hic hayatinizda keske böyle olmasaydi veya yapmasaydim dedinizmi???ben cok dedim keske 20 yil geri gitsem neleri degistirmezdimki neler yapmazdimki....ama nasil olacaktiki giden seneler geri gelirmi hic... sizlerde genc kardeslerim keskeleri ilerde söylememek üzere hayatinizin kiymetini bilim....
net i dolasirken bir kardesimizin yazizi cok hosuma gitti sizlerle paylasmak istedim....biraz uzun ama ins. siklimadan okursunuz..
Dediklerine göre ay’ın hep tek yüzünü görürmüşüz. Arka yüzü bir türlü dünyaya çevrilmezmiş. Kaderi de ay gibi görüyor olmalıyız. Olanıyla biliyoruz kaderi. Olduğu kadarıyla görüyoruz. “Olmasaydı...”lar ay’ın arka yüzü gibi gözümüzden uzağa düşüyor. “Ya o kurşun bir santim sağdan geçseydi....” diye başladığımızda düşünmeye, hayalimizin eli ayağı zifiri karanlıkta birbirine dolaşıyor. “Olan olmuştur bir kere...” Kurşunun kalbine değdiği sevdiğimiz, bir kaç santimlik farkla, bir kaç saniyelik tevafukla bu dünyadan göçmüştür. Olan olmuştur ve nasibimize düşen de olmuş olandır. Hayatta bir kereliğine olan neyse odur; sonra dosya kapanır. Hayat, kurşunun “ah keşke...” dediğimiz yerin bir santim solundan akar. Kan da oradan akar, zaman da oradan akar. Zamanı geriye doğru alıp, kurşunu bir santim sağdan ve bir santim soldan koşturacak iki seçenekli bir hayatı yaşamamıza izin yok. Kanı da zamanı da geri akıtamayız. Bir sağa bir de sola doğru çatallanan iki tane kader yok; yazgının dal uçlarından bize düşenleri biliyoruz sadece. Olan olunca oluyor. Binlerce “keşke...”nin emzirdiği, milyonlarca yakıcı “ah!”ın özlediği “öbür türlü olsaydı”lar olmadan kalıyor, kuruntumuzun elinde boynu bükük, solgun bir çiçek gibi duruyor.
O solgun o yetim çiçeği yeniden tebessüme getirmek için neler neler yapmazdık değil mi? Gece gündüz toprağına varıp sulardık, yapraklarını neredeyse kirpiklerimizle okşardık. Yeter ki “böyle olan” değil de, “şöyle olsaydı...” diye özlediğimiz “öbür” kader tomurcuğu açıversin: “Kurşun atar damarın bir santimcik, sadece bir santimcik sağından geçseydi ya...Ya geç ateş edilseydi ya da bir kaç saniye önceden hareket etseydi kaza kurşunuyla vurulan. Çocuklarının renklerini beğenmediği bayramlıklarını değiştirmek için yeniden caddeye çıkan kadın, az önce geçseydi bombanın patladığı yerden ya da çocukları bayramlıklarını beğenmiş olsaydı. Kırmızı ışık 15 saniye geç sönseydi de, arabanın çarptığı çocuk çoktan kaldırıma çıkmış olsaydı. Kamyonun altına giren otomobildeki aile, üç dakika sonra çıksaydı mola yerinden ya... Annesi elinden daha sıkı tutsaydı Dilara’nın yahut komşusuna bıraksaydı. Şehit olan delikanlı bir sonraki celp döneminde askere gitseydi ya....”
O kadar çok ki “olsaydı...”larımız. O kadar çok “keşke çiçeği” var ki avuçlarımızda. O kadar yakıcı “ah!...”larımız var ki yüreğimizde.
Bir de şöyle düşünelim: Şimdilerde “keşke...”lerimizin ucunda özenle beslediğimiz ve süslediğimiz o “öbür türlü olsaydı”lar “bu türlü” olsaydı, onların “öbür türlü” değil de, “bu türlü” olduğunun ayırdında olacak mıydık? “Böyle” olmasaydı kader, “öyle olsaydı...”ların güzelliğini görebilecek miydik? Kaderin biricik çizgisi içinde olup bitenler sayesinde farkediyoruz öbür türlü olabilecekleri... Olan olmuş olmasa, “olsaydı”lara özlemimiz de olmayacaktı.
Söz gelimi, ardından ağladığımız, “şimdi burada olsa nelerimi vermezdim...” diye hayıflandığımız sevdiğimizin kaderi onu “şimdi burada” eylemiş olsaydı, onun şimdi burada olmasına vereceklerimiz bu kadar çok olur muydu? Böyle olmasaydı da öyle olsaydı, öyle olmasının böyle olmasının alternatifi olduğunu görebilir miydik? Hepimizin yüreğini yakan gül yüzlü Dilara rögar kapağından düşmemiş olsaydı, bizi bunca acıyla tanıştırmamış olsaydı, “aaa, şu kız değil mi rögar kapağından düşecekken düşmeyen kız” diye parmakla gösterebilecek miydik onu? Damatlığını almak için gittiği çarşıda bomba bir kaç dakika geç ya da bir kaç metre ötede patlasaydı, şimdi aramızda yaşayacak ve bugünlerde düğünü olacak delikanlıyı bunca önemseyebilir miydik?. İki yıl önce, Mekke’de, çocuklarına hediye almak için gittikleri dükkanın çökmesiyle bu dünyaya veda eden hemşire hanımlar, bir kaç dakika erken çıkmış olsaydı dükkandan, ne onları ne de çocuklarının mahzun yüzlerini hayâl bile edemeyecektik şimdilerde...
Böyle yaşıyoruz kaderi. Böyle biliyoruz. Böyle çekiyoruz acısını ve sancısını. “Öyle olsaydı..”ları da, böyle olduğu için söyleyebiliyoruz, özleyebiliyoruz.
Öyleyse, şimdi sen sen ol, böyle olan kaderini sevmeyi öğren. Kurşunun göğsüne hiç uğramadığı sevdiğini bir daha kucakla. Bombanın hiç uğramadığı sokaklarda güle oynaya yürüyerek eve dönen çocuklarını daha çok sev. Bir kaç saniye sonra ya da önce geçseydi, sevdiklerinle birlikte altında kalabileceğin kamyonun şimdi karşı şeritte seyrediyor olmasına şükret. Her bir çocuğu çukura düşmekten son anda kurtarılmış bir çocuk sevinciyle seyret.
Şimdi, şu anda, “ah keşke böyle olsaydı” diye ağlayacakların şimdi senin için “böyle oluyor” da farkında değilsin.
Ah, keşke, farkında olsaydın..
SENAİ DEMİRCİ.NET’ten bir makale.
Sadece bir iki kelime ekleyip, son sözü biraz değiştirmek istedim, çünkü “olsaydın”da geçmiş oluyor.
‘Şimdi değil’lerle, ‘hele yarın inşallah’ larla geçip giden ve asla geri dönmeyecek zamanlarla, saniyelerle, saniye saniye geride bıraktığımız yıllar, HAYAT!... Dağ gibi…
AH, KEŞKE, ŞİMDİ FARKINDA OLSAM, OLSAN, OLSAK.
Karar vermek, şimdi,
Harekete geçmek, şimdi,
Tercihler, şimdi,
Yaşamak şimdi,
HAYAT = ŞİMDİ, hep şimdi, dâimâ şimdi.
Kehf 23-24 “Hiç bir şey hakkında: 'Bunu yarın mutlaka yapacağım' deme. Ancak: 'Allah dilerse' (inşallah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: 'Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir.”
Şimdi hatırladığını, şimdi bildiğini, şimdi yapılması gerekeni, şimdi söylenmesi gerekeni, şimdi yaşanması gerekeni, şimdi terk edilmesi gerekenleri, şimdi gidilmesi gerekeni, şimdi yenmesi gerekeni…, Gücünün yettiğince ALLAH’IN ZİKRİNE (ÖĞÜTLERİNE, NASİHATLERİNE) ÖLÇEĞİNE GÖRE, şimdi... Yarın olmayabilir. Yarın olursa, İNŞALLAH yarında…