fetih
New member
- Katılım
- 16 Şub 2007
- Mesajlar
- 1,994
- Tepkime puanı
- 355
- Puanları
- 0
- Yaş
- 46
HER ZAMAN YAPILMIŞTIR YİNE YAPILACAK
SUFİLİĞİN GÖRÜNEN YÜZÜ
Sufilik Allah’a dost olma yoludur. Bu yola girenlerin Allah rızasından başka bir hedefi olamaz. Varsa, onlara sufi denmez. Sufi ve tasavvuf kelimelerini Kur’an ve Sünnet’te bulamadım diyerek bu güzel terbiye yolunu inkâra kalkanlar da biraz insaflı olmalıdır. Çünkü Kur’an, içinde kelime manalarını arayacağımız bir lugat veya ansiklopedi değildir. O, baştan sona bir hidayet ve ahlâk kitabıdır. Kur’an, şahıs veya grupların isimlerini değil, sıfatlarını anlatır. Sıfatı Allah dostlarının sıfatlarına uyanlar, dünyada hangi isimle çağrılırsa çağrılsın, ahirette “Ey Allah’ı sevenler, sevdiğinizin huzuruna gelin!” diye çağrılacakladır. Sıfatı kâfir veya münafıkların sıfatına uyanlar da, dünyada hangi forslu ve itibarlı ismi taşırsa taşısın, ahirete onlarla beraber olacaktır.
Büyük veli Hucvirî K.S., Keşfu’l-Mahcub adlı kitabında bu konuda şu çarpıcı tesbiti yapar: “Eğer tasavvufu inkâr edenler, sadece bu ismin Kur’an’da bulunmadığını ve onun için bu kelimeyi kabul etmediklerin söylüyorlarsa, buna bir şey denmez, bu olabilir. Fakat, tasavvufun içerdiği mana ve ahlâkı inkâr ederlerse, o zaman Hz. Peygamber A.S.’ın getirdiği dinin tamamını ve onun bütün güzel ahlâklarını inkâr etmiş olurlar.”
Bu sözün manası şudur: Gerçek sufi, Allah’ın dostudur. O, dini bütün emirlerini ihlâsla yaşayan bir kimsedir, Sufi, içi ve dışıyla Allah’a teslim, Hz, Peygamber A.S.’a tabi olmuştur. Onu inkâr eden tehlikeye girer. Gerçek velilerle, kendisine veli süsü veren delileri birbirinden ayırmak gerekir. Her devirde adı sufi, sıfatı sahtekâr olan kimseler çıkmıştır. Aynı şekilde, her kesimden dini dünyaya alet eden, sözünün tersine giden, dine mümin olmayandan daha çok zarar veren müslümanlar da mevcuttur. Onların hesabını ahirette Allah görecektir. Onlar bu dini temsil etmiyorlar. Tevbe ederlerse ne güzel; etmiyorlarsa onlardan uzak durmak farzdır.
Herkes hangi makama çıktığını değil, hangi güzel ahlâka ulaştığını merak etmelidir. Çıkılacak en şerefli makam, ihlâsla yaşanacak güzel ahlâktır. Bütün terbiye çeşitleri bunun içindir. Ben nasıl bir sufiyim diye merak edenlere, büyük arif Ebu Bekir el-Kettanî K.S. şu cevabı veriyor: “Yüce Allah’a ve halka karşı nasıl davrandığına bak!..” Ve ekliyor: “Tasavvuf baştan sona güzel ahlâktan ibarettir. Ahlâkı senden güzel olan kimse, tasavvuf yolunda da senden ileridedir.” (Kuşeyrî, Risale)
Dr.Dilaver Selvi
MÜRŞİDSİZ NEREYE KADAR
Ben Allah (c.c.) ile bağları kuvvetli iken bir an şeytanın hilesine düşüp kulluk vazifemi sekteye uğrattığım bir anda yazıyorum. Ruhum sıkkın, düşüncelerim tarumar... Küçüklüğümden bu yana İslâmi terbiye içerisinde büyümüş birisiyim. İslâm’la yoğrulmuşum. 1982 yılında doğdum. İmam Hatip Lisesi mezunu, babası imam olan bir gencim.
