Eğer onlar kendilerine indiğine inandıkları Kur'ana göre ibadet etselerdi Hatme, Vird, ve rabıta gibi Müritlerin gözlerini yumup kendilerini düşünmelerini telkin edebilirler miydi aceba..
RABITA VE LÜZUMU
Râbıta ve Lüzumu:
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Resulüm! Onlara söyle: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin.” (Âl-i imran: 31)
Yani: Eğer Cenâb-ı Hakkı seviyorsanız yoluma tâbi olunuz, Allah da sizi sevsin.
Muhabbetullah da mütâbaat ile olur. Muhabbetin birinci adımı şeriat, ikincisi de tarikattır. O da ikidir; biri zikirdir, diğeri tefekkürdür. Zikir ve fikir de râbıtasız kazanılmaz. Râbıta da kolay değildir. Çünkü, nefse muhalefet ve mücadele lâzımdır. Nefis insana çok şüpheler verir. Şüpheleri izâle lâzımdır. Bu da zamana muhtaçtır. Râbıtada mürşidin hayâlini tefekkür etmeğe lüzum yoktur. Muhabbet lâzımdır. Zâten bir insan sevdiğini daima gözü önünde bulundurur.
“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk: 2)
Cenâb-ı Hakk’ın dünyaya tecellisi imtihan nokta-i nazarındandır. Ahirete tecellisi ise lutf-i ilâhidir.
Cenâb-ı Hakk cümlemizi hakiki müslüman ve ehl-i iman etsin, lisanen Allah’a, fakat kalben mâsivaya kul olan kimselerden etmesin, âmin.
Mânevî Yardım:
Dünyada mal toplamaya fikirlerine tahsis edip servet ve sâmâna mâlik olanlar hayatta iken ölü kabilindendir. Ebedî hayata nâil olan ancak maârif-i ilâhiye ve ezkâr-ı bâtınaya mâlik olan kimsedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (K.Hafâ)
Yani: Ey benim ümmetim! Size bir müşkilât, bir gam ve keder teveccüh edince evliyâullah’ın ziyaretine koşunuz ki, onların bereketiyle müşkilatınız hâl, gam ve kederiniz zâil olsun.
Bunun tasavvufi izahında kuburdan murad, evliyaullah’tır. Zira onlar “Ölmeden evvel ölünüz.” sırlarına mazhar olmuşlar, nefislerini öldürmüşlerdir, cesedleri ise kabir makamındadır.
“Mescidler şüphesiz Allah’ındır. O halde Allah’la birlikte başka birine duâ etmeyin.” (Cin: 18)
Yani; mescidler Cenâb-ı Hakk’a mahsustur. Orada Cenâb-ı Allah’tan başkasını taleb etmeyiniz, bütün teveccüh ve itimadınız Cenâb-ı Hakk’a olsun.
Evliyâullah’ın verdiği bir mânâya göre mescidden murâd, kalbtir, zira mescidler secde yeridir. Secde ise tezellüldür. Tezellül ise kalbde olmalıdır. Kalbde azamet bulunup da zâhirde küçülmek ve tevâzu göstermek muteber olmadığı şüphesizdir.
Bu mânâya göre Âyet-i kerime’den murâd kalb, Cenâb-ı Allah’a mahsus tezellül için tayin olunmuş bir noktadır. Kalbinizde bir başka şeye tâlib olmayıp ancak Allah-u Teâlâ’nın rızâsına tâlib olmalısınız demektir.
Râbıtası Kuvvetli Olan Sâlik:
Ahmed er-Rifai -kuddise sırruh- şöyle buyurmuştur:
“Taleb etmeyiz, reddetmeyiz, saklamayız.”
Abdülkadir Geylânî -kuddise sırruh- şöyle buyurmuştur:
“Size hediye gelen şeyi, Cenâb-ı Hakk’ın yediyle ihsân-ı ilâhî olduğuna itikat ederek kabul ediniz. Yoksa Zeyd’in, Amr’ın hediyesi olarak kabul etmeyiniz.”
Bir insanın duâsının, istiğfarının müstecâb olduğu o kimsenin ruhunun incilâsı nisbetindedir. Yani, tezkiye-i nefs ve tehzib-i ahlâkı arttıkça duâsı da o nisbette müstecâb olur.
Bazı kimseler görüyoruz ki, pek çok fenalıklar yapıyor, kendilerini bir türlü fenalıktan kurtaramıyor. Halbuki, ehl-i tarik böyle değildir. Her ne kadar ehl-i tarik’in bazılarında da bu hâl bulunuyorsa da, bu şeriate dikkatsizlikleri, teslimiyet ve râbıtada zafiyet ve kusurları sebebiyledir. Zira râbıtası kuvvetli olanlara şeytan yaklaşamaz. Râbıtası kuvvetli olan sâlikin kalbi zâkir ve uyanık demektir. Zâkir olan kalbe şeytan sokulamaz.
•
Ay ışığını güneşten alır.
Bunda râbıta ile elde edilen istifadeye müşabehet vardır. Gözlükle bir şeye bakılınca gözlük vasıtası olduğu gibi râbıta da buna benzer.
Zamanımızda ise bazıları inkâr ve başka sûretle halkı iğfal ederek temin-i menfaat etmek isterler. O gibilerin telâşına hacet yoktur. Çünkü müslümanları men hususunda şeytanın isticali onlardan daha ziyadedir.
Bazıları da irtihal buyuran kutublara râbıtayı tavsiye ederler. Cenâb-ı Hakk her zaman için mürşid-i kâmil bulundurmaktan âciz değildir. Bunu inkâr, Cenâb-ı Hakk’a hâşâ acizlik isnâd etmektir.
Hadis-i şerif’te:
“Şeytan âdemoğlunun kalbine icrâ-yı nüfuz için istila eder. Lâkin kalb Cenâb-ı Allah’ı zikredince şeytan meyusen geri çekilir, unutunca, tekrar istila eder.” buyurulmuştur. (N. Usûl)
Keza Âyet-i celile’de:
“Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur ve size cimriliği emreder.” buyurulmuştur. (Bakara: 268)
Böyle kuvvetli bir düşmandan korunmak için şer’i bir tarikata dayanmak lâzımdır.
Mürşid’in Teveccühünü Kazanmak:
Tarikat-ı âliyede medâr-ı feyz-ü terakki, muhabbet ve râbıta tarikiyledir. Bu da mürşidinin teveccüh, nazar ve himmetini kazanmak suretiyle olur.
“Muhabbetin şartı muvafakattır.” buyurulmuştur. Yani muvafakat mürşidin sevdiğini sevmek, sevmediğini sevmemektir. Böylece in’ikâs tarikıyle mürşidin hâli, sâlik’in kalbinde zuhur eder. İhvân arasındaki muhabbet de şüphe yok ki, Şems-i Hakikat Nûr-i Nübüvvet Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretlerinden geliyor. Aslen o feyz kaynağından doğuyor. Nitekim ihvan arasındaki muhabbet, akraba arasında pek de görülemiyor. İhvan bir kere görüştüler mi, ayrılmak istemiyorlar. Halbuki dünyevi sohbet ve muhabbetlerde bu hâl devam etmiyor, âkıbeti bozuk geliyor.
Denilmiştir ki:
“Allah için olmayan muhabbetin nihayeti adâvet olur.”
Muhabbet-i ilâhi için dökülen gözyaşları, cehennem ateşini söndürür. Ehl-i zikr ve muhabbetli kimseler, Sırattan geçerken cehennem ateşi lisana gelip:
“Ey mümin! Çabuk geç; zira senin nurun benim ateşimi söndürüyor.” diyecektir. (Câmiü’s-sağîr)
Gerçek Mümin:
Hakk Teâlâ Hazretleri Ümmet-i Muhammed’e pek büyük lütuflar ihsan buyurmuştur. Bu yüzden bizler, ümmet-i itaat olmalıyız. Emirlerine imtisâl, nehiylerinden ictinâb ile Hakk’ı tanımalı, âmil olmak sûretiyle itaatkâr olmalıyız.
Sâlik iç dünyasını daima tecessüs etmelidir. İçinde bir kusuru veya fenâ bir niyeti olup da bir kağıda yazmak lâzım geldiğinde utanırsa o kâmil değildir. Onu bırakmağa gayret etmelidir. Eğer bir mümin ekseri emre itaat edip de yalnız bir emre itaat göstermezse ona muti (itaatkâr) denmez. Tasavvuf da hulâsa olarak bir noktadadır. O da rızâullahtır. Binaenaleyh, hevâ ve hevese, nefis ve şeytana uyarak başka bir maksad ve niyetle bu işte bulunmamak lâzımdır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmuştur:
“Hakikat ‘Rabbimiz Allah’tır.’ deyip de sonra doğruluğu iltizâm edenler yok mu? Onların üzerlerine: ‘Korkmayın, tasalanmayın, vaad oluna geldiğiniz cennetle sevinin!’ diye diye melekler inecektir.” (Fussilet: 30)
Burada melâikenin onları tebşiri zikr için değil, istikâmet içindir.
Nitekim Hadis-i şerif’te:
“Sûre-i Hud ile benzeri sûreler beni ihtiyarlattı.” buyurulmuştur. (Tirmizî)
Maksad-ı Risalet-penâhîleri, bu sûre-i şerif’ede mezkur olan:
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hud: 112)
Âyet-i celilesinin mefhumu olan emr-i istikâmet hatıra geldikçe husule gelen teessür-i azimi takdir ve beyandan ibarettir.
Sabır ve Şükür:
İbadet eden kimseye lâzım olan üç mühim şey vardır:
1– İbadetini itibâr-ı dünyaya âlet etmemelidir.
2– Bir kimsenin malında gözü olmamalıdır.
3– İbadetine mukabil Cenâb-ı Hakk’tan mükâfat istememelidir; zira ibadet boynunun borcudur.
Cenâb-ı Hakk -azze ve celle- murad buyurursa sevdiği kullarına her şeyi ihsân eder. Bu suretle bir insan:
“Allah’ın ve Resulullah’ın ahlâkı ile ahlâklanınız.”
Hadis-i şerif’inin sırrına mazhar olabilir.
Ümmühât-ı ahlâk-ı hamide (Güzel ahlâkın anaları) olan sehâ, sabır ve hizmet, irşad ve terakki için sıfât-ı lâzimedendir.
Hadis-i nebevi’de:
“İman-ı kâmil iki yarımdır. Bir yarımı irtikâb-ı menâhiden imtina mânâsına olan sabırdadır, diğeri de evlâmir-i ilâhiyeye imtisal ve itaatan ibaret olan şükürdedir.” buyurulmuştur. (Câmiüs’s-sağîr)
Nitekim bir hasta için iki şey lâzımdır. Biri hımye yani perhiz, diğeri de ilaçtır. Perhiz sabırdır, ilaç da Hakk Teâlâ Hazretleri’nin nimeti olup onu istimâlde de şükür vardır.
Hadis-i şerif’te kötülüklerden sakınmak mânâsına olan sabrın evvelce zikrolunması iki nükteye işarettir:
1– Def-i mefsed’in celb-i maslahattan mukaddem bulunmasına,
2– İbadet ve taatın hepsinin icrâsı, beşerin kudreti haricinde olup menâhiden ictinâbın ise her ferdin ifâsının imkan dahilinde bulunmasıyla faydasının daha şumullü olmasına.
Âlem-i İslâm için musavver olan ilerleme ve yükselmenin en mühim sebebi de isyan ve günahları terkttir. Menhiyyatın insanların malına, canına ve mâneviyatına irâs ettiği zararın gayr-ı kâbili telâfi olduğu ehl-i basiretin malûmudur.
Bir sevab nasıl bütün halkın ervâhına gider?
Uzaklık, yakınlık cismâniyet içindir. Rûhaniyette bu yoktur. Nasıl ki güneş şarktan doğar, bütün âlemi tenvir ederse, rûhâniyet de öyledir. Biiznillâhi Teâlâ her tarafa yetişir.
Rûhâniyet, âlem-i emirdendir, nûrânidir, melekîdir, felekîdir, yemez, içmez, uyumaz, gâfil bulunmaz, sevdiklerini unutmaz. Yakın ve uzak her nerede olursa olsun biiznillâhi Teâlâ imdâdlarına yetişirler.
Cismâniyet ise âlem-i halktandır. Âb u kildendir, zulmânidir, hayvanîdir, yer, içer, uykuya dalar, gaflette bulunur, bazan evlâdını bile unutur.
Nitekim -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İki gözüm uyur, lâkin kalbim uyumaz.” buyurmuşlardır. (Buhârî)
Bu Hadis-i şerif maddiyât ile mâneviyatın farkını tefrik ve izâh buyuruyor
“İnsan vücudunda kemik etten gıda alamadığı için Allahü Teala kıkırdağı yarattı ve kıkırdak dokusu etten aldığı gıdayı kemiğe aktardı. İşte bunun gibi, insan zayıf ve kusurlu varlık olduğu için Allah’tan rahmeti direk alamaz. Allah bunun için velileri vasıtasıyla insanlara rahmet ve feyiz akıttı.”
Kadı Bedavi (K.S.)
“Mürşidi Kamilin kalbi ve ruhu ayna gibidir. Allah’tan gelen feyzi yansıtır. Ayna cilalı olduğu için yansıtır. Aynayı elimize alıp tutarsak ışık bize yansır”
Bediüzzaman Said Nursi (K.S.)
“Şeriatın en mühim ameli namaz olduğu gibi, tarikatın en mühim ameli de rabıtadır. Çünkü her ikisi de ALLAH c.c. huzurunda durmayı kapsar”
Seyyid Sibgatullahi Arvasi (K.S.)
“Zikirsiz rabıtayla Allahü Tealaya ulaşılır, ama rabıtasız zikirle Allahü Tealaya ulaşılmaz.
Seyyid Taha (K.S.)
“Allah, kainatta her varlığa durumu ve kabiliyeti nispetinde belli isimleriyle tecelli ederken, insan-ı kamile bütün isimleriyle tecelli etmektedir. İnsan-ı Kamil, Cenab-ı Hak ile halk arasında bir vasıtasıdır.”
Abdulkerim el-Cilî’nin (K.S.)
“Rabıtada hedef, insan değil, insanda bulunan ilahi sıfatlardır. Seyr u süluk adıyla özel bir terbiyeye giren salikin, kendisi için örnek ve hedef insan olan mürşidine benzemeye çalışması, hayalen de olsa onu devamlı düşünmesi ve böylece an-be-an onun boyasına boyanması manevi terbiye için zaruridir
Dr. Dilaver SELVİ
(Semerkand Dergisi)
“Rabıta, Nakşi tarikatında temel bir rükundur. Allah’ın Kitabına ve Rasulullah’ın sünnetine yapıştıktan sonra Allah-u Tealâ’ya vasıl olmanın en büyük sebebi rabıtadır. Öyle ki, Nakşibendi sadatının bir kısmı müridlerini terbiye ve ta’limde yalnız rabıtayla yetinirlerdi. Maksat Yüce Mevlâ’ya ulaşmaktır; rabıta ise Allah’a gidişte vesile olmaktan başka bir şey değildir
Mevlana Halid (K.S.)
“Gerçek muhabbet, sevenin sıfatlarının silinip onun yerine sevgilinin sıfatlarının gelmesidir.”
Cüneydi Bağdadi (K.S.)