Muhakkak ki Allahın katındaki en değerli mahlûk insandır, yani sizlersiniz. Ve Allahın, insanı yaratmaktan bir tek muradı var: Kâinattaki en üstün varlık olarak yarattığı insanı mutlu kılmak. Unutmayın bütün kâinat insan için yaratılmış. İnsansa, Allah için yaratılmış.
İşte Casiye Suresinin 13. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığım her şeyi sizin için yarattım ve emrinize musahhar kıldım, ey insanlar!
Her şey insan için yaratılmış. Bütün göklerde yaratılan ve bütün yerlerde yaratılan, altı alemde yaratılan her şey. Zahirî alemde, onun karşıtında, gayb aleminde, onun karşıtında, emr aleminde, onun karşıtında, Allahın yarattığı her şey, her şey, insan için yaratılmış. İnsan kimin için yaratılmış? Allahû Tealâ buyuruyor ki;
Onlar derler ki, "Biz muhakkak ki Allah için yaratıldık, mutlaka Allaha ulaşacağız."
Demek ki insanoğlu, Allah için yaratılmış. Ve mutlaka, yaratıldığı Allaha, kendisi için yaratıldığı Allaha dönecek ve ulaşacak.
İşte bu ulaşma işlemi, o insanın sağlığında, hayattayken gerçekleşirse, (ruhu o kişi ölmeden evvel Allaha ulaşırsa) bunun adına Kurân-ı Kerim HİDAYET diyor. Ruhun, ölmeden evvel Allaha ulaşarak teslim olması. İslâm olmanın, Allaha teslim olmanın ilk safhasının gerçekleşmesi. Sonra fizik vücut teslim olacaktır, yani vech teslim olacaktır; sonra da nefs teslim olacaktır. Böylece ancak üç teslimini tamamlayan bir kişi İslâm olacaktır. İslâm olabilecektir.
Öyleyse silm kelimesine, sin, lâm ve mim harflerinden oluşan (se,le,me) silm kelimesine dikkatle bakın. Bu kelimeden üretilen 28 tane kelimenin arasında en önemlisi teslim kelimesidir. Ve teslim olmak, İslâm olmak demektir.
Bu gün ne yazık ki birçok din adamı, "kim diyor yüksek sesle Lâ ilâhe illallah Muhammeden resulullah derse o İslâm olur." diyor. Hayır İslâm olmaz. İslâm dairesine girer. O kişi öldüğü zaman, İslâm adetleri gereğince defnolunur. Ama İslâm olamaz. Mümin dahi olamaz. Bir insanın mümin olabilmesi, kalbinde yedi tane kalp şartının oluşmasına bağlıdır. Ondan sonra üç vasıf şartına, yedi inanç şartına.
Çok karmaşık bir şeyden bahsetmiyoruz. Allahın Kurân-ı Kerimdeki yazdığı hakikatlerden, ama bu gün insanların farkına bile varmadıkları, 14 asır evvel yaşanan Kurân hakikatlerinden bahsediyoruz. Ve Kurân yedi şartı birbiri ardından şöyle anlatıyor:
Birinci şart: Allah, nefsimizin kalbindeki ekinneti alır.
İkinci şart: Onun yerine ihbat adlı, idraki gerçekleştiren bir sünnetullah gelir ve kalbimize yerleşir.
Üçüncü şart: Allah, kalbimizin nur kapısını Allaha çevirebilecek olan yeni bir sünnetullahla bize ulaşır.
Dördüncü şart: Kalbimizin nur kapısı, şeytana dönük konumdan Allaha dönük konuma getirilir.
Beşinci şart: Göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açılır. Zikir yaptığımız zaman Allahtan gelen rahmet ve fazl, mürşidimize ulaştıktan sonra Allahtan gelen rahmet, fazl ve ilave olan salâvat (rahmet, fazl ve salâvat) göğsümüze gelsin de, göğsümüzden nefsimizin kalbine ulaşabilsin diye.
Sonra zikrin neticesinde nefsimizin kalbinde huşu oluşur: Altıncı kalp şartı. Ve bunun üzerine ancak hacet namazını kılarız, Allahtan mürşidimizi sorarız, Allah mutlaka gösterir.
Ve mürşidimize ulaşıp da önünde diz çöküp tövbe ettiğimiz an, yedinci kalp şartı da gerçekleşir. Allah, kalbimizin mührünü açar. Kalbin mührünün açılması, yedi tane kalp şartından yedincisinin tamamlanması demektir.
Ne yapar Allahû Tealâ, nefsimizin kalbinin mührünü açıpta? Kalbimizin içine İMANı yazar. çünkü Allahû Tealâ, başımızın üzerine mürşidimizin ruhunu göndermiştir. O ruh, başımızın üzerine gelince Allahû Tealâ, kalbimizin içine imanı yazar. Mührün açılması ve imanın yazılması, birbirinin ardısıra gelen iki olaydır. Kimin kalbinin içine iman yazılırsa, o kişi mümindir.
Biz insanlara göre mümin olmak son derece kolay; bizim akl-ı evvellerin tarifine göre. Ne diyorlar? "Kim Allaha inanıyorsa, o mümindir. Allaha inanmayan mümin olamaz."
Ama Allaha inanmak, inancın temel esasını teşkil ettiği halde, hiç kimseyi mümin kılamaz. inanç şartları açısından da mümin kılamaz. Çünkü inancın da yedi ayrı şartının oluşması lâzım:
Birinci şart: Allaha inanmak.
İkinci şart: Allahın meleklerine inanmak.
Üçüncü şart: Allahın kitaplarına inanmak.
Dördüncü şart: Allahın resullerine inanmak.
Beşinci şart: Basü badel mevte inanmak. Yani ölümden sonra kıyamet günü tekrar dirileceğine inanmak.
Altıncı şart: Hayrın Allahtan, şerrin nefsten olduğuna inanmak.
Yedinci şart: İnsan ruhunun ölmeden evvel, Allaha ulaşması gerektiğine inanmak.
Yedi tane iman şartının yedincisi, zaman içerisinde kaybolmuş, söylenmez olmuş. Ama kim zahmet edip de, 12. iltlik Buharînin Cibril hadisine bir göz atarsa, orada imanın şartlarının yedincisine de mutlaka rastlayacaktır. "Ve likâihi" Ve Ona (Allaha) mülâki olmaya inanmak.
Bunların hepsine inandınız. Mümin oldunuz mu? Hayır olmadınız. Mümin olabilmeniz için üç tane de vasıf şartına ihtiyacınız var. Dikkat edin yedi tane kalp şartı, yedi tane inanç şartı, üç tane de vasıf şartı:
1) Kalbinizin içine iman yazılacak.
2) Nefs tezkiyesine başlayacaksınız.
3) Ruhunuz vücudunuzdan ayrılıp, Allaha doğru yola çıkacak.
Yani? Yani dalâletten hidayete adım atacaksınız. İşte hidayet demek, Allaha ulaşma yolunda, yani Sırat-ı Müstakiym üzerinde olan bir ruha sahip olmak demek. Seyr-i sülûkta olan bir ruh. Sizin içinizde olan bir ruhtan bahsetmiyoruz. Hepinizin içinde ruh var ve vardı. Kimin ruhu Allaha doğru yola çıkmışsa, onların vücutlarında artık ruh yok. Evet birçoklarınız "iyi ama, o zaman ölmez miyiz?" diyorsunuz değil mi? Size bir fıkra anlatayım:
Deliler evine müfettiş gelmiş kontrol yapıyor. Bakmış adamın birisi tavana asılmış duruyor. Sormuş oradaki akıl hastanesinin başhekimine:
- Yahu, demiş, bu adam ne yapıyor burada?
Başhekim:
- Efendim, o kendini elektrik ampulü zannediyor ve odayı aydınlattığı kanaatinde.
Müfettiş:
- Olur mu canım öyle şey. İndirin şunu aşağıya.
Başhekim:
- İyi de efendim, indirelim de, indirirsek oda karanlık olmaz mı?
Ne haber? İşte tıpkı bunun gibi. Tıpkı bunun gibi: "Ruhumuz vücudumuzdan ayrılırsa ölmez miyiz?" Hayır ölmezsiniz. O adam da oradan inerse oda karanlık olmaz.
Öyleyse her şeyi ait olduğu yere oturtalım: Bu kâinattaki en doğru bilgiler, Kurân-ı Kerimin içinde mevcuttur. Son Peygambere indirilen, kâinattaki son şeriat kitabı. Kıyamete kadar bu şeriatla dünya idare edilecek. Ve o şeriata dikkatle bakın: Daha mümin tarifine ulaştığınız an, köprülerin altından ne kadar çok sular aktığını göreceksiniz. Bunları sizlere söylüyorum ya, 14 asır evvel bütün sahabe bunları yaşamışlar. 14 asır sonra mı? Hayır. Bütün bir İslâm aleminde artık bunlar yaşanmıyor. Bölük pörçük bir şeyler kalmış ortalıkta 14 asırda. Çünkü insanlar Kurân-ı Kerimi, Ona bir torba dikip duvara asmışlar. Birisi ölürse oradan indiriyorlar, Yasin okuyorlar. Sonra tekrar katlayıp içine koyuyorlar, torbanın ve tekrar duvara asıyorlar.
İşte Casiye Suresinin 13. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:
Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığım her şeyi sizin için yarattım ve emrinize musahhar kıldım, ey insanlar!
Her şey insan için yaratılmış. Bütün göklerde yaratılan ve bütün yerlerde yaratılan, altı alemde yaratılan her şey. Zahirî alemde, onun karşıtında, gayb aleminde, onun karşıtında, emr aleminde, onun karşıtında, Allahın yarattığı her şey, her şey, insan için yaratılmış. İnsan kimin için yaratılmış? Allahû Tealâ buyuruyor ki;
Onlar derler ki, "Biz muhakkak ki Allah için yaratıldık, mutlaka Allaha ulaşacağız."
Demek ki insanoğlu, Allah için yaratılmış. Ve mutlaka, yaratıldığı Allaha, kendisi için yaratıldığı Allaha dönecek ve ulaşacak.
İşte bu ulaşma işlemi, o insanın sağlığında, hayattayken gerçekleşirse, (ruhu o kişi ölmeden evvel Allaha ulaşırsa) bunun adına Kurân-ı Kerim HİDAYET diyor. Ruhun, ölmeden evvel Allaha ulaşarak teslim olması. İslâm olmanın, Allaha teslim olmanın ilk safhasının gerçekleşmesi. Sonra fizik vücut teslim olacaktır, yani vech teslim olacaktır; sonra da nefs teslim olacaktır. Böylece ancak üç teslimini tamamlayan bir kişi İslâm olacaktır. İslâm olabilecektir.
Öyleyse silm kelimesine, sin, lâm ve mim harflerinden oluşan (se,le,me) silm kelimesine dikkatle bakın. Bu kelimeden üretilen 28 tane kelimenin arasında en önemlisi teslim kelimesidir. Ve teslim olmak, İslâm olmak demektir.
Bu gün ne yazık ki birçok din adamı, "kim diyor yüksek sesle Lâ ilâhe illallah Muhammeden resulullah derse o İslâm olur." diyor. Hayır İslâm olmaz. İslâm dairesine girer. O kişi öldüğü zaman, İslâm adetleri gereğince defnolunur. Ama İslâm olamaz. Mümin dahi olamaz. Bir insanın mümin olabilmesi, kalbinde yedi tane kalp şartının oluşmasına bağlıdır. Ondan sonra üç vasıf şartına, yedi inanç şartına.
Çok karmaşık bir şeyden bahsetmiyoruz. Allahın Kurân-ı Kerimdeki yazdığı hakikatlerden, ama bu gün insanların farkına bile varmadıkları, 14 asır evvel yaşanan Kurân hakikatlerinden bahsediyoruz. Ve Kurân yedi şartı birbiri ardından şöyle anlatıyor:
Birinci şart: Allah, nefsimizin kalbindeki ekinneti alır.
İkinci şart: Onun yerine ihbat adlı, idraki gerçekleştiren bir sünnetullah gelir ve kalbimize yerleşir.
Üçüncü şart: Allah, kalbimizin nur kapısını Allaha çevirebilecek olan yeni bir sünnetullahla bize ulaşır.
Dördüncü şart: Kalbimizin nur kapısı, şeytana dönük konumdan Allaha dönük konuma getirilir.
Beşinci şart: Göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açılır. Zikir yaptığımız zaman Allahtan gelen rahmet ve fazl, mürşidimize ulaştıktan sonra Allahtan gelen rahmet, fazl ve ilave olan salâvat (rahmet, fazl ve salâvat) göğsümüze gelsin de, göğsümüzden nefsimizin kalbine ulaşabilsin diye.
Sonra zikrin neticesinde nefsimizin kalbinde huşu oluşur: Altıncı kalp şartı. Ve bunun üzerine ancak hacet namazını kılarız, Allahtan mürşidimizi sorarız, Allah mutlaka gösterir.
Ve mürşidimize ulaşıp da önünde diz çöküp tövbe ettiğimiz an, yedinci kalp şartı da gerçekleşir. Allah, kalbimizin mührünü açar. Kalbin mührünün açılması, yedi tane kalp şartından yedincisinin tamamlanması demektir.
Ne yapar Allahû Tealâ, nefsimizin kalbinin mührünü açıpta? Kalbimizin içine İMANı yazar. çünkü Allahû Tealâ, başımızın üzerine mürşidimizin ruhunu göndermiştir. O ruh, başımızın üzerine gelince Allahû Tealâ, kalbimizin içine imanı yazar. Mührün açılması ve imanın yazılması, birbirinin ardısıra gelen iki olaydır. Kimin kalbinin içine iman yazılırsa, o kişi mümindir.
