Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

'Asr suresini okuyup dağılmak' ne demektir?

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
Dini çevrelerde yaygın olan bir "sohbet toplantısı ritüeli" vardır.
Sohbet toplantısı bittikten sonra "Sahabe asr suresini okur öyle dağılırdı, asr suresini okuyup öyle dağılalım inşallah" denir. Ve orada bulunan birisi üç ayetlik asr suresini okur ve öyle dağılınır.

Bu bana hep Akif'in o ünlü mısralarını hatırlatmıştır:

"İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de
Yoksa bir maksat aranmaz mı ayetlerde
Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kuran'ın
Çünkü kaydında değil hiç birimiz mananın"

Veya Mevdudi'nin Tefhimu'l-Kuran'da verdiği bir örnek vardı, onu hatırlatır: Bir kral tahtında otururken yanındaki adamlarına "Bana bir bardak su getirin" diye emir vermiş. Çevresindekiler hep birlikte "Su getirin, su getirin" diye emri zikir çekerek tekrar etmeye başlamışlar. Güya kralın emrini yerini getiriyorlar!

Bizim Kuran'ı okuyuşumuz da aynen böyle.

Sanıyoruz ki sahabe Asr suresini ezberinden bir solukta okuyup öyle dağılıyordu. Halbuki onların "okumak"tan anladıkları bizimki gibi değildi.

Hz. Peygamber'in daha ilk Alak suresinde "Oku" emrinden bizim anladığımızı anlamadığı gibi… "Kitap oku" değil, "hayatı oku, meydan oku, eyleme geç, yüklen, taşı, çağır" demek oradaki "iqra"… Hz. Peygamber'in "Oku" emrini aldıktan sonra yaptığının bunlar olması bunun en iyi ispatadır.

Arkadaş anlamına gelen "sahabe" bir araya geldiğinde sevgi ve merhamet yumağı haline gelir (rahmeti tavsiyeleşir), birbirlerine canlı ve diri bir ruh katarlardı. Allah'ın rahmetinin cemaat üzerine olması bu demektir. Zira insanların yüzlerindeki parıltıdan, gözlerindeki ışıltıdan, dudaklarındaki tebessümden, kalplerindeki atıştan yayılan şeye rahmet (sevgi ve merhamet) denir…

***

"Bir asr suresi okuyup dağılalım inşallah" deyip durduğumuz o kısacık surede bakın ne deniyor ve onu "okumak" nasıl oluyor;

"Çağ dile gelsin!
İnsanoğlu kesinlikle hüsrandadır, kesinlikle!
Bu hüsrandan sadece iman edenler, iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışanlar, hak ve adalet için omuz omuza verenler ve güçlüklere omuz omuza göğüs gerip acıları paylaşanlar kurtulmuştur." (Asr; 1-3)

"Çağa yemin olsun" diye çevrilen klâsik çeviri, aslında "Çağ dile gelsin" manasına gelen Kuran'ın kendini has edebi hitabet üslûbudur. Kuran sadece akıp giden zaman içindeki çağları değil, güneşi, ayı, yıldızları, yeri, göğü, dağları, tarihi, zamanı, mekânı, harap olmuş şehirleri, viran olmuş uygarlıkları, insanoğlunun bizzat ellerini, gözlerini, kulaklarını da dile gelip konuşmaya çağırır. Bu hitap tarzı aynı zamanda varlık ve oluşu "bölünmez bir bütün" (samed) olarak kavrayan tevhidi dünya görüşünün de yansıtılmasıdır.

"Çağ dile gelsin" ile denmek istenen sanki şudur: Yani yedinci, sekizinci, onuncu, onsekizinci, yirminci vs. bütün çağlar, her biriniz teker teker dile gelin! Dile gelin de söyleyin: Bizzat kendi çağını yaşamayanlar hüsrandadır! Kendi çağı zulümle, kötülükle doluyken önceki veya sonraki çağlardan medet umanlar hüsrandadır! Bizzat kendi çağında, kendi zamanında, kendi ortamında iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışmayanlar hüsrandadır! Bunları bir "değer" olarak görmeyenler hüsrandadır! Çağının zulümlerine karşı çıkmayanlar, hak ve adalet için bir araya gelmeyenler, zulüm ve kötülüklere direnmeyenler, dayanışma ve yardımlaşma içinde olmayanlar hüsrandadır! Ahiret günü her çağın insanını, içinde yaşadığı çağa karşı sorumluluklarını yerine getirip getirmediği noktasında sorgulayacağız. Çağı dile getirip konuşturacağız. Bu nedenle çağınıza müdrik olun, kendi çağınızda ve kendi ortamınızın insanı olarak iyilik, güzellik, doğruluk için çalışın, hak ve adalet uğruna mücadele edin, dertlerin ve acıların yardımına koşun…Her çağa kendi çağdaşını ve her çağdaşa da kendi çağını soracağız, bu değerleri yaşamak ve yaşatmak için ne yaptınız diye…


Demek ki akıp giden zaman içinde insanlar dört şeyi yapmıyorlarsa ömürleri boşuna geçiyor demektir. Bunlardan bîhaber yaşayanların hayatları hüsrana uğramış, boşuna yaşamışlardır. Dağdaki otla onlar arasında hiçbir fark kalmamış demektir. Bunlar aynı zamanda "evrensel kurtuluşun" da dört şartıdır. Bunun dışında bir şekilde edinilmiş tarihsel kimlikler, nüfus cüzdanındaki din haneleri, kurtulmuş millet, seçilmiş kavim, şanlı tarih, mübarek soy avuntuları insanı kurtaramaz.

