AYRILIKLARIN NEDENLERİ
(NOT: Parantez içindeki sayıların birincisi sure sırası, ikincisi ayet numarasıdır.)
Onlar ki Kur'an'ı parça parça/bölük bölük yaptılar.
Rabbine yemin olsun ki, onları toplu halde sorgu suale çekeceğiz/hepsinden mutlaka hesap soracağız; Yapıp ettiklerinden... (Hicr 15:91-93)
Yeryüzünde yaratılmış olan insan türü önce kendisine bahşedilen vahiy nimetinin yönlendirdiği istikamette tek bir millet olarak yaşamını sürdürüyordu. Sonra hak ile batıl arasında iradeli tercihler sonucu oluşan kutuplaşma ve ayrılıklar başladı. (10:19). Yanlış tercihlerde bulunanlar; kurtuluş, adalet ve mutluluk yolu olarak kendilerine lütfedilen dinlerini (hayat ilkelerini) parçaladılar. Bu insanlar bölük bölük oldular. Ve Her bölük kendini farklı kılan değerleriyle övünmeye başladı (30:32).
İnsanların ayrılığa düşmelerinin nedeni; heva ve heveslerini aşamamaları (25:43), kendilerine Rabbleri katından doğru yolu gösterecek ve şifa olacak kitaplar verilmesine rağmen aralarında yaşattıkları kıskançlıkları kıramamaları (2:213) ve dolayısıyla Allah’ın kitabını gereğince akıl edememeleriydi (2:44). Bir çok konuda ihtilaflar sökün etti. Ve sonra işlerini aralarında parçaladılar, çeşitli kitaplara ayırdılar (25:53). Yani dinlerini parça parça edip, grup grup oldular (6:159).
Kendisine kelimeler verilen (2:37) Adem (a)’dan bu yana tüm insanlık için kurtuluş yolu hep aynı olmuştur. Bu yolun özü ve adı birdir: Allah Katında Din (hayat prensipleri) İslam’dır (3:19). Daha sonra oluşan tahrifatlara rağmen İbrahim (a)’ın dininin adı da budur. Hz. İsa’nın ki de. Tahrif olmuş din anlayışının ve cahili geleneğin çürümüşlüğü karşısında hayatı yeniden ıslah etmek ve insanları aydınlığa ulaştırmak üzere Hz. Muhammed’e tamamlanmış olarak Vahiy edilen (5:3) dinin adı da İslam’dır. Ama toplumsal yaşamda dile getirilen önceki ihtilaflar ve ayrışmalar Muhammed (a)’ın vefatından sonra İslam dünyasında da varlığını göstermiş ve devasa sorunlara neden olmuştur.
Oysa yüce Rabbimiz Kur’an’ı Kerim’de mü’minlerin bilerek hakka şahitlik etmelerini istemişti (42:86). Onların kardeş olduğunu (49:10) ve Allah yolunda birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayacaklarını (61:4) ifade etmişti. Ayrılığa düşülmesi olumsuzlamıştı (42:14). Ve Kitap’ta, ihtilaflardan arınma yolunun Allah’a ve Elçisine yönelmek olduğu gösteriliyordu (4:59). Ayrıca kendilerine apaçık ayetler sunulduğu halde ihtilaftan vazgeçmeyenleri kötü bir akıbetin beklediği hatırlatılıyordu (3:105).
Allah’ın Elçisi hayattayken müslümanlar arasında bölünmelere neden olacak herhangi bir ihtilaf olmadı. Allah’ın Elçisi müslümanların öğretmeni ve önderiydi. Ona itaat etmek Müslüman olmanın zorunlu gereğiydi (4:64). O müslümanlar arasında Allah’ın Kitabı ile hükmediyordu (4:105). Onlara vahyin anlaşılması ve yaşanması hususunda şahitlik yapıyordu (2:143). Ve O’nun döneminde müslümanlar vasat bir ümmet olarak vahdeti oluşturmuşlar ve insanlara tevhidi hakikatlerin şahitliğini sosyal yaşam içinde gösterebilmişlerdi. Bununla birlikte Kur’an Mesajı evrenseldi. O her dönemde ve her iklimde yaşanabilecek vahyi ilkeler ve emirler diziniydi. Müslümanların daha sonraki dönemlerde de Kur’an’ın bildirdiği ve Allah’ın Elçisi’nin uygulamasını gösterdiği doğrultuda; Allah’a topluca kulluk yapmak, aralarındaki işleri istişare ile halletmek, birlikte rüku etmek, zulüm ve saldırı karşısında topluca tavır almak, birbirlerine karşı merhametli ve bağışlayıcı olmak, kendilerinden olan emir sahiplerine uymak, ihtilaflarını Kur’an’ın hakemliğinde çözmek gibi toplumsal sorumlulukları devam etmekteydi. Güçlerin zayıflamaması için birbirleriyle çekişmemeleri ve kardeşlik hukukuna dikkat etmeliydiler (8:46). Dağılıp ayrılmamanın yolu Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaktı (3:103).
Ama Hz. Muhammed’in vefatından kısa bir süre sonra müslümanlar da önceki milletlerin başına gelen acı akibeti yaşamaya başladılar. Ümmetin birlikteliğini zedeleyen bazı olumsuzluklar hissedilmeye başlandı ve peşi sıra vahyin ortaya koyduğu toplumsal yasalar varlığını gösterdi. Zira Rabbimiz kendinde bulunan güzel meziyetleri değiştirmedikçe bir millete verdiği nimeti değiştirmeyeceğini bildirmekteydi (8:53). Günümüzsde olduğu gibi İslam tarihi içinde de sürekli olarak gündeme getirilen “vahdet” konusu, aynı zamanda yitirilen bir birlikteliğin ifadesi oluyordu.
İlk dönemlerde müslümanlar’ın coğrafi olarak çok hızlı yaygınlaşmaları, Kur’ani eğitimin ve kültürün o bölgelerdeki yaygınlaşmasını aynı hız ölçüsünde gerçekleştiremedi. Sonraları ise İslam’a yeni giren kişilerin atalarından öğrendikleri putperest anlayışları yeni kimliklerine taşımalarını giderici yaygın eğitim politikaları üretilemedi.
Bu olgu yanında Kur’an nassları ile karşılaşılan olaylar arasında bağ kurma kabiliyetine sahip yetenekli ve muttaki kişiler yönetimde etkin olamadılar. Kısa bir süre sonra emanet, ehline verilip işler istişare ile idare edileceğine, yönetim, saltanat gibi cahili kültür ve kişisel ihtiraslar insanları Kur’an’ın aydınlığı karşısında köreltti. Müslümanların bazıları Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran ölçüt olan Kitab’ı dilleriyle okudukları halde Yahudi ve Hıristiyanlar gibi birbirlerini doğru yol üzerinde olmamakla suçlamaya başladılar (3:113).
Bazıları da ellerinde vahiy bilgisini tutmalarına rağmen çekememezlik yüzünden birbirlerine düştüler (42:14). Kur’an’ın sunduğu kolaylıkve anlaşılırlık imkanları içinde vahye teslim olunacağına, farklılaşan değerler, cahili arzular, beşeri anlayışlar kendilerini Kur’an’la ifade etmeye çalıştılar. Bu noktadan sonra Kur’an’ın parça parça edilmesi (15:91) söz konusuydu.
Hicri birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü asırlarda “Makalat”, “Firak”, “Milel ve Nihal” başlıklarıyla fırkalaşmaların ifadesi olan kitaplar yazıldı. Bu kitaplarda ümmetin bölünen parçaları kendi fırkalarının tezlerini oluşturmaya ve nassları kendi tezleri doğrultusunda tefsir etmeye gayret ettiler. Sosyal konumları vahyi ölçüler belirleyeceğine, vahyi ölçüler ve Hz. Muhammed’in Kur’an pratikleri, Kur’an ve Sünnet müdafaası iddiası altında önceden kazanılmış veya gasp edilmiş sosyal konumlara göre yorumlanmaya başlandı. Artık çoğu kişi için ayetlerin yönlendiriciliği değil, ayetlerin yönlendirilmesi söz konusuydu. Heva ve hevesler ön plana çıktı. Dillerini Allah’ın ayetleriyle eğip bükenler (3:78). Kelimelerin kavramların yerleri değiştirildi (5:41). Allah’ın ayetlerini gizlemeye cüret edenler tövbe edip Rabbimizden af dileyeceklerine, lanetleneceklerini bile bile (2:159) bu tavırlarına gerekçe olacak bazı kelimelere yeni terimsel anlamlar yüklediler.