Biz insanlara göre mümin olmak son derece kolay; bizim akl-ı evvellerin tarifine göre. Ne diyorlar? "Kim Allaha inanıyorsa, o mümindir. Allaha inanmayan mümin olamaz."
Ama Allaha inanmak, inancın temel esasını teşkil ettiği halde, hiç kimseyi mümin kılamaz. inanç şartları açısından da mümin kılamaz. Çünkü inancın da yedi ayrı şartının oluşması lâzım:
Birinci şart: Allaha inanmak.
İkinci şart: Allahın meleklerine inanmak.
Üçüncü şart: Allahın kitaplarına inanmak.
Dördüncü şart: Allahın resullerine inanmak.
Beşinci şart: Basü badel mevte inanmak. Yani ölümden sonra kıyamet günü tekrar dirileceğine inanmak.
Altıncı şart: Hayrın Allahtan, şerrin nefsten olduğuna inanmak.
Yedinci şart: İnsan ruhunun ölmeden evvel, Allaha ulaşması gerektiğine inanmak.
Yedi tane iman şartının yedincisi, zaman içerisinde kaybolmuş, söylenmez olmuş. Ama kim zahmet edip de, 12. iltlik Buharînin Cibril hadisine bir göz atarsa, orada imanın şartlarının yedincisine de mutlaka rastlayacaktır. "Ve likâihi" Ve Ona (Allaha) mülâki olmaya inanmak.
Bunların hepsine inandınız. Mümin oldunuz mu? Hayır olmadınız. Mümin olabilmeniz için üç tane de vasıf şartına ihtiyacınız var. Dikkat edin yedi tane kalp şartı, yedi tane inanç şartı, üç tane de vasıf şartı:
1) Kalbinizin içine iman yazılacak.
2) Nefs tezkiyesine başlayacaksınız.
3) Ruhunuz vücudunuzdan ayrılıp, Allaha doğru yola çıkacak.
Yani? Yani dalâletten hidayete adım atacaksınız. İşte hidayet demek, Allaha ulaşma yolunda, yani Sırat-ı Müstakiym üzerinde olan bir ruha sahip olmak demek. Seyr-i sülûkta olan bir ruh. Sizin içinizde olan bir ruhtan bahsetmiyoruz. Hepinizin içinde ruh var ve vardı. Kimin ruhu Allaha doğru yola çıkmışsa, onların vücutlarında artık ruh yok. Evet birçoklarınız "iyi ama, o zaman ölmez miyiz?" diyorsunuz değil mi? Size bir fıkra anlatayım:
Deliler evine müfettiş gelmiş kontrol yapıyor. Bakmış adamın birisi tavana asılmış duruyor. Sormuş oradaki akıl hastanesinin başhekimine:
- Yahu, demiş, bu adam ne yapıyor burada?
Başhekim:
- Efendim, o kendini elektrik ampulü zannediyor ve odayı aydınlattığı kanaatinde.
Müfettiş:
- Olur mu canım öyle şey. İndirin şunu aşağıya.
Başhekim:
- İyi de efendim, indirelim de, indirirsek oda karanlık olmaz mı?
Ne haber? İşte tıpkı bunun gibi. Tıpkı bunun gibi: "Ruhumuz vücudumuzdan ayrılırsa ölmez miyiz?" Hayır ölmezsiniz. O adam da oradan inerse oda karanlık olmaz.
Öyleyse her şeyi ait olduğu yere oturtalım: Bu kâinattaki en doğru bilgiler, Kurân-ı Kerimin içinde mevcuttur. Son Peygambere indirilen, kâinattaki son şeriat kitabı. Kıyamete kadar bu şeriatla dünya idare edilecek. Ve o şeriata dikkatle bakın: Daha mümin tarifine ulaştığınız an, köprülerin altından ne kadar çok sular aktığını göreceksiniz. Bunları sizlere söylüyorum ya, 14 asır evvel bütün sahabe bunları yaşamışlar. 14 asır sonra mı? Hayır. Bütün bir İslâm aleminde artık bunlar yaşanmıyor. Bölük pörçük bir şeyler kalmış ortalıkta 14 asırda. Çünkü insanlar Kurân-ı Kerimi, Ona bir torba dikip duvara asmışlar. Birisi ölürse oradan indiriyorlar, Yasin okuyorlar. Sonra tekrar katlayıp içine koyuyorlar, torbanın ve tekrar duvara asıyorlar.