Bundan bir sene önce yaşadığım bir hadiseyi, bir ruhi bunalımı paylaşmak istiyorum sizlerle. Belirttiğim gibi babası imam olan ve İslâm’la yoğrulan birisiyim. Dinimin emirlerini yerine getirmede azami gayret sarfediyordum. Mutluydum, huzurluydum. En sevdiğim ibadetlerden birisi de dua idi. Dua etmek bana tarifsiz bir haz veriyordu. Ve de bu dualar sayesinde kalbim huzur buluyor, Rabbime biraz daha yakın olmanın heyecanı tüm benliğimi kuşatıyordu.
Rabbime o kadar dua ediyordum ki, kimisi hemen, kimisi bir müddet sonra gerçekleşiyordu. Ta ki lanet olası şeytan bana bulaşıncaya kadar. Bir şeyi çok arzuladım. Yaşantımda o, rüyalarımda o, hayallerimde yine o. Namazlarımda ve sair vakitlerde o şey için uzun müddet dualar ederdim.
Yaptığım her şeyden manevi bir lezzet duyardım. O şey için çok dua ettim, ümitliydim. Dua yaşantımın bir parçasıydı. Bazen bir namaz vakti, bazen de saatler boyunca sürerdi dualarımda Rabbimle olan muhabbetim. O gün geldi ve benim dileğim gerçekleşmedi. Çok üzüldüm, hıçkıra hıçkıra ağladım.
Bu boşluğumu fırsat bilen şeytan boş durur mu? Başladı fitnelerini saplamaya “Bak gördün mü Rabbin (haşa) gerçekleştirmedi. Bir de o kadar dua ediyordun. Hiçbir işe yaramadı. Bundan sonra dua etme, istedin istedin de ne oldu? Duayı bırak isteme!” diye zehirli oklarını durmadan saplıyordu. Ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Hüznümü mü yatıştırayım, şeytana mı laf yetiştireyim? Bir müddet sonra ruhum pes etti. Bunları üzülerek yazıyorum,
Duayı bıraktım, tüm güzel şeyleri terketmeye başladım. Kıldığım namazlardan haz duyamaz oldum. Bir kaç gün sonra namazı da bıraktım. İsyan derecesine geldim. “Niye, niçin, neden böyle oldu?” soruları ruhumu amansız bir şekilde sardı. Ben, ben değildim adeta. Eski mazbut halimden eser kalmamıştı.
Ağladım, ağladım, ağladım. İçimde müşfik bir ses, benim yalnız olmadığımı, Rabb’in kullarına zulmetmeyeceğini “Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?” ayet-i celilesini haykırıyordu. Ruhumda bir sarsıntı hissettim. Ve nihayet bu kasvetli durumdan, azab dolu anlardan çok şükür kurtuldum. İlk işim güzel bir abdest alıp secdeye kapanmak oldu.
Hem ağlıyor, hem de dua edip yalvarıyordum: “Rabbim beni affet!” diye. Elhamdulillah eski huzurumu, eski ruh özgürlüğümü yeniden kazandım. O günden bu yana şeytan yine boş durmadı. Binbir türlü hilelerle karşıma çıkıyor. İmanımı istiyor, isyan etmemi istiyor. Rabbim bir daha bu hale düşürmesin.
Velhasıl insan dua etmeyi bıraktığı anda Rabbiyle olan bağları kopuyor ve Rabbinden uzaklaşıyor. Ve şu da bir gerçek ki kul Rabbini bıraktığı anda bile, O kulunu bırakmıyor. “Kulum” diyor, “Gel” diyor. Bu ne büyük rahmet, ne büyük merhamet...
YAŞANMIŞ GERÇEK BİR HİKAYEDİR
ve bize gelince
BİZ KUR'AN-I KERİMDEN BAŞKA BİR KİTABA İMAN ETMİŞ DEĞİLİZ
BİZ RESULUN (S.A.S) SÜNNETİNİ BAŞIMIZIN TACI ETMİŞİZ
BİZ ''Ashabımın gökteki yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız kurtulursunuz'' işittik ve itaat ettik
SUFİLİĞİN GÖRÜNEN YÜZÜ
Sufilik Allah’a dost olma yoludur. Bu yola girenlerin Allah rızasından başka bir hedefi olamaz. Varsa, onlara sufi denmez. Sufi ve tasavvuf kelimelerini Kur’an ve Sünnet’te bulamadım diyerek bu güzel terbiye yolunu inkâra kalkanlar da biraz insaflı olmalıdır. Çünkü Kur’an, içinde kelime manalarını arayacağımız bir lugat veya ansiklopedi değildir. O, baştan sona bir hidayet ve ahlâk kitabıdır. Kur’an, şahıs veya grupların isimlerini değil, sıfatlarını anlatır. Sıfatı Allah dostlarının sıfatlarına uyanlar, dünyada hangi isimle çağrılırsa çağrılsın, ahirette “Ey Allah’ı sevenler, sevdiğinizin huzuruna gelin!” diye çağrılacakladır. Sıfatı kâfir veya münafıkların sıfatına uyanlar da, dünyada hangi forslu ve itibarlı ismi taşırsa taşısın, ahirete onlarla beraber olacaktır.
Büyük veli Hucvirî K.S., Keşfu’l-Mahcub adlı kitabında bu konuda şu çarpıcı tesbiti yapar: “Eğer tasavvufu inkâr edenler, sadece bu ismin Kur’an’da bulunmadığını ve onun için bu kelimeyi kabul etmediklerin söylüyorlarsa, buna bir şey denmez, bu olabilir. Fakat, tasavvufun içerdiği mana ve ahlâkı inkâr ederlerse, o zaman Hz. Peygamber A.S.’ın getirdiği dinin tamamını ve onun bütün güzel ahlâklarını inkâr etmiş olurlar.”
Bu sözün manası şudur: Gerçek sufi, Allah’ın dostudur. O, dini bütün emirlerini ihlâsla yaşayan bir kimsedir, Sufi, içi ve dışıyla Allah’a teslim, Hz, Peygamber A.S.’a tabi olmuştur. Onu inkâr eden tehlikeye girer. Gerçek velilerle, kendisine veli süsü veren delileri birbirinden ayırmak gerekir. Her devirde adı sufi, sıfatı sahtekâr olan kimseler çıkmıştır. Aynı şekilde, her kesimden dini dünyaya alet eden, sözünün tersine giden, dine mümin olmayandan daha çok zarar veren müslümanlar da mevcuttur. Onların hesabını ahirette Allah görecektir. Onlar bu dini temsil etmiyorlar. Tevbe ederlerse ne güzel; etmiyorlarsa onlardan uzak durmak farzdır.
Herkes hangi makama çıktığını değil, hangi güzel ahlâka ulaştığını merak etmelidir. Çıkılacak en şerefli makam, ihlâsla yaşanacak güzel ahlâktır. Bütün terbiye çeşitleri bunun içindir. Ben nasıl bir sufiyim diye merak edenlere, büyük arif Ebu Bekir el-Kettanî K.S. şu cevabı veriyor: “Yüce Allah’a ve halka karşı nasıl davrandığına bak!..” Ve ekliyor: “Tasavvuf baştan sona güzel ahlâktan ibarettir. Ahlâkı senden güzel olan kimse, tasavvuf yolunda da senden ileridedir.” (Kuşeyrî, Risale)
Dr.Dilaver Selvi
MÜRŞİDSİZ NEREYE KADAR
Ben Allah (c.c.) ile bağları kuvvetli iken bir an şeytanın hilesine düşüp kulluk vazifemi sekteye uğrattığım bir anda yazıyorum. Ruhum sıkkın, düşüncelerim tarumar... Küçüklüğümden bu yana İslâmi terbiye içerisinde büyümüş birisiyim. İslâm’la yoğrulmuşum. 1982 yılında doğdum. İmam Hatip Lisesi mezunu, babası imam olan bir gencim.
Bundan bir sene önce yaşadığım bir hadiseyi, bir ruhi bunalımı paylaşmak istiyorum sizlerle. Belirttiğim gibi babası imam olan ve İslâm’la yoğrulan birisiyim. Dinimin emirlerini yerine getirmede azami gayret sarfediyordum. Mutluydum, huzurluydum. En sevdiğim ibadetlerden birisi de dua idi. Dua etmek bana tarifsiz bir haz veriyordu. Ve de bu dualar sayesinde kalbim huzur buluyor, Rabbime biraz daha yakın olmanın heyecanı tüm benliğimi kuşatıyordu.
Rabbime o kadar dua ediyordum ki, kimisi hemen, kimisi bir müddet sonra gerçekleşiyordu. Ta ki lanet olası şeytan bana bulaşıncaya kadar. Bir şeyi çok arzuladım. Yaşantımda o, rüyalarımda o, hayallerimde yine o. Namazlarımda ve sair vakitlerde o şey için uzun müddet dualar ederdim.
Yaptığım her şeyden manevi bir lezzet duyardım. O şey için çok dua ettim, ümitliydim. Dua yaşantımın bir parçasıydı. Bazen bir namaz vakti, bazen de saatler boyunca sürerdi dualarımda Rabbimle olan muhabbetim. O gün geldi ve benim dileğim gerçekleşmedi. Çok üzüldüm, hıçkıra hıçkıra ağladım.
Bu boşluğumu fırsat bilen şeytan boş durur mu? Başladı fitnelerini saplamaya “Bak gördün mü Rabbin (haşa) gerçekleştirmedi. Bir de o kadar dua ediyordun. Hiçbir işe yaramadı. Bundan sonra dua etme, istedin istedin de ne oldu? Duayı bırak isteme!” diye zehirli oklarını durmadan saplıyordu. Ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Hüznümü mü yatıştırayım, şeytana mı laf yetiştireyim? Bir müddet sonra ruhum pes etti. Bunları üzülerek yazıyorum,
Duayı bıraktım, tüm güzel şeyleri terketmeye başladım. Kıldığım namazlardan haz duyamaz oldum. Bir kaç gün sonra namazı da bıraktım. İsyan derecesine geldim. “Niye, niçin, neden böyle oldu?” soruları ruhumu amansız bir şekilde sardı. Ben, ben değildim adeta. Eski mazbut halimden eser kalmamıştı.
Ağladım, ağladım, ağladım. İçimde müşfik bir ses, benim yalnız olmadığımı, Rabb’in kullarına zulmetmeyeceğini “Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?” ayet-i celilesini haykırıyordu. Ruhumda bir sarsıntı hissettim. Ve nihayet bu kasvetli durumdan, azab dolu anlardan çok şükür kurtuldum. İlk işim güzel bir abdest alıp secdeye kapanmak oldu.
Hem ağlıyor, hem de dua edip yalvarıyordum: “Rabbim beni affet!” diye. Elhamdulillah eski huzurumu, eski ruh özgürlüğümü yeniden kazandım. O günden bu yana şeytan yine boş durmadı. Binbir türlü hilelerle karşıma çıkıyor. İmanımı istiyor, isyan etmemi istiyor. Rabbim bir daha bu hale düşürmesin.
Velhasıl insan dua etmeyi bıraktığı anda Rabbiyle olan bağları kopuyor ve Rabbinden uzaklaşıyor. Ve şu da bir gerçek ki kul Rabbini bıraktığı anda bile, O kulunu bırakmıyor. “Kulum” diyor, “Gel” diyor. Bu ne büyük rahmet, ne büyük merhamet...
YAŞANMIŞ GERÇEK BİR HİKAYEDİR
ve bize gelince
BİZ KUR'AN-I KERİMDEN BAŞKA BİR KİTABA İMAN ETMİŞ DEĞİLİZ
BİZ RESULUN (S.A.S) SÜNNETİNİ BAŞIMIZIN TACI ETMİŞİZ
BİZ ''Ashabımın gökteki yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız kurtulursunuz'' işittik ve itaat ettik