Atatürkü din düsmanligiyla itham edilmesine dair...

Enver Ýstek

metin mete
Cumhuriyet'in ilk yılları ve Atatürk hakkında ileri geri konuşanlara kanıp farkında olmadan da olsa emperyalist güçlerin peşine takılmayı pek seven halkımızın büyük bir kesiminin inandırıldığı bir yalan, bir kuru iftira vardır, o da Atatürk'ün bir din düşmanı olduğu ve Atatürk zamanında "Bütün din müeseselerinin kapılarına zincirler vurulduğu, bütün mekteplerden din derslerinin kaldırıldığı, bütün halkevlerine din kitaplarının girmesinin yasaklandığı, din kitaplarından ayetlerin kaldırıldığı, laiklik nikabına bürünülerek komünizmin temellerinin kurulmaya çalışıldığı" yaşandığıdır.

Şimdi size 1929 yılından itibaren basılmaya başlayan ve ilkokul 3, 4 ve 5. sınıflarda okutulan, Muallim Abdülbaki'nin kaleminden çıkma Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri kitabından bazı satırlar aktarmak istiyorum:

"Allah'a evlerimizde de ibadet edebiliriz. Fakat Allah camideki ibadeti daha çok sever. Çünkü onun faydası daha çoktur. Oradaki büyüklerden din işlerini öğreniriz, Birbirimizi tanırız, severiz. Birbirimizin halini anlarız. Birbirimize faydamız dokunur. Zaten Müslümanlık, ayrılık dini değil, topluluk dinidir."

"İMAN: Müslümanlık, Allah'a ve Müslümanlığı öğreten peygamberimize inanmaktır. Allah'a ve Peygamber'e inanmaya 'iman' deriz. Allah, bu kainatı, bizi yaratan 'kudret sahibi'dir."

"Peygamberlerin sonu ve en büyüğü, insanlara İslam dinini öğreten, İslam İmanını bildiren 'hazreti Muhammet'dir. İşte bunlara inanan, iman eden kimse Müslüman’dır."

"Şu iki söz İslam imanını bildirir: "La ilahe illallah Muhammedün resulullah" Türkçe’si, "Allah birdir, ondan başka Allah yoktur, Muhammed de Allah'ın Peygamberidir" demektir. İşte bu sözlerin anlamına inanan kimse Müslüman’dır."

"Müslümanların kutsal kitabı 'Kur'an'ı Kerimdir. Allah'ın emirleri bu kitapta yazılıdır. Bir Kur'an'ı Kerim'e çok hürmet ederiz" (Aktaran: Cengiz Özakıncı - İblis'in Kıblesi)

1924 yılından 1950 yılına kadar 352.000 takım Türkçe kitap bastırılmış ve bunlar Atatürk döneminden başlayarak yurdun en ücra köşesine kadar dağıtılmıştı.

Bu kitapların dağılımı şöyledir:

45.000 adet Kur'an'ı Kerim tercüme ve tefsiri (19'ar cilt)
60.000 adet Buhari hadisleri tercüme ve izahı
247.000 adet din kültürü eserleri (Abdullah Maraz - Atatürk Reformları ve İslam'dan aktaran M. Cüneyd Çapanik - Atatürk ve Din İnancı - 'Gerçek' içinde)

Durumu daha çarpıcı kılmak için de bir başka örnek veriliyor:

Osmanlı Devleti'nde 1400 ile 1730 yılları arasında yani yaklaşık 300 yıllık bir dönemde telif olarak 14 tefsir, 48 fıkıh, 25 akaid ve kelam, 11 ahlak ve sadece 1 tane de hadisle ilgili yani kısaca dini içerikli olmak üzere toplam 99 eser yazılmıştı. Ayrıca "Furun'ı Aliye" ibaresinden dini nitelikli oldukları bilinen 30 v e sayıları belirsiz en az 14 çalışma yapıldığı görülmekteydi. Toplam 234 telif eserden 143'ü dini nitelikliydi. (Fahri Unan - Osmanlı Medreselerinde İlmi verimi ve İlim Anlayışını Etkileyen Amiller'den aktaran M. Cüneyd Çapanik)

Osmanlı'nın matbaayla tanışmasının yani kitabın halkla tanışmaya başlamasının 1727'leri bulduğunu göz önüne alarak varın gerisini siz hesap edin.


