ANNE! DÜNYA SORU İŞARETİNİN ALTINDAKİ YUVARLAK ŞEY Mİ?/Beyza Akyüz
Güneş yoktu ama aydınlıktı etraf. Nerede olduğunu ve ne zamandır yolda olduğunu bilmiyordu Libi. Güneşin olmaması kötü bir şeydi. Çünkü her sabah yeryüzüne çuvallarla mutluluk dağıtıyordu güneş. Şu anda mutsuz muydu? Hayır değildi, ama garip bir boşluk vardı içinde. Bu kadar mola yeter diye düşündü. Toparlanıp yola koyulmalıydı.
Kontrol etti çantasını. İçinde yolda okumak için aldığı yaldızlı bir kitap -mahalledeki tuhafiyeden aldığı ucuz bir ayna- evin demirbaşlarından olan aile albümünden gizlice aldığı annesinin fotoğrafı ve resim çizmekten cüce kalmış renkli boya kalemleri vardı. Aynayı yumru ellerinin içine alıp siyah, uzun, yeleli saçlarına baktı. On iki yaşından daha küçük gösteriyordu. Üzerinde baskılı, annesinin, en sevmediği tişörtü vardı. Kendi çizdiği resimleri tişörtüne bastırıp giyerdi. Böylece aynısından bir başka çocukta olamazdı. Bir park resmi vardı tişörtte. Etraf karlarla kaplıydı. Yazlık giysilerini giyinmişti tüm çocuklar.
Tahtaravallideki çocuklardan biri, toprağı incelerken diğeri gök bilimi ile uğraşıyordu. İşte böyle garip bir resim.
Annesi:
-Ne korkunç resim, bunları nasıl hayal ediyorsun? derdi.
Korkunçmuş neresi korkunç (?), asıl korkunç olan salıncağa binip bir ileri bir geri amaçsızca sallanmak değil miydi?
Geri koydu aynayı çantasına. Bir de küçük bir mektup vardı yanında. Mektupta yolculuğunun amacı yazılıydı. Çünkü her an unutabilirdi amacını. Ayrıca eğer yolda kendisine bir şey olursa meselâ ayağına çelme takılıp düşebilirdi veya su tabancası ile biri onu vurabilirdi. Ve böyle bir durumun sonucunda, yakışıklı arama kurtarma ağabeyleri onu bulduğunda, bu yolculuğa gezmek için çıktığını ve basit bir macera olduğunu düşünmelerini de istemiyordu. Çünkü büyükler her şeyi basit düşünür ve bunu kendileri bile bilmezler. Bir zıplayışta ayağa kalktı Libi. Ayakkabılarının bağcıklarını kontrol etti. Eğer çözülürse onlara basıp düşebilir ve hatta ölebilirdi. Sol ayak bağcığını daha iyi bağlaması gerektiğini düşündü. Sağ dizinin üzerine eğilmiş bağcıkları sıkıca bağlıyordu ki âniden bir ses duydu.
- Ah! Canımı yakıyorsun. Biraz daha gevşek lütfen!
Libi etrafa bakındı.
-Bu ses de nereden geldi? dedi.
-Benden tabii ki. Sol ayakkabı bağcığından.
Libi garip garip bakıyordu. Bağcık kendi kendine açıldı ve tekrar daha gevşek bir fiyonk oldu.
-Harika! dedi Libi. Zaten hep hissediyordum. Cansız varlıkların da konuşabildiğini ve isterlerse hareket edebildiklerini. Peki ama senin adın ne?
-Ne olabilir ki ? İnsanlar, bizim gibi eşyalara özel isim vermiyorlar. Nerede bir cins isim var bize takıyorlar. Adım: Ayakkabı Bağı. Peh! Ne kadar da kişiliksiz di mi? Milyarlarca ayakkabı bağı var. Hepimiz diğerimizden farklıyız. Gel gör ki hepimiz de aynı adı taşımak zorundayız.
Libi :
-Sorun değil, dedi. Takma bunu kafana. Şimdi sana bir isim bulurum ……………??! Buldum! Senin adın “Bağcık Ayaki“ olsun.
-Biraz Çinli ismine benzemedi mi? Dedi Ayakkabı Bağı.
-Ne fark eder! Artık sen özel bir bağsın. “Bağcık Ayaki” dedi Libi.
Ayaki (mutlulukla):
-Teşekkürler Libi. Sana şükran borcumu ödemem için izin ver de seni gideceğin yere kadar ben götüreyim, dedi.
Libi (hayretle):
-Ama nasıl olur? Yoksa senin özel yeteneklerin mi var? Meselâ Hintli bir kobra yılanı gibi dans edebilir misin? diye sordu.
-Hayır Libi, ama iki elinle iki ucumdan sıkıca tutarsan, dostum rüzgârla seni çok hızlı hareket ettirebiliriz. Nereye gitmek istediğini söyle yeter, dedi Bağcık Ayaki.
-İşte bu bir mucize! Gökte uçan halı ararken yerde rüzgâr kadar hızlı ayakkabı bağı buldum. Ben yeryüzündeki tüm soruların cevaplarının saklı olduğu yere gitmek istiyorum. Ama buranın nerede olduğunu bilmiyorum, dedi Libi.
-Nasıl olur? Gideceğin yeri bilmeden yola çıkılır mı hiç ? diye şaşkınlıkla sordu Ayaki.
-Evet demek ki çıkılıyormuş. Ömrümün sonuna kadar da sürse bulacağım orayı, dedi gözlerindeki kararlılıkla.
-Neden bulmak istiyorsun ki orayı? dedi Ayaki.
-Çünkü yoruldum artık kafamdaki binlerce sorudan. Büyüyene kadar dayanamam. Hemen tüm sorularımın cevaplarını bulmam lâzım, dedi heyecanla Libi.
-Seni anlıyorum diyemem. Çünkü biz eşyalar siz insanlar gibi değiliz. Sizin aklınız, hayalleriniz var. Hep bir şeyler ararsınız. Oysa biz sadece bize verilenle yetiniriz. Yine de sana yardım edeceğim. Çevrem geniştir. Soralım herkese, bir bilen çıkar elbet, dedi Ayaki. En iyisi kuşlara sormak. Onlar mutlaka bilir, tüm yeryüzünü geziyorlar ne de olsa.
-Heyyy Kuşlar! Aşağıya bakar mısınız! Ben Bağcık Ayaki. Tüm soruların cevaplarının saklı olduğu yeri biliyor musunuz? diye seslendi Ayaki.
Kuşlar aralarında konuşup, birbirlerine sordular. Ama hiçbirisi daha önce böyle bir yeri ne gördüklerini ne de duyduklarını söylediler. Ve selam verip uçup gittiler.
Üzüldü Bağcık Ayaki. Ama Libi onu hemen teselli etti.
-Hey Ayaki! Üzülme lütfen. Biz insanlar yılmayız. Moralimizi bozmayalım. Daha fazla aramalıyız. İnancımızı yitirmeyelim ki Tanrı bize yardım etsin. Hadi devam edelim dedi Libi umutla.
Epey ilerlemişlerdi ki karşıdan gelen zürafayı gördüler.
Ayaki:
-Onun boyu uzun, kesin her yeri görüyordur. Hadi bir de ona soralım, dedi.
-Merhaba Zürafa! Ben Bağcık Ayaki. Tüm soruların cevabının saklı olduğu yeri arıyoruz. Sen bu uzunca boyunla görmüş olmalısın, dedi.
Zürafa gezdiği parkları, gördüğü hayvanat bahçelerini düşündü biraz.
-Üzgünüm böyle bir yer gördüğümü hatırlamıyorum, dedi sonunda.
-Hoşça kalın ufaklıklar diyerek uzaklaştı oradan.
Bağcık Ayaki umudunu yitirmişti tamamen, ağlamaya başladı.
-Oda görmezse kim görebilir! Toprağın altındaki köstebek görecek değil ya! der demez
Libi:
-Evet kesinlikle, bir köstebek bulmalıyız, diye haykırdı.
Bağcık Ayaki:
-Ben de seni zeki bir çocuk sanmıştım. Bilmez misin ki köstebekler kördür dedi.
-Biliyorum Ayaki, ama bir yerde okumuştum. Onlar kör olduğu için Tanrı kimseye söylemediği sırlarını onlarla paylaşırmış, dedi bilgece.
-Yaaa! Bak bunu bilmiyordum dedi Ayaki ve yeniden umutla yola koyuldular.
Az gittiler çok gitmediler, tavşan, börtü böcek, birkaç da aslanla kaplana rastladılar. Ama ne bilen vardı ne duyan. Bu hayvanlar âlemi ‘bilgi’ denilen şeyle ilgilenmiyordu anlaşılan.
Libi:
-Ayaki bak! Toprağın altında hareket eden bir şey var. Belki de bir köstebektir.
Hadi konuş onunla, dedi aceleyle.
Bağcık Ayaki:
-Toprağın altındaki arkadaş! Eğer köstebeksen toprağın üstüne çıkıp bize biraz zaman ayırabilir misin? diye seslendi.
Topraktan “pıt” diye bir kafa çıktı.
-Kimsiniz? Sesiniz bir ayakkabı bağının sesine benziyor, dedi Köstebek sakin bir ses tonuyla.
-Merhaba Köstebek! Tebrik ederim doğru tahmin ettiniz. Ben Bağcık Ayaki, bu da arkadaşım Libi. Gizli bir kaynaktan edindiğim bilgiye göre, çevrem pek geniştir de.Tanrı size, kimseye söylemediği sırlarını vermiş. Arkadaşım Libi de tüm soruların cevabının saklı olduğu yeri arıyor. Biz, belki Tanrı size bu sırrı da vermiştir diye düşündük. Eğer biliyorsanız bizim gibi gözü gören ama hiçbir şey bilmeyen zavallılarla bu bilgiyi paylaşır mısınız Karanlıkların Ulu Bilgesi? diye sordu.
Libi:
-Vay be! Nasıl da konuştun öyle, dedi Ayaki’ye. Ne de olsa Bağcık Ayaki de az birazcık gün görmüş bir eşyaydı.
Köstebek:
-Evet biliyorum. Ama bu sırrı herkese veremem, dedi.
Bağcık Ayaki:
-Lütfen! Libi çok iyi bir çocuk, dedi yalvararak.
Köstebek:
-Biliyorum buralara kadar gelmesinden belli. Sanırım Tanrı bu küçük çocuğa yardım etmemden hoşnut olurdu. Pekâla size söyleyeceğim. Kuzeydoğu yönünde ilerleyin, tâ ki karşınıza elinde âsası, dilinde yarım kalmış bir cümle, kalbinde alev alev yanan bir ateş çukuru olan, yeryüzüne oradan ışıklar saçan “Merak Dağına” ulaşana dek. Sözlerimi iyi belleyin, dağın eteğindeki sarı buğdayın saçlarından kor belikler örün. Dağ, bundan sonra size açacaktır kapılarını. Sol girişte bir ağaç bulacaksınız. Adı: Bilgi Ağacı. Dibindeki yapraklar vakti gelmeden yenirse pul biberden bile acı. İşte aradığınız acil cevaplar, o yaprakların altında, dedi.
Libi havaya sıçradı.
-Yaşasın! Teşekkürler Köstebek. Teşekkürler Tanrım! Hadi Bağcık Ayaki hemen yola çıkalım dedi ve vedalaşıp ayrıldılar.
Rüzgâr sayesinde çok kısa bir sürede kuzeydoğu yönünde ilerlediler. Aradığını bulabilecek miydi acaba Libi? Meraktan günlerce gözünü bile kırpmadı, tarifi dile gelmez “Merak Dağını” görünceye dek. Libi koştu fırladı, bir çırpıda örüverdi dağın eteklerindeki sarı buğdayın saçlarını. Açıldı dağın kapıları ardına dek. İşte oradaydı “Bilgi Ağacı”. Ağacın başındaki yapraklar sarı, dibindekiler ise yeşildi. Sırt çantasını fırlattı, titreyen dizlerini daha fazla tutamadı, çöktü dizleri üstüne.
Topraktaki yazı çıkana kadar yaprakları aceleyle temizledi Libi. Yazı yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.
“ HERGÜN
BİR SORU
CEVABINI
BULUYOR.
SON SORU İSE
ANCAK
YERYÜZÜNÜN
SON SAATİNDE
CEVABINI BULACAK.
ACELE ETMEYİN! ”
Libi öylece kala kaldı.
Acele etmeyin!
Acele etmeyin!
Yankılanıyordu sanki dağın içinde.
Libi tıpkı eskisi gibi yapraklarla örttü toprağı, ama bu kez usulca.
Az önce aceleyle fırlattığı çantasına takıldı gözü. Çantayı açtı. Aynayı çıkardı içinden. Tanıyamadı birden kendini.
Sanırım büyümüştü.
Annesinin fotoğrafı ne kadar da eskimiş, yıpranmıştı.
Yaşlanmıştı annesi, yüzündeki kırışıklıklar, saçlarındaki aklar…
Bir tek tebessümü bahar güneşi tazeliğinde hâla. Renkli boya kalemlerini eline aldı, renkten eser olmayan solgun yüzlerine bakılırsa, kim bilir kaç kış düşmüştü üzerlerine.
En son kitabı gördü Libi.
Aynı ilk günkü gibi duruyordu, yaldızlı…
Ama artık kitabı daha fazla sevdiğini hissetti. Ayağa kalktı. Her şeyi orada bıraktı.
Ayrıldı dağdan.
Dışarı çıktığında Güneşin ışıkları gözünü aldı. Elindeki kitaba daha sıkı sarıldı Libi.
Ve yola devam etti
yeni sorularla…
Beyza Akyüz
Güneş yoktu ama aydınlıktı etraf. Nerede olduğunu ve ne zamandır yolda olduğunu bilmiyordu Libi. Güneşin olmaması kötü bir şeydi. Çünkü her sabah yeryüzüne çuvallarla mutluluk dağıtıyordu güneş. Şu anda mutsuz muydu? Hayır değildi, ama garip bir boşluk vardı içinde. Bu kadar mola yeter diye düşündü. Toparlanıp yola koyulmalıydı.
Kontrol etti çantasını. İçinde yolda okumak için aldığı yaldızlı bir kitap -mahalledeki tuhafiyeden aldığı ucuz bir ayna- evin demirbaşlarından olan aile albümünden gizlice aldığı annesinin fotoğrafı ve resim çizmekten cüce kalmış renkli boya kalemleri vardı. Aynayı yumru ellerinin içine alıp siyah, uzun, yeleli saçlarına baktı. On iki yaşından daha küçük gösteriyordu. Üzerinde baskılı, annesinin, en sevmediği tişörtü vardı. Kendi çizdiği resimleri tişörtüne bastırıp giyerdi. Böylece aynısından bir başka çocukta olamazdı. Bir park resmi vardı tişörtte. Etraf karlarla kaplıydı. Yazlık giysilerini giyinmişti tüm çocuklar.
Tahtaravallideki çocuklardan biri, toprağı incelerken diğeri gök bilimi ile uğraşıyordu. İşte böyle garip bir resim.
Annesi:
-Ne korkunç resim, bunları nasıl hayal ediyorsun? derdi.
Korkunçmuş neresi korkunç (?), asıl korkunç olan salıncağa binip bir ileri bir geri amaçsızca sallanmak değil miydi?
Geri koydu aynayı çantasına. Bir de küçük bir mektup vardı yanında. Mektupta yolculuğunun amacı yazılıydı. Çünkü her an unutabilirdi amacını. Ayrıca eğer yolda kendisine bir şey olursa meselâ ayağına çelme takılıp düşebilirdi veya su tabancası ile biri onu vurabilirdi. Ve böyle bir durumun sonucunda, yakışıklı arama kurtarma ağabeyleri onu bulduğunda, bu yolculuğa gezmek için çıktığını ve basit bir macera olduğunu düşünmelerini de istemiyordu. Çünkü büyükler her şeyi basit düşünür ve bunu kendileri bile bilmezler. Bir zıplayışta ayağa kalktı Libi. Ayakkabılarının bağcıklarını kontrol etti. Eğer çözülürse onlara basıp düşebilir ve hatta ölebilirdi. Sol ayak bağcığını daha iyi bağlaması gerektiğini düşündü. Sağ dizinin üzerine eğilmiş bağcıkları sıkıca bağlıyordu ki âniden bir ses duydu.
- Ah! Canımı yakıyorsun. Biraz daha gevşek lütfen!
Libi etrafa bakındı.
-Bu ses de nereden geldi? dedi.
-Benden tabii ki. Sol ayakkabı bağcığından.
Libi garip garip bakıyordu. Bağcık kendi kendine açıldı ve tekrar daha gevşek bir fiyonk oldu.
-Harika! dedi Libi. Zaten hep hissediyordum. Cansız varlıkların da konuşabildiğini ve isterlerse hareket edebildiklerini. Peki ama senin adın ne?
-Ne olabilir ki ? İnsanlar, bizim gibi eşyalara özel isim vermiyorlar. Nerede bir cins isim var bize takıyorlar. Adım: Ayakkabı Bağı. Peh! Ne kadar da kişiliksiz di mi? Milyarlarca ayakkabı bağı var. Hepimiz diğerimizden farklıyız. Gel gör ki hepimiz de aynı adı taşımak zorundayız.
Libi :
-Sorun değil, dedi. Takma bunu kafana. Şimdi sana bir isim bulurum ……………??! Buldum! Senin adın “Bağcık Ayaki“ olsun.
-Biraz Çinli ismine benzemedi mi? Dedi Ayakkabı Bağı.
-Ne fark eder! Artık sen özel bir bağsın. “Bağcık Ayaki” dedi Libi.
Ayaki (mutlulukla):
-Teşekkürler Libi. Sana şükran borcumu ödemem için izin ver de seni gideceğin yere kadar ben götüreyim, dedi.
Libi (hayretle):
-Ama nasıl olur? Yoksa senin özel yeteneklerin mi var? Meselâ Hintli bir kobra yılanı gibi dans edebilir misin? diye sordu.
-Hayır Libi, ama iki elinle iki ucumdan sıkıca tutarsan, dostum rüzgârla seni çok hızlı hareket ettirebiliriz. Nereye gitmek istediğini söyle yeter, dedi Bağcık Ayaki.
-İşte bu bir mucize! Gökte uçan halı ararken yerde rüzgâr kadar hızlı ayakkabı bağı buldum. Ben yeryüzündeki tüm soruların cevaplarının saklı olduğu yere gitmek istiyorum. Ama buranın nerede olduğunu bilmiyorum, dedi Libi.
-Nasıl olur? Gideceğin yeri bilmeden yola çıkılır mı hiç ? diye şaşkınlıkla sordu Ayaki.
-Evet demek ki çıkılıyormuş. Ömrümün sonuna kadar da sürse bulacağım orayı, dedi gözlerindeki kararlılıkla.
-Neden bulmak istiyorsun ki orayı? dedi Ayaki.
-Çünkü yoruldum artık kafamdaki binlerce sorudan. Büyüyene kadar dayanamam. Hemen tüm sorularımın cevaplarını bulmam lâzım, dedi heyecanla Libi.
