Bu; insani hak ve hürriyetin gereği bir cevap hakkıdır!
Konuyu başlatan, konuyu son söz olarak bitiremez. Münazara soru-cevap olarak gidiyorsa, böyle olduğu takdirde konu soru bölümünde kalır. Doğal uzantısıdır cevap hakkı.
Cümleten Hayrlı Cuma’lar. Cuma’nız, bereketli ve mübarek işlerinizin başlangıç günü olsun inşallah.
Malumunuz, güzel bir konuydu, ama nefslere kurban oldu. Alınacak çok güzel bilgiler olmalıydı, ama; ortaya çıkan sadece argonun çeşitli versiyonları oldu. Güzel mi ? Elbette çirkin! Ama, bir o kadar da gerekli! Peki, yeri burası mı ? Elbette hayır! Sevgili Alptraum’un dediği gibi “kişiselleşmesini arzu ediyorsan o halde özelden gönder ve özelden cevap bekle. Herkesin önünde ulu orta yerde sorarsan, aynı tarzda cevap alırsın. Müslüman tevazu sahibi olmalıdır, değil mi ? Evet! Ama izzet-i nefsine karşı saldırana değil. Hiçbir zamanda böyle bir saldırıda hiçbir şahsiyet tevazu göstermez. Bu hepimiz için geçerli. Gösteriyor ise, kendisini mütevazi olarak adlandırmasın, o bizzat ifrattadır! Gereksiz tevazu da haramdır. “Nefs’lerinize zulmetmeyiniz” emrine muhalif bir tarza girer ki; bu noktada emre karşı gelip emri çiğnemiş oluruz.
Gerçekten hak ve hukuka uygun münazara olduğu takdirde, her iki tarafında gerek alacağı ilmi lezzet ve gerekse de muhabbet bereketli olur. Ve bu münazaradan hayrlar neşet eder. Okuyan bir üçüncü şahıs gıpta eder, n’olaydı bende şunların arasına katılsaydım da muhabbetin feyzinden istifade edebilseydim diye kendi kendine hayflanır. Ama bahsi edilen bu yer, gerçek ilmin olduğu yerde, yani Resulullah (s.a.v.) dili ile; “cennet bahçelerinden bir bahçe” olan yerler için geçerlidir.
Son olarak yazılan yazıdan ufak bir alıntı yaptım. Hep beraber okuyalım inşallah;
Buraya aldığımıza göre beğendik! Güzel ve hak bir söz! Bunu daha önceden neden kabul etmedik ? İlla bizim de adımızın Radikalislam yerine, İbn Hacer el Askalani’ mi olması gerekiyor.
Yine buna benzer bir başka söz;
Bu da aynı güzellik ve doğrulukta. Peki bu sözü de kabul etmemiz için, yine adımızın Radikalislam yerine Ahmet Varol (ki; çok severim kendisini) olması mı gerekiyor ? Bunları söyleyen İbn Hacer el-Askalani gibi bir alim ve yine Ahmet Varol gibi değerli bir şahsiyet söylerken utanmıyor da, Radikal İslam rumuzu ile yazan bu arkadaşınızın neden utanmasını bekliyorsunuz ve “utanmadan birde yazıyorsun” diye aynı yazdığımız sözleri eleştirme gafletine giriyorsunuz. Bu sözlerim soru mahiyetinde değil. Sadece bir gerçeği vurgulamak adına, sorar gibi açıklama tavrıdır.
İbn Teymiyye gibi bir alim, beşer olması nedeni ile şaşıyor ve bazı taraflarca mazur görülüyor (ki olması gereken de budur zaten), neden Yusuf Nebhani yaptığı bir ictihadda ehl-i sünnete aykırı bir duruma düştüğünde tu kaka oluyor. Çifte standarlıktan vazgeçmediğimiz sürece bu aykırı durumlardan hiçbir zaman kurtulamayız. Özgürlük ve hak, hukuk gibi kavramlar herkes için eşit miktarda olmalıdır. Benim yanlışım senin yanlışından iyidir mantığı hiçbir zaman geçerli bir mantık olamaz, olmamalıdır da.
Bu forum; gerçekten güzel ve samimi bir forum. Severek yazıyorum, ve samimi bulduğum her konuya, isterlerse bazıları çok basit görse de ben yine de katılım yapmak istiyorum. Belki basit şeyler dahi, içinde taşıdığı samimiyeti yansıttığı için beni etkiliyor. Bir çok insan ile burada aile gibi olduk. İki kişi haricinde, daha hiç kimsenin yüzünü görmedim, ama buna rağmen; görmüş gibi çok ciddi ortamlarda uzun süre bulunmuş gibi sevgi, saygı ve muhabbet duymaktayım. Bu kadar insanın önünde de yine Alptraum’un dediği gibi, bir realite şhow yapmak, ve bu show’a üstelik başrolde katılmak bana yakışmıyor. Seyfullah ve Khan’ın güzel bir sözü var; “kimsenin değerine küfretme ki, kimsede senin değerlerine küfretmesin” bu sözü devamlı göz önünde tutarak yazıyorum. Ama saldırı olduktan sonra da kimse kusura bakmasın arkadaşlar, kelime dağarcığımdaki bütün harfleri harekete geçirecek yapım var. Bu da benim mizacım.