***
Bu dört şarttan ilki olan iman, insanoğlunu ontolojik yalnızlıktan kurtarır. Ona evrenin bir sahibi olduğu duygusunu verir. Bu duyguda olan bir insan özelikle iki şeyden artık korkmaz; ölüm ve açlık.

İkinci şart iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışmak (amel-salih), yaşadığı çağı yaşanabilir bir dünyaya çevirir.

Üçünçü şart hak ve adalet için omuz omuza vermek (hakkı tavsiyeleşmek) yaşadığı çağı ve ortamı bir evrensel adalet ve barış yurdu haline getirir.

Dördüncü şart olan her tür zorluğa ve zorbalığa direnip, bundan dolayı başına gelenlere katlanmak ve hayatın malum dertlerini elbirlik paylaşmak (sabrı tavsiyeleşmek) ise acıların ilacı olur.

Bunları yapan yeryüzünde yaşamanın anlamını kavrar. Korkularını yener, dertlerinin esiri olmaz. (ve la havfun aleyhim vela hum yehzenun).

***

Demek ki "Sahabe asr suresini okur öyle dağılırdı" demek aslında şu demek oluyor: Yani sahabe bir araya gelince iyilik, güzellik ve doğruluk için neler yapılabileceğini, hak ve adalet için nasıl mücadele edeceklerini konuşurlardı. Korkularını yenmek ve dertlerinin esiri olmamak için çözümler üretirlerdi. Birbirlerinin acılarını ve dertlerini paylaşırlardı. Bir derdi olan söylerdi , ona hep birlikte çözüm ararlardı. Bir derdi ve meselesi olan bunu önce Allah'a, sonra Müslümanların ortamına getirerek çözeceğinden emin olurdu. Bunun için Allah'a dayanırlar (tevekkül) ve birbirilerine arka çıkarlardı yani "arka-daş" olurlardı. Sahabe (arkadaş) bu demekti.

Bugün için söyleyecek olursak bir toplantının sonunda "Asr suresini okuyup dağılmak" şu sorulara cevap bulmak demek olur: "İyiliği, güzelliği ve doğruluğu yaymak için ne yapabiliriz? Zulüm ve haksızlıkla dolmuş dünyada hak ve adaleti nasıl yükseltebiliriz? Bir çıkış yolu bulmamız lazım? Arkadaşlar, bir derdi olan varsa söylesin, çekinmesin. Allah'tan ve birbirimizden başka dostumuz yoktur. Ne yaparsak birlikte yapacağız. Elele, gönül gönüle, omuz omuza verirsek Allah'ın sevgi ve merhameti üzerimize yağacaktır. Hastası olan, borca batmış olan, başı belaya giren, düşen, kalkan kim varsa söylesin. Elinde olan olmayanla paylaşsın, olan olmayana versin… Bakın, boşanmalar çoğalıyor, aileler dağılıyor, fuhuş her yanı kapladı, uyuşturucu giderek yayılıyor, sahipsiz çocuklar sokaklarda yatıyor, ihtiyarlar yalnızlığa terk ediliyor, komşu komşuya selam vermiyor, verdiğimiz vergiler nereye gidiyor? mahalledeki çöp neden toplanmıyor? vs. vs…

İşte "asır suresini okuyup dağılmak" bu ve benzeri sorulara cevaplar üretmek, paylaşmak ve öyle dağılmak demektir.

Yani bunları konuşup çözümler ve çareler üretmek, bunlar için elele vermek, elbirlik olmak, omuz omuza vermek (tavsiyeleşmek) demektir. Yoksa kafasında yığınla dert ve sorunu olan bir adamın yüzüne asr suresini okuyup el-fatiha demekle asr suresi okunmuş olmaz. Böylesi bir oturmadan, insanlar hala kafasındaki dert ve sorunlarını nasıl çözeceğini düşünerek çıkıyorsa, oturmadan çıktığında kendini hayatın içinde yapayalnız hissediyorsa, bilin ki, orada asr suresi okunmamıştır.

Çünkü bütün bunlar inanmış ve adanmış olmak, iyilik, güzellik, doğruluk için çalışmak, dünyanın ıslahı yönünde çaba sarfetmek, adaleti yükseltmek ve acıları paylaşmak cümlesindendir ki asr suresinin vermek istediği mesajlar tam da bunlardır.

Bunları yapan hüsrandan kurtulmuştur. Kendi çağının, zamanın ve ortamının tanığı olmuştur. Çünkü ona bunlardan hesap sorulacaktır.

Bunları yapanı Allah parlatır, yükseltir, "Yürü ya kulum" der. Gerisinin dağdaki ottan farkı yoktur. Ha yaşamış ha yaşamamış fark etmez.

Şu ayetleri elinizi vicdanınıza koyup bir okur musunuz? Çünkü "asr suresini okuyup dağılmanın" ne demeye geldiğini çok iyi tefsir ediyor;

"Biz insana iki göz vermedik mi?
Bir dili ve iki dudağı yok mu onun?
Ona yürüyeceği iki yol gösterdik.
Fakat o zor gelene yanaşmadı.
Bilir misin, nedir zor gelen?
Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak…
Zor zamanda vermek…
Öksüzün başını okşamak…
Düşmüşün elinden tutmak…
İman etmek, güçlüklere göğüs gerip acıları paylaşmak…
Sevgi ve merhamet yumağı olmak…
İşte erdemliler bunlardır.
Ayetlerimizi inkâr edenler ise şer odaklarıdır.
Onların ateşe atılıp üzerlerine kilit vurulacak." (Beled; 90/8-20)

ihsan eliaçık
 
Üst Alt