Gece ve gündüzünü karıştırdığımdan beri hayatın, ıslak bakışlar bırakıyorum dağlara… En içli sitemlerimi gönderiyorum umutlarıma. Ve bir ağıda tutuluyorum da, hıçkırıklar biriktiriyorum avuçlarımda…
Neden bu kadar kısıtlı kelimeler ve neden bu kadar anlamsız; ben kalemi elime alınca.
Yüreğimdeki yangın, ellerimdeki hasret ve dillerimdeki dua…
Neden anlatamıyorum hiç birini. Ve neden hep yanlış anlaşılıyorum?
Bak, belki yine asi, yine hüznî bir yazı işte, diyeceksin. Belki de artık hiç göz bile gezdirmeyeceksin…
Olsun…
Ben devam edeceğim her zaman ki gibi.
Kardeşlerimi yazacağım yine. Kardeşlerime yazacağım…
Ve bu sefer onlara değil, kendime ağlayacağım…
Doğduğumdan beri hep sürgünleri yaşadım, biliyor musun? Hep ayrılıkları…
Ve hep hayaller kurdum, en yakın geleceğe dair. Kardeşlerimi düşledim hep…
Tarih tarih notlarını düştüm; Önce Hattab, sonra birer birer diğer kardeşlerimin düşüşlerini, toprağın kan kokan bağrına.
Tarih tarih notlar düştüm hayata…
Öyle kolay yazdığımı sanma bunca acıyı. Öyle kolay kabullendiğimi sanma.
Onlar gittiler ve ben kalakaldım. Onlar güldüler ve ben ağıtlarda kaldım.
Dedim ya… Anlatamıyor kelimeler yüreğimdekileri. Ve bir de Şamil de bırakıp gidince bizi…
Gökyüzüyle anlaşma yapıyorum ben de. Kelimelere inat, gözyaşlarıma yüklüyorum tüm anlamları.
Sonra,
Bir gökyüzü ağlıyor, bir ben.
Ve bir ben ağlıyorum, bir kelimeler…
……………………
Hüznümüze dağlar dayanmaz da, yol verirse bir gün. Bir gün sevda çiçeklerimiz doğrultursa, bükülmüş boyunlarını.
Sonra, yine bir gün haber gelirse Yusuf’umuzdan ve biz alırsak ta uzaklardan, onun cennet kokusunu…
Yüreğimiz canlanıverir mi birden? Gözyaşından perde inen gözlerimiz açılıverir mi ve de?
Boş ver, boş yere umut tükettiğimizi zannetsin birileri. Birileri anlam veremesin, onca imkânsızlığa rağmen, kaybetmediğimiz umudumuza.
Belki, Ömer’ce bir duayı etmeliyiz şimdi. Biz ona gidemezsek, Yusuf gelmeli ayağımıza, öyle değil mi?
Şahitçe bir yaşantının sonu, şehadetse eğer,
Belki de, hiç ummadığımız yerlerde konacak sevda, alınlarımıza.
Tıpkı, Ömer’in Medine’de şehid olması gibi…
_________________
Neden bu kadar kısıtlı kelimeler ve neden bu kadar anlamsız; ben kalemi elime alınca.
Yüreğimdeki yangın, ellerimdeki hasret ve dillerimdeki dua…
Neden anlatamıyorum hiç birini. Ve neden hep yanlış anlaşılıyorum?
Bak, belki yine asi, yine hüznî bir yazı işte, diyeceksin. Belki de artık hiç göz bile gezdirmeyeceksin…
Olsun…
Ben devam edeceğim her zaman ki gibi.
Kardeşlerimi yazacağım yine. Kardeşlerime yazacağım…
Ve bu sefer onlara değil, kendime ağlayacağım…
Doğduğumdan beri hep sürgünleri yaşadım, biliyor musun? Hep ayrılıkları…
Ve hep hayaller kurdum, en yakın geleceğe dair. Kardeşlerimi düşledim hep…
Tarih tarih notlarını düştüm; Önce Hattab, sonra birer birer diğer kardeşlerimin düşüşlerini, toprağın kan kokan bağrına.
Tarih tarih notlar düştüm hayata…
Öyle kolay yazdığımı sanma bunca acıyı. Öyle kolay kabullendiğimi sanma.
Onlar gittiler ve ben kalakaldım. Onlar güldüler ve ben ağıtlarda kaldım.
Dedim ya… Anlatamıyor kelimeler yüreğimdekileri. Ve bir de Şamil de bırakıp gidince bizi…
Gökyüzüyle anlaşma yapıyorum ben de. Kelimelere inat, gözyaşlarıma yüklüyorum tüm anlamları.
Sonra,
Bir gökyüzü ağlıyor, bir ben.
Ve bir ben ağlıyorum, bir kelimeler…
……………………
Hüznümüze dağlar dayanmaz da, yol verirse bir gün. Bir gün sevda çiçeklerimiz doğrultursa, bükülmüş boyunlarını.
Sonra, yine bir gün haber gelirse Yusuf’umuzdan ve biz alırsak ta uzaklardan, onun cennet kokusunu…
Yüreğimiz canlanıverir mi birden? Gözyaşından perde inen gözlerimiz açılıverir mi ve de?
Boş ver, boş yere umut tükettiğimizi zannetsin birileri. Birileri anlam veremesin, onca imkânsızlığa rağmen, kaybetmediğimiz umudumuza.
Belki, Ömer’ce bir duayı etmeliyiz şimdi. Biz ona gidemezsek, Yusuf gelmeli ayağımıza, öyle değil mi?
Şahitçe bir yaşantının sonu, şehadetse eğer,
Belki de, hiç ummadığımız yerlerde konacak sevda, alınlarımıza.
Tıpkı, Ömer’in Medine’de şehid olması gibi…
_________________