ağırlık
yapan tozdan kirden kurtulmak herhalde dünyanın en güzel duygularından
biriydi.'
Gerçi sabun evindekiler kadar kaliteli değildi. Bazen yüzünü tahriş de
ediyordu; ama olsun. Öğrencilik hayatı işte...
Oturduğu koltukta hemen uyuyabileceğini biliyordu. Çok yorgun ve
uykusuzdu. Gece sabaha kadar ders çalışmış, erkenden deneme imtihana
gitmiş, yetiştirmesi gereken ödevi yapmak için kütüphanede bir hayli
vakit geçirmişti.
O kadarla kalsa yine iyi... Eksik ders notlarını tamamlamak için
koşuşturup fotokopicilerde epey ter dökmüştü... 'Üff ne tempo ama!' diye
düşündü. 'Hiç de öyle bir kere kapağı atmakla bitmiyormuş... Asıl zorluk
üniversitedeymiş meğer. Şimdi çalıştığım kadar üniversite imtihanına
hazırlansaydım en yüksek bölümü kazanırdım alimallah...'
Başını yastığa koydu. Üzerine sıcacık bir battaniye aldı. Burnuna
ikinci sınıf da olsa güzel kokan sabunun kokusu geldi. Bir an evini
hatırladı. 'Az kaldı. 2-3 imtihan sonrası, yaklaşık 2 hafta sonra
evdeyim.'
Annesinin mis gibi yemeklerinden yiyecek, yüzünü evlerinin güzel ve
kaliteli sabunlarıyla yıkayacaktı.
Bu düşünce onu keyiflendirdi. Gözlerini kapadı, yüzünde ailesini
düşünmenin verdiği tebessümle, bedeninde uzun zamandır süren
koşuşturmanın yorgunluğuyla, uykunun insanı uçurup yorulmaksızın
gezdirdiği değişik âlemlere yola çıkmaya hazırlanıyordu...
Birden aklına akşam namazı geldi. Eskisi kadar inatçı olmasa da, o
ses yine konuşmaya başlamıştı: 'Oooo, bu yorgunlukla çok zor bir iş
şimdi bu. Kalkacak, ağrıyan bacaklarıyla yürüyecek, sızlayan
kollarınla, ellerinle abdest alacaksın... Soğuk suyu da hesaba kattın
mı? Sıcacık battaniye terk edilip namaz kılmak...'
Kılmalıydı!!!
İnatçı sese karşı, o da inat etti: 'Yarım yamalak, bu yoğun temponun
içinde, hızlı hızlı kılınacak namazın ne hayrı olur ki... Koşturmanın
içinde böyle geçiştirilmiş namazlar... Yok yok, olmaz öyle. Şu
imtihanlar bir bitsin, şu okul bir bitsin, mesleğimi elime bir alayım.
Adam gibi kılmaya başlarım...'
Pazartesi bir gelse.
Yeni bir hayatın ilk günü olacaktı... Artık mesleğini eline almış çok
daha düzenli ve stressiz hayata başlamış olacaktı. 'O zaman kılarım,
hem bugünlerin kazasını da yaparım.' diye düşündü. Sonra içinde
feryatlar koparan o sesi duymamak ve hattâ onu da rahatlatacak bir
çözüm bulabilmek için, yarın bir gün çalışacağını, sabah erken kalkıp
namazını kılıp hattâ çok sevdiği sabah uykularından vazgeçip, namazdan
sonra yatmayıp Kur'ân okuyacağını, öğle tatillerinde namazını
rahatlıkla kılabileceğini, ikindiyi kısa günlerde iş yerinde, uzun
günlerde evinde, akşam ve yatsıyı evinde sakin ve huşuyla kılacağını
hayal etti.
Nasıl olsa kılacaktı.
Yeter ki şu yoğun tempolu, stresli okul günleri bir geçsin... İşe
başlayacağı, yeni bir başlangıç yapacağı pazartesi bir gelse..
......
.. Ve iş hayatı
Bir salı günüydü. İşten yorgun argın eve gelmişti. Gelen fakslar,
yapılan görüşmeler, arananlar, arayanlar... İnsanlara laf anlatmak
cidden çok zordu. Hele bir de iş yerinde dönen ayak oyunları.
Çekememezlikler, kavgalar.. hadi hepsi bir yana, işten çıkıp da eve
gelmek için çekilen trafik çilesi... Bazen caddede yolun ilerisinin
göründüğü yerlerde kilometrelerce uzayan tıkanık yolu, bekleşen
arabaları görünce ağlayası geliyordu.
Sonunda varabildiği evinde olmanın mutluluğuyla elini, yüzünü güzel
kokan bir sabunla yıkadı. Yorgunluktan dile gelmiş ayaklarını yüksekçe
bir yere koyarak uzandı.
Gözlerini kapadı. Bugün ayaklarının sızlamasına baş ağrısı da eşlik
ediyor, Bremen mızıkacılarınınkine benzeyen uyumsuz bir koro gibi
kendilerince bağrışıyorlardı.
Sabunun hoş kokusunu duydu. Uyku, güzel kokulu yumuşacık mavi bir
bulut gibi onu sarıp sarmaladı.
Tam o bulutun üzerinde yola çıkacaktı ki, 'namaz' dedi içindeki ses,
her geçen gün biraz daha kısılan ses tonuyla..
İster istemez uyku bulutu aralandı, zihni yeni bahaneler üretmek için
harekete geçiyordu ki, içinden bir başka ses daha geldi. 'Evde yemek
yok ve akşama yemeğe arkadaşlarını çağırdın...'
Üç saniye içinde uyku kalmadı gözlerinde. O sevimli bulut kuvvetli bir
rüzgârla karşılaşmışçasına kaçıverdi geldiği bilinmeze. Hâlâ ayakları
sızlıyor ve başı ağrıyordu; yine de telâş içerisinde mutfağın yolunu
tuttu, telâşını bastıracak kadar kuvvetli değildi bu ağrılar.
Öyle bir telâştı ki namazı da unutturuvermişti.
......
İşte aile...
Bir salı gecesiydi.
Oturduğu koltuğun üzerinde kâh uyuyor, kâh uyanıyordu. İşin gerçeği,
uykuyla uyanıklık arasında bir bölgede, 'âraf'ta duruyordu.
Ârafın bu yanına geçip gözlerini, uykusuzluktan sızlayan gözlerini
aralayıp çocuğunun ateşini kontrol etti. Biraz düşmüş gibi olması
ârafın öbür tarafına daha rahat geçebilmesi için bir biletti sanki.
İçi rahatlayarak başını koltuğa dayadı.
Camiden yükselen sabah ezanı, hasta çocuğu soğuktan korumak için her
zamankinden daha sıkı kapatılmış evde açık cam bulamamasına rağmen,
onun ârafın öbür yanından bu yanına yaklaşmasına sebep olmuştu. 'Çok
bitkinim. Sabaha kadar uyutmadı çocuk. Aman ne çileymiş bu. Zaten her
şeyden hasta oluyorlar. Şimdi namaza kalkmak.. uzun iş. Çocuk da
ağlar. Yok yok şimdi olmaz.
Hep erteliyorsun ama..
Şu çocuk düzelsin başlayayım artık namaza. Aman düzelse ne ki, bu defa
öbürü hasta olur. Yok yok. bu çocuklarla namaz falan kılınmaz. Pek bir
zor olur, böyle bir vakit kıl, üç vakit kılma. Hoş değil zaten.
Hayırlısıyla şöyle biraz büyüsünler. Kendi işlerini görür hâle
gelsinler.
Onların yürüdüğü, okula başladığı pazartesi günü başlayacaktı
namazlarına.. çok düzenli, bol dualı ihlâslı namazlar kılacaktı.
Hayırlısıyla bir gelseydi o pazartesi.
......................
Yine bir salı günüydü.