Atatürk dinin değil; cehalet, bid’atlar, hurafeler ve din istismarcılarının karşısındaydı. Bu da bazı çevrelerce din düşmanlığı şeklinde algılanmış ve gösterilmiştir. O, Kur’an’ın özüne uygun Hz. Peygamber zamanındaki gerçek İslamiyet’in yanındaydı. Dini ve gerçek din bilginlerini övmüştür.
 
Açıklama: Metin güncel Türkçe ile verilmiştir.

“Ey millet, Allah birdir.Şanı büyüktür.Allah’ın selameti, sevgi ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dinsel gerçekleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Anayasası, cümlemize malumdur ki, Kur’an-ı azimüşandaki husustur. İnsanlara aydınlanma vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel (eksiksiz) dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uygunluk arz etmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uygun olmasaydı, bununla diğer ilahi doğal kanunlar arasında çelişki olması icap ederdi. Çünkü bilcümle varoluş kanunlarını yapan Cenabı Haktır.

Arkadaşlar; Cenabı Peygamber mesaisinde iki karargaha, iki yere malik bulunuyordu. Biri, kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamberin mübarek yolundan giderek bu dakikada milletimize; milletimizin hal ve istikbaline ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal mekanda Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.
Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret (görüşme ve danışma) için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması önemlidir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için; bilhassa hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben sadece kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Milli gaye ve milli irade sadece bir şahsın düşünmesinden değil; tüm halkın arzularının, emellerinin toplamından ibarettir. Binaenaleyh, benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim” diyerek minberden aşağı inmiştir.
Bu arada camide bulunan cemaat tarafından yirmiyi aşkın sorular hazırlandığını; bu sorulardan bir tanesinin de hutbelerle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Atanın bu soruya ilişkin cevabının şu olduğunu görüyoruz:
“Hutbeler hakkında sorulan sualden anlıyorum ki, bu günkü hutbelerin tarzı; milletimizin düşünce, duygu, dil ve medeni ihtiyaçlarına uygun görülmemektedir.
Efendiler, hutbe demek insanlara hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin anlamı budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım değişik kavram ve anlamlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irat eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamberin kutlu asrında hutbeyi kendisi irat ederdi. Gerek Peygamber efendimiz ve gerek Hülefa-i Raşidin dönemine ait hutbeleri okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek Hülefa-i Raşidinin söylediği şeyler o günün meseleleridir. Yani o günün Askeri, İdari, Mali, Siyasi ve Sosyal hususlardır.
İslam Ümmeti çoğalıp Ülkeler genişlemeye başlayınca cenabı Peygamberin ve Hülefa-i Raşidin’in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine imkan kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye bir takım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük başkanlardı. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar halkı aydınlatmak için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdır. O da, milletin başkanı olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmamasıdır.
Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı, durum hakkında faaliyette bulunacak, iyi şeyler yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.
Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin, halkın anlamayacağı bir dilde olması ve bu günün gerekleri ve ihtiyaçlarına temas etmemesi; halife ve padişah adını taşıyan istiptatçıların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.
Hutbelerden maksat, halkı aydınlatmak ve irşat etmektir. Başka bir şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbelerin her hal ve şartta halkın kullandığı dille olması fevkalade önemlidir.
Geçen sene millet meclisinde verdiğim bir nutukta demiştim ki, minberler halkın dimağları ve vicdanları için bir aydınlanma ve bir ışık kaynağı olmalıdır. Böyle olabilmek için minberlerden yansıyacak sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve bilimsel gerçeklere uygun olması lazımdır. Hutbeyi veren kişilerin siyasi, sosyal ve medeniyet çağının gereklerini takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler yapılmış olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır”.
Yukarıda dip notta verildiği üzere, M. Kemal Atatürk’ün bu dilek ve direktifi, dokuz yıl sonra 6 Şubat 1932 yılında Cuma günü Süleymaniye camiinde Türkçe okunan hutbe ile gerçekleşmiştir.