Allah’ın Elçisi’nin vefatından bir süre sonra, öncelikle toplumsal yönetimi ellerinde tutan kişileri doğrudan ilgilendiren “fısk”, “zulüm”, “iman”, “adalet”, “kader” gibi inanç konulu kavramların yorumlanmasında kötü niyetlerin ve cahili kültürlerin saptırıcılığı devreye girdi. Bu tartışmalar, kesin bilgiden ve vakıadan uzak olarak soyut ve Kur’ani ölçülerle çelişen bir tarzda kelami, felsefi, tasavvufi tartışma boyutlarına uzadı. Gaybın bilgi ve anahtarları Allah’ın yanında iken, gaybi konularda farazi tartışmalar ve içtihadlar yapıldı. Allah, Kitab’ında inanç konularıyla ilgili yeterli bilgi vermişken, bununla yetinmeyenler, farazi içtihadlarından doğan itikadi mezhepleriyle müslümanların bölünmüşlüğünü daha da arttırdılar.
Söz konusu olumsuzluklar yanında her fırka “fırka-i naciye” (Kurtulacak olan Tek Fırka) olduğu iddiasıyla diğer grupları dışlama ve tekfir etme hastalığına yakalandı. İşbaşına geldikten sonra bozgunculuk yapan (2:205) iktidar sahipleriyle mücadele etmek ve zulmedenlere eğilim göstermemek (11:113) gibi yükümlülüklerini müslümanların çoğu unuttu. Yüce Rabbimiz tabii ki bozgunculuk yapanı ıslah edenlerden ayırt edecekti (2:220). İşlerini kendi aralarında farklı kitaplar halinde parçalayıp-bölenler (23:53) gibi Kur’an’ı terkedilmiş (25:30) bir durumda bırakanlar, yaptıkları haksızlıklardan sonra tövbe edip hallerini ıslah edeceklerine (5:39), diğer grupları bid’atçilik ve bozgunculukla suçlamaya devam ettiler.
Ayrılıklar katmerleşti. İslam tarihi ile ilgili rivayetlere bakılacak olursa, öyle anlar yaşandı ki, küffar karşısında dökülecek kanlar, adeta iç savaşa dönüşen mezhep kavgalarında heder edilir oldu. Ümmetin dirlik ve düzenliği bozuldu. Ümmetin bilincini yaşatan tevhidi inanç, islam dünyasında görünebilir bir şekilde toplumsal gücünü yitirdi. Rabbimiz’in “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin”(42:13) hitabıyla yaptığı tavsiyeye uyulmadı. Birbirleriyle çekişen müslümanlar çözülüp yılgınlaştılar. Rüzgarları kesildi (8:46).
Ama her dönemde bozukluklar, çetin ve olumsuz şartlar karşısında topukları üzerinde gerisin geriye dönmeyen, Allah’ın ipine sımsıkı sarılan, salih amellerine devam eden ve tevhidi mücadelenin yılmaz taşıyıcılığını yapan muvahhid ve inkılapçı insanlar varolageldi. Onlar ümmetin en hayırlılarıydılar (98:7). Lakin onlar uzun bir dönem toplumsal değişimi (13:11) sağlayabilecek yeterli bir oluşumu gerçekleştiremediler. Fakat bununla birlikte Allah’ın Kitab’ı önündeki engelleri kaldırmak ve tevhidi duyarlılığı taşıyıp yaygınlaştırmak konusunda çok önemli adımlar attılar. Bu adımlar sayesindedir ki Kur’an’ın hayatımızın bütün alanlarını yönlendiren, okunur-anlaşılır bir kitap olduğu; İslam’a olan şekli bağlılıklarla müslüman kimliği taşıyan insanların yeniden ıslahı, bilinçlendirilmesi; vahdet sorunu, birliğini kaybetmiş ve Batılı kafir güçlerin fikri, siyasi, ekonomik alanlarda fiili kuşatması altına girmiş İslam coğrafyasının gündemini oluşturmaya başladı.
Ve artık müslümanların gaflet ve cahilliklerinden yararlanan dünya egemen şirk güçleri ve yerli sultanları eskisi kadar rahat değillerdi. Egemenlikleri tehlikeye girebilirdi. Bunun için de Kur’ani uyanışı sindirmeli ve Kur’an’a yönelen müslümanları bölmeliydiler.
Fakat bugün müslümanların varolan farklılıklarının ve ayrılıklarının nedeni iyi kavranmalıdır. Bugün insanlığın İslam’a, müslümanların da birliğe şiddetle ihtiyacı vardır. Tabii ki “vahdet” soyut temennilerle kurulamaz. Vahdet, varolan ayrılıklardan uzaklaşma emelini içermekle birlikte, ayrılıkların üreme kaynaklarını kurutmayı da amaçlamalıdır. O halde ayrılıkların kaynakları yani hastalığın nedenleri iyi teşhis edilmelidir. Bugün muvahhid ve inkılapçı bir yöneliş içinde olan müslümanların ve İslami hareketlerin aralarında varolan farklılıkların temel nedeni emperyalist güçlerin desiseleri değildir. Temel neden: yukarıda ayetler ışığında değindiğimiz ayrılıklar ve tarihi arka plandır.
Kültürümüzü, alışkanlıklarımızı, duygularımızı Kur’an’ın aydınlığıyla tarihi karanlıkların tasallutundan ve bencilliklerden arındırmalı, aynı tarih içinde güç bulan her türlü şirkin, zulmün,ve haksızlığın karşısında yükselen Tevhidi mücadele çizgisini iyi kavramalı ve bu çizgiyi daha da kalınlaştırarak daha da yaygınlaştırmalıyız. Allah, ayrılığa düşülen konularda Kıyamet günü hükmünü verecektir (22:69). Ayrılıklardan kurtulabilmek için topluca Allah’ın ipine sarılmalıyız ve bölünmemeliyiz (3:103).
Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır. (En’am 6:153)
Bu da bizim indirdiğimiz bir kitaptır. Kutsal ve bereketli. Artık ona uyun ve korunun ki size rahmet edilebilsin. (En’am 6:155)
(NOT: Parantez içindeki sayıların birincisi sure sırası, ikincisi ayet numarasıdır.)
Onlar ki Kur'an'ı parça parça/bölük bölük yaptılar.
Rabbine yemin olsun ki, onları toplu halde sorgu suale çekeceğiz/hepsinden mutlaka hesap soracağız; Yapıp ettiklerinden... (Hicr 15:91-93)
Yeryüzünde yaratılmış olan insan türü önce kendisine bahşedilen vahiy nimetinin yönlendirdiği istikamette tek bir millet olarak yaşamını sürdürüyordu. Sonra hak ile batıl arasında iradeli tercihler sonucu oluşan kutuplaşma ve ayrılıklar başladı. (10:19). Yanlış tercihlerde bulunanlar; kurtuluş, adalet ve mutluluk yolu olarak kendilerine lütfedilen dinlerini (hayat ilkelerini) parçaladılar. Bu insanlar bölük bölük oldular. Ve Her bölük kendini farklı kılan değerleriyle övünmeye başladı (30:32).
İnsanların ayrılığa düşmelerinin nedeni; heva ve heveslerini aşamamaları (25:43), kendilerine Rabbleri katından doğru yolu gösterecek ve şifa olacak kitaplar verilmesine rağmen aralarında yaşattıkları kıskançlıkları kıramamaları (2:213) ve dolayısıyla Allah’ın kitabını gereğince akıl edememeleriydi (2:44). Bir çok konuda ihtilaflar sökün etti. Ve sonra işlerini aralarında parçaladılar, çeşitli kitaplara ayırdılar (25:53). Yani dinlerini parça parça edip, grup grup oldular (6:159).
Kendisine kelimeler verilen (2:37) Adem (a)’dan bu yana tüm insanlık için kurtuluş yolu hep aynı olmuştur. Bu yolun özü ve adı birdir: Allah Katında Din (hayat prensipleri) İslam’dır (3:19). Daha sonra oluşan tahrifatlara rağmen İbrahim (a)’ın dininin adı da budur. Hz. İsa’nın ki de. Tahrif olmuş din anlayışının ve cahili geleneğin çürümüşlüğü karşısında hayatı yeniden ıslah etmek ve insanları aydınlığa ulaştırmak üzere Hz. Muhammed’e tamamlanmış olarak Vahiy edilen (5:3) dinin adı da İslam’dır. Ama toplumsal yaşamda dile getirilen önceki ihtilaflar ve ayrışmalar Muhammed (a)’ın vefatından sonra İslam dünyasında da varlığını göstermiş ve devasa sorunlara neden olmuştur.
Oysa yüce Rabbimiz Kur’an’ı Kerim’de mü’minlerin bilerek hakka şahitlik etmelerini istemişti (42:86). Onların kardeş olduğunu (49:10) ve Allah yolunda birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayacaklarını (61:4) ifade etmişti. Ayrılığa düşülmesi olumsuzlamıştı (42:14). Ve Kitap’ta, ihtilaflardan arınma yolunun Allah’a ve Elçisine yönelmek olduğu gösteriliyordu (4:59). Ayrıca kendilerine apaçık ayetler sunulduğu halde ihtilaftan vazgeçmeyenleri kötü bir akıbetin beklediği hatırlatılıyordu (3:105).
Allah’ın Elçisi hayattayken müslümanlar arasında bölünmelere neden olacak herhangi bir ihtilaf olmadı. Allah’ın Elçisi müslümanların öğretmeni ve önderiydi. Ona itaat etmek Müslüman olmanın zorunlu gereğiydi (4:64). O müslümanlar arasında Allah’ın Kitabı ile hükmediyordu (4:105). Onlara vahyin anlaşılması ve yaşanması hususunda şahitlik yapıyordu (2:143). Ve O’nun döneminde müslümanlar vasat bir ümmet olarak vahdeti oluşturmuşlar ve insanlara tevhidi hakikatlerin şahitliğini sosyal yaşam içinde gösterebilmişlerdi. Bununla birlikte Kur’an Mesajı evrenseldi. O her dönemde ve her iklimde yaşanabilecek vahyi ilkeler ve emirler diziniydi. Müslümanların daha sonraki dönemlerde de Kur’an’ın bildirdiği ve Allah’ın Elçisi’nin uygulamasını gösterdiği doğrultuda; Allah’a topluca kulluk yapmak, aralarındaki işleri istişare ile halletmek, birlikte rüku etmek, zulüm ve saldırı karşısında topluca tavır almak, birbirlerine karşı merhametli ve bağışlayıcı olmak, kendilerinden olan emir sahiplerine uymak, ihtilaflarını Kur’an’ın hakemliğinde çözmek gibi toplumsal sorumlulukları devam etmekteydi. Güçlerin zayıflamaması için birbirleriyle çekişmemeleri ve kardeşlik hukukuna dikkat etmeliydiler (8:46). Dağılıp ayrılmamanın yolu Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaktı (3:103).
Ama Hz. Muhammed’in vefatından kısa bir süre sonra müslümanlar da önceki milletlerin başına gelen acı akibeti yaşamaya başladılar. Ümmetin birlikteliğini zedeleyen bazı olumsuzluklar hissedilmeye başlandı ve peşi sıra vahyin ortaya koyduğu toplumsal yasalar varlığını gösterdi. Zira Rabbimiz kendinde bulunan güzel meziyetleri değiştirmedikçe bir millete verdiği nimeti değiştirmeyeceğini bildirmekteydi (8:53). Günümüzsde olduğu gibi İslam tarihi içinde de sürekli olarak gündeme getirilen “vahdet” konusu, aynı zamanda yitirilen bir birlikteliğin ifadesi oluyordu.
İlk dönemlerde müslümanlar’ın coğrafi olarak çok hızlı yaygınlaşmaları, Kur’ani eğitimin ve kültürün o bölgelerdeki yaygınlaşmasını aynı hız ölçüsünde gerçekleştiremedi. Sonraları ise İslam’a yeni giren kişilerin atalarından öğrendikleri putperest anlayışları yeni kimliklerine taşımalarını giderici yaygın eğitim politikaları üretilemedi.
Bu olgu yanında Kur’an nassları ile karşılaşılan olaylar arasında bağ kurma kabiliyetine sahip yetenekli ve muttaki kişiler yönetimde etkin olamadılar. Kısa bir süre sonra emanet, ehline verilip işler istişare ile idare edileceğine, yönetim, saltanat gibi cahili kültür ve kişisel ihtiraslar insanları Kur’an’ın aydınlığı karşısında köreltti. Müslümanların bazıları Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran ölçüt olan Kitab’ı dilleriyle okudukları halde Yahudi ve Hıristiyanlar gibi birbirlerini doğru yol üzerinde olmamakla suçlamaya başladılar (3:113).
Bazıları da ellerinde vahiy bilgisini tutmalarına rağmen çekememezlik yüzünden birbirlerine düştüler (42:14). Kur’an’ın sunduğu kolaylıkve anlaşılırlık imkanları içinde vahye teslim olunacağına, farklılaşan değerler, cahili arzular, beşeri anlayışlar kendilerini Kur’an’la ifade etmeye çalıştılar. Bu noktadan sonra Kur’an’ın parça parça edilmesi (15:91) söz konusuydu.
Hicri birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü asırlarda “Makalat”, “Firak”, “Milel ve Nihal” başlıklarıyla fırkalaşmaların ifadesi olan kitaplar yazıldı. Bu kitaplarda ümmetin bölünen parçaları kendi fırkalarının tezlerini oluşturmaya ve nassları kendi tezleri doğrultusunda tefsir etmeye gayret ettiler. Sosyal konumları vahyi ölçüler belirleyeceğine, vahyi ölçüler ve Hz. Muhammed’in Kur’an pratikleri, Kur’an ve Sünnet müdafaası iddiası altında önceden kazanılmış veya gasp edilmiş sosyal konumlara göre yorumlanmaya başlandı. Artık çoğu kişi için ayetlerin yönlendiriciliği değil, ayetlerin yönlendirilmesi söz konusuydu. Heva ve hevesler ön plana çıktı. Dillerini Allah’ın ayetleriyle eğip bükenler (3:78). Kelimelerin kavramların yerleri değiştirildi (5:41). Allah’ın ayetlerini gizlemeye cüret edenler tövbe edip Rabbimizden af dileyeceklerine, lanetleneceklerini bile bile (2:159) bu tavırlarına gerekçe olacak bazı kelimelere yeni terimsel anlamlar yüklediler.
Allah’ın Elçisi’nin vefatından bir süre sonra, öncelikle toplumsal yönetimi ellerinde tutan kişileri doğrudan ilgilendiren “fısk”, “zulüm”, “iman”, “adalet”, “kader” gibi inanç konulu kavramların yorumlanmasında kötü niyetlerin ve cahili kültürlerin saptırıcılığı devreye girdi. Bu tartışmalar, kesin bilgiden ve vakıadan uzak olarak soyut ve Kur’ani ölçülerle çelişen bir tarzda kelami, felsefi, tasavvufi tartışma boyutlarına uzadı. Gaybın bilgi ve anahtarları Allah’ın yanında iken, gaybi konularda farazi tartışmalar ve içtihadlar yapıldı. Allah, Kitab’ında inanç konularıyla ilgili yeterli bilgi vermişken, bununla yetinmeyenler, farazi içtihadlarından doğan itikadi mezhepleriyle müslümanların bölünmüşlüğünü daha da arttırdılar.
Söz konusu olumsuzluklar yanında her fırka “fırka-i naciye” (Kurtulacak olan Tek Fırka) olduğu iddiasıyla diğer grupları dışlama ve tekfir etme hastalığına yakalandı. İşbaşına geldikten sonra bozgunculuk yapan (2:205) iktidar sahipleriyle mücadele etmek ve zulmedenlere eğilim göstermemek (11:113) gibi yükümlülüklerini müslümanların çoğu unuttu. Yüce Rabbimiz tabii ki bozgunculuk yapanı ıslah edenlerden ayırt edecekti (2:220). İşlerini kendi aralarında farklı kitaplar halinde parçalayıp-bölenler (23:53) gibi Kur’an’ı terkedilmiş (25:30) bir durumda bırakanlar, yaptıkları haksızlıklardan sonra tövbe edip hallerini ıslah edeceklerine (5:39), diğer grupları bid’atçilik ve bozgunculukla suçlamaya devam ettiler.
Ayrılıklar katmerleşti. İslam tarihi ile ilgili rivayetlere bakılacak olursa, öyle anlar yaşandı ki, küffar karşısında dökülecek kanlar, adeta iç savaşa dönüşen mezhep kavgalarında heder edilir oldu. Ümmetin dirlik ve düzenliği bozuldu. Ümmetin bilincini yaşatan tevhidi inanç, islam dünyasında görünebilir bir şekilde toplumsal gücünü yitirdi. Rabbimiz’in “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin”(42:13) hitabıyla yaptığı tavsiyeye uyulmadı. Birbirleriyle çekişen müslümanlar çözülüp yılgınlaştılar. Rüzgarları kesildi (8:46).
Ama her dönemde bozukluklar, çetin ve olumsuz şartlar karşısında topukları üzerinde gerisin geriye dönmeyen, Allah’ın ipine sımsıkı sarılan, salih amellerine devam eden ve tevhidi mücadelenin yılmaz taşıyıcılığını yapan muvahhid ve inkılapçı insanlar varolageldi. Onlar ümmetin en hayırlılarıydılar (98:7). Lakin onlar uzun bir dönem toplumsal değişimi (13:11) sağlayabilecek yeterli bir oluşumu gerçekleştiremediler. Fakat bununla birlikte Allah’ın Kitab’ı önündeki engelleri kaldırmak ve tevhidi duyarlılığı taşıyıp yaygınlaştırmak konusunda çok önemli adımlar attılar. Bu adımlar sayesindedir ki Kur’an’ın hayatımızın bütün alanlarını yönlendiren, okunur-anlaşılır bir kitap olduğu; İslam’a olan şekli bağlılıklarla müslüman kimliği taşıyan insanların yeniden ıslahı, bilinçlendirilmesi; vahdet sorunu, birliğini kaybetmiş ve Batılı kafir güçlerin fikri, siyasi, ekonomik alanlarda fiili kuşatması altına girmiş İslam coğrafyasının gündemini oluşturmaya başladı.
Ve artık müslümanların gaflet ve cahilliklerinden yararlanan dünya egemen şirk güçleri ve yerli sultanları eskisi kadar rahat değillerdi. Egemenlikleri tehlikeye girebilirdi. Bunun için de Kur’ani uyanışı sindirmeli ve Kur’an’a yönelen müslümanları bölmeliydiler.
Fakat bugün müslümanların varolan farklılıklarının ve ayrılıklarının nedeni iyi kavranmalıdır. Bugün insanlığın İslam’a, müslümanların da birliğe şiddetle ihtiyacı vardır. Tabii ki “vahdet” soyut temennilerle kurulamaz. Vahdet, varolan ayrılıklardan uzaklaşma emelini içermekle birlikte, ayrılıkların üreme kaynaklarını kurutmayı da amaçlamalıdır. O halde ayrılıkların kaynakları yani hastalığın nedenleri iyi teşhis edilmelidir. Bugün muvahhid ve inkılapçı bir yöneliş içinde olan müslümanların ve İslami hareketlerin aralarında varolan farklılıkların temel nedeni emperyalist güçlerin desiseleri değildir. Temel neden: yukarıda ayetler ışığında değindiğimiz ayrılıklar ve tarihi arka plandır.
Kültürümüzü, alışkanlıklarımızı, duygularımızı Kur’an’ın aydınlığıyla tarihi karanlıkların tasallutundan ve bencilliklerden arındırmalı, aynı tarih içinde güç bulan her türlü şirkin, zulmün,ve haksızlığın karşısında yükselen Tevhidi mücadele çizgisini iyi kavramalı ve bu çizgiyi daha da kalınlaştırarak daha da yaygınlaştırmalıyız. Allah, ayrılığa düşülen konularda Kıyamet günü hükmünü verecektir (22:69). Ayrılıklardan kurtulabilmek için topluca Allah’ın ipine sarılmalıyız ve bölünmemeliyiz (3:103).
Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır. (En’am 6:153)
Bu da bizim indirdiğimiz bir kitaptır. Kutsal ve bereketli. Artık ona uyun ve korunun ki size rahmet edilebilsin. (En’am 6:155)