Bugün yıllık izninden bir gündü. Yorgun değildi, sabah da geç kalkmış,
ağır ağır aklına gelen bütün kahvaltılıklardan oluşan bir sofra
kurmuş, öğle yemeğiyle birleşen bir kahvaltı yapmıştı. Evin odalarında
yavaş adımlarla yürüdü. Televizyonu açıp elinde kumandasıyla koltuğa
kuruldu. Bu anın, bu mutluluğun tadını doya doya çıkarmak için eline
bol miktarda Erzurumluların deyimiyle sımışka, yani ayçiçeği almıştı.
Çıt çıt.. kanalları dolaştı. Hangisinde karar kılacağını düşündü.
Çıtır çıtır çitletilen çekirdeklerle önce bir film, sonra eski bir
film seyretti. Dışarıdan gelen yeni bir ezan sesi yine onu
kımıldatamadı.
"Namaz" dedi içindeki güçsüzleşmiş ses. "Namaz!"
Hiç yerinden kalkası yoktu. Zaten yarım yarımdı bütün namazları.
'Hangi gün beş vakit kılıyorum ki.. bir vakit daha neyi değiştirecek...
İş hayatında çok zordu namaz kılmak. Hem ev, hem iş. Bu koşuşturmada
çok zordu. Çok zor. Zaten emekliliğime de fazla bir şey kalmadı. Ah
hayırlısıyla emekli olayım. Artık gerçekten her şeye yeni bir
başlangıç yapacağım. Benim yeni pazartesim olacak.'
Kendini ibadete verecekti. Her namazını vaktinde huşu ile kılacak,
peşinden kazalarını kılacak, tesbihatları yapacaktı. Dahası gece
namazlarına bile kalkabilirdi.
O gün yeni bir başlangıç olacaktı. Yeni bir hayatın ilk günü, bir
pazartesi olacaktı. Ah o pazartesi bir gelse...
Çay demledi; bir süre çekirdek çitletti, çay içti. Sonra yavaş yavaş
bir uyku bastırdı. Kanepeye uzandı. Başının altına bir yastık aldı.
Elinde kumanda bir-iki kanal daha gezdi. Yeni bir programda karar
kıldı. 'Oh be, tatilde olmak koşuşturmamak ne güzel! Ama tatilden
sonra iş başı yapmak hiç güzel olmayacak. Off, Allah vere de bu sene
resmî tatiller hep hafta içine denk gelse!' diye düşündü.
Uzanıp masanın üzerindeki takvimi aldı. Yıllık tatilleri gösteren
sayfalara baktı. 23 Nisan Salı, 19 Mayıs Salı, Ramazan Bayramı Salı,
Kurban Salı... Keyiflendi. Sonra öylesine karıştırmaya başladı takvimi.
O günün tarihine baktı: ..ağustos salı. Çocuklarının doğum günlerine
baktı: ..mart salı, ...haziran salı...
Takvimin ilk sayfalarını açtı: 1 Ocak Salı, 2 Ocak Salı, 3 Ocak Salı,
mart salı, nisan salı...
Haziran, temmuz, ekim, kasım.. hepsi salı.. Dün salı, bugün salı, yarın salı.
'Bir gariplik var bu işte! Acaba?' demeye kalmadan iyice yoğunlaşan
sabun kokulu uykuya daha fazla karşı koyamadı.
Esnedi, battaniyesini iyice üzerine çekti.
Günlerin, ayların, yılların, kısacası hayatın sadece salı günlerinden
ibaret olduğunu anlayamadan uykuya daldı...
..............
Uykuda mıydı, rüyada mıydı anlayamadı. Kıpırdamak istedi; fakat hiçbir
yerini oynatamadı, sonra gözlerini açmaya zorladı ve gözünü açtığında
bir anda çok şaşırdı. Nasıl olabilirdi bu iş? Kendisini seyrediyordu.
Biraz yaşlıca bir hanım kazandan bir tasla aldığı suyu bir tahta
üzerinde yatan yarı çıplak bedenine döküyor, diğer hanım da güzel
kokulu bir sabunla bedenini oğuşturuyordu.