KAYNAKÇA :
1) KOCATÜRK, Utkan,Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi, 1918-1938. TİT Yayınları : I. Cumhuriyetin 50.Yılı. A.Ü. Basımevi, 1973.
2) BULUT, Mehmet, Diyanet İlmi Dergi, Cilt.28,Sayı: 1,Sayfa 148.

Bu hutbe, 7 Şubat 1923 Çarşamba günü Balıkesir Zağnos Paşa camiinde M. Kemal Atatürk tarafından, camide toplanan cemaate okunmuştur.
 
Önemli Açıklama: Diyanet İşleri başkanlığının kuruluşunun ikinci yılında 21 Şubat 1925’te yapılan bütçe görüşmeleri sırasında doğrudan Atatürk’ün talimatıyla Kur’an meal ve tefsirinin ve Hadis tercümelerinin devlet imkanlarıyla yapılmasına T.B.M.M. tarafından karar alınmıştır.Bu cümleden olarak Elmalılı Hamdi YAZIR tarafından “Hak Dini Kur’an Dili” ismiyle Kur’an meal ve tefsiri; Hadislerle ilgili çalışma da Babanzade Ahmet Naim ve Prof. Kamil Miras tarafından “Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi” adıyla ve 12 cilt halinde yapılmıştır. Birinci cildi 1935’te 2,3,4,5 ve 6.ciltleri 1936’da 7,8 ve 9. ciltleri de 1938’de yayınlanan Türkçe Kuran mealleri ile 1926’da başlanarak 1948’de yayımı tamamlanan 12 ciltlik Türkçe Hadis kitaplarının ilk baskıları isteyen herkese parasız olarak verilmiştir. Atatürk’e din düşmanlığı yakıştıranlara ibretle ithaf olunur.
 

"Atatürk ün Kur an kültürü" kitabının arka sayfasına Atatürk ün şu sözleri yazılmış..

Din insanların gıdasıdır.Dinsiz adam boş bir eve benzer.İnsana hüzün verirr.Mutlaka bir şeye inanacağız.Bu dinlerin en sonunucusu elbette en mükemmelidir.İslam dini hepsinden üstündür.Onun hak peygamber olduğundan şüphe edenler , şu haritaya bir baksınlar ve Bedir destanını bir okusunlar.Hz. Muhammedin bir avuç imanlı müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğince kalabalık Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer , fani insanların karı değildir. Onun peygamberliğinin en kıynmetli delili işte budur.
Mİlletimiz , din ve dil gibi iki kuvvetli fazilete maliktir.
BU faziletleri hiçbir kuvvet ,miletimizin kalp ve vicdanındn alamamıştır.
Nasıl ki her konuda yüksek meslek ve uzmanlık sahipleri yetiştirmek gerekliyse , dinimizin felsefi hakikatlerini inceleyecek , anayacak,öğrenecek ilim ve fennine sahip olacak , seçkin ve hakiki yüce biliginleri yetiştirecek kurumlara sahip olmalıyız.
Evet hakikaten Kur an da çok büyük hikmet ve düsturlar vardır..hele Yasin suresi ne şahane yazılmıştır.. Ben Kur an okumak istediğimde çok defa Yasin suresini okurum.
Bizzat Cenab-ı Peygamber bile danışarak iş yapmak gerektiğini söylemiştir.Ve kendisi de bizzat öyle yapmıştır.
İlahi öğütler Kur an ın içindedir.
Hz. peygamberin sözleri ve haraketlerindedir.
Biz Kur an ı duvara asmışız ancak tören olarak okuyoruz.Vaazlarda da , din derslerinde de ,mukabelelerde de, ölülerin ruhları için de onu hep musiki ile duygulanmak için okuyoruz.
Aklımızla anlayıp davranış geliştirmek için ise,başkalarının bize anlattıklarına bağlanıp kalıyoruz.




Gazi Mustafa Kemal Atatürk
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks