Aşk ve İktidar
İNSANIN BAŞKA BİR varlık ile olan muhatabiyeti eğer onda olumlu bir duygu oluşturmuşsa bu ilk önce arzu olarak ortaya çıkıyor. Arzu edilen şeyin onun için nispi önemi, onun ihtiyaca dönüşüp dönüşmeme durumunu ortaya çıkarıyor. Kişi muhatap olduğu şeyi vazgeçilmez bir şey olarak görmeye başladığı andan itibaren bu ihtiyaç duygusu acz duygusuna, acz duygusu da güçlendikçe fakr duygusuna dönüşüyor. İşte aşk tam da burada devreye giriyor.
Şüphesiz aşkın bir çok tanımı, bir çok çeşidi var. Gerçekte aşk aciz, güçsüz, muhtaç olan bir kişinin kendinden daha güçlü, kudretli olan bir kişiye karşı duyduğu şiddetli meyil ve muhabbettir. Bu şiddetli meyil nispeten zayıf birinin kendinden daha güçlü, kudretli sandığı birini acizane talep etmesi ile başlıyor. Nefis karşı cinsten birini acizliğinin bir göstergesi olarak talep ediyor. Kendinde olmayan bir şeyi onda bulduğunu veya bulacağını sanıyor. Kendindeki eksik bir şeyi onunla tamamlayacağını ümit ediyor. Ama bu acz ve aşk hali bir noktadan sonra öyle bir hırs halini alıyor ki, nefis isyan ediyor, iktidar nutukları atmaya başlıyor. O zaman aşık kişi kendi nefsine;
"Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem.
Rûhumu Rahmân'a teslim eyledim, gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim.
Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudâtı birden isterim." diyemiyor.
Günümüzde ekseriya geçerli olan anlayışa göre aşk ve evlilik acziyet, arzu, talep, hırs, iktidar ve nihayet iftirak/ayrılık ile son bulan bir süreci izliyor. Belki son söyleyeceğimizi daha başta söylemeliyiz: Aşk acizlikle başlıyor, iktidar iddiası ile hitama eriyor.
Aşkın acziyetin ve acizlerin işi olduğunun en güzel kanıtları aşk ve evlilik fikrini oluşturan fonksiyondaki değişkenler. Hemen her seferinde bir kişi bir başka kişiye aşık olurken şu dört unsura yedeğinde taşıyor: Güzellik/yakışıklılık, servet, soy ve takva. Bu dört değişkenin fonksiyon içindeki payı kişiden kişiye değişiyor. Mesela nispeten fakir birisi için karşıdakinin serveti, yine nispeten çirkin birisi için karşıdakinin güzelliği/yakışıklılığı aşk ve evlilik kararında diğer unsurlara göre daha fazla etkili oluyor. Değil mi ki insan kendinin yoksuludur. Değil mi ki insan aşık olduğu kişiden kendinde olmayan şeyi talep ediyor.
Aşk bir acz ve zaaf hali olsa da zaaf gerçekte insanın en zayıf yanı. Bunun için zaafın kudrete dönüştürülmesi de mümkün. Ama bunu nefsani muhabbetle başarmak mümkün değildir.
Bilinen anlamda aşk celale mazhar erkek ile, cemale mazhar kadının bulunduğu hemen her yerde vardır. İktidar iddiası ise kemalden yoksun celalde, kemalden yoksun cemalde hemen her zaman vardır. Celal gücü ve kuvveti, cemal kudreti içinde barındırır. Bazen cemal celalden daha fazla güce sahiptir. Bazen bütün celaller birleşse bir cemalin gücüne erişemez. Cemalin ayinesi aşk özünde bir kuvve, güç ve kuvvettir. Evlilik ise kudrettir. Kontrolsüz güç ve kuvvet, güç ve kuvvet değildir. Kudret gücü ve kuvveti yönetebilme, evlilik de aşkı yönetebilme sanatıdır.
Aşkta celal tarafta bulunan kişi kudret, izzet, kahr, cebr, hakimiyet gibi sıfatları kullanmakta aşırıya gittiği zaman, cemal tarafta bulunan kişi de rahmet, merhamet, şefkat, ikram, ihsan, lütuf gibi sıfatlara layığınca sahip olamadığında aşk ve evlilikler sarsılıyor. Güç ve iktidar mücadeleleri başlıyor.
Aşkın bir çok çeşidine tenezzül edilmeyip, ekseriya aşkın karşı cinsler arasındaki ilişki, iletişim yada alışveriş düzeyine indirgendiği bir zamanda aşk ile iktidar arasındaki ilişkiyi anlamak aşk “sorununu” çözmede kilit rol oynayacaktır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu gün aşk denilince çoğumuzun aklına bir kişinin karşı cinsten başka birine karşı duyduğu hisler akla geliyor. Buradaki “karşı” ifadesi ilişkide odak noktayı oluşturuyor. Zira karşı ve karşılık bulunan bir yerde güç ve talepler etkilidir. Bu minvalde talep edenin veya güç kullananın kim olduğu çok da önemli değil. Yine de umumiyetle aşka talep ile gelenin kadın, aşkta güç gösterisinde bulunma isteğinde bulunanın erkek olması durumunun altını çizmekte fayda var. Bundan dolayıdır ki son yıllarda özellikle kadınlar cenahında kadın-erkek ilişkilerinde eşitlik iddiası sürekli dillendiriliyor. Her ne kadar “aşka pirim” diyen, “aşka pirim veren” daha çok kadınlar olsa da, kadınların kadın-erkek ilişkisinde eşitlikten bahsetmeleri bir açmazı ifade etmiyor değil.
Gerek aşkta, gerekse de evlilikte asıl olan iktidar ve eşitlikten ziyade denkliktir. Buna İslam literatüründe küfüv deniliyor. Küfüv (denklik) ise hiçbir zaman günümüzdeki anlamıyla “eşitlik” kavramını karşılamıyor. Eşitlik somut bir durumu ifade ederken, denklik ise eşitlikten öte somut ve soyut durumları dikkate alır. Bir an için aşkı ve evliliği sonsuz acziyetimize bir ilaç olarak kabul edelim. Bu durumda yukarıda saydığımız aşk ve evlilikte belirleyici olan dört unsur bir ilacın içindeki kimyasal maddeler gibidir. Birden fazla madde birbirinden farklı oranlarda bir araya gelerek ilacı oluşturdukları gibi aşk ve evlilik de birden fazla unsurun birbirinden farklı oranlarda birleşerek meydana getirdikleri bir durumu ifade ediyor. Bu hale biz denge diyoruz. Ne var ki günümüz aşkları ve evlilikleri için bu denklik durumundan söz etmek biraz zor. Günümüzde bu durum eşitlik olgusuyla işliyor yada işletiliyor.
Aşkın özellikle de evliliğin bir “denklik (küfüv) meselesi olduğunu, “eşitlik” meselesi olmadığını fark edemeyen hemen her kişi aşk üzerinden bir iktidar mücadelesine giriyor.
Kadın ve erkeğin her ikisi de kendi çaplarında bir güce sahip olsalar da, bir süre sonra herkes kendini süper güç olarak görmeye başlıyor. Faziletfuruşluk, malumatfuruşluk veya başka diğer hal ve hareketleri ile karşısındakinin üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor. Uhuvvet ve ihlas prensiplerini bir tarafa bırakıyor. Günümüzde boşanmaların artmasının altında yatan en etkili nedenin bu uhuvvet ve ihlastan yoksun güç ve iktidar mücadelesi olduğu açıktır. Bunun içindir ki aşk ve evlilik ilişkisinde taraflar arasında imkanı artanın talebi, talebi artanın da boşanma arzusu artıyor.
Aşk ve akabindeki evlilik “eşitlik” iddiasından uzak bir şekilde denklik öznesinde yürütülmeye çalışılsa aşk ve evlilik “eşit kuvvetlerin mücadelesi” değil “denk kuvvetlerin muaveneti” ile kemale erecek. Değil mi ki kadındaki cemali kemale ulaştıran erkekteki celalin muaveneti, erkekteki celali kemale ulaştıran da kadındaki cemalin nezahati ve nezaketidir. Her ne kadar şimdiler de erkeklerin ikide bir celallenmesi ve kadınların da sürekli cemalleşmesi hayra alamet olmasa da.
Bizler zamanın acz, fakr, şefkat ve tefekkür çağı olduğunu idrak edebildiğimiz ölçüde aşkın bizi aciz bırakan olumsuzluklarından kurtulabileceğiz.
Bizler aşkın özünde bir kuvve, güç ve kuvvet, evliliğin ise kudret olduğunu, kudretin gücü ve kuvveti yönetebilme, evliliğin de aşkı yönetebilme sanatı olduğunu fark edebildiğimiz zaman
aşkı yerli yerine oturtabileceğiz.
Bizler aşkta iktidar iddiasından aşkın ve evliliğin bir eşitlik meselesi değil, denklik meselesi olduğunu anladığımızda vazgeçebileceğiz.
Bizler aşkta iktidar iddiasından aşkın bir ihtilal, evliliğin ise bir inkılap olduğunu fark ettiğimizde vazgeçebileceğiz.
Bizler aşkta iktidar iddiasından aşkın acizlikle başladığını, iktidar iddiası ile hitama erdiğini bilebildiğimiz müddetçe vazgeçebileceğiz.
Ve bizler;
Ey nefsim! Sen dahi kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:
"Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem.
Rûhumu Rahmân'a teslim eyledim, gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim."
diyebildiğimiz zaman aşkta iktidar iddiasından vazgeçebileceğiz