Tasavvufu seviyorum ve yaşamaya çalışıyorum. Seviyorum diye de, Hz. İsa’nın (a.s.) “sana tokat atana diğer yanağını çevir” sözüne de itibar etmiyorsam, bu tasavvufu ne kadar yaşadığım konusunda kriter oluşturur mu ? Bazı konularda özellikle yazmıyorum. Bildiğim halde gitmiyorsa elim, bu benim elimde olan bir şey değildir. Bazı şeyler vardır ki, hak bir sözdür ama yeri değildir. Her konuda söyleyecek üç beş kelimesi olan insan, özellikle; üstelik önemli bir konu ise, ve o konuya özellikle cevap vermiyorsa, bir bildiği var demektir. En cahil adam bile hiçbir şey bilmese bile “hadi be” diye cevap yazar gönderir. Bunu dahi bilmiyor muyuz. Eğer yapmıyorsak var bir bildiğimiz bir şey ki, yapmak istemiyoruz.
Bu güne kadar ki hiçbir yazımda veya açtığım konuda copy-paste sevmediğimi ve yapmadığımı bir çok arkadaşım bilir. Sadece bu konuda copy yaptım ama yaptıklarımın gerek yanına veya arkasına alıntı yaptığım kişinin adını belirttim. Bu konuda yapmamın nedeni de gerçekten uzun bir tatil dönemi yaşadım ve şuan bağlı bulunduğum şirket yönetimi beni bir başka ile İstanbul dışına geçici görev ile üstelik 2-3 aylığına gönderdi. Burayı toparlamam ve biriken işleri yetiştirmem gerekiyor. Bu kadar işimin arasında kendime ayarladığım zaman diliminde bu yazıları yazıyorum. Herkes sigara ve çay molasını farklı şekillerde değerlendirirken ben bu yazıyı yazmaya çalışıyorum. Şuan da dahil!
Yeri geldiği için söyleyeceğim bir daha da hiçbir ortamda bu konu hakkında bir şey demeyeceğim; ben okuduğum okulu bir kartvizit olsun veya bana ayrıcalıklı bir hava oluştursun diye okumadım, kendim için okudum. Ve üstelik YÖK gibi bir ne menem olduğu bilinmeyen kurumun “denklik” vermediğini bile bile gidip okudum. Orada okuduğum, yaşadığım ve gördüğüm her şey beni bağlar. İsteyen herkes de gidip okuyabilir. Önemli olan burada sırtında taşıdığın kitaplar değil, kafanda, beyninde taşıyabildiklerin ve bunları günlük hayatına ne kadar yansıtabildiğindir.
Edebiyatı çok iyi bilen bir insan olarak, özellikle gassteci yazmışsak, diğer kişiler için de gazeteci yazmışsak, ne avamlıktır, ne aymazlıktır! Bunu da bildikten sonra “Adını sen koy!..”
Üstad’ın güzel bir anısı ile kapatıyorum konuyu; Bir gün, eski deli fişeklik günlerinden tanıdığı bir arkadaşı ile yolda karşılaşmış. Tabi arkadaşı saf değiştirmesinden dolayı diğerleri gibi her fırsatta iğneleyecek ya üstadı; “Ooo Necip n’aber yahu” demiş ve devam etmiş “Ulan görmeyeli yüzün ayıya dönmüş be!” (üstadın bıraktığı sakala kinaye yapıyor yani). Üstad; tabi altta kalacak hali yok, hele hele böyle berduşlara her zaman söyleyecek cümleleri var: “Aaa! Öylemi ? Pardon, farkında değilim” demiş ve muhatabının yüzüne arkasını dönmüş. Anlayana tabi ki..
Cümleten hayr’lı ve bereketli cumalar. Hatta; sana dahi…
Konuyu başlatan, konuyu son söz olarak bitiremez. Münazara soru-cevap olarak gidiyorsa, böyle olduğu takdirde konu soru bölümünde kalır. Doğal uzantısıdır cevap hakkı.
Cümleten Hayrlı Cuma’lar. Cuma’nız, bereketli ve mübarek işlerinizin başlangıç günü olsun inşallah.
Malumunuz, güzel bir konuydu, ama nefslere kurban oldu. Alınacak çok güzel bilgiler olmalıydı, ama; ortaya çıkan sadece argonun çeşitli versiyonları oldu. Güzel mi ? Elbette çirkin! Ama, bir o kadar da gerekli! Peki, yeri burası mı ? Elbette hayır! Sevgili Alptraum’un dediği gibi “kişiselleşmesini arzu ediyorsan o halde özelden gönder ve özelden cevap bekle. Herkesin önünde ulu orta yerde sorarsan, aynı tarzda cevap alırsın. Müslüman tevazu sahibi olmalıdır, değil mi ? Evet! Ama izzet-i nefsine karşı saldırana değil. Hiçbir zamanda böyle bir saldırıda hiçbir şahsiyet tevazu göstermez. Bu hepimiz için geçerli. Gösteriyor ise, kendisini mütevazi olarak adlandırmasın, o bizzat ifrattadır! Gereksiz tevazu da haramdır. “Nefs’lerinize zulmetmeyiniz” emrine muhalif bir tarza girer ki; bu noktada emre karşı gelip emri çiğnemiş oluruz.
Gerçekten hak ve hukuka uygun münazara olduğu takdirde, her iki tarafında gerek alacağı ilmi lezzet ve gerekse de muhabbet bereketli olur. Ve bu münazaradan hayrlar neşet eder. Okuyan bir üçüncü şahıs gıpta eder, n’olaydı bende şunların arasına katılsaydım da muhabbetin feyzinden istifade edebilseydim diye kendi kendine hayflanır. Ama bahsi edilen bu yer, gerçek ilmin olduğu yerde, yani Resulullah (s.a.v.) dili ile; “cennet bahçelerinden bir bahçe” olan yerler için geçerlidir.
Son olarak yazılan yazıdan ufak bir alıntı yaptım. Hep beraber okuyalım inşallah;
İbn Hacer el-Askalânî: "O bir beşerdir hata da eder isabet de. İsabet ettiği konular daha fazladır, onlardan istifade etmek gerekir. Bu isabet ettiklerinden dolayı Allah'ın merhametine kavuşacağı ümit edilir. Hata ettiği yerlerde taklit edilmez, ancak mazurdur. Çünkü onun dönemindeki âlimler onun içtihad şartlarına sahip olduğunu kabul etmişlerdir.”
Buraya aldığımıza göre beğendik! Güzel ve hak bir söz! Bunu daha önceden neden kabul etmedik ? İlla bizim de adımızın Radikalislam yerine, İbn Hacer el Askalani’ mi olması gerekiyor.
Yine buna benzer bir başka söz;
İbnu Teymiyye bir beşerdir, isabet ettiği yerler de vardır, yanıldığı yerler de. Fıkıhta onun fetvalarına başvurmak zorunda değilsiniz. Görüşlerinden kabul ettikleriniz de olabilir, reddettikleriniz de. Ama onun bir görüşünü reddetmekle, "O burada Kur'an'ı inkâr etmiştir" gibi bir iddiada bulunmak farklıdır. Tefsir hatasıyla inkâr tamamen farklıdır. Onun bazı görüşlerine iştirak etmeseniz bile adaletten ayrılmayın.
Bu da aynı güzellik ve doğrulukta. Peki bu sözü de kabul etmemiz için, yine adımızın Radikalislam yerine Ahmet Varol (ki; çok severim kendisini) olması mı gerekiyor ? Bunları söyleyen İbn Hacer el-Askalani gibi bir alim ve yine Ahmet Varol gibi değerli bir şahsiyet söylerken utanmıyor da, Radikal İslam rumuzu ile yazan bu arkadaşınızın neden utanmasını bekliyorsunuz ve “utanmadan birde yazıyorsun” diye aynı yazdığımız sözleri eleştirme gafletine giriyorsunuz. Bu sözlerim soru mahiyetinde değil. Sadece bir gerçeği vurgulamak adına, sorar gibi açıklama tavrıdır.
İbn Teymiyye gibi bir alim, beşer olması nedeni ile şaşıyor ve bazı taraflarca mazur görülüyor (ki olması gereken de budur zaten), neden Yusuf Nebhani yaptığı bir ictihadda ehl-i sünnete aykırı bir duruma düştüğünde tu kaka oluyor. Çifte standarlıktan vazgeçmediğimiz sürece bu aykırı durumlardan hiçbir zaman kurtulamayız. Özgürlük ve hak, hukuk gibi kavramlar herkes için eşit miktarda olmalıdır. Benim yanlışım senin yanlışından iyidir mantığı hiçbir zaman geçerli bir mantık olamaz, olmamalıdır da.
Bu forum; gerçekten güzel ve samimi bir forum. Severek yazıyorum, ve samimi bulduğum her konuya, isterlerse bazıları çok basit görse de ben yine de katılım yapmak istiyorum. Belki basit şeyler dahi, içinde taşıdığı samimiyeti yansıttığı için beni etkiliyor. Bir çok insan ile burada aile gibi olduk. İki kişi haricinde, daha hiç kimsenin yüzünü görmedim, ama buna rağmen; görmüş gibi çok ciddi ortamlarda uzun süre bulunmuş gibi sevgi, saygı ve muhabbet duymaktayım. Bu kadar insanın önünde de yine Alptraum’un dediği gibi, bir realite şhow yapmak, ve bu show’a üstelik başrolde katılmak bana yakışmıyor. Seyfullah ve Khan’ın güzel bir sözü var; “kimsenin değerine küfretme ki, kimsede senin değerlerine küfretmesin” bu sözü devamlı göz önünde tutarak yazıyorum. Ama saldırı olduktan sonra da kimse kusura bakmasın arkadaşlar, kelime dağarcığımdaki bütün harfleri harekete geçirecek yapım var. Bu da benim mizacım.
Tasavvufu seviyorum ve yaşamaya çalışıyorum. Seviyorum diye de, Hz. İsa’nın (a.s.) “sana tokat atana diğer yanağını çevir” sözüne de itibar etmiyorsam, bu tasavvufu ne kadar yaşadığım konusunda kriter oluşturur mu ? Bazı konularda özellikle yazmıyorum. Bildiğim halde gitmiyorsa elim, bu benim elimde olan bir şey değildir. Bazı şeyler vardır ki, hak bir sözdür ama yeri değildir. Her konuda söyleyecek üç beş kelimesi olan insan, özellikle; üstelik önemli bir konu ise, ve o konuya özellikle cevap vermiyorsa, bir bildiği var demektir. En cahil adam bile hiçbir şey bilmese bile “hadi be” diye cevap yazar gönderir. Bunu dahi bilmiyor muyuz. Eğer yapmıyorsak var bir bildiğimiz bir şey ki, yapmak istemiyoruz.
Bu güne kadar ki hiçbir yazımda veya açtığım konuda copy-paste sevmediğimi ve yapmadığımı bir çok arkadaşım bilir. Sadece bu konuda copy yaptım ama yaptıklarımın gerek yanına veya arkasına alıntı yaptığım kişinin adını belirttim. Bu konuda yapmamın nedeni de gerçekten uzun bir tatil dönemi yaşadım ve şuan bağlı bulunduğum şirket yönetimi beni bir başka ile İstanbul dışına geçici görev ile üstelik 2-3 aylığına gönderdi. Burayı toparlamam ve biriken işleri yetiştirmem gerekiyor. Bu kadar işimin arasında kendime ayarladığım zaman diliminde bu yazıları yazıyorum. Herkes sigara ve çay molasını farklı şekillerde değerlendirirken ben bu yazıyı yazmaya çalışıyorum. Şuan da dahil!
Yeri geldiği için söyleyeceğim bir daha da hiçbir ortamda bu konu hakkında bir şey demeyeceğim; ben okuduğum okulu bir kartvizit olsun veya bana ayrıcalıklı bir hava oluştursun diye okumadım, kendim için okudum. Ve üstelik YÖK gibi bir ne menem olduğu bilinmeyen kurumun “denklik” vermediğini bile bile gidip okudum. Orada okuduğum, yaşadığım ve gördüğüm her şey beni bağlar. İsteyen herkes de gidip okuyabilir. Önemli olan burada sırtında taşıdığın kitaplar değil, kafanda, beyninde taşıyabildiklerin ve bunları günlük hayatına ne kadar yansıtabildiğindir.
Edebiyatı çok iyi bilen bir insan olarak, özellikle gassteci yazmışsak, diğer kişiler için de gazeteci yazmışsak, ne avamlıktır, ne aymazlıktır! Bunu da bildikten sonra “Adını sen koy!..”
Üstad’ın güzel bir anısı ile kapatıyorum konuyu; Bir gün, eski deli fişeklik günlerinden tanıdığı bir arkadaşı ile yolda karşılaşmış. Tabi arkadaşı saf değiştirmesinden dolayı diğerleri gibi her fırsatta iğneleyecek ya üstadı; “Ooo Necip n’aber yahu” demiş ve devam etmiş “Ulan görmeyeli yüzün ayıya dönmüş be!” (üstadın bıraktığı sakala kinaye yapıyor yani). Üstad; tabi altta kalacak hali yok, hele hele böyle berduşlara her zaman söyleyecek cümleleri var: “Aaa! Öylemi ? Pardon, farkında değilim” demiş ve muhatabının yüzüne arkasını dönmüş. Anlayana tabi ki..
Cümleten hayr’lı ve bereketli cumalar. Hatta; sana dahi…