-Seni anlıyorum diyemem. Çünkü biz eşyalar siz insanlar gibi değiliz. Sizin aklınız, hayalleriniz var. Hep bir şeyler ararsınız. Oysa biz sadece bize verilenle yetiniriz. Yine de sana yardım edeceğim. Çevrem geniştir. Soralım herkese, bir bilen çıkar elbet, dedi Ayaki. En iyisi kuşlara sormak. Onlar mutlaka bilir, tüm yeryüzünü geziyorlar ne de olsa.
-Heyyy Kuşlar! Aşağıya bakar mısınız! Ben Bağcık Ayaki. Tüm soruların cevaplarının saklı olduğu yeri biliyor musunuz? diye seslendi Ayaki.
Kuşlar aralarında konuşup, birbirlerine sordular. Ama hiçbirisi daha önce böyle bir yeri ne gördüklerini ne de duyduklarını söylediler. Ve selam verip uçup gittiler.
Üzüldü Bağcık Ayaki. Ama Libi onu hemen teselli etti.
-Hey Ayaki! Üzülme lütfen. Biz insanlar yılmayız. Moralimizi bozmayalım. Daha fazla aramalıyız. İnancımızı yitirmeyelim ki Tanrı bize yardım etsin. Hadi devam edelim dedi Libi umutla.
Epey ilerlemişlerdi ki karşıdan gelen zürafayı gördüler.
Ayaki:
-Onun boyu uzun, kesin her yeri görüyordur. Hadi bir de ona soralım, dedi.
-Merhaba Zürafa! Ben Bağcık Ayaki. Tüm soruların cevabının saklı olduğu yeri arıyoruz. Sen bu uzunca boyunla görmüş olmalısın, dedi.
Zürafa gezdiği parkları, gördüğü hayvanat bahçelerini düşündü biraz.
-Üzgünüm böyle bir yer gördüğümü hatırlamıyorum, dedi sonunda.
-Hoşça kalın ufaklıklar diyerek uzaklaştı oradan.
Bağcık Ayaki umudunu yitirmişti tamamen, ağlamaya başladı.
-Oda görmezse kim görebilir! Toprağın altındaki köstebek görecek değil ya! der demez
Libi:
-Evet kesinlikle, bir köstebek bulmalıyız, diye haykırdı.
Bağcık Ayaki:
-Ben de seni zeki bir çocuk sanmıştım. Bilmez misin ki köstebekler kördür dedi.
-Biliyorum Ayaki, ama bir yerde okumuştum. Onlar kör olduğu için Tanrı kimseye söylemediği sırlarını onlarla paylaşırmış, dedi bilgece.
-Yaaa! Bak bunu bilmiyordum dedi Ayaki ve yeniden umutla yola koyuldular.
Az gittiler çok gitmediler, tavşan, börtü böcek, birkaç da aslanla kaplana rastladılar. Ama ne bilen vardı ne duyan. Bu hayvanlar âlemi ‘bilgi’ denilen şeyle ilgilenmiyordu anlaşılan.
Libi:
-Ayaki bak! Toprağın altında hareket eden bir şey var. Belki de bir köstebektir.
Hadi konuş onunla, dedi aceleyle.
Bağcık Ayaki:
-Toprağın altındaki arkadaş! Eğer köstebeksen toprağın üstüne çıkıp bize biraz zaman ayırabilir misin? diye seslendi.
Topraktan “pıt” diye bir kafa çıktı.
-Kimsiniz? Sesiniz bir ayakkabı bağının sesine benziyor, dedi Köstebek sakin bir ses tonuyla.
-Merhaba Köstebek! Tebrik ederim doğru tahmin ettiniz. Ben Bağcık Ayaki, bu da arkadaşım Libi. Gizli bir kaynaktan edindiğim bilgiye göre, çevrem pek geniştir de.Tanrı size, kimseye söylemediği sırlarını vermiş. Arkadaşım Libi de tüm soruların cevabının saklı olduğu yeri arıyor. Biz, belki Tanrı size bu sırrı da vermiştir diye düşündük. Eğer biliyorsanız bizim gibi gözü gören ama hiçbir şey bilmeyen zavallılarla bu bilgiyi paylaşır mısınız Karanlıkların Ulu Bilgesi? diye sordu.
Libi:
-Vay be! Nasıl da konuştun öyle, dedi Ayaki’ye. Ne de olsa Bağcık Ayaki de az birazcık gün görmüş bir eşyaydı.
Köstebek:
-Evet biliyorum. Ama bu sırrı herkese veremem, dedi.
Bağcık Ayaki:
-Lütfen! Libi çok iyi bir çocuk, dedi yalvararak.
Köstebek:
-Biliyorum buralara kadar gelmesinden belli. Sanırım Tanrı bu küçük çocuğa yardım etmemden hoşnut olurdu. Pekâla size söyleyeceğim. Kuzeydoğu yönünde ilerleyin, tâ ki karşınıza elinde âsası, dilinde yarım kalmış bir cümle, kalbinde alev alev yanan bir ateş çukuru olan, yeryüzüne oradan ışıklar saçan “Merak Dağına” ulaşana dek. Sözlerimi iyi belleyin, dağın eteğindeki sarı buğdayın saçlarından kor belikler örün. Dağ, bundan sonra size açacaktır kapılarını. Sol girişte bir ağaç bulacaksınız. Adı: Bilgi Ağacı. Dibindeki yapraklar vakti gelmeden yenirse pul biberden bile acı. İşte aradığınız acil cevaplar, o yaprakların altında, dedi.
Libi havaya sıçradı.
-Yaşasın! Teşekkürler Köstebek. Teşekkürler Tanrım! Hadi Bağcık Ayaki hemen yola çıkalım dedi ve vedalaşıp ayrıldılar.
Rüzgâr sayesinde çok kısa bir sürede kuzeydoğu yönünde ilerlediler. Aradığını bulabilecek miydi acaba Libi? Meraktan günlerce gözünü bile kırpmadı, tarifi dile gelmez “Merak Dağını” görünceye dek. Libi koştu fırladı, bir çırpıda örüverdi dağın eteklerindeki sarı buğdayın saçlarını. Açıldı dağın kapıları ardına dek. İşte oradaydı “Bilgi Ağacı”. Ağacın başındaki yapraklar sarı, dibindekiler ise yeşildi. Sırt çantasını fırlattı, titreyen dizlerini daha fazla tutamadı, çöktü dizleri üstüne.
Topraktaki yazı çıkana kadar yaprakları aceleyle temizledi Libi. Yazı yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.
“ HERGÜN
BİR SORU
CEVABINI
BULUYOR.
SON SORU İSE
ANCAK
YERYÜZÜNÜN
SON SAATİNDE
CEVABINI BULACAK.
ACELE ETMEYİN! ”
Libi öylece kala kaldı.
Acele etmeyin!
Acele etmeyin!
Yankılanıyordu sanki dağın içinde.
Libi tıpkı eskisi gibi yapraklarla örttü toprağı, ama bu kez usulca.
Az önce aceleyle fırlattığı çantasına takıldı gözü. Çantayı açtı. Aynayı çıkardı içinden. Tanıyamadı birden kendini.
Sanırım büyümüştü.
Annesinin fotoğrafı ne kadar da eskimiş, yıpranmıştı.
Yaşlanmıştı annesi, yüzündeki kırışıklıklar, saçlarındaki aklar…
Bir tek tebessümü bahar güneşi tazeliğinde hâla. Renkli boya kalemlerini eline aldı, renkten eser olmayan solgun yüzlerine bakılırsa, kim bilir kaç kış düşmüştü üzerlerine.
En son kitabı gördü Libi.
Aynı ilk günkü gibi duruyordu, yaldızlı…
Ama artık kitabı daha fazla sevdiğini hissetti. Ayağa kalktı. Her şeyi orada bıraktı.
Ayrıldı dağdan.
Dışarı çıktığında Güneşin ışıkları gözünü aldı. Elindeki kitaba daha sıkı sarıldı Libi.
Ve yola devam etti
yeni sorularla…
Beyza